"...
II - İTİRAZIN GEREKÇESİ:
İtiraz yoluna başvuran mahkemenin gerekçesi şöyledir
:"Anayasanın Başlangıç hükümlerine aykırılık yönünden:
Anayasanın 156. maddesi; bu Anayasanın dayandığı temel görüş ve
ilkeleri belirten Başlangıç kısmının Anayasa metnine dahil olduğunu kabul
etmiştir.
Bu hüküm muvacehesinde Anayasamızın Başlangıç bölümünde yer
almış bulunan sözcükler, deyimler ve kavramların birer hukuksal ilke ya da
kural olarak kabulü gerekmektedir.
Başlangıç bölümünün ilk cümlesi: "Tarih boyunca bağımsız
yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan" Türk Milletinden bahsetmektedir.
Halbuki TCK. nun 403. maddesinin muhtelif senelerdeki
değişiklikleri göz önünde tutulursa 1933 senesinden beri uyuşturucu maddeler
üzerinde Uluslararası yapılan çalışmalar ve Uyuşturucu maddeler konusunda
hazırlanan mukavele, protokoller, Afyon konusundaki anlaşmalar ve en son olarak
Birleşmiş Milletlerce alınan 1953 Esas ve Ek protokol doğrultusunda ve fakat
hiç bir Avrupa ve Amerika devletinde mevcut olmayan ve Türk milletinin
bağımsızlığını ve Türk vatandaşlarının yabancı devlet vatandaşları karşısında eşitliğini
kuşkuya düşürecek çok ağır ceza hükümlerini,yasallaştırıldığını görüyoruz.
Anayasamızın Başlangıç bölümünde yer almış olan; - "Bütün
fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde Milli
Şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin
eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima
yüceltmeyi bilen, Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ..." -
ibaresi de yukarıda geçen Türk milletinin bağımsızlık ilke ve ülküsünü
kuvvetlendirmektedir.
Buna rağmen; Üyesi bulunduğumuz Uluslararası sözleşmeleri
imzalayan devletlerden hiçbirisi uyuşturucu maddelerle ilgili olan ceza
mevzuatlarında bizim TCK. nun 403. maddesinde gösterilen ağır uygulama
şekillerinden hiç birisine yer vermemişler.
765 sayılı Ceza Yasasının mehaz kanunu olan İtalya Ceza K. da ve
bizim ilk metinde olduğu gibi çok hafif cezalar tertiplemekle yetinmişler,
Uluslararası uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yapılan çalışma ve
toplantılarda çok ağır ve zecri tedbirler aldığımız için bizi sitayişkar bir
dille methederek bu sözleri zabıtlara geçirmekle beraber, Afyon ekiminde ve
ekimin kontrolünde ve bunların ofise teslimine kadar geçen safhalarda kanuni ve
idari tedbirlerin kifayetsiz bulunduğu, büyük boşluklar ve noksanlıklar da
bulunduğu ileri sürülmek suretiyle yine de tenkit konusu yapılmıştır.
Bütün bunlar Türk milletinin uyuşturucu maddeler konusunda Türk
milletinin bağımsızlığına gölge düşürecek, Türk Vatandaşlarını, yabancı devlet
vatandaşlarından daha aşağı ve sanki onların korunmaya daha fazla,
gereksinmeleri varmışçasına hükümler vaz etme yoluna gidildiğini
göstermektedir.
Şöyle ki;
Bir vatandaş Türkiye'de uyuşturucu maddeleri satarak Türk
gençlerini zehirlediği takdirde buna uygulanacak olan ceza TCK. 403/3. ve
403/4. maddesinde gösterilen cezalardır.
Şayet aynı vatandaş veya bir diğer vatandaş Türkiye'den temin
ettiği uyuşturucu maddelerden birisini Türkiye'den çıkararak yabancı
devletlerde bu devletlerin vatandaşlarını zehirlediği veya zehirlemek istediği
takdirde buna verilecek olan ceza TCK. nun 403/1 - 2. maddesi ve bentleri
hükümleri uyarınca müebbet ağır hapis cezasıdır.
Bu suçların insanlığa karşı işlenen suç niteliğinde bulunduğunu
kabul etsek bile suçun toplumsal zararlarının bütün Devletler ve tüm bu
devletlerin vatandaşları için aynı oranda tehlike teşkil ettiği ve bunlar
üzerinde tahribatlar meydana getireceğini göz önünde tutarak Türkiye'de
işlenecek uyuşturucu madde suçuna tertip edilecek ceza ile Türkiye'den dışarı
çıkarılmak suretiyle işlenen uyuşturucu madde ihracı suçuna da aynı ceza
tertiplenmelidir.
Uygulamadaki bu ikicikli tatbikat, Türk vatandaşlarının yabancı
devlet vatandaşları karşısında uyuşturucu maddelerin yaptığı tahribat ve
getireceği tehlikeler yönünden daha korunmasız bir durum yaratmakta,
Sanki yabancı devlet vatandaşlarının Türk vatandaşlarından daha
üstünmüş gibi millî gururumuza da gölge düşüren bir sonuç yaratmaktadır.
Bu durum bizi sanki Anayasanın Başlangıç hükümlerindeki - Dünya
milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak...
İlke ve kurallara ters düşen, suçun toplumsal zararlarının tüm
devletler ve Vatandaşları için aynı oranda tehlike teşkil ettiğini hiçe sayan
ve Türk milletinin bağımsızlığına gölge düşüren bir sonuca götürmekte ve
Anayasamızın Başlangıç bölümündeki ilke ve kurallarına açık bir aykırılık
meydana getirmektedir.
Anayasamızın 2. maddesine aykırılık yönünden :
Anayasamızın 2. maddesi: - "Türkiye Cumhuriyeti, insan
Haklarına Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devleti" - olduğunu göstermektedir.
Bu esastan hareket eden Anayasa Mahkemesi, 963/124 E. 1963/243
K. sayılı kararında : Hukuk Devleti, kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp
bunlara saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve
bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetleri de hukuka ve
Anayasaya uyan bir devlet olduğunu belirtmiştir.
Hukuk devletinin temel ilke ve kurallarının başlıcalarını
şöylece sıralamak mümkündür.
1- Yasaların yapımında ve uygulamasında eşitlik ilkesine uymak.
2- Ceza Siyasetinin bir uygulaması olan ceza yasalarının kendisi
içinde tutarlı olmasının sağlanması,
3- Yasa yapma tekniğine uygunluk.
4- İnsan haklarına saygı,
5- Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması.
6- Yasaların uygulamasında ve Anayasaya uygunluğunun denetiminde
hakkaniyet ve nasafete uygunluk.
7- Yabancıların uluslararası hukuka uygun biçimde yasaların izin
verdiği oranda temel hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlamak,
Hukuk devletinin temel ilke ve kurallarının başlıcalarını
böylece sıraladıktan sonra bu ilkelerden birinin ve şüphesiz en mühiminin de,
Suç ile Ceza arasında adil orantı bulunması ilkesidir.
Bu orantıya uymayan bir Ceza Yasası kuralı, kamu vicdanına
aykırı düşmektedir. Kamu vicdanına aykırılık ise kamu yararına aykırılık
demektir.
Hukuk devleti bu görüşten hareketle kamu vicdanını ve
dolayısıyla kamu yararını gözeten bir devlet olmaktadır.
İşte bu ülke ve kurallar yönünden TCK. nun 403. maddesi
incelendiğinde, bu maddenin getirmiş olduğu ceza uygulamasında, suç ile ceza
arasında adil bir oran esasının kesinlikle bulunmadığı saptanabilir.
Şöyle ki;
TCK. nun 403. maddesinin 1. ve 2. maddeleri hükümleri göz önünde
tutulduğunda:
a) Şahsi ihtiyacı için yanında 28 gram miktarında uyuşturucu,
maddelerden esrar bulunduran bir vatandaş yurt dışına çıkarken yakalandığında
bu şahsa verilecek olan ceza müebbet ağır hapistir.
b) İdaresinde bulunan bir TIR kamyonununun gizli bölmelerinde yerleştirilmiş
1,5 ton miktarındaki esrarla yurt dışına çıkan vatandaşa tertip edilecek ceza
da müebbet ağır hapis cezasıdır.
Miktarın azlığı veya çokluğu halinde tertip edilecek ceza
miktarlarında bir değişiklik yoktur.
Aslında 28 gram miktarında esrarla yurt dışına çıkan bir
vatandaşın sadece kendisine veya bir yahut iki kişiye zararı dokunabildiği
halde 1,5 ton miktarındaki esrarla yurt dışına çıkan bir vatandaşın geniş halk
toplumlarını zehirleyebilecek nitelikte bir suç işlediği göz önüne alınmalı ve
buna göre işlenen suçun fertlere karşı yapacağı tahribat ve zararın büyüklüğü
göz önünde tutularak suç ile ceza arasındaki adil orantı ilkesi yönünden
uygulama daha değişik oranlarla yapılmalıydı.
Elimize geçen Alman mahkemelerinden birinin kararında; Yüz DM.
tan daha aşağı değerde bulunan esrar maddesini, şahsın kendi gereksinmesi için
yanında bulundurduğunu ve bunu da şahsi eşyaları arasında bulundurabileceğine
karar vererek bu şahıs hakkında hiçbir dava açılmadığı gibi esrar kaçakçılığı
ile ilgili takibat yapmak zorunluğunu da duymadıklarını açıklamıştır.
Bu durum Alman makamlarına ve gümrükçülerinin ne kadar
toleranslı hareket ettiklerini, esrara müptela olan bir insanın kendi şahsi
ihtiyacına yetecek miktardaki esrarı gümrükten geçerken bildirmese dahi bunun
suç kasti ile hareket etmediğini kabul ettikleri sonucunu ortaya çıkarmaktadır
ki bizdeki tatbikat ve uygulama buna uymamaktadır.
c) Türkiye'de uyuşturucu madde satan ve Türk gençlerini
zehirleyen bir şahsa TCK. nun 403/3 - 4. maddesi uygulanarak azami on sene ağır
hapis ve bin TL. ağır para cezası hükmedilecektir.
Halbuki aynı şahsın esrarları yurtdışına çıkararak yabancı
devlet vatandaşlarını zehirlemesi halinde bu şahsa TCK. nun 403/1 - 2. maddesi
uygulanarak müebbet ağır hapis cezası tayin edilecektir.
Bu uygulama dahi suç ile ceza arasında adil bir orantının
bulunmadığını, Yasaların yapımında ve uygulamasında eşitlik ilkesinin mevcut
olmadığını Türkiye'deki Ceza Siyasetinin Türk vatandaşları yönünden sakıncalı
bulunduğunu göstermektedir.
Bir an için 1953 senesinde kanun koyucunun TCK. nun 403. maddesindeki
değişikliği uygularken; Devletimizin, Uluslararası uyuşturucu maddeler
üzerindeki çalışmalara iştirak ettiğini göz önünde tutarak Afyon ve diğer
maddeler için tayin edilen cezalara nazaran 403/2, 4, 5 ve 6. madde ve
bentlerdeki uygulanan cezaların ağırlığını, bunların şiddetli uyuşturucu
zehirler olmalarından dolayı kabul ettiğini farz edelim,
Bu takdirde de kanun koyucunun uyuşturucu maddelerin zehirli
olanlarını saptarken bilim ilkelerini eksik değerlendirmiştir.
TCK. nun 403/2. maddesinde cezanın arttırılmasına sebep sayılan
morfin, eroin ve kokain saf alkoloidlerdendir. Yani bunların içinde uyuşturucu
maddenin müessir maddesi dışında içinde hiç yabancı maddeler yoktur.
Bu madde içinde sayılan dördüncü uyuşturucu madde esrarda ise;
Reçine denilen müessir madde ile yabancı maddeler karışım
halindedir. Yapılan tahlillerde; esrarın müessir maddesinin % 5 - 7 nisbetinde
olduğu, uyuşturucu tesiri olmayan karışım maddelerinin oranında ise % 93-95
nisbetinde bulunduğu ve bilhassa Türkiye'de imal edilen esrarlardaki müessir
madde oranının umumiyetle % 5'i geçmediği ilgililerce saptanmış bulunmaktadır.
Laboratuvar tahlilleri; esrar reçinesinin, cannabin, cannabirol,
oleoresin maddelerinden ibaret olduğunu ve bunlardan en müessirinin esrar
reçinesinde % 30-50 civarında bulunan "Tetra hidro Cannabinol" olduğu
tespit edilmiştir.
Esrarın bu vasıf ve özellikleri bakımından kullanıla gelmekte
olan esrar, eroin, morfin ve kokain de olduğu gibi saf uyuşturucu maddelerden
değildir.
Amerika Birleşik Devletleri sağlık servisinin bir raporunda;
Eroin, kokain ve morfine kıyasla esrarın özellikleri şöylece
sıralanmıştır;
1- Esrar fizik bir bağlılık hasıl etmez, imsak ıstırapları
yoktur.
2- Esrar kullanılması suç işlenmesine sebep olmaz veya önemli
şekilde onun meydana gelmesine yardım etmez.
3 - Deliliğe veya beyin afetlerine sebep olmaz.
4- Halkın beslediği inancın aksine olarak cinsi faaliyetleri
tahrik etmez.
Esrarın bu nitelikleri yanında en önemlisi; Prof. Dr. Cahit Özen
ve Dr. İhsan Akad'ın, Nüro - Psişiyatri Derneğinin 26/3/1958 tarihli bir
toplantısında yaptıkları tebliğde; - "Esrarın diğer uyuşturucu maddelerden
bir farkının da aynı miktarlarla tesirinin görülmesi ve keyif için gittikçe
daha fazla alınmasına lüzum olmaması şeklinde gösterilmiştir.
Amerikalı Prof. Taft, İstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku
Kriminoloji Enstitüsünde verdiği bir konferansta da :-"Esrarın şiddetli
uyuşturucu bir toksin gibi telakki edilmemesi lazım geldiğini" -
savunmuştur.
Adlî Tıp Meclisi yetkilileri de, özellikle tetra hidro
Cannabinol müessir maddesini ihtiva eden esrar reçinesinin diğer yabancı
maddelerden ari olarak elde edilmesinin mümkün olduğunu belirtmişlerdir.
Esrarın bu özellikleri göz önünde tutulduğunda;
Yargıtayın 13/1/1964 tarihli Yargıtay içtihadı birleştirme
kararında kabul edilen şekle paralel olarak baz morfinde olduğu gibi yabancı
madde ile karışık olan esrarın cezayı artırıcı sebep sayılmaması icap
etmektedir.
Esrarın, morfinde olduğu gibi saf alkoloidlerden olmaması ve
terkibinde çok düşük miktarda % 5-7 nispetinde müessir maddenin yani
uyuşturucunun bulunması göz önünde tutularak,
6123 sayılı kanunla değişik TCK. nun 403, maddesinin 3, 4 ve 5.
bendlerinde artırıcı sebep olarak sayılan esrar maddesinin,
Kullanılması mutat olan yabancı maddelerle karışık olan esrar
değil, olsa olsa esrar niteliğinde olan diğer yabancı maddelerden ayrı olarak
(ari olarak) elde edilmesi mümkün bulunan Cannabiolitik asit için uygulanması
gerekir idi.
Halbuki tatbikatta bu ayırım sadece baz morfin için kabul
edilmiş olup baz morfin olduğu saptandığında faile T.C.K. nun 403/1.
maddesindeki cezalar tertip edilmekte, esrarda ise % 93 - 95 nispetinde yabancı
maddeler ve tozlar karışık olduğu halde böyle bir ayırım yapılmayarak TCK. nun
403/1-2. maddesi uygulanarak en ağır ceza tertibi yoluna gidilmektedir.
Esrar maddesi gerek organik olarak gerekse tesir ve sonuçları
bakımından, morfin, eroin, kokain'den farklıdır, daha az vahimdir, gene tertip
ve hacmi itibariyle de taşınması, saklanması ve bulundurulması daha güçtür.
Esrarın bu vasıfları ve içinde % 5 - 7 oranında müessir madde
bulunması her yönden diğer zehirli maddeler olarak sayılan morfin, eroin,
kokain'den farklı olmasına rağmen bu üç şiddetli zehire eşit bir cezaya tabi
tutulması şeklinde tecelli eden bu günkü uygulama kanun vazı'ının da maksadını
aşan sonuçlar doğurduğu gibi ceza ile suç arasında mevcut olması gereken
dengeye de aykırı düşmektedir.
T.C.K. nun 403/2. maddesinin 403/1, 403/3-4. maddeleri
karşısındaki ceza uygulamaları göz önünde tutularak tamamen iptal edilmesi.
Bu mümkün olmadığı takdirde zarar ve tehlike arzetmiyen ve diğer
tehlikeli zehirlerden, morfin, kokain, eroin gibi saf alkoloidlerden sayılmayan
esrar sözcüğünün (Uyuşturucu maddesinin) iptal edilmesi gerekmektedir.
Anayasanın 9. maddesine aykırılık yönünden;
Anayasamızın 9. maddesi, Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemeyeceğini ve hatta bunun teklif dahi
edilemeyeceği esasını getirmiş bulunmaktadır.
Anayasa değişikliklerinin ancak biçim yönünden Anayasa
Mahkemesince denetlenmesi gerektiği yolundan hareket eden Anayasa Mahkemesi,
Cumhuriyet rejimi ile bağdaşmayan bir Anayasa değişikliğinin ve haliyle Yasa
değişikliklerinin, Anayasanın biçimiyle yani Devletin biçimiyle ilgili olduğunu
ve Anayasa Mahkemesince denetlenebileceğini hükme bağlamıştır.
Nitekim Hâkim ve Savcıların, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Yüksek
Savcılar Kurulu kararlarının kesin olduğu ve bu kararlar aleyhine başka bir
yere başvurulamayacağını belirten hükümlere karşı Anayasa Mahkemesinin aldığı
kararlar bu denetlemenin bir örneğini göstermektedir.
Cumhuriyet rejimi, hiç bir suretle kendi vatandaşını, başka
Devlet vatandaşlarından daha kötü bir duruma sokamaz, böyle bir olumsuz sonucu
yaratmamak için gereken tüm önlemleri alır, eşitlik ilkelerinden ayrılamaz
gerekli yasama işlemlerini yapar, düzenlemelerini tamamlar. Bunları yapmayan
devletin biçimi Cumhuriyet midir' tartışılabilir.
O halde, TCK. nun 403/1-2 ve 403/3-4. maddesinin ihraç suçu ile
memleket içinde işlenen suçlar arasındaki Türk Vatandaşları aleyhinde olan bu
cezai uygulamanın iptal yoluyla düzeltilmesi gerekmektedir.
Anayasanın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılık yönünden;
Anayasamızın 12. maddesi: -"Herkes dil, ırk, cinsiyet,
siyasî düşünce felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz."
Hükmünü vaz'etmekle, Anayasamızın en mühim ilke ve kurallarından
birisini yani eşitlik ilkesini getirmiş bulunmaktadır.
Buradaki eşitlik, hem Yasa önündeki eşitliği hemde güçlü
karşısında güçsüzü koruyan, sosyal Hukuk Devleti anlayışına uygun bir eşitliği
öngörmektedir.
Hukuk Devleti de kişiye tüm hak ve özgürlüklerini tanıyıp,
bunlara saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve
bu düzeni devam ettirmeye kendisini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde
hukuka ve Anayasaya uyan bir devlet olduğuna göre,
Ceza siyasetini uygularken ceza yasalarının, yasa yapma
tekniğine uygunluğuna, ceza yasalarının kendi içinde tutarlı olmasına,
Suç ile Ceza arasında adil bir orantı bulunmasına, insanların
temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasına, hakkaniyet ve nasafet
kurallarına uygunluk sağlanmasına gayret göstermelidir.
Bu kurallara rağmen;
TCK. nun 403. maddesinin 6123 sayılı Yasa ile yapılan
değişiklikte, uyuşturucu maddelerle mücadele yolundaki uluslararası çalışmalar
ve bunlarla ilgili olarak yapılan anlaşmalar, imzalanan protokoller karşısında.
Kanun vaz'ımız bu anlaşmalara imza koyan diğer yabancı devletlerden de daha
ileri giderek kendi vatandaşlarımızın yabancı vatandaşlar karşısında eşitlik
kuralını bozacak şekilde ceza uygulamaları meydana gelmektedir.
Bu da TCK. nün 403/1 - 2. madde ve bendinde ihraç suçu yönünden
ortaya çıkmaktadır. Uyuşturucu maddeyi yurt dışına çıkaran bir vatandaşımız,
yabancı devlet vatandaşlarını zehirledi veya zehirleyecek diye ve onların
sağlıklarını tehdit edecek şekilde suç işlediği gerekçesi ile en ağır cezayı
yani müebbet ağır hapis cezasına çarptırılmaktadırlar.
Halbuki aynı vatandaş veya bir diğer vatandaş Türkiye hudutları
dahilinde aynı suçu işlemeye kalksa veya işlerken yakalansa bu şahsa verilecek
olan ceza miktarı TCK. nun 403/3 - 4. maddesi uyarınca on sene ağır hapis ve
Bin TL. ağır para cezasıdır.
Gerçi, TCK. nun 403/3 - 4. maddesi bu miktar cezayı asgari had
olarak tayin etmiştir. Hakimler olayın durumuna, işin vahametine göre asgari
had ile azami had arasında takdir haklarını kullanarak ceza tertip ve uygulama
yapmalarında serbest bırakılmışlardır denebilirse de,
Tatbikatta bu yolda bir hareket pek nadirattan uygulanmaktadır.
Esas olan ceza asgari cezadır.
İşte bu iki suça verilecek cezalar, yabancı devlet vatandaşları
lehinde, bizim kendi vatandaşlarımızın aleyhinde olmak üzere eşitlik ilkesini
bozacak niteliktedir.
Aslında her iki suçun cezasının da aynı oranda tutulması
gerekirdi, bu eşitsizlik ancak TCK. nun 403/2. maddesinin tümünün iptali
suretiyle düzelebilecektir.
Kaldı ki kanun vaz'ı şiddetli zehirler olarak kabul edip ağır
ceza uygulamasına tabi tuttuğu, esrar, eroin, morfin ve kokain'i tespit ve
tadat ederken de bu eşitlik ilkesini bozmuştur.
Zira, eroin, morfin, kokain en zehirli ve saf alkoloidlerden
olduğu halde esrar saf alkoloidlerden değildir. İçindeki müessir uyuşturucu
madde oranı % 5-7 dir. Geri kalan % 93-95 nispetindeki kısmı karışık toz vesair
maddelerden ibarettir.
Ayrıca diğer üç zehir gibi tahribatta yapmamaktadır.
Bu esrar maddesinin daha doğrusu esrar sözcüğünün TCK. Nun
403/2. maddesindeki yerinden çıkarılması veya iptal edilmesi gerekir.
Kanun vazı'ınn 1953 senesindeki bu zehirli maddeleri tespitinden
sonra aradan geçen zaman zarfında yeni yeni ve eskilerinden daha çok tesirli ve
müessir zehirleyici maddeler yani uyuşturucular elde edilmiştir ki bunlardan
birisi de (L. S. D.) dir.
Tıp aleminde en zehirleyici uyuşturucu madde olduğu ve insan
sağlığını en fazla miktarda tehdit ettiği kabul edilen (L. S. D.) maddesi TCK.
nun 403/2. maddesinde sayılan uyuşturucu maddeler arasında bulunmadığı için bu
uyuşturucu maddeyi Türkiye'den ihraç edecek olan bir kimseye ancak TCK. nun
403/1. maddesindeki uygulama yapılabilecektir.
Bu da bize göstermektedir ki TCK. nun 403. maddesinin yeniden
düzenlenmesi gereklidir. Zira, bu madde ve bend hükümleri bu günkü ortama ve
uyuşturucu madde çeşitlerine uymamaktadır.
Her halükârda suç ile ceza arasında bulunması gereken adil, hiç
orantı, denge yoktur, bu denge bozulmuştur.
Anayasamızın ikinci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
belirtilirken, insan haklarına dayanan bir hukuk devletinden bahsedilmiştir.
Hukuk Devletinde, İnsan hakları, İnsanlar arasında temel haklar
yönünden bir ayırım gözetilmemesini gerektirmektedir.
Türkiye'nin de dahil olduğu Uluslararası sözleşmelerin hemen
hepsinde, uyuşturucu madde suçları tüm insanlığa karşı işlenen bir suç olarak
kabul edilmiş ve bu suçlarla ortak bir mücadele benimsenerek çeşitli konularda
anlaşmalar yapılmış, protokoller imzalanmış ve en son Birleşmiş Milletler
Ekonomik ve Sosyal Konsey'de uyuşturucu maddelere dair 1961 Tek Sözleşmesi
yapılmış ve plânlı bir şekilde bunlarla ilgili olan faaliyetler hakkında
raporlar ve bilgiler verilmesi kararlaştırılmıştır.
Uyuşturucu maddelerle ilgili olmak üzere işlenen suçlar tüm
insanlığa karşı işlenen suçlardan biri olarak kabul ve takdir edilirken burada
tüm insanların aralarında herhangi bir ayırım yapılmaksızın bu tür uyuşturucu
maddelerin tevlit ettiği zehirlenmelerden ve bunların tahribatından korunmaları
amaçlanmıştır.
Yani her insan diğer hemcinsleri gibi eşit bir surette bu
suçların tesirlerinden korunacak demektir.
Oysa, 6123 sayılı Kanunla yapılan TCK. nun 403. Maddesindeki
ceza uygulaması, Türk vatandaşlarının, diğer devlet vatandaşlarına oranla
aşağılanmasını, adeta onurlarının ayaklar altına alınmasını ve insanlık
haklarının çiğnenmesini gözler önüne sermektedir ki bu noktadan da eşitlik
ilkesine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi muhtelif kararlarında eşitlik ilkesi yönünden
kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlerken (çeşitli kararlarında) eksik yasal
düzenlemenin de eşitliğe aykırı olduğuna karar vermiştir.
Uyuşturucu maddelerin, insan sağlığına zarar verdiği kabul
edilmiş ve insanların sağlığının korunması için çeşitli koruyucu tedbirler
alındığı gibi ağır cezai müeyyideler de konmuştur.
Buna rağmen, insan öldürenlere uygulanan TCK. nun 448. maddesi,
insan vücudunu ortadan kaldırdığı halde faile yirmi dört sene ağır hapis cezası
verilmekte, kanuni ve takdiri tahfif sebeplerinin mevcudiyeti karşısında bu
ceza da indirilmektedir.
İnsan vücuduna dokunmayan, sadece onun sağlığını tehdit eden ve
kendi iradesi altında uyuşturucu maddeyi, kendi parasiyle alarak zehirlenmiş
bir insanın sağlığını korumak düşüncesiyle tertip edilecek ceza müebbet ağır
hapis cezası olmaktadır.
TCK. nun 448. maddesinin, TCK. nun 403/1 - 2. maddesi ile
karşılaştırılması sonucunda eksik yasal düzenleme eşitsizliği ile
karşılaşılmaktadır.
Tatbikattaki uygulama aksaklığı yönünden;
Esrar maddesi yabancı maddelerle karışık ve saflaştırılmamış
durumda yakalansa dahi (tatbikatta daima karışık esrar maddesi ele
geçmektedir), Yargıtayın görüşüne göre-, bu madde saflaştırılmış esrar
uygulamasına tabi tutulmaktadır.
Halbuki; Morfin için durum tamamen aksine bir uygulamaya
tabidir.
Örneğin; morfin maddesinin içersinde % 2-3 nisbetinde reçine,
kireç ve emsali maddelerin karışmış olduğu tespit edilince bu madde baz morfin
adı verilerek TCK. nun 403/2. maddesinin uygulanması dışında tutulmaktadır.
Buna gerekçe olarak Yargıtay Büyük Genel Kurulunun geçmişteki
bir içtihadı birleştirme kararı gösterilmektedir. Ayrıca bu maddenin
saflaştırılmasının modern laboratuvar işlemleri ile saflaştırılabileceği, bu
sebeple karışımın saflığa halel vereceği öne sürülmektedir.
İmalin mutlaka bir labaratuvar işlemi sonucu elde edilen
maddelere hasredilmesi ve uygulamaya göre, esrarda imalden söz edilemeyeceğinin
kabul edilmesi, bu maddeler arasındaki eşitliği ve netice itibariyle kişilere
verilecek cezalardaki dengesizliği meydana getirmektedir.
Cürümle ceza arasındaki adil nispetin gözetilmesinde şüphesiz ki
aynı neviden veya aynı ağırlığı taşıyan cürümlerin aynı ceza ile karşılanması
esastır.
Halbuki, burada diğer alkoloidlere göre çok masum bir madde
olduğu fennen kabul edilen esrar için de aynı ceza tayin edilmiş ve denge kişi
aleyhine büyük nispette bozulmuştur.
Bu noktalardan hareketle esrar maddesinin 403/2. maddesindeki
alkoloidler arasında sayılmasında sonucu itibariyle açık ve önemli bir
eşitsizlik, başka bir deyimle cürümle ceza arasında aynı ölçüde bir dengesizlik
vardır denebilir.
O halde durumun bu açıdan da ele alınması ve esrar maddesinin bu
fıkradan çıkarılması veya iptal edilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle, 765 sayılı Türk Ceza
Kanununun 6123 sayılı Kanunla değişik 403. maddesinin 2. Bend hükmünün tümü
veya bu bent içindeki esrar sözcüğünün,
T.C. Anayasasının 151/1 ve 44 sayılı Yasanın 27/2. Maddeleri
önünde, Anayasanın Başlangıç hükümlerine, Cumhuriyetin niteliklerini belirten
2. maddesine, eşitlik ilkesini dile getiren 12. maddesine ve hepsini kapsamak
üzere demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı bulunduğundan,
TCK. nun 403. maddesinin ikinci bent hükmünün tümünün veya bu
bent içindeki esrar sözcüğünün, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına
oybirliğiyle karar verildi. 21/12/1979""