ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1985/1
Karar Sayısı: 1986/4
Karar Günü : 25/2/1986
R.G .Tarih-Sayı :
10.07.1986-19160
İPTAL DAVASINI AÇAN : TBMM Anamuhalefet Partisi (Halkçı Parti)
Mecli Grubu adına Grup Başkanı Necdet CALP.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 1/12/1984 günlü, 18592 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanununun 4., 5., 6.,
9., 12., 13., 17. maddelerinin ve Geçici 2. maddesinin Anayasanın Başlangıç
kısmıyla kimi maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
II- METİNLER :
A) 27.11.1984 günlü, 3088 sayılı Kanunun iptali istenilen
hükümleri :
'Madde 4. - Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı Çizgisi : Deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın
durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan
çizgiyi,
Kıyı Kenar Çizgisi : Deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda kıyı
çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu
kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık alanın tabii sınırını,
Kıyı : Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,
Sahil Şeridi : Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde, imar
planlı yerlerde yatay olarak en az 10 metre, diğer yerlerde en az 30 metre
genişliğindeki alanı,
Dar Kıyı : Kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışmasını
ifade eder.'
'Madde 5. - Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda
belirtilmiştir :
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin
eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı
gözetilir.
Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için
kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.
Ancak, kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgede yapılanma
talebi vukuunda talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin
tespiti mecburidir.
Plan kararı ile doldurulan ve tahkimat yapılan kıyıda meydana
gelen değişiklik sebebi ile kıyı kenar çizgisi yeniden tespit edilir.
'Madde 6. - Kıyıda ancak plan kararıyla, deniz, tabii ve sunî göl
ve akarsuların kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korum,ak
amacına yönelik olan yapı ve tesisler, faaliyetlerinin özellikleri gereği
tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisleri, gemi sökme
yeri ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesisler ile eğitim, spor veya turizm
amaçlı tesisler yapılabilir.
Bu yapı ve tesisler yapım amaçları dışında kullanılamaz ve eğitim
tesisleri ile spor veya turizm amaçlı yapılanmalar da kıyı geçişi engellenecek
şekilde kapatılamaz.
Kamu önceliği olan yerler dışında plan kararları ile özel
yapılanmalara da izin verilebilir. Bu plan kararları Bakanlar Kurulunca
onaylanmadan tatbik edilemez. Ancak bu tür yapılanmalarda da kıyı geçişi
engellenecek şekilde kapatılamaz.'
'Madde 9. - Sahil şeridi, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara
yönünde imar planı olan yerlerde 10 metreden, diğer yerlerde 30 metreden az
olamaz.'
'Madde 12.- 6 ncı madde hükümlerine göre kıyıda yapılacak yapılar
için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca gerekli tahsis belgesi verilir.
Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu aranmaz.
Ancak, tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi
tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için
kullanılan ve kıyıda kalan arazi hazine adına tapuya tescil edilir.'
'Madde 13.- Sahil şeridinde toplumun yararlanmasına ayrılan
yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin tapu kütüğünün beyanlar
hanesine işlenmesi mecburidir.'
'Madde 17.- Bu Kanunun uygulanması ile ilgili yönetmelik, kanunun
yayımından itibaren 3 ay içinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanır.'
'Geçici Madde 2.- 1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete
konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki, mevzuata ve imar
planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
Birinci fıkrada sözü edilen yapılara eklenti yapılamaz. Ancak bu
yapıların herhangi bir sebeple yıkılması halinde 6 ncı madde hükümlerine göre
yapılanmaya izin verilir.
Kıyı ve sahil şeridinde Hazineye ait arazi ve arsalar ile Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki yerler üzerinde gerçek ve tüzel kişiler tarafından
1 Ekim 1983 tarihinden önce izinsiz ve kaçak olarak inşa edilen liman, iskele,
rıhtım, balıkçı barınağı ve dayanma duvarları gibi kıyıda bulunması zorunlu
tesisler ile sanayi ve turizm tesislerinden ilgili Bakanlıklarca millî
ekonomiye katkısı veya kamu yararı olduğu kararlaştırılanlar hakkında 12 nci
madde hükümleri uygulanır. Bu arsa ve araziler, Maliye ve Gümrük Bakanlığınca,
kullananlara veya tesis sahiplerine kiraya verilebilir.'
B) Dayanılan Anayasa Kuralları :
'BAŞLANGIÇ
Ebedî Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk
Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve
yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin,
milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekatı sonucunda, Türk
Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Milli
Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip
ve doğrudan doğruya O'nun eliyle vazolunan bu ANAYASA;
- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman
Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılap ve ilkeleri
doğrultusunda;
- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak; Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
- Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız
Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili kılınan
hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği
kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı;
- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu
yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
- Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, milli
sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin
hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve 'Yurtta sulh, cihanda sulh' arzu ve inancı içinde, huzurlu bir
hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde
saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan
ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.'
'Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.
'Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'
'Madde 43.- Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.'
'Madde 46/3.- Kamulaştırma bedeli, nakden ve peşin olarak ödenir.
Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan
projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların
korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme
şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde,
taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir
ve peşin ödenmeyen kısım Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddine
bağlanır.'
III - İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca, Ahmet H.
Boyacıoğlu, H. Semih Özmert, Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Orhan Onar,
Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin, Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk
ve Osman Mikdat Kılıç'ın katılmalarıyla 5/2/1985 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında, davanın Anamuhalefet Partisi olan Halkçı Parti Grubu Genel
Kurulu'nun üye tamsayısının salt çoğunluğuyla aldığı karar üzerine ve süresinde
açıldığı, böylece dosyada bir eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından işin
esasının incelenmesine karar verilmiştir.
IV - ESASIN İNCELENMESİ :
A) Sözlü açıklama :
İşin esasını incelemek üzere H. Semih Özmert, Orhan Onar, Necdet
Darıcıoğlu, Kenan Terzioğlu, Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan, Mehmet
Çınarlı, Selahattin Metin, Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk ve Mustafa Şahin'in
katılmalarıyla 12/12/1985 günü yapılan toplantıda, 'Anayasa'nın 149. ve Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 30. maddesi
uyarınca, T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi Grubu adına Grup Başkanı ile diğer
ilgililerin sözlü açıklamalarının dinlenmesine ve bunların 8/1/1986 Çarşamba
günü saat 10.00'da Anayasa Mahkemesi'nde hazır bulundurulmaları için
Başbakanlığa ve S.H.P. Grup Başkanlığına tebligat yapılmasına,' Servet Tüzün,
Mahmut C. Cuhruk ve Mustafa Şahin'in (Sözlü açıklamaya gerek olmadığı)
yolundaki karşıoyu ve oyçokluğu ile karar verilmiş ve 8/1/1986 gününde yapılan
toplantıda, sözlü açıklamalarda bulunmak üzere Başbakanlıkça görevlendirilen
Bayındırlık ve İskan Bakanı İ. Safa Giray ile T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi
Grup Başkanını temsilen gelen Grup Başkanvekili M. Seyfi Oktay dinlenmişlerdir.
1- Bayındırlık ve İskan Bakanının yaptığı sözlü açıklamada, 3086
sayılı Yasanın hazırlanmasına etken olan düşüncelere yer verdikten sonra
maddeler üzerindeki görüşlerini belirtmiştir.
İleri sürülen görüşler özetle şöyledir :
Kanun maddeleri, Anayasa'nın 43. maddesi çerçevesinde, uygulama da
dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Kanun'da kıyı ve sahil şeridi tanımlarının yanısıra, Edremit
Körfezi ve Antalya kıyılarında görüldüğü gibi, tamamen dik bir falez durumunda
alan kıyıları belirlemek amacıyla dar kıyı tanımlamasına yer verilmiş, ancak bu
kıyılarda da sahil şeridi muhafaza edilmiştir.
Kıyı kenar çizgisi belirlenirken, buna kayalıkların ilave
edilmemesinin nedeni, burada 'su hareketlerinin oluşturduğu alan' kıstasının
esas alınması ve takdiri bir tanımlamaya yer verilmiş olmasındandır. Ayrıca
kazanılmış hak olarak sahipli kayalıkların dar olabileceği düşünülmüştür.
Sahil şeridi uygulamada planlı yerlerde 10, plansız yerlerde 30
metre olarak saptandığından, kıyıları daha iyi korumak amacıyla bu limitlerin
aşılması halinde, büyük kamulaştırma sorunlarının ortaya çıkacağı düşünülerek
belirtilen ölçüler yeterli görülmüştür; esasen Anayasa da bu konuda herhangi
bir sınır koymamıştır.
Deniz kenarında kurulduğu takdirde ekonomik olabilecek bazı
tesisler vardır. Deniz suyunu kullanan veya deniz ürünlerini işleyen
fabrikalar, soğutma amacıyla denizden yararlanan santrallar bu türdendir.
Bunların yapılabilmesi için 6. maddede, kıyıda yapılacak tesisler arasında
fabrika da sayılmıştır. Aynı maddede yer alan 'kamu önceliği olan yerler
dışında plan kararları ile özel yapılanmalara da izin verilebilir' biçimindeki
hükümle, özel kişilere ait büyük araziler içinde sunî olarak oluşturulan,
sulama ve sair amaçlarla da kullanılabilen göllerin yapımına imkan tanınmak
istenmiştir. Bunların kamu mali sayılması olanağı yoktur. Bu maddede 'kamu
önceliği' deyimi ile kıyıda ve sahil şeridinde yapılacak tesislerin bir ücret
karşılığında veya ücretsiz olarak kamuya açık olması gerektiği anlatılmak
istenmiştir.
Kanun'un 13. maddesinde 'toplumun yararlanmasına ayrılan yerlerde'
ibaresinin kullanılmış bulunması karışıklığa neden olmaktadır. Böyle bir
ayırıma gitmeden, doğrudan doğruya 'sahil şeridinde yapılanma izni
verilebilmesi için' denilmesi gerekirdi. Sahil şeridi, zaten toplumun
yararlanmasına ayrılan yerdir.
2- T.B.M.M. Anamuhalefet Partisi Grup Başkanını temsil eden Grup
Başkanvekili M. Seyfi Oktay'ın sözlü açıklamasında ise; dava dilekçesine ek
olarak ileri sürülen görüşler özetle şöyledir :
- Ülkemizde son 35 yıl içerisinde kentleşme, iç ve dış turizm
hareketlerinin yoğunlaşması, kıyılarımızın daha çok değer ,kaz,anmasına yol
açmıştır. Bilindiği gibi doğada kıyılar sınırlıdır. Cumhuriyet döneminde
yasalar, kıyıları herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık
tutmayı amaçlamıştır. Ancak yasalarda bırakılan açık kapılar adeta kıyı
yağmacılığına neden olmuştur. Böylesine bir ortam içinde getirilen Anayasanın
43. maddesi karşısında, Kıyı Kanununun sahil şeridinin genişliğini düzenleyen
hükmü ile kamu yararının korunması mümkün değildir.
-Dünyanın bir çok kıyı ülkelerinde kıyılar kamuya aittir. Bu
ülkelere İsrail, İsveç, İtalya, İspanya ve Tunus örnek olarak gösterilebilir.
- Dava konusu Kanun, temel felsefesi itibariyle kamulaştırmayı
ortadan kaldıran, özelleştirmeye ağırlık veren ve geçmişte ülkemizde uygulanan
bir çok yasanın daha gerisinde kalan hükümleri taşımaktadır.
- Kıyıların kullanılması, korunması ve geliştirilmesi gerçekte
ülke topraklarının, doğal kaynakların toplum yararına kullanılması sorununun
bir parçasıdır. Anılan Kanun ile bu sorunun çözümlenmesi olanağı yoktur.
B) İnceleme :
İşin esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenilen Yasa
hükümleri, Anayasa'ya aykırılık iddiasına dayanak yapıl,an Anayasa maddeleri,
bunlarla ilgili gerekçeler ve öteki metinler ile sözü edilen açıklamalara
ilişkin tutanaklar incelendikten sonra, gereği görüşülüp düşünüldü :
1- 3086 sayılı Kanun'un dava konusu 4. maddesinin Anayasa'ya
aykırılığı sorunu :
Bu maddede; kıyı çizgisi, kıyı kenar çizgisi, kıyı, sahil şeridi
ve dar kıyı deyimlerine yer verilmiştir.
Dava dilekçesinin, anılan madde ile ilgili gerekçesinde özetle :
'kıyı kenar çizgisi' tanımlanırken sayılan kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık,
bataklık gibi yerler arasında gösterilmeyen kayalıkların, bu suretle 'kıyı
olmaktan çıkarıldığı, Medenî Kanunun 641. maddesinde kayaların kimsenin mülkü
olmadığının belirtildiği, 6785 sayılı İmar Kanununun Ek 7. ve Ek 8. maddelerine
göre düzenlenen yönetmeliğin 1.05/b maddesinde, kıyı tanımı yapılırken 'kumluk,
çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık' ibarelerinin yanı sıra kayalıkların da yer
aldığı, Türkiye kıyıları gözönüne alındığında, böyle bir düzenlemenin,
Anayasanın açık hükmünün uygulanmasını engelleyecek biçimde saptırmalara yol
açacağı, bu nedenlerle sözü edilen maddenin 'kıyı kenar çizgisi'ni belirleyen
kısmının Anayasa'nın 43. maddesinin birinci fıkrasına aykırı olduğu, yine
Kanunun 4. ve 9. maddelerinde sahil şeridi genişliğinin imar planlı yerlerde en
az 10 metre, diğer yerlerde en az 30 metre olarak kabul edilmesinin ülke
gerçeklerine ve bugüne kadar yapılan uygulamalara ters düştüğü, gelecek
kuşakları düşünmeyen, bu hükmün kıyı yağmasına yol açacağı, 6785 sayılı Kanuna
Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre uzun ve ciddi çalışmalardan sonra hazırlanan
yönetmeliğin 1.08. maddesinde, deniz ve göl kenarlarında kara yönünde en az 100
metre genişlikteki şerit içinde toplumun yararlanmasına ayrılmayan yapı
yapılmasına ve yapılanların da değiştirilmesine imkan verilmediği, doğal kaynak
niteliğindeki kıyıları, diğer doğal kaynaklar gibi, gelecek kuşakları da
kapayacak biçimde ele almak gerekeceği, geçmişte Anayasa'da kıyılarla ilgili
hüküm bulunmadığı zamanda kanun ve yönetmeliklerle korunan 'kamu yararı'nın,
Anayasal güvenceye kavuşturulduğunda, Anayasa'ya uymak görünümü altında yok
edilmek durumunda bırakıldığı öne sürülmüştür.
Anayasa'nın, 'kıyılardan yararlanma' başlıklı 43. maddesinde;
kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu
Kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil
şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden
yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği. öngörülmüştür.
Bu madde bütünüyle incelendiğinde; Anayasa Koyucunun, Kıyıyı;
yalnız deniz, göl ve akarsuya bitişik, bir doğa parçası değil çok boyutlu
kavram olarak öngördüğü ,anlaşılmaktadır. Zira, Anayasa'nın 43. maddesinde
'kıyılardan yararlanma' koşulları düzenlenirken Anayasa'nın 168. maddesinde
olduğu gibi sadece kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunun
belirtilmesi ile yetinilmeyip ayrıca deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve
göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu
yararının gözetileceği ve kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış ,amaçlarına
göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartlarının
kanunla düzenleneceğine ilişkin kurallara da yer verilmiştir.
Anayasa'ya aykırılık sorunu bakımından önemli olan ve açıklığa
kavuşturulması gereken husus yukarıda belirtilen 'kıyılar' ve 'sahil şeritleri'
ile ilgili deyimler olmaktadır.
Kıyılar. deniz ve göllerin devamı olup, bunlardan ayrılması mümkün
olmadığı cihetle deniz ve göllerden yararlanmak ancak kıyının kullanımının
herkese açık olması ile sağlanabilecektir. Esasen Türk hukuku açısından bu
konu, Anayasa'nın 43. maddesinde kıyıların, 168. maddesinde de tabii servetler
ve kaynakların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu biçiminde hükme
bağlanmıştır. Öte yandan 1982 Anayasasında da 1961 Anayasasındaki gibi kıyılar,
'Tabii kaynaklar ve servetler' den kabul edilmiş; ayrıca, ülkemiz açısından
giderek artan ekonomik ve sosyal değerleri gözönünde bulundurularak bu konuda
özel düzenlemeye gidilmiştir. Bu husus Anayasa'nın 43. ve 46/3. maddelerinin
içerikleri ve gerekçelerinden anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 16/2/1965 günlü E: 1963/126, K: 1965/7 sayılı
kararında, 1961 Anayasası'nın 130. maddesinde yer alan doğal servet ve
kaynakların 'Devletin hüküm ve tasarrufu altında olma' sının ne anlama geldiği
açıklanmıştır. Bu karara göre '...Anayasa' tabii servetleri ve kaynaklarını
Medeni Kanun hükümlerine bağlı özel mülkiyet düzeninin kapsamı dışında
bırakmakta, onlara, Devletin Devlet olma niteliği ile eli altında tuttuğu
nesneler düzeni içinde yer vermektedir: Her iki düzen başka başka koşullara ve
kurallara bağlıdır; değişik niteliktedir; aralarında birbirlerine
karıştırılmalarını önleyecek bellilik ve kesinlikte sınırlar vardır.
Anayasa'nın 130. maddesi tabii servetlerin ve kaynakların Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunduğunu açıklamakla aynı zamanda bunların mülkiyet konusu
olamayacağını da hükme bağlamıştır... Aslında mülkiyet düzenine bağlı
bulunmayan bir nesnede mülkiyetin devri de öncelikle söz konusu olamaz'. Doğal
niteliği itibariyle herkesin serbestçe yararlanmasına açık ve bu nedenle bir
kamu malı olan kıyının, kendisine, doğal servet ve kaynak niteliği kazandıran
özelliklerini yitirmemesi için, özel bir korunmaya alınması gereklidir. Bu
konuda 6785 sayılı İmar Kanununun Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre çıkarılan
yönetmelik; herkesin kıyılardan mutlak bir eşitlik ve serbestlikle
yararlanmasını sağlamak, Kıyıların doğal yapısının değiştirilmesini önlemek ve
atıklarla kirletilmesini engellemek için hükümler getirilmiş ise de; anılan
yönetmelik İmar Kanunu ile birlikte yürürlükten kalktığından bu hükümlerin
uygulanmaları olanağı da kalmamıştır. Kıyılar yönünden yeni düzenleme getiren
3086 sayılı Kıyı Kanunu ile buna dayanılarak çıkarılan 18/5/1985 günlü, 18758
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan yönetmelikte kıyıların korunmasına yeterli
hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Her ne kadar 3086 sayılı Kanunun 1.
maddesinde 'Bu Kanun, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsu kıyıları ile bu
yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinde, bu
yerlerin özelliklerini gözeterek koruma ve kullanma esaslarını tesbit etmek
amacıyla düzenlenmiştir.' hükmüne yer verilerek kıyıları özel bir korumaya alan
Anayasa'nın 43. maddesi amacına uygunluk sağlanmak istenmişse de, düzenlemenin
Anayasa'nın anılan maddesiyle güdülen amacı gerçekleştirdiğinden söz etmek
mümkün değildir.
Yabancı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de sanayileşme ve
kentleşmenin yoğunlaşması ile birlikte artan turizm ve dinlenme ihtiyacının
karşılanması bakımından kıyılardan yararlanma isteğinin artmış olması; bu
yerlerden sosyal adalet gereği çok sayıda kişinin yararlanmasını sağlamak ve
ayrıca tabii servet ve kaynak olarak değerinin korunmasına yönelik önlemlerin
alınmasını da beraberinde getirmiştir. Bugün bu yerler artık salt kara ile su
arasında bir sınır çizgisi biçiminde değil, denizden karaya doğru şeritler
halinde uzanan, kıyının kullanım ve korunmasını sağlayan ve buranın doğal
yapısına uygun olarak uzunlamasına ve derinlemesine olmak üzere iki boyuttu bir
takım bölgeleri kapsayan bir alan olarak kabul edilmektedir. Nitekim
Anayasa'nın kamulaştırma ile ilgili 46/3. maddesinde, yukarıda belirtilen
kamusal ihtiyacın yeterince karşılanabilmesi için kıyıların korunması amacına
yönelik kamulaştırılmaya ilişkin özel bir düzenlemeye gidilmiş olması da,
kıyılara verilen önemi göstermektedir.
Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında belirtildiği gibi, Türk
hukuku açısından 'Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunma' özel mülkiyete
konu olmama anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 43/1. maddesinde kıyıların,
Devlet hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtildiğine göre kıyı çizgisi ile
kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanda özel mülkiyet ilişkisi kurulmasa
mümkün değildir. 3086 sayılı Kanunun 4. maddesinde kıyı çizgisi ve kıyı
tanımları yapılırken jeolojik bakımdan kıyı sayılması gereken kayalıklara yer
verilmemiştir. Bu durumda kıyı kapsamındaki kayalıklar, Anayasa'nın Devletin
hüküm ve tasarrufu altında olma kuralı dışında kalmaktadır. Öte yandan bu
maddede, 'kıyı kenar çizgisi' tanımı içinde kayalık alanların yer almamış
olması, yasa koyucunun bir unutkanlığından kaynaklanmamaktadır. Zira, maddenin
T.B.M.M.'de görüşülmesi sırasında 'kayalıklar'ın metne ilave edilmesi hususunda
verilen bir önerge reddedilmiştir. Eğer yasa koyucu; kıyı kenar çizgisini
tanımlarken tek tek sayma yöntemi yerine kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık,
bataklık sözcüklerinden sonra 'gibi' sözcüğünü kullanmış olsaydı, belki
Anayasa'ya aykırılıktan söz edilemezdi. Çünkü o zaman yasa koyucunun kıyı alanı
kapsamına giren yerleri tanımlamak için örnek verdiği düşünülerek bu sayılanlar
arasında bulunmasa bile, benzer özellikler gösteren alanlar da kıyı olarak
kabul edilebilir ve bu şekildeki tanım Anayasa'ya uygun görülebilirdi.
3086 sayılı Kanunun 4. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı konusunda
ileri sürülen ikinci iddia; kıyıda imar planlı yerlerde 10, diğer yerlerde 30
metre genişliğindeki alanın sahil şeridi olarak ayrılmasına ilişkin
bulunmaktadır. Dava dilekçesinde bu konu ile ilgili olarak; sahil şeridinin dar
tutulmasının kamu yararı kavramını gerçekleştiremeyeceği, bu durumun daha önce
yürürlükte bulunan yönetmelik uyarınca yapılan uygulamalara da ters düştüğü,
geçmişte Anayasa'da kıyılarla ilgili hüküm bulunmadığı sırada kanun ve
yönetmeliklerle korunan, 'kamu yararı'nın Anayasal güvenceye ulaştırıldığında
adeta yok edilmek durumunda bırakıldığı öne sürülmüştür. Anayasa'nın sahil
şeridi ile ilgili 43. maddesinin ikinci ve son fıkrası, 'Deniz, göl ve akarsu
kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir'
şeklindedir.
Bu iki fıkranın birlikte incelenmesinden, Anayasa'nın kıyılardan
yararlanma için sadece kıyı alanının belirlenmesini yeterli görmediği,
kıyıların devamı olan ve onu çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada da
kamu yararının gözetilmesini istediği anlaşılmaktadır. Bu konuda, kanuni
düzenleme yapılırken sahil şeritlerinin derinliğinin, bu yerlerden kamunun
yararlanmasını engelleyecek veya ortadan kaldıracak biçimde çok dar tutulması
halinde Anayasa'ya aykırşlık sorunu ortaya çıkacaktır. Ancak dava konusu
kuralla sahil şeridi, imar planlı yerlerde en az 10, diğer yerlerde en az 30
metre olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile Kıyılardan kamunun
yararlanmasının ortadan kaldırıldığı veya engellendiği düşünülemez. Çünkü,
sahil şeritleri için öngörülen derinliğin en azı belirtildiğine göre, bu
mesafenin kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçları gözönünde tutularak
artırılabileceği kuşkusuzdur.
Bu nedenlerle 3086 sayılı Kanunun dava konusu 4. maddesinde yer
alan kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarının Anayasa'nın 43. maddesi hükmüyle
bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin ve
Servet Tüzün bu görüşe katılmamışlardır.
2 - 5. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Davacı, 3086 sayılı Kanunun 5. maddesinde ayrı kavramlar şeklinde
ele alınan kıyı ve sahil şeridinin içiçe girmiş kavramlar olduğunu, Anayasa'nın
43. maddesindeki kıyı deyiminin, sahil şeridini de kapsadığını belirterek
düzenlemenin bu durumu ile Anayasa'nın 43. maddesine aykırı bulunduğunu öne
sürmüştür.
Söz konusu maddenin birinci ve ikinci fıkraları Anayasa'nın 43.
maddesinin tekrarı niteliğindedir. Daha sonraki fıkraları ise, kıyı kenar
çizgisinin tespitine ilişkin esasları içermektedir. Maddede yer alan kıyı ve
sahil şeridi ile ilgili hükümler, Anayasa'daki kurallardan farklı değildir.
Anayasa'nın 43. maddesi karşısında düzenlemede Anayasa'ya aykırı
bir yön görülmemiştir.
Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Selahattin Metin ve Mahmut
C. Cuhruk, 'maddenin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu' öne sürerek bu
görüşe katılmamışlardır.
3- 6. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bu maddede, kıyıda yapılanma esas ve koşulları gösterilmiştir :
Bunlar; a) Kıyıda ancak plan kararıyla, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsuların
kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak amacına yönelik
olan yapı ve tesislerin; faaliyetlerinin özellikleri gereği tersane, fabrika,
santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesislerinin; gemi sökme yeri ve sair
kıyıda yapılması zorunlu tesisler ile eğitim, spor ve turizm amaçlı tesislerin
yapılabileceğini, b) Bu yapı ve tesislerin yapım amaçları dışında
kullanılamayacağını ve eğitim tesisleri ile spor veya turizm amaçlı
yapılanmalarda kıyı geçişi engellenecek şekilde kapatılamayacağını; c) Kamu
önceliği olan yerler dışında plan kararları ile özel yapılanmalara da izin
verilebileceğini ve bu plan kararlarının Bakanlar Kurulunca onaylanmadan tatbik
edilemeyeceğini, ancak bu tür yapılanmalarda da kıyı geçişi engellenecek
şekilde kapatılamayacağını öngören kurallardır.
Davacı, bu maddenin birinci fıkrasında yer alan 'faaliyetlerinin
özellikleri gereği', 'fabrika, santral', '...ve sair kıyıda yapılması zorunlu
tesisler' ibarelerinin son derece geniş kavramlar olup Anayasa'nın 43.
maddesinin amacı ile bağdaşmadıklarını; ayrıca, eğitim tesisleri ile spor veya
turizm amaçlı yapılanmalar dışında kalan tesislerde kıyı geçişinin önlenmesine
yasal olanak sağlandığını, son fıkrada, kamu önceliği olan yerler dışında, plan
kararları ile özel yapılanmalara da izin verilmesinin, Anayasa'nın kıyıların
devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu yolundaki hükmünü açıkça ihlal
ettiğini; kanun tasarısının T.B.M.M.'nde görüşülmesi sırasında 'sahil
şeritlerinde özel kişilerce toplumun yararlanmasına ayrılmayan yapı yapılamaz'
biçiminde 9. madde ile ilgili bir önergenin reddedilmiş olmasının, bu konudaki
kuşkularını artırdığını, Anayasa'nın 43. maddesinin son fıkrasında yer alan
'kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir'
hükmünün bu anlamda 'Kıyı' için öngörülmemiş olduğunu ileri sürmektedir.
Anayasa'nın 'Kıyılardan yararlanma· başlığını taşıyan 43. maddesi;
'Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlere ilişkin üçüncü bölümünde yer almaktadır.
Bu düzenleme biçiminden, Anayasa koyucunun, kıyılardan yararlanmayı, kişiler
yönünden sosyal ve ekonomik bir hak olarak ele alıp değerlendirdiği
anlaşılmaktadır. 43. maddenin birinci fıkrasında, 'kıyılar; Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır' denilmektedir. Bu. kuralın, 4. madde incelenirken ne
anlama geldiği açıklanmıştı. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunması
nedeniyle 'kamu malı niteliğinde olan kıyıdan yalnızca bu alana bitişik
taşınmazların malikleri değil, herkes yararlanabilecektir. Anayasa'nın 43.
maddesinin birinci fıkrasında 'Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır
denilmek suretiyle kıyıların niteliğini belirten genel kural konulmuş, ikinci fıkrada
ise deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen
sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu y;ararının gözetileceğine
değinilerek özel yararlanma kamu yararı ile sınırlandırılmıştır. Ancak burada
önemle üzerinde durulması gereken husus, Anayasamızın kıyılardan ve sahil
şeritlerinden yararlanmada 'öncelikle kamu yararı gözetilir' demiş olmasıdır.
43. maddenin Danışma Meclisine sunulan gerekçesinde bu deyimle ilgili olarak;
'Deniz, göl, akarsu kıyılarından ve bu kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada kamunun önceliğinin ve bu yararlanmanın kamu yararı ile olacağı
genellikle kabul edilmiştir. Fakat daha önce doğmuş olan özel mülkiyet
haklarının da korunması hukuk devleti ilkesinin tabii sonuçlarından bulunmaktadır.
Böylece kıyılardan kamunun yararlanması ve Kıyılardaki doğmuş bulunan mülkiyet
haklarının telif edilmesi gerekmektedir. Madde deniz, göl ve akarsu
kıyılarından yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğini kişilerin bu
yerlerden yararlanmasının ise kanunla düzenleneceğini açıklarken, işlem bu
bağdaştırmayı hukuk devleti ilkesi içinde gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Devlet, kıyılarda doğmuş olan mülkiyet haklarını kamu yararı mülahazasıyla sona
erdirmek istiyorsa 47 nci maddedeki şartlarda kamulaştırma yoluna başvurarak
bunu sağlayabilir.' denilmiştir.
Anayasa'nın bu maddesinin tüm fıkraları birlikte
değerlendirildiğinde, Anayasa koyucunun, kıyıda devletin sahip olduğu yetkilere
karşılık, kişilerin de bazı haklarının bulunduğu gerçeğini gözönünde tutarak,
kamu yararı ile kişi haklarını, bağdaştırmaya çalıştığı ve netice itibariyle bu
madde ile ulaşılmak istenen amacın, Kıyıda Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden
önce hukuka uygun olarak kazanılmış hakları korumak ve kıyıları kamuya açık
tutmak ve herkesin bu yerlerden yararlanması imkan ve şartlarının mevcut olduğu
alanlar haline getirmek olduğu görülmektedir. Ancak 43. maddenin son fıkrası
gereği bu alanların, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu
yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenecektir. 43. maddede bu
yerlerden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği belirtildiğine
göre buradaki yararlanmanın, kıyının ortak kullanımını sağlayıcı ve
kolaylaştırıcı olması, yararlanma tesis kurma biçiminde ise, bu tesislerin
kamuya açık veya kamu yararını gerçekleştirmeğe yönelik bulunması zorunludur.
Bu itibarla son fıkra ile yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiç bir
şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek ya da doğal niteliği
itibariyle kamu malı olan bu' yerler özel mülkiyete konu olacak veya
dönüştürülecek biçimde kullanılamaz.
İptali istenilen 6. maddede yapımı öngörülen tesisler üç grupta
toplanmıştır : Birinci fıkrada yer alan ilk grubu, '...deniz, tabii ve suni göl
ve akarsuların kamu yararına kullanımını kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak
amacına yönelik olan yapı ve tesisler' oluşturmaktadır. Bu gruba giren iskele,
liman yapıları; dalgakıran, rıhtım, dayanma duvarı, kayıkhane, çekek yeri,
köprü, menfez, fener, dalyan, teknik alt yapı ve tesisleri gibi kıyının, kamu
yararına kullanımını kolaylaştırmak veya Kıyıyı korumak amacına yönelik yapı ve
tesislerin, kıyıda yapılmasının, Anayasa'nın 43. maddesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
İkinci grup yapı ve tesisler; 'faaliyetlerinin özellikleri gereği
tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi tesisleri, gemi sökme
yeri ve sair kıyıda yapılması zorunlu tesislerdir'. Bunlardan tersane, gemi
sökme yeri ve su ürünlerine d,ayalı sanayi tesislerinin, kıyıda yapılması
zorunlu tesislerden olduğu açıktır. Fabrika ve santral gibi tesislere gelince;
faaliyetleri gereği kıyıda yapılması zorunlu olma koşuluna bağlı tutulduğuna
göre, bunların, bu nitelikleri taşıması halinde kıyıda yapılabilecekleri
tabiidir. Ancak bu maddede sayılan koşullardan hiç birine bağlı tutulmadan
eğitim, spor veya turizm amaçlı tesisler yapılmasına olanak tanıyan hüküm
Anayasa'nın 43. maddesine aykırı görülmüştür.
Anılan 43. maddenin birinci fıkrasında, 'Devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu' belirtilen, böylece kamu malı olduğu vurgulanan ve
doğal niteliği itibariyle herkesin ortak kullanımına açık bulundurulması
gereken kıyıda, öncelikle kamu yararının gözetildiğine ilişkin ilkenin
gerçekleşebilmesi ancak genelde yapı yasağı getirilmesine bağlı bulunmaktadır.
Böyle olunca, kanun koyucunun 'Kıyıda yapı' başlığı taşıyan inceleme konusu 6.
maddede, açık bir biçimde 'kamu yararı'nın öncelikle gözetilmesi bakımından,
kural olarak kıyıda, yapı yasağına yer verilmesi ve bu kurala istisna olarak
'deniz, tabii ve sunî göl ve akarsu kıyılarının, kamu yararına kullanımını
kolaylaştırmak veya kıyıyı korumak amacına yönelik yapı ve tesisleri ve ayrıca
kıyıda yapılması zorunlu kamu yararlı yapı ve tesisleri belirlemesi; öte yandan
bu tesislerin yapım koşul ve usulleri ile bu yerlerden yararlanma imkan ve
şartlarını açıklığa kavuşturması gerekirdi.
3086 sayılı Kanunun 6. maddesinin son fıkrasında ise; kıyılarda
'kamu önceliği olan yerler dışında' kalan alanlardan da söz edilerek bu
yerlerde plan kararları ile özel yapılanmalara izin verilebileceğine işaret
olunmaktadır. Anayasa'nın 43. maddesinin ikinci fıkrasında kıyılarla sahil
şeritlerinden yararlanmada 'öncelikle kamu yararı gözetilir' denildiğine göre,
kıyılardan yararlanmada, kimi kıyı kesimlerini 'kamu yararı önceliği' dışında
bırakacak şekilde kamu önceliği olan, olmayan yer ayırımının yapılması
olanaksızdır. Kaldıki, sözü edilen maddenin birinci fıkrasında 'devletin hüküm
ve tasarrufu altında' olduğu belirtilen kıyıda özel yapılanmalara izin
verilmesi, doğal niteliği bakımından herkesin ortak kullanımına açık
bulundurulması gereken bir alanda, Anayasal ilkenin de ortadan kaldırılması
sonucunu doğurur.
Yukarıda belirtildiği gibi; bu eksikler Anayasa'nın buyruğuna
uygun bir düzenlemenin yapılmadığını göstermektedir. Böylece anayasal zorunluğu
ortadan kaldıran ve öngörülen sonuçların sağlanmasını engelleyen nitelikteki bu
eksiklikler Anayasa'ya aykırılığı oluşturmaktadır.
İnceleme konusu 6. madde bu nedenlerle Anayasa'ya aykırı
bulunmuştur.
4 - 9. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
3086 sayılı Kanunun 9. maddesinde 'sahil şeridi; kıyı kenar
çizgisinden itibaren kara yönünden imar planı olan yerlerde 10 metreden, diğer
yerlerde 30 metreden az olamaz.' hükmü yer almaktadır. Bu hüküm içeriği
itibariyle 4. maddede açıklanan 'sahil şeridi' tanımının yinelenmesi
niteliğinde olup, yeni bir kural getirmemektedir. Halbuki Anayasa'nın 43.
maddesinin ikinci fıkrasında, 'deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla deniz ve
göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada' öncelikle kamu
yararının gözetileceği ve son fıkrasında ise, 'kıyılarla sahil şeritlerinin,
kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan
ve şartlarının kanunla düzenleneceği' belirtilmiştir. Maddenin tüm fıkraları
birlikte değerlendirildiğinde; sahil şeritlerinin kıyılar gibi 'Devletin hüküm
ve tasarrufu altında' bulunmamakla beraber, kıyılardan yararlanmanın sadece
kıyı alanının belirlenmesi ve korunması ile sağlanamayacağı ve kıyıya bitişik
ve onu izleyen sahil şeritlerinde de 'kamu yararının öncelikle gözetilmesi' ile
bu amacın gerçekleşebileceğinin kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Öte
yandan Kıyıların devamı olan sahil şeritlerinden yararlanma ye kullanma
yönünden kıyılarda olduğu gibi kamu yararının gözetileceği belirtildiğine göre,
sadece Anayasa'nın 43/1. maddesi kapsamına alınmayan sahil şeritlerinin özel
mülkiyete konu olabilmesine karşın, bu yerlerde de kıyılardan yararlanılmasını
ve tabii servet ve kaynak değerinin korunmasını sağlayıcı ve özel yapılanmaları
sınırlayıcı önlemlerin belirlenmesi gerekmektedir. Nitekim, daha önce
yürürlükte olan yönetmelikte, bu husus açıkça 'Deniz ve göl kenarlarında kara
yönünde en az 100 metre genişlikteki kuşak (şerit) içinde toplumun
yararlanmasına ayrılmayan yapı yapılamaz.' biçimindeki kuralla düzenlenmiştir
(Madde 1.08).
Yasa koyucu ise, sahil şeritleri ile ilgili olarak sadece bu
yerlerin derinliğini belirtmekle yetinmiş, bu yerlerden yararlanmada öncelikle
kamu yararının nasıl gözetileceği ve kişilerin sahil şeritlerinden yararlanma
imkan ve şartlarını saptamamıştır.
İnceleme konusu 9. maddedeki bu eksiklikler 6. madde dolayısıyle
açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 43. maddesine aykırı görülmüştür.
Muammer Turan ve Selahattin Metin bu görüşe katılmamışlardır.
5 - 12. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bu madde, '6 ncı madde hükümlerine göre kıyıda yapılacak yapılar
için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca gerekli tahsis belgesi verilir.
Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu aranmaz.
Ancak, tersane, fabrika, santral, su ürünlerine dayalı sanayi
tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu tesisler için
kullanılan ve kıyıda kalan arazi Hazine adına tapuya tescil edilir' hükmünü
içermektedir.
Maddenin birinci fıkrasında, 6. madde uyarınca yapılacak yapılar
için Maliye ve Gümrük Bakanlığınca bir tahsis belgesi verileceği
belirtilmektedir. Bu fıkra ile Anayasa'nın 43/1. maddesine göre 'devletin hüküm
ve tasarrufu altında' bulunan Kıyılarda, yapı yapılması, tahsis belgesinin
verilmesi koşuluna bağlanmakla, kıyıların korunmasına yönelik önlemlerin
alınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Yapı ruhsatı verilmesinde ayrıca tapu
aranmayacağına ilişkin fıkra hükmü, kıyının özel mülkiyete konu olamayacağının
doğal bir sonucudur. Üçüncü fıkrada yer alan kıyıda yapılacak kimi tesisler için
kullanılan ve kıyıda kalan arazinin hazine adına tapuya tescilini öngören hüküm
bu arazinin hazinenin mülkiyetine geçeceği anlamını taşımaz.
Bu nedenlerle söz konusu madde düzenlemesinde Anayasa'ya aykırı
bir yön görülmemiştir.
Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Muammer Turan, Mahmut C.
Cuhruk ve Adnan Kükner, 'Maddenin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu öne
sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
6- 13. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
3086 sayılı Kanunun 13. maddesinde; 'Sahil şeridinde toplumun
yararlanmasına ayrılan yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin
tapu kütüğünün beyanlar hanesine işlenmesi mecburidir.' denilmektedir. Bu
hükümden sahil şeridinde toplumun yararlanması, için bazı yerlerin ayrılacağı
ve bu niteliği tapu kütüğüne işlenmek koşuluyla anılan yerlerde yapılanmaya
izin verilebileceği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 43. maddesi ise, derinliği yasa koyucu tarafından
saptanacak sahil şeridinin tümünde, kıyı alanında olduğu gibi kamuya öncelik
tanımaktadır. Bu düzenleme Anayasa ile uyum içinde bulunmamaktadır. Zira,
Anayasa'nın, sözü edilen maddesindeki kesin buyruğa uyulmayarak sahil şeridinin
tümünde kamuya öncelik tanıyan ilke ortadan kaldırılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle 3086 sayılı Kanunun 13. maddesinin, Anayasa'nın
43. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
7- 17. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Anayasa'nın 124. maddesi Bakanlıklara, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmalarını sağlamak üzere yönetmelik çıkarma yetkisi tanıdığına göre, bu
maddenin Anayasa'ya aykırı olmadığı açıktır.
8- Geçici 2. maddenin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Geçici 2. maddede, '1972 yılından önce Kıyıda doğmuş özel
mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki
mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun
hükümleri uygulanmaz.
Birinci fıkrada sözü edilen yapılara eklenti yapılamaz. Ancak bu
yapıların herhangi bir sebeple yıkılması halinde 6 ncı madde hükümlerine göre
yapılanmaya izin verilir.
Kıyı ve sahil şeridinde Hazineye ait arazi ve arsalar ile Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki yerler üzerinde gerçek ve tüzel kişiler tarafından
1 Ekim 1983 tarihinden önce izinsiz ve kaçak olarak inşa edilen liman, iskele,
rıhtım, balıkçı barınağı ve dayanma duvarları gibi kıyıda bulunması zorunlu
tesisler ile sanayi ve turizm tesislerinden ilgili Bakanlıklarca millî
ekonomiye katkısı veya kamu yararı olduğu kararlaştırılanlar hakkında 12 nci
madde hükümleri uygulanır. Bu arsa ve araziler, Maliye ve Gümrük Bakanlığınca,
kullananlara veya tesis sahiplerine kiraya verilebilir...' denilmektedir.
Görüldüğü gibi, maddenin birinci fıkrasında iki tür yapılanma
Yasanın kapsamı dışında tutulmuştur. Bunlardan ilki, 1972 yılından önce kıyıda
doğmuş özel mülkiyete konu yapılar, ikincisi, Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılardır.
Bunlardan birinci gruba giren yapılarda mevzuata ve im,ar planına uygun olma
koşulu aranmadığına göre, bununla kıyıda .1972 yılından önce mevzuata aykırı
olarak yapılan yapıların kastedildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kıyı
konusunda da bazı hükümler getiren 11/7/1972 günlü, 1605 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girdiği 1972 yılından önce kıyıda kaçak olarak yapılmış olan yapılar
bu hükmün kapsamına girmektedir. Kanunun 4. maddesi incelenirken belirtildiği
gibi Anayasa'nın 43/1. maddesindeki 'Kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu
altında olduğu'nu belirleyen hükmü karşısında, özel mülkiyete konu olamayan
kıyıda, 1972 yılından önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar yönünden
'kazanılmış hakların saklı tutulacağı kuralı uygulanamaz. Çünkü yasalara aykırı
durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamayacağı, hukukun temel
ilkelerinden birini teşkil etmektedir. Yine 6. maddenin incelenmesi sırasında,
Anayasa koyucunun kıyıda kamu yararı yanında, kişilerin de bazı haklarının
bulunduğu gerçeğini gözönünde tutarak, kamu yararı ile kişi haklarını
bağdaştırmaya çalıştığı ve sonuçta bu madde ile ulaşılmak istenen amacın,
kıyıda mevzuata ve hukuka uygun olarak kazanılmış hakları korumakla birlikte
kıyıları kamuya açmak olduğu belirtilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında yer alan '...bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önceki mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar
hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.' biçimindeki kural ile kazanılmış
haklar saklı tutulmuş, ikinci ve üçüncü fıkralardaki hükümlerde de, kazanılmış
bir kısım haklar dikkate alınarak, bazı koşulların mevcudiyeti halinde
ilgililere bu yapı ve tesislerden yararlanma imkanının idarece verilebileceği
kabul edilmiştir.
Dava konusu Geçici 2. maddenin birinci fıkrasında yer alan '1972
yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile...' biçimindeki
ibarenin kıyıda, mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar için 3086 sayılı
Kanunun uygulanmayacağı belirtilmek suretiyle kazanılmış hakların korunacağı
kuralından yararlanmaları olanağı bulunmayan yapılar için bu hakkın tanınmış
olması Anayasa'nın 43. maddesine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 3086 sayılı Kanun'un 5., 12., 17.
maddeleriyle Geçici 2. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ve birinci
fıkrasında yer alan '...bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuata
ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri
uygulanmaz' biçimindeki ibare Anayasa'ya aykırı olmadığından iptal davasının bu
maddeler ve hükümlere yönelik kısımları red edilmeli; 4., 6., 9.. 13.
maddeleriyle Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan '1972 yılından
önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile,' biçimindeki ibare Anayasa'ya
aykırı olduğundan iptal edilmelidir.
Bu durum karşısında Kanunun öteki hükümlerinin uygulanma olanağı
kalmayacağından 10/11/1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince,
3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun tümünün iptaline karar verilmelidir.
Anayasa'nın 43. maddesine göre deniz, göl ve akarsu kıyılarından
ve kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanma, ayrıca tabii servet ve
kaynak değerlerinin korunması ile ilgili önlem ve koşullar ancak kanunla
gösterilebilir. 3086 sayılı Kanun tümüyle iptal edilince; ancak yasama yoluyla
doldurulabilecek bir boşluk oluşacaktır. İptal hükmünün bu Kanun yönünden Resmî
Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmesi halinde, Kanun o tarihte
yürürlükten kalkacak ve yeni kanun çıkıncaya dek 'Devletin hüküm ve tasarrufu
altında' bulunan kıyılarla, bu kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinde kamu
yararının gözetilmesi sorunu ortada ve açıkta kalacaktır. Onun için,
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ve 2949 sayılı Kanunun 153.
maddesinin dördüncü fıkrası hükümleri uyarınca iptal hükmünün, yürürlüğe
gireceği tarih ayrıca kararlaştırılmalıdır. İşin bu niteliği ve özelliği
itibariyle iptal hükmünün; kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun olacaktır.
Muammer Turan, 'Süre verilmesine yer olmadığın1', Yekta Güngör
Özden 'Üç ay süre verilmesi gerektiğini' öne sürerek bu görüşe
katılmamışlardır.
V- SONUÇ :
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun,
1- 4. maddesinin kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarının
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Mehmet
Çınarlı, Selahattin Metin ve Servet Tüzün'ün karşıoyları ve oyçokluğuyla;
2- 5. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine; Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Selahattin Metin ve Mahmut C.
Cuhruk'un (Son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu) yolundaki karşıoyları ve
oyçokluğuyla;
3- 6. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline,
oybirliğiyle;
4- 9. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, Muammer
Turan ve Selahattin Metin'in karşıoyları ve oyçokluğuyla;
5- 12. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine, Necdet Darıcıoğlu, Yekta Güngör Özden, Muammer Turan, Mahmut C. Cuhruk
ve Adnan Kükner'in (Maddenin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu) yolundaki
karşıoyları ve oyçokluğuyla;
6- 13. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline,
oybirliğiyle;
7- 17. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine, oybirliğiyle;
8- Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan '1972 yılından
önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile...' biçimindeki ibarenin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, oybirliğiyle;
9- Kanun'un 4. maddesinin 'kıyı kenar çizgisi' ve 'kıyı' tanımları
ile, 6., 9. ve 13. maddelerinin iptali karşısında Kanun'un öteki hükümlerinin
uygulanma kabiliyeti kalmadığından 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca
Kanun'un tümünün iptaline, oybirliğiyle;
10 - 2949 sayılı Kanun'un 53. maddesinin dördüncü fıkrası
gereğince iptal hükmünün, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı günden
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine, Muammer Turan'ın (Süre
verilmesine yer olmadığı), Yekta Güngör Özden'in (Üç ay süre verilmesi
gerektiği) yolundaki karşıoyları ve oyçokluğuyla;
25/2/1986 gününde karar verildi.
Başkan
H.
Semih ÖZMERT
|
Başkanvekili
Orhan
ONAR
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Selahattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mahmut
C. CUHRUK
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Adnan
KÜKNER
|
|
|
|
|
KARŞIOY YAZISI
3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinde, kıyı kenar çizgisinin,
deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde
devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, taşlık; sazlık ve
bataklık alanın tabii sınırını; kıyı'nın ise, kıyı çizgisi ile kıyı kenar
çizgisi arasındaki alanı ifade ettiği belirtilmiştir.
Tanımda yer alan esaslı unsur, su hareketlerinin oluşturmasıdır.
Tanım, tahdidî değil beyanidir.
Çoğunluk, maddenin T.B.M.M. de görüşülmesi sırasında
'kayalıkların' metne eklenmesini isteyen bir önergenin reddedilmiş olmasını,
kararın dayanaklarından biri olarak göstermiştir. Meclis müzakerelerinden,
gerekçelerden kanunun manasını tayin konusunda yararlanmak tabii ise de, önemli
olan metin halinde ortaya çıkan 'irade'dir.
Bu iradenin saptanması ise, belli bir hüküm incelenerek değil,
kanunun tümünü dikkate almakla mümkün olabilir.
Kanun'un 5. maddesinde, 'Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.'
diyen ve özellikle kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışması ve bu
suretle kıyının fiilen ortadan kalkmış olması durumunda itibarî bir derinlik
öngören kanun koyucunun, kayalıkları kıyı kavramı dışında bırakmak istemesi
olanaksızdır.
Öte yandan, kanunların Anayasa'ya aykırılığı değil, uygunluğu
esastır. Başka bir söyleyişle, kanunlar, Anayasa'ya uygunluk karinesinden
yararlanırlar. Bu itibarla, Anayasa'ya uygun yorum yapmak olanağı mevcut
olduğunda iptal kararı vermekten kaçınmak bu anlayışın tabii bir sonucu olmak
gerekir.
Bu nedenlerle, kıyı kenar çizgisi ve kıyı tanımlarında, kayalık
sözcüğüne yer verilmemiş olmasının Anayasa'ya aykırılık oluşturduğu yolundaki
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY YAZISI
1- Denizlerin, göllerin ve akarsuların, taşkın durumları dışında,
suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan 'kıyı çizgisi'ni doğal
olayların etkisiyle aşarak bitişiğindeki kara kesimine doğru sürekli ilerleyip
çekilmesinin bu kesimde zamanla değişikliklere neden olduğu bilinmektedir.
Dik kayalıklarla falezli kıyılarda çarpma, yükselme ve serpinti;
alçak ve plajlı kıyılarda ise ilerleme ve yayılma biçiminde gerçekleşen su
hareketlerinin, 'Kıyı çizgisi' nden itibaren kara yönünde aşındırma ve biriktirme
sonucunda oluşturduğu alanlara 'kıyı' denilmektedir. Başka bir anlatımla
'kıyı', 'kıyı çizgisi' ile 'kıyı çizgisi'nden sonra kara yönünde devam eden, su
hareketlerinin oluşturduğu alanların doğal sınırını belirleyen 'kıyı kenar
çizgisi' arasındaki alanı ifade etmektedir. 'Kıyı kenar çizgisi', böylece,
karaya doğru 'kıyı' nın üst sınırını belirlerken kültür arazisinin de alt
sınırını belirlemiş olmaktadır.
Su hareketlerinin şekillendirici etkilerinin ürünü olan bahis
konusu oluşum, 'kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık' alanlar yanında, su
hareketlerinin oluşturduğu kayalık alanlar ile 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun
'Tanımlar' başlığını taşıyan 4. maddesindeki 'kıyı kenar çizgisi' ve 'kıyı'
tanımlarında yer almayan öteki alanları da kapsamaktadır.
Dalgaların en fazla erişebildiği, med ve cezirlerde suların en son
ulaşabildiği yerlerle sınırlı kıyı alanlarını oluşturup biçimlendiren temel
etken, 3086 sayılı Kanun'un dava konusu 4. maddesinin içerdiği tanımlara göre
de 'su hareketleri'dir. 'Kıyı kenar çizgisi' ve 'kıyı' tanımlarının temel
öğeleri gözden uzak tutulmadığı takdirde ,anılan maddede sayılan yerleri tadadi
olarak anlamamak bu yönden Kanun koyucunun amacına da uygun düşen en doğru, en
sağlıklı yorum yöntemi olacaktır. Bu nedenle ve 4. maddenin söz konusu
tanımlarla ilgili açık içeriği karşısında, doğrudan su hareketleri sonucunda
oluştuğu halde, bu tanımlarda sözü geçmeyen alanların, örneğin kayalıkların
doğal sınırının 'Kıyı kenar çizgisi'; 'kıyı çizgisi' ile 'Kıyı kenar çizgisi'
arasında kalan bu nitelikteki alanların da 'kıyı' sayılmasına kanımızca yasal
engel bulunmamaktadır.
2- 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 'Genel esaslar' başlıklı 5.
maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne göre; kıyıda ve sahil şeridinde plan lama ve
uygulama yapılabilmesi, öncelikle 'kıyı kenar çizgisi'nin tespitini zorunlu
kılmaktadır.
Uzman elemanların yer aldığı yetkili komisyonlar tarafından
yerinde yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda 'kıyı kenar çizgisi' nin
usulünce saptanmasını takiben, durumun, varsa tasdikli imar planına, yoksa o
yerin halihazır haritasına işlendiği, işlenmesi gerektiği bilinen bir keyfiyettir.
Böylece saptanan 'kıyı kenar çizgisi' esas alınarak, bu çizgiden itibaren kara
yönünde devam eden 'sahil şeridi' belirlenmekte ve ancak sözü edilen işlemlerin
tamamlanmasından sonra buralarda yapılanmaya izin verilebilmektedir.
'Kıyı kenar çizgisi' yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak
belirlendikten ve buna göre o bölge yapılanmaya açıklıktan sonra, plan kararı
ile de olsa, doldurulan ya da tahkimat yapılan kıyıda meydana gelen değişiklik
sebebiyle 'kıyı kenar çizgisi'nin yeniden tespiti yoluna gidilmesi, buralarda
usulsüz yapılanmalara yol açacak veya daha önce yapılanların korunması
zorunluluğunu doğuracaktır.
Kaldı ki, deniz, göl ve akarsuların uzantısı ve buralardan
yararlanma bakımından vazgeçilmez bir unsur olan kıyılardaki değişiklikten
dolayı 'Kıyı kenar çizgisi'nin yeniden saptanması, daha önce 'kıyı' kapsamı
içinde kalan ve bu nedenle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kimi
alanların bu güvenceden yoksun kalmasına ve zaman içinde özel mülkiyete
dönüşmesine de sebep olabilecektir.
Kamu yararının gerektirdiği durumlarda, kıyılarda, doldurmaya ve
tahkimat yapılmasına elbette olanak tanınmalıdır. Ancak, bu olgunun, yöntemine
uygun olarak daha önce belirlenen ve su hareketlerinin oluşturduğu alanın doğal
sınırını teşkil eden 'kıyı kenar çizgisi'nin yeniden saptanmasını zorunlu
kılmaması da gereklidir. Doldurulmak ve tahkimat yapılmak suretiyle yapay olarak
kıyıda meydana getirilen değişiklik, onun doğal yapısını, görüntüsünü, su
hareketlerinin ürünü olan alanların doğal sınırlarını etkilememelidir.
3086 sayılı Kanun'un 5. maddesinin son fıkrasında yer alan
zorunluluk, belirtilen nedenlerle, önceki saptamalara göre oluşturulan
yapılanmaları ister istemez etkileyecek, yasal olmayan yapılanmaların
korunmasını gerektirecek ve sonunda kıyının doldurulması ve tahkimat yapılması
amacıyla kamu yararına dayanılarak gerçekleştirilen plan kararlarını geçersiz
kılacaktır.
Ortaya konan olumsuzlukların ve doğuracağından kuşku duyulan
sonuçların Anayasa'nın 43. maddesiyle bağdaştırılması bu itibarla olanaksızdır.
3- Kıyı Kanunu'nun 'Kıyıda yapılanma ve izin belgesi' başlığını
taşıyan 12. maddesinin son fıkrası; tersane, fabrika, santral, su ürünlerine
dayalı sanayi kuruluşu, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması zorunlu
tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazinin Hazine adına tapuya tescil
edileceğini öngörmektedir.
Kıyıların, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu
belirleyen Anayasa'nın 43. maddesinin birinci fıkrasının açık ve kesin
ifadesine ve bu hükmün tartışmasız kabul edilmesi gereken anlam ve kapsamına,
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerin mülkiyet konusu
yapılamayacağı doğrultusundaki 16/2/1965 günlü, E: 1963/126 ve K: 1965/7 sayılı
Anayasa Mahkemesi kararına rağmen, 3086 sayılı Kanunun 12. maddesinin son
fıkrası; kıyıda yapılması zorunlu tesislerin konumlandığı kıyı alanlarında özel
mülkiyete olanak tanımakta, bu alanları, Devletin hüküm ve tasarrufundan
çıkarmak ve Devletin mülkiyetine geçirmek suretiyle Medenî Kanun hükümlerine
bağlı özel mülkiyet düzeninin kapsamı içine sokmaktadır.
12. maddenin anılan fıkrası, bu bakımdan, niteliği itibariyle özel
mülkiyete konu olmaması ve kesinlikle Devletin eli altında tutulması gereken
kimi Kıyı kesimlerinin, özel mülkiyet statüsü içinde, sürekli olarak el
değiştirmesine elverişli bir durum ve ortam yaratmış olmaktadır.
3086 sayılı Kanunun 12. maddesinin son fıkrası hükmünün, bu
yönden, Anayasa'nın 43. maddesinin bütünü ve özellikle birinci fıkrası ile uyum
içinde bulunmadığı açıkça gözlenmektedir.
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinin 'kıyı
kenar çizgisi' ve 'kıyı tanımlarının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline; 5.
ve 12. maddelerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal istemlerinin reddine
ilişkin olarak 25/2/1986 gününde oyçokluğu ile verilen karara, 2949 sayılı
Kanun'un 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Kanunun tümünün ve tabii 5. ve
12. maddelerinin son fıkralarının iptali cihetine gidilmiş olmasına rağmen,
yukarıda açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.
KARŞIOY GEREKÇEM
27/11/1984 günlü, 3086 no.lu Kıyı Kanunu'nun, sonuçta tümü iptal
edilmekle birlikte, maddelerin görüşülmesi sırasında kullandığım karşıoyun
gerekçesini aşağıda belirtiyorum :
1- Yasa'nın, 'kıyı kenar çizgisi'nin saptanmasına ve uygulamaya
ilişkin esasları belirleyen 5. maddesinin son fıkrası gelişigüzel girişimlere
olanak verecek biçimdedir. Plan kararı ile doldurulan ve sağlamlaştırılan
kıyıdaki durum değişiklikleri nedeniyle saptama önceki doğal alanla birlikte
belirsizlik getirmektedir. Kuralsız, (keyfî) uygulamalara yol açacak bu
düzenleme, doldurma ile yer kazanmaya yönelik çabaları da kışkırtacaktır.
Fıkrayı Anayasa'nın 43. maddesine uygun bulmak güçtür.
2- Yasanın 'kıyıda yapılanma ve izin belgesi' başlıklı 12.
maddesinin son fıkrası, tapu aranmasına gerek olmadan kullanımının sürdürmesini
kolaylaştıran önceki fıkralara ek olarak, özel mülk iyeliği (sahipliği) ne
geçiş olanağı getirmektedir. Kıyıda yapılması zorunlu tersane, fabrika,
santral, su ürünlerine dayalı sanayi kuruluşu (tesisleri), gemi sökme yerleri
için kullanılan ve kıyıda kalan 'arazi'nin Hazine adına tescil edileceğini
öngörmek Anayasa'nın 43. maddesine aykırıdır. Anılan 43. madde ile 'Devletin
hüküm ve tasarrufu altına' sokulan kıyıların Devletin özel mülkiyetine
geçirilmesi, böylece özel hukuk kurallarına bağlı tutulması sakıncalıdır. Özde
Devletin olan arazinin Devletin özel mülkiyetine geçirilmesi gereksiz olduğu
gibi bu yolla özel hukuk kişilerine devir kapısı da açılmaktadır. Kamu malı
kavramı ile uyuşmazlık açık-seçik ortadadır. Somut, elle tutulur biçimde bir
terslik vardır. Özel kişilere satışı önleyen bir kurala yer verilmemekle,
devir-satış engelleri de kaldırılmıştır. Kıyının kamu malı olmasından ileri
gelen hüküm ve sonuçlarla; kıyının ancak bir kamu tüzel kişiliğine ait olması
aktarma (devir) ve başkası üstüne çevirme (ferağ) yapılamaması, olağanüstü
zamanaşımı ile iyeliğinin (mülkiyetinin) kazanılamaması, bina yapımı yoluyla
iyelik kurulamaması, haczedilememesi, tapu sicili kurallarına bağlı olmaması,
özel korunmaya bağlı olması gibi; iptal konusu düzenleme arasında ilişki
kalmamıştır. Öğretideki görüşlerle yargı kararları da, kıyının kamu malı
olmasına bağlı özellikler konusunda savımı doğrulamaktadır. Devletle, kıyıda,
maddede sayılan kuruluşları yapacaklar arasındaki ilişkinin içeriği ve süresi
de belirsizdir. İlişki, aynî hakka dayalı ise (yapımı ya da yararlanma varsa)
bunun tapuya tescili gerekecek, bina sözleşmesi gibi olacaksa tescil
zorunluluğu bulunmayacaktır. 28/1/1970 günlü Resmî Gazete'de yayımlanan
Bakanlar Kurulu kararı değiştirilerek satım kapısı açılabilir. Yasal güvence
bulmadıkça, aksine Devlet egemenliğinden koparıldıkça yasa, Anayasa katında
savunulamaz. Aykırı yapım ve yerleşimlere, elatmalara olur verilemez.
3 - Yürütme organı, kimi yasaları çok kısa sürede yasama
organından geçirip yürürlüğe sokturmaktadır. Konunun önemi karşısında 3 ay
yeterli, fazla bile sayılacak bir süredir. Yeni yasa için 3 aydan fazla süre
verilmesine karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 günlü ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu, Anayasa Mahkemesince,
Anayasa'ya aykırı görülerek iptal edilmiştir.
Anayasa (153 üncü maddesinde) 'Kanun, kanun hükmünde kararname
veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri(nin), iptal
kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkmasını esas
kabul etmiş; istisnaen : Gereken hallerde, Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün
yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih kararın Resmî
Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.' demiştir.
Hukuken, kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunması
temel kuraldır. Bu temel kural, metin olarak, önceki Anayasalara açıkça
girmediği zamanlarda da, hemen bütün hukuk nazariyatçı ve tatbikatçıları
tarafından belirtilip savunulagelmiştir.
Geçmişe nazaran, bugün, sosyal ve ekonomik önemi çok daha artması
sebebiyle, kıyılar ve sahil şeritleri hakkında, yeni Anayasanın 43 üncü
maddesine, özel olarak, oldukça ayrıntılı hükümler konulmuştur.
Ayrıca Türk Kanunu Medenisi'nin 641 ve 912 nci maddelerinde,
kıyılar ve sahil şeritlerine de tatbik edilecek hükümler vardır.
Bu durum ve hükümler karşısında, Anayasa'ya aykırılığı kesinleşmiş
kanun kurallarının, bir süre daha uygulanmasına imkan tanımak yerine, onları
bir an önce yürürlükten kaldırıp Türkiye Büyük Millet Meclisince yeni bir kıyı
kanunu çıkarılıncaya kadar, Anayasa'nın 11 ve 177/e maddelerine göre, doğrudan
Anayasa hükümleri, diğer mevzuat ve hukukun temel. kurallarının uygulanmasını
sağlamak gerektiği düşüncesiyle; iptal edilen Kıyı Kanununun altı ay daha
yürürlükte kalması yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 tarihli ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinde
'Kıyı Kenar Çizgisi : Deniz, tabii ve sun'î göl ve akarsularda kıyı çizgisinden
sonra kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık,
taşlık, sazlık, bataklık alanın tabii sınırını,
Kıyı : Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı...
ifade eder' denilmektedir.
Bu tarihlerden, deniz göl. ve akarsuların kayalarla çevrilmiş
olduğu yerlerde, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan bir kıyı şeridi
öngörülmediği; bu gibi yerlerde, halk arasında 'leb-i derya' denilen, suyun
hemen kenarında özel yapılanmalara imkan tanındığı sonucu çıkarılabilirse de;
aynı maddede yer alan ve mevzuatımıza yeni getirilen 'Dar Kıyı' tarifi ile
Kanun'un 10. maddesine 'Dar Kıyı' ile ilgili olarak konulan hüküm böyle bir
endişeyi giderecek mahiyettedir.
Kıyı Kanunu'nun sözü geçen 4. maddesinde, 'Dar Kıyın deyimi' nin
'Kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakışmasını' ifade ettiği belirtilmiş,
10. maddesinde ise, 'Kıyı kenar çizgisinin tesbitinde kıyı kenar çizgisinin
kıyı çizgisi ile çakışması ve bu suretle kıyının fiilen ortadan kalkmış olması
durumunda, sahil şeridinde yapılacak toplumun yararlanmasına ayrılan yapıların
kıyı çizgisine en fazla yaklaşma mesafeleri 9 uncu maddeye aykırı olamaz'
denilmiştir.
Bu ifadelerden, kıyı kenar çizgisinin kıyı çizgisi ile çakıştığı
kayalık bölgelerde, toplumun yararlanmasına ayrılan yapıların dahi, atıfta
bulunan 9. maddedeki ölçülere göre, Kıyı çizgisine, imar planı olan yerlerde 10
metreden, diğer yerlerde 30 metreden fazla yaklaştırılamayacağı
anlaşılmaktadır.
Sözü edilen 10. maddenin gerekçesinde de 'Kıyı kenar çizgisinin
kıyı çizgisi ile çakışması durumunda, kıyının derinliği düzenlenmektedir'
denilmek suretiyle, Kanun'un kayalık yerlerde dahi bir kıyı derinliği öngördüğü
ifade edilmiştir.
Bu hüküm ve açıklamalar, Kanun'un 4. maddesindeki 'Kıyı Kenar
Çizgisi' tarifine 'kumluk, çakıllık, taşlık, bataklık kelimelerinden sonra
'kayalık' kelimesinin eklenmemiş olmasından doğabilecek mahzurları ortadan
kaldırmaktadır.
Bu durum karşısında, Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinde yer alan 'Kıyı'
ve 'Kıyı Kenar Çizgisi' tariflerinin, 'Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır diyen Anayasa hükmüne aykırı olmadığını düşündüğümden, aksi yönde
oluşmuş bulunan çoğunluk kararının sözü geçen tariflerle ilgili kısmına
katılmıyorum.
KARŞIOY YAZISI
1- 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun dava konusu
edilen 9. maddesi, sahil şeridinin, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara
yönünde en az ne kadar mesafeye kadar uzayacağını, diğer bir deyimle sahil
şeridi genişliğinin en az ne olması lazım geldiğini belirtmektedir. Buna göre
imar planı olan yerlerde bu genişlik 10 metre= den, diğer yerlerde 30 metreden
az olamayacaktır. Plana dahil yerler açısından eğer gerekiyorsa veya plan dışı
yerler için sahil şeridinin kullanımı bakımından zorunluluk varsa, bu asgari
genişliğin daha da artırılması elbette mümkün olabilecektir. Bu bakımdan
Anayasa'ya aykırılık söz konusu olamaz.
Diğer taraftan, çoğunluk kararında sahil şeridinden yararlanmada
öncelikle kamu yararının nasıl gözetileceği ve kişilerin sahil şeridinden
yararlanmasının imkan ve şartları gösterilmemiştir denilmekte ve bu nedene
dayanılarak maddenin Anayasa'ya aykırılığının kabul edildiği görülmektedir.
Oysa bu husus yasanın bünyesinde yer alan diğer maddelerde yeterli veya
yetersiz, düzenlenmiş bulunmaktadır. Örneğin 5. maddesinde 'Kıyı ve sahil
şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir', 11. maddesinde
'Kıyıda ve sahil şeridindeki planlar bu Kanun hükümlerine aykırı olamaz' ve
özellikle 13. maddesinde 'Sahil şeridinde toplumun yararlanmasına ayrılan
yerlerde yapılanma izni verilebilmesi için bu niteliğin tapu kütüğünün beyanlar
hanesine işlenmesi mecburidir.' denilerek sahil şeridinin kullanımı ile ilgili,
gerekli düzenleme yapılmak istenmiştir.
Bu tanzim şekli, Anayasa açısından eksik veya yetersiz
görülebilir. Nitekim sahil şeridinin kullanımıyla ilgili kuralları içeren 13.
madde, bu düzenleme biçimiyle Anayasa'ya aykırı görülerek iptal edilmiştir.
Sahil şeridinden yararlanmanın imkan ve şartları da, sahil
şeridinin yalnız en az genişliğini belirleyen maddesinde yer almalıdır
denilemez. Çünkü kanun yapma tekniği açısından bir konu, bir madde yerine bir
kaç maddede tertiplenebilir ve bu hal Anayasa'ya aykırılık teşkil etmez.
Bu nedenle çoğunluk kararına karşıyım.
2- 27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinin,
'Kıyı kenar çizgisi' ile 'Kıyı' tanımlarına ve aynı Kanunun 5. maddesinin son
fıkrasına yönelik çoğunluk kararına da, Sayın Necdet Darıcıoğlu'nun,
Mahkememizin 1985/1 esasında kayıtlı, 1986/4 sayılı kararına ilişkin karşıoy
yazısında açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.
KARŞIOY YAZISI
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesi birinci
fıkrasında, 'Kıyı Çizgisi'nin, deniz, tabii ve sunî göl ve akarsularda, taşkın
durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan
çizgiyi, ikinci fıkrasında, 'kıyı kenar çizgisi'nin, deniz, tabii ve sunî göl
ve akarsularda kıyı çizgisinden sonra kara yönünde devam eden, su
hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, sazlık ve bataklık alanın tabii
sınırını ve üçüncü fıkrasında ise; 'kıyı'nın, kıyı çizgisi ile kıyı kenar
çizgisi arasındaki alanı ifade ettiği biçiminde belirtilmektedir.
Sözü edilen bu maddede yer alan kıyı çizgisi, kıyı kenar çizgisi
ve kıyı tanımları birlikte değerlendirildikte; kıyının, deniz, göl ve akarsu
kıyılarını çevreleyen ve buraların doğal yapısına uygun olarak uzunlamasına ve
derinlemesine olmak üzere iki boyutlu bir alanı kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu
alan, kıyının doğal yapısı gereği bazen kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık,
bataklık gibi toprak parçasını ve bazen de kayalıkları kapsayacaktır. Bu duruma
göre, kıyıda yer alan kayalık kasımlarda da aynen toprak parçasında olduğu gibi
su hareketlerinin etkisi ile oluşan alan kıyı olarak kabul edilecektir. Öte
yandan Kanun'un 10. maddesi ile sadece dik falez biçimindeki kayalıkların
oluşturduğu dar kıyı durumlarında, sahil şeridi'nin saptanması için özel
düzenlemeye gidilmiş olması da kayalıkların kıyı kapsamı içinde yer aldığını
göstermektedir.
Çoğunluğun, bu konuya ilişkin görüşüne yukarıda açıkladığım
nedenlerle katılmıyorum.
KARŞIOY YAZISI
Mahkememizin Esas : 1985/1 Karar : 1986/4 sayılı kararında : Sayın
Necdet DARICIOĞLU'nun karşıoy yazısının 2. ve 3. paragraflarında belirtilen
görüş ve gerekçeye katılıyorum.
KARŞIOY GEREKÇEM
27/11/1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun tümü sonuçta iptal
edilmiş olmakla birlikte, 12. maddenin son fıkrasının görüşülmesi sırasında
kullandığım karşıoy gerekçem şöyledir :
Anılan maddenin son fıkrasında 'Ancak, tersane, fabrika, santral,
su ürünlerine dayalı sanayi tesisi, gemi sökme yerleri gibi kıyıda yapılması
zorunlu tesisler için kullanılan ve kıyıda kalan arazi Hazine adına tapuya
tescil edilir.' hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi bu hükümle Anayasa'nın 43.
maddesi uyarınca Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyıda yapılan
tesisler için kullanılan arazi Devletin özel mülkiyetine geçirilmekte, başka
bir deyişle Devletin hüküm ve tasarrufundan çıkarılarak özel hukuk hükümlerine
tabi tutulmaktadır. Bu durumun kıyının bir kamu malı olması kavramı ile
bağdaşmadığı açıktır. Kıyılar ancak, kamu tüzelkişisine ait olabilir. Bunlar
devir ve ferağ edilemez, tapu siciline bağlı tutulamaz. Medeni Kanun'un 912.
maddesine göre, kimsenin özel mülkiyetinde bulunmayan ve kamunun tasarrufuna
tahsis edilen taşınmazlar, onlarla ilgili tescili zorunlu bir aynî hak
olmadıkça, tescile tabi değildir. Bu hususta Yargıtay İçtihatları ve öğretide
kesin bir görüş birliği vardır.
Bu nedenlerle çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.