ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1979/38
Karar sayısı:1980/11
Karar günü:29/1/1980
Resmi Gazete
tarih/sayı:15.5.1980/16989
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Adana - Kahramanmaraş - Gaziantep-
Adıyaman İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU : 4/4/1929 günlü, 1412 sayılı "Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu'na 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasayla eklenen
"Ek Madde 2" nin Anayasa'nın 2., 12., 31. ve 33. maddelerine aykırı
olduğu öne sürülmüş ve iptaline karar verilmesi istenmiştir.
I- OLAY:
Sanıkların Anayasa'nın tamamını değiştirmeyi amaçlayarak silâhlı
çete oluşturdukları ve çete üyesi olmayan öteki sanığın kira ile oturduğu evi
çalışma yerlerinden biri olarak kullandıkları, olay günü, sağladıkları araç ve
gereçlerle burada patlayıcı madde yaptıkları sırada bu maddenin ansızın
patladığı savını taşıyan Adana - Kahramanmaraş - Gaziantep - Adıyaman İlleri
Sıkıyönetim Komutanlığı Asker; Savcılığının 28/5/1979 günlü, 1979/401 - 163
sayılı iddianamesiyle kamu davası açılarak, patlama sırasında yaralanan ve olay
yerinde yaralı olarak ele geçirilen iki sanığın Türk Ceza Yasasının 146.
maddesinde yazılı cümrü işlemek için silâhlı çete kurmak ve "ait olduğu
merciden ruhsat almaksızın" patlayıcı madde yapmak suçlarından aynı
Yasanın 168., 264., 31. ve 33. maddeleri, patlayıcı madde yapanlara yataklık
eden öteki sanığın da adı geçen Yasanın 296. maddesi uyarınca
cezalandırılmaları istenmiştir.
İddianamede ayrıca, Türk Ceza Yasasının 168., 264., 31. ve 33.
maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istenen "gizli çete" üyesi
sanıkların, 1412 sayılı Ceza Yargılamaları Yöntemi Yasasına 5/3/1973 günlü 1696
sayılı Yasayla eklenen "Ek Madde 2" nin buyurucu hükümlerine göre,
üyelik olgusunun "aksini ispat yükümlülüğü" nden de söz edilmiş
bulunmaktadır.
11/9/1979 günü yapılan duruşmada, iddianamenin Askeri Savcı
tarafından okunup açıklanmasından sonra, sanıklardan birinin avukatı söz alarak
"Ek Madde 2" nin Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürmüş ve Anayasa'nın
Başlangıcı ile 2., 9., 11., 31. ve 33. maddelerine aykırılık nedenlerini
ayrıntılariyle açıklayan 11/9/1979 günlü iki dilekçe sunmuştur.
Aynı oturumda söz alan avukatlardan biri de, kendisinden önce
konuşan avukatın açıkladığı Anayasa'ya aykırılık savlarına tümüyle katıldığını
belirttikten sonra, "Ek Madde 2" nin ayrıca Anayasa'nın 12. maddesine
de aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Savunma avukatlarının istekleri ve bu isteklerin dayanağını
oluşturan görüşler doğrultusunda inceleme yapmak ve düşüncesini ayrıntılı
olarak bildirmek üzere önel isteyen Askeri Savcı, 26/9/1979 günlü oturumda;
"Ek Madde 2" nin uygulanıp uygulanmayacağının bu aşamada
bilinmediğini, sözü edilen maddede belirlenen durumlar kanıtlarıyla ortaya
konulduğunda "ispat yükümlülüğü" nün sanıklara yüklenebileceğini,
bakılmakta olan davada uygulanması şimdilik söz konusu olmayan bir maddenin
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağını, uygulanma olanağı bulunsa
bile "Ek Madde 2" ile "mücerret sanığa ispat yükümlülüğü
yüklenmemekte, ancak maddede belirtilen hususların gerçekleşmesi halinde ispat
zorunluğu getirilmekte..." olduğu için bu maddenin Anayasa'ya aykırı
sayılamayacağını bildirmiştir.
öne sürülen savları, Anayasa'nın 2., 12., 31. ve 33. Maddeleri
yönünden ciddi bulan mahkeme, aynı oturumda, itiraz konusu maddenin iptali için
Anayasa'nın değişik 151/1. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulmasına
karar vermiştir.
III- YASA METİNLERİ :
1- 4/4/1929 günlü, 1412 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu" na 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasayla eklenen "Ek Madde
2", 15 Mart 1973 günlü, 14477 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan metne göre
şöyledir:
"Ek Madde 2. Kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı
faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan dernek veya siyasî parti
gibi kuruluşlara üye olunması suç sayılan hallerde bu nitelikteki bir
kuruluşun;
1. Bir görevlisi gibi hareket eden,
2. Adına bir emir veren veya tavsiyede bulunan veya bildiri
çıkaran veya demeç veren yahut haber taşıyan,
3. Yararına herhangi bir kimseye aidat veya diğer bir nam
altında yardım eden veya yardım taahhüdünde bulunan,
4. Yardım veya yardım taahhüdü toplayan,
5. Bir komitesi, kolu veya hücresinin birkaç toplantısına
katılan veya orada hazır olan,
Kimse, aksini ispat edemedikçe o kurulun üyesi sayılır."
2- Dayanılan Anayasa kuralları:
"Madde 2.-Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde 12.- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz."
"Madde 31.- Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde dâvacı veya dâvalı olarak, iddia
ve savunma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki dâvaya bakmaktan
kaçınamaz."
"Madde 33.- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanunun suç saymadığı bir fiilinden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur.
Kimseye, suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Kimse, kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma
sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza sorumluluğu şahsîdir.
Genel müsadere cezası konulamaz."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca Şevket
Müftügil, Ahmet H. Boyacıoğlu, Ahmet Erdoğdu, Osman Tokcan, Rüştü Aral, Muammer
Yazar, Âdil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Nahit Saçlıoğlu, Hüseyin
Karamüstantikoğlu, Kenan Terzioğlu, Necdet Darıcıoğlu, İhsan N. Tanyıldız,
Bülent Olçay ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyle 13/11/1979 gününde yapılan
ilk inceleme toplansında, "dosyanın eksiği bulunmadığından, işin esâsının
incelenmesine" oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvurma kararı ile ekleri, iptali
istenen Yasa ve dayanılan Anayasa kuralları, bunlarla ilgili gerekçeler ve
öteki yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan öbür metinler okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A) İtiraz konusu kuralın anlamı:
Anayasa'ya uygunluk denetiminde sağlıklı bir sonuca
ulaşılabilmesi için, itiraz konusu kuralın anlam ve kapsamının açık ve kesin
bir biçimde belirlenmesi gerekmektedir.
Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulması Bakanlar Kurulunca 14/12/1972 gününde kararlaştırılan "1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve
Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun" tasarısının iptali istenen
Ek 2. maddeye ilişkin gerekçesi şöyledir :
"Kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı
faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan kuruluşlara kanunlarımız
değişik isimler vermektedir, Meselâ; Türk Ceza Kanununun 141 ve 163 üncü
maddelerinde "cemiyet", 168 inci maddesinde "silâhlı cemiyet ve
çete", 171 inci maddesinde "gizlice ittifak", Cemiyetler
Kanununda "dernek" ve "cemiyet", Siyasi Partiler Kanununda
"Siyasi Parti" ismi altında belirtilmektedir. Tasarı ise bunları
"kuruluş" olarak adlandırmaktadır.
Bu teşekküller mahiyetleri icabı kanun dışı faaliyetlerini gizli
olarak yapmakta ve üyeleri de sıfatlarını saklamaktadır.
Maddede sayılan eylemler, kişinin kanun dışı kuruluşlarla olan
üyelik ilişkisinin tipik örneklerini teşkil etmektedir. Bunlardan birinin
varlığı sabit olduğu takdirde kişinin kuruluş üyesi olduğu kabul edilecektir.
Söz gelimi, Türk Ceza Kanununun 141 nci maddesinin 5 inci bendi veya 163 üncü
maddenin ikinci fıkrasında bahsedilen cemiyete yardım eden veya yardım toplayan
yahut adına talimat, emir veya demeç veren kişi o cemiyetin üyesi sayılacak ve
hakkında anılan bent veya fıkradaki ceza uygulanacaktır.
Şu halde ek ikinci maddede sayılan eylemler kişinin üyeliği
hususunda bir nevi kanuni karine teşkil etmektedir. Ancak, bu eylemlerden
birini yaptığı sabit olan kişi her türlü sübut vasıtasıyla, eyleme rağmen,
kanun dışı kuruluşun üyesi olmadığını ispat etmek hakkına sahiptir. Şu cihetin
de açıklanması gerekmektedir ki, bir kişinin üyelik sıfatının dış belirtisi
olarak maddede sayılan eylemler haricinde kalan diğer hareketleriyle de o
kişinin üyeliği ispat edilebilir.
Bu itibarla maddede sayılan eylemlerden biri sabit olsa bile
sanık bu eylemin kendisinin gayri kanuni teşekkülün üyesi olduğuna delalet
edemeyeceğini her türlü beyyine ile ispat edebilecek ve iddia makamı da,
sanığın kuruluşun üyesi bulunduğunu ispat için, maddede, sayılan eylemlerin
vücudunu ispat mükellefiyeti ile bağlı kalmayacaktır. Savunma ve iddia yargı
mercii önünde delil ikamesi bakımından özgürlüklerini muhafaza
etmektedirler."
Millet Meclisi Adalet Komisyonu, tasarıda yeralan Ek 2. maddeyi
aynen benimsemiştir. Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bu
madde üzerinde söz alan olmamış ve madde değiştirilmeksizin kabul edilmiştir.
Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu da, Millet
Meclisince kabul edilen Ek 2. maddeyi olduğu gibi benimsemiştir.
Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunda maddeye karşı söz alan bir
üye şu görüşleri dile getirmiştir :
"...Ek 2. maddenin Ceza Yargılama Usulü Kanununda yeri
yoktur. İhtiyaç var ise ve gerçekten zaruret görülüyorsa, bunun yeri Ceza
Kanunudur...
...Bununla da yetinilmemiştir. Şu ibarelerle bir kanunî delil
getirilmiştir. Ceza Yargılama Usulünde buna da cevaz yoktur.
"Maddenin sonunda kimse, aksini ispat etmedikçe, o kurulun
üyesi sayılabilir" diyor...
....... "Sen, falan hücreye dahil olmadığını ispat
edeceksin" deniyor. Bu hangi demokratik ülkede görülmüştür' Kanuni delil
bulacaksın ve sen, şu suçu işlemediğini ispat edeceksin. Bizim ceza
mevzuatımızda aslolan, suçluluğun ispatının kamuya düşmesidir. Cumhuriyet adına
savcı, sanığın o suçu işlediğini ispat etmek zorundadır, mahkeme de bu
delillere dayanarak karar vermek mecburiyetindedir; ama burada öyle değil...
... Bugünkü şartlar şöyle anarşik bir ortamdayız, binaenaleyh,
gelmişken bu arada şunu da çıkaralım dersek bu hukuk devleti olmaz o zaman,
Türkiye, herşeyden önce büyük bir hukuk devletidir...
...Özgür insana, -sen bu suçu işlemediğini ispat edeceksin- diye
mükellefiyetler yüklenmez. Bunu da burada yüklüyoruz ..." (Cumhuriyet
Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt 7, Toplantı 12, B. 19, 11/1/1973 günlü 0:1).
Adalet Bakanı ise yanıt olarak şunları söylemiştir:
"... burada ... ispat mükellefiyetini sanık olan kişiye
bırakma hali mevzubahis değildir.
Yukarda zikrediyor;
1- Bir görevli gibi hareket etmiş olacak,
2- Adına bir emir veren veya tavsiyede bulunan veya bildiri
çıkaran veya demeç veren yahut haber taşıyan kişi olacak,
3- Yararına herhangi bir kimseye aidat veya diğer bir nam
altında yardım eden veya yardım taahhüdünde bulunan kişi olacak,
4- Yardım veya yardım taahhüdü,toplayan kimse olacak,
5- Bir komite, kolu veya hücresinin birkaç toplantısına katılan
veya orada hazır olan kişi olacak.
Bunlar olacak, demekle olacak değil. Bunlar, savcı tarafından
iddia edilecek ve iddiası da ispat delillerine dayanmış olacak. Fakat
böyle bir kimse, bu fiilleri işlemiş olmasına rağmen, "Ben
bunları evet yaptım, şunu yaptım bunu yaptım, taahhüt verdim, ama ben, bu
kurulun üyesi değilim" dediği zaman, bu kadar çok deliller içerisinde,
kendisini o delillerden kurtarması için üye olmadığını ispat edecek. Yapmış
olabilir; ama "Üye sıfatıyla yapmadım da, böyle bir tesadüfle yaptım"
derse, savunmasını da ispat etmek elbette ki o kişiye düşer.
Şimdi, Ceza Kanununda mı getirilmelidir, Yoksa Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununda mı, meselesine gelince; arkadaşıma tamamiyle hak vermemezlik
yapmıyorum. Ceza Kanununda da olabilir; ama deliller, delil ikamesi,
niteliklerin tavsifi ve bunların yargılama sistemi, Usul Kanununda da olabilir.
Büyük kanunlar arasında olan Ceza Kanununda, bu dönemde bir değişiklik
düşünmedik, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu getirildi.
Hukuk Devleti diyoruz; evvelâ Devleti yaşatmanın zorundayız. ...
Hukuku ele alabilmek için Devleti yaşatmak şarttır... Hukuk yoluyla Devleti
yaşatmanın yolunu aramaktayız ..." (Aynı Tutanak Dergisi) .
Tasarının itiraz konusu maddeye ilişkin gerekçesine, bu
gerekçeyi bütünüyle benimseyen Millet Meclisi Adalet Komisyonunun 5/5/1972
günlü, Esas : 1/616, Karar: 49 sayılı ve Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet
Komisyonunun 26/10/1972 günlü, Esas: 1/113, Karar: 25 sayılı raporları ile
Adalet Bakanının açıklamalarına göre, Ek 2. Madde ile yeni suçlar
oluşturulmamış, yasa dışı kuruluşlara üye olunmasının suç sayıldığı durumlarda,
bu maddede belirlenen eylemleri işleyenlerin, "aksini ispat
edemedikçe" o kuruluşun üyesi sayılmaları öngörülmüştür. Ek 2. Maddenin
açık anlatımı da, "kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı faaliyetleri
sebebiyle yargı mercilerince kapatılan dernek veya siyasî parti gibi
kuruluşlara üye olunması suç sayılan haller "e özgü bir "kanuni
karine" ye geçerlik tanındığını duraksamaya yol açmayacak biçimde
belirtmekte, maddeye bu nedenlerle Türk Ceza Yasasında değil, Ceza
Yargılamaları Yöntemi Yasasında yer verildiği de böylece ortaya çıkmaktadır.
Yapılan açıklamalarla ulaşılması gereken somut sonuç şudur:
Türk Ceza Yasasının, örneğin, 141. maddesinin 5 sayılı bendinde,
163. maddesinin ikinci ve 168. maddesinin son fıkrasında, bu maddelerde yazılı
"cemiyetler" e girmek başka bir deyişle üye olmak suç sayılmıştır. Bu
tür bir suçtan ötürü açılan kamu davasında, sanığın Ek 2. maddede yer alan
eylemlerden birini işlediği, söz gelimi Türk Ceza Yasasının 141., 163. ve 168.
maddelerinde belirtilen bir kuruluşun görevlisi gibi hareket ettiği; bu kuruluş
adına bir buyruk verdiği veya tavsiyede bulunduğu veya bildiri çıkardığı veya
demeç verdiği yahut haber taşıdığı; kuruluş yararına her hangi bir kimseye
ödenti verdiği veya başka bir ad altında yardım ettiği veya yardım etmeyi
üstlendiği; kuruluşa yardım veya yardım taahhüdü topladığı; kuruluşun bir
komitesi, kolu veya hücresinin birkaç toplantısına katıldığı veya orada hazır
olduğu mahkemece kabul edilecek olursa, sanık, o kuruluşun üyesi sayılacak ve
ilgili görülen maddeye dayanılarak ceza uygulaması yapılacaktır. Bu durumda,
sanığın, yasa dışı kuruluşa üye olduğunun ayrıca kanıtlanmasına, üyelik
bağlantısının kanıtlarıyla saptanmasına gerek yoktur. Çünkü, sözü edilen madde,
yasa dışı kuruluşa üye olmadığını, daha açık bir anlatımla üstüne atılan suçu
işlemediğini kanıtlamayı doğrudan doğruya sanığa yüklemiş bulunmaktadır.
Özetlemek gerekirse, itiraz konusu düzenleme ile yasa koyucu bir
ceza hükmü getirmemekte, Ceza Yargılaması hukukunun benimsediği genel kuraldan
ayrılarak, kimi suçların ispatı konusunda bir "kanuni karine" yöntemi
oluşturarak yasa dışı kuruluşlarla üyelik ilişkisinin tipik örnekleri ve üyelik
sıfatının dış belirtisi olarak nitelendirdiği eylemleri işleyenleri kesinlikle
yasa dışı kuruluşun üyesi saymakta ve bunlara yalnızca, bu olgunun "aksini
ispat" olanağını tanımaktadır.
Ek 2. maddede sayılan eylemlerin "kişinin üyeliği hususunda
bir nevi kanuni karine teşkil ettiği" nden söz eden madde gerekçesinin de
bu yargıyı doğruladığı görülmektedir.
B) Niteliği ve anlamı böylece ortaya konulan bu hükmün Anayasaya
aykırı olup olmadığı, Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 12., 31. Ve 33. maddeleri
ayrı ayrı ele alınıp incelenerek saptanacaktır.
1- Anayasa'nın Başlangıç'ı ye 2. maddesi yönünden inceleme:
Anayasa'nın Başlangıç'ında, bu Anayasanın "... insan hak ve
hürriyetlerini; milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve
refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik
hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için..." kabul
edildiği belirtilmekte ve 2. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, insan
haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devletidir." hükmü yer almaktadır.
Bu bakımdan konu, önce "insan hakları" sonra
"hukuk devleti" ilkeleri açısından irdelenecektir.
a) İnsan hakları açısından:
İnsanın, içinde yaşadığı ulusun bireyi olması kadar aynı zamanda
insanlığın da üyesi bulunması, çağımızda, insan hak ve özgürlüklerini yalnızca
ulusal bir hukuk sorunu olmaktan çıkarmış ve ona evrensel bir anlam ve içerik
kazandırmıştır. Bu bakımdan Anayasa'nın Başlangıcı ve 2. maddesi hükümleri
gereği olarak "insan Hakları Evrensel Beyannamesi" ile "însan
Hakları Avrupa Sözleşmesi" ni de itiraz konusu kuralın
değerlendirilmesinde gözden uzak tutmaya olanak yoktur.
Ceza Yargılama hukukumuzun ilke olarak benimsediği
"masumluk karinesi" sanık için vazgeçilmez bir "hak" tır.
Bu hak, sanığın, hükümlülük kararı verilinceye kadar suçsuz sayılmasını
gerektirmektedir.
Suçlu olduğu kesinleşinceye değin sanığın suçsuz sayılmasını
zorunlu kılan "masumluk karinesi" ; keyfiliğe, sanıkları suçlu görmek
ve cezalandırmak eğilimine ve bu tür davranışlar sonunda ortaya çıkan yoğun
"adlî hata" lara karşı bir tepki olarak, ilk kez, 1789 tarihli
"însan ve Yurttaşlık Hakları Beyannamesinde yer almıştır. Uygar ve özgür
tüm ülkelerin hukuk düzeni içinde olumlu gelişmelerle yaygınlaşan ve kimi
ülkelerin Anayasalarında da yer alan bu kural, gerçeğin araştırıp saptanmasında
sağlıklı bir yargılama yöntemi oluşturan üstün hukuk kuralı olarak, evrensel
belgelere de geçmiştir. Böylece insanlık tarihinde, hem bireylerin hak ve
özgürlüklerinin güvence altına alınması, hem de Devletin ve toplum düzeninin
korunması bakımından çok önemli bir çığır açılmış ve son derece etkili bir adım
atılmış olmaktadır.
Gerçekten, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 1945 yılında
kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" nin 11. maddesinin
1. bendinde "masumluk karinesi" şöyle açıklanmıştır.
"Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine
gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen
suçlu olduğu tesbit edilmedikçe masum sayılır." (3. Tertip Düstur, Cilt:
30, Sayfa : 1019).
Avrupa Konseyinin 1950 yılında kabul ettiği, ülkemizde 6366
sayılı Yasa ile yürürlüğe konan, kısa adı "İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi" olan "İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair
Sözleşme"nin 6. maddesinin 2. bendinde de, aynı ilke:
"Bir suç ile itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit
oluncaya kadar masum sayılır. " tümcesiyle yinelenmiş bulunmaktadır. (3.
Tertip Düstur, Cilt: 35, Sf: 1567).
Söz konusu bildiri ve sözleşmenin, buyurucu ve bağlayıcı
içeriği, sanıklar için bir hak olduğu kadar, insan hak ve özgürlükleri yönünden
de bir güvence olarak hukuk düzenimizde kurumlaşan "masumluk
karinesi" ilkesini güçlendiren üstün ve evrensel hukuk kuralı niteliğini
taşımaktadır.
Yasasız suç ve ceza, yargılamasız hükümlülük ve savunmasız
yargılamanın düşünülememesi, suçluluk savlarının kanıtlanması zorunluğu,
şüphenin sanık aleyhine yorumlanamaması ve kuşkulu durumlardan sanığın
yararlandırılmasının gerekliliği ilkeleri ve "vicdani delil" sistemi
ile bütünleşen "masumluk karinesi" çağdaş bir nitelik kazanmaktadır.
"Masumluk karinesi" yerine "suçluluk karinesi" nin kabulü
ise, sanığın suçsuz olduğu kanıtlanmadıkça suçlu sayılmasına neden olacak,
suçsuzluğunu kanıtlayamama kaygısı ve suçlayan organın keyfi ya da yersiz ve
yetersiz suçlamaları, suçsuz insanı, sürekli olarak korku ve güvensizlik
duygusu içinde bırakacaktır.
Ancak suçluluğa ilişkin kanıtlarla ortadan kaldırılabilen,
"masumluk karinesi" nin, kendini savunmayan ya da savunamayan
sanıklar yönünden bile özel ve ayrık bir savunma yöntemi sayılması, bu
durumlarda dahi, olayın özelliğine göre, suçluluk kanıtlarına dayanılarak
hükümlülük kararı verilmesi zorunludur. Çünkü, sanığın
suçsuzluğuna karar verilebilmesi için, salt suçsuz olduğunun
saptanması gerekmez; suçsuzluğun ispatlanamaması da yeterlidir. Olasılıklara
dayanılarak hükümlülük kararı verilemeyeceğine göre, suçsuzluk karinesi,
"gerçek'in" saptanmasında ve adaletin gerçekleştirilmesinde etkili
bir yargılama yöntemi olduğu kadar bireylere tanınan ve Anayasa'nın Başlangıç'ı
ile 2. maddesinde belirtilen nitelikte bir hak ve güvenceyi de simgelemektedir.
Böylece öğreti alanında da belirtildiği üzere, ispat bakımından
genel kurallara aykırı bir içerik taşıyan ve "ispat külfeti"ni sanığa
yükleyerek bir tür suçluluk karinesi öngören, başka bir deyişle, belli bir
olayın gerçekleştiği durumlarda suçu oluşturan öteki bir olayın sabit olduğunu
kabule zorlayan bağlayıcı bir kuralla, kesin hükme kadar sanığın suçsuz
sayılması doğrultusundaki genel kuralı tersine çeviren, böylece belirli
eylemleri yasa dışı örgütlere üye olmanın, dolayısıyle suçluluğun kesin
belirtileri sayan; genel kural ve suçsuzluk karinesi gereği, savunmanın
kanıtlanması zorunluğu olmadığı halde sanığı savunmasını kanıtlama yükümlülüğü
ile karşı karşıya bırakan itiraz konusu Ek 2. madde, Anayasa'nın Başlangıç'ı
ile buna göndermede bulunan 2. maddesinde yazılı "insan hak ve
özgürlüklerine bağlılık" ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
b) Hukuk devleti açısından :
Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan "hukuk
devleti" Anayasanın 2. maddesinde gösterilmiş ve öteki birçok
maddelerindeki kurallarla da belirgin bir duruma getirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında da açıklandığı üzere,
hukuk devleti demek ; insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve
Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir.
İtiraz konusu Ek 2. madde, yasa dışı kuruluşlara üye olmak
suçlarının sanıklarını suçluluk karinesiyle karşı karşıya bırakarak bunları
suçlu olmadığını kanıtlamaya zorlamaktadır. Suçlulukları ispatlanıncaya kadar
suçsuz sayılmaları olanağından ve bu olanağı yürürlüğe koyan üstün hukuk
kurallarından kimi sanıkların yararlanmalarına engel olan yasa hükümlerinin bir
hakkın kullanılmasını engellemekle birlikte bireylerin hukuksal güvencelerini
de yok edeceği açıktır. Bu tür yasal bir düzenlemenin hukuk devleti tanımını
bütünleyen öğelerle bağdaştırılabileceği de kuşkusuz düşünülemez.
Gerçekten yasaların, Anayasaya kaynaklık eden, hukukun bilinen
ve bütün uygar ülkelerde uygulanan ilkelerine de uygun olması gerektiği, yasa
koyucunun, yasama çalışmalarında, kendisini her an Anayasa ve hukukun üstün
kuralları ile bağlı tutması zorunlu bulunduğu halde bu ilkelere uyulmaması da,
hukuk devleti niteliğine ters düşmektedir.
2- Anayasanın 12. maddesi yönünden inceleme :
Yasa dışı oluşturulan ya da yasaya aykırı çalışmaları nedeniyle
yargı yerlerince kapatılan dernek veya siyasî parti gibi kuruluşlara üye
olunmasının suç sayıldığı durumlarda, İtiraz konusu Ek 2. maddede üyelik ilişkisinin
tipik örnekleri olarak gösterilen eylemlerden birinin varlığı sabit olduğunda
sanığın o kuruluşun üyesi kabul edilerek "aksini ispat etmedikçe"
varsayılan bu suçtan dolayı cezalandırılması maddenin buyruğu gereğidir.
Hükümet tasarısının Ek 2. maddeye ilişkin gerekçesinde ve Millet
Meclisi Adalet Komisyonu ile Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu
Raporlarında da açıklandığı üzere, Ek 2. Maddede sayılan eylemlerin
"Kişinin üyeliği hususunda bir nevi kanunî karine"yi oluşturduğunda
kuşku bulunmamaktadır. Bu eylemlerden birini yaptığı sabit olan kişiye yasa
dışı kuruluşun üyesi olmadığını "her türlü sübut vasıtasıyla",
kanıtlamak hakkı tanınması ve bu kişinin yargı yeri önünde "delil
ikamesi" bakımından özgür sayılması bile itiraz konusu hükmün
"masumluk karinesi" ilkesine ters düşme durumunu ortadan kaldıramaz.
İtiraz konusu maddede yer alan kuruluşlara üye olmaktan sanık
kişiler için öngörülen suçluluk karinesi, genel kural niteliğindeki
"masumluk karinesi" nden eksiksiz yararlanan tüm sanıkların, hatta
"Devletin şahsiyetine karşı cürümler" i oluşturan daha ağır cezalı
öteki suçları işledikleri iddia olunanların yanında bu haktan yararlanmayanlar
yönünden ayrık bir durum yaratmakta böylece Anayasanın 12. maddesinde yer alan
yasa önünde eşitlik kuralına belirgin biçimde aykırı düşmektedir. Üstelik bu
aykırılık "...üyelik sıfatının dış belirtisi olarak maddede sayılan
eylemler haricinde kalan" öbür eylemler yönünden Ek 2. maddenin kendi öz
yapısında bile göze çarpmaktadır.
3- Anayasanın 31. maddesi yönünden inceleme :
Anayasanın "Temel haklar ve ödevler" başlığını taşıyan
ikinci kısmının ikinci bölümündeki "Hak arama hürriyeti" başlıklı 31.
maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia
ve savunma hakkına sahiptir." hükmü yer almıştır.
31. maddede öngörülen esasa göre "iddia ve savunma
hakkı" nın kullanılması ancak "meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle" olacaktır. Buradaki "meşru" sözcüğünün, yasada
gösterilen yöntemler deyiminden daha geniş bir anlamı ifade etmek amacıyla
metne konduğu anlaşılmaktadır.
Bu bakımdan, hak arama özgürlüğünün en önemli iki öğesini
oluşturan "iddia" ve "savunma" haklarını kısıtlayacak, bu
hakların eksiksiz kullanılmasını engelleyecek yasa hükümlerinin Anayasaya,
özellikle Anayasanın 31. maddesinin birinci fıkrası hükmüne aykırılığı
tartışmasız kabul edilmelidir.
Gerçekten "iddia ve savunma hakkı" nın her türlü
etkiden uzak kullanılması asıldır. Bu ilke gereği ceza davalarında da
tarafların, yargı yerlerinde, iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan,
serbestçe yapmaları gerekir. Serbestliğin, davanın aydınlığa kavuşmasına, başka
bir deyişle hakkın ve adaletin gerçekleşmesine yol açma amacına yönelik bir serbestliği
içerdiği kuşkusuzdur. Anayasanın öngördüğü "meşru vasıta ve yollar" a
ancak böylelikle başvurulmuş olur. Yargı yerlerinde iddia ve savunmada bulunan
kişilerin kaygılandıran, duraksamaya düşüren ve bu yüzden de onları açıklama
yapmaktan alıkoyan bir durumu iddia ve savunma dokunulmazlığı ile bağdaştırmaya
olanak yoktur.
Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkelere yön veren ve
insanı, insanın mutluluğunu amaç edinen üstün hukuk kurallarının
biçimlendirdiği "masumluk karinesi" ilkesine, "iddianın sabit
olması" zorunluğuna ve "savunmanın ispata gereksinmesi
bulunmaması" na ilişkin kurallara karşı ve tarafların ikame ettikleri
delillerle bağlı olmayan ve kendiliğinden delil araştırabilen, ortaya çıkan
delillerin değerini ve ispat gücünü serbestçe değerlendirme olanağına sahip
bulunan, hem "delil serbestliği" hem de "delillerin
değerlendirilmesi serbestliği" ni kapsamına alan "vicdanî delil
sistemi" ne göre, hükümlerini tam bir inançla, vicdanî kanısına göre veren
tüm ceza mahkemelerinde, gerçek anlamıyla, "ispat yükümlülüğü"nü
içeren bir sorundan da söz edilemeyeceği halde, itiraz konusu yasa kuralının
yürürlüğe konması, savunma hakkının yasal düzenlemelerle zedelenmesinin somut
bir örneğini sergilemiş olmaktadır.
Herkesin "savunma hakkı" na sahip bulunduğunu açıkça
belirleyen 31. maddenin, ceza yargılama hukukundaki savunma hakkını kapsam
dışında bıraktığı öne sürülemez. Çağdaş ceza yargılama hukukunun öngördüğü
savunma hakkı ise, yukarıda da belirtildiği gibi, suçsuzluk karinesine
dayanmaktadır. Bu bakımdan Anayasanın 31. maddesinde yer alan savunma hakkının,
ceza yargılama hukukunda suçluluk karinesine yer vermediğinde kuşku yoktur.
İptali istenen Ek 2. madde ise, kastı da içeren bir suçluluk
karinesi oluşturmak yoluyla, kesin hükme kadar suçsuz sayılması gereken
sanıkların suçluluğu sonucunu ortaya koyan bir durum yaratmaktadır. Bu duruma
yol açan ve suçluluk karinesine dayalı bulunan itiraz konusu hükmün,
sanıkların, yargı yerlerinde, savunmalarını kaygıya kapılmadan, her türlü
etkiden uzak biçimde ve serbestçe yapmalarına olanak vermeyeceği, "yasa
dışı kuruluşlarla olan üyelik ilişkisinin tipik örnekleri" ve "üyelik
sıfatının dış belirtisi" olarak sabit kabul edilen eylemlerin tersini
ispat edememe kaygısının sanığı tedirgin edeceği ve huzursuz kılacağı, bunun
doğal sonucu olarak da savunma hakkının gereği gibi ve yeterince kullanılmasını
engelleyeceği göz önünde tutulduğunda bu maddenin Anayasaya aykırılığı daha da
belirginleşmektedir.
4. Anayasanın 33. maddesi yönünden aykırılık savına gelince :
İtirazcı mahkemenin gerekçeli kararında her ne kadar Anayasanın
33. maddesine aykırılıktan da söz edilmiş ise de, bu madde ile itiraz konusu
kural arasında doğrudan ya da dolaylı bir ilişki görülmediğinden, ayrıca, bu
madde yönünden de inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
Muammer Yazar bu gerekçeye katılmamış ayrıca gerekçe yazma
hakkını saklı tutmuştur.
Yukarıdan beri açıklanan bu nedenlerle, 4/4/1929 günlü,
1412sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu" na 5/3/1973 günlü,
1696sayılı Yasayla eklenen Ek 2. maddenin, Anayasanın Başlangıç kısmına, 2.,
12. ve 31. maddelerine aykırı olması nedeniyle, iptaline karar verilmelidir.
Ahmet Erdoğdu, Osman Tokcan, Rüştü Aral, Adil Esmer, NihatO.
Akçakayalıoğlu ve Hüseyin Karamüstantikoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
İtiraza konu edilen, 4/4/1929 günlü, 1412 sayılı "Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu" na 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasayla eklenen
Ek ikinci madde hükmünün Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline,Ahmet Erdoğdu,
Osman Tokcan, Rüştü Aral, Adil Esmer, Nihat O.Akçakayalıoğlu ve Hüseyin
Karamüstantikoğlu'nun karşıoylarıylave oyçokluğuyla,
29/1/1980 gününde karar verildi.
Başkan
Şevket Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet H. Boyacıoğlu
|
Üye
Ahmet Erdoğdu
|
|
|
|
Üye
Osman Tokcan
|
Üye
Rüştü Aral
|
Üye
Ahmet Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Muammer Yazar
|
Üye
Adil Esmer
|
ÜyeNihat O. Akçakayalıoğlu
|
|
|
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
Üye
Kenan Terzioğlu
|
|
|
|
Üye
Necdet Darıcıoğlu
|
Üye
İhsan N. Tanyıldız
|
Üye
Yekta Güngör Özden
|
KARŞIOY YAZISI
Adana - Kahramanmaraş - Gaziantep - Adıyaman illeri Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Mahkemesince, 4/4/1929 günlü, 1412 sayılı "Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu"na, 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasa ile eklenen
"Ek Madde 2" nin Anayasanın Başlangıç kesimi ile2., 12., 31., ve 33.
maddelerine aykırı olduğu savı ileri sürülerek itiraz yoluna başvurulmuştur.
İtirazın gerekçesinde belirtilen ve savın doğruluğunu kanıtlamak
için açıklamaları yapılan görüşler sırasiyle şöyledir :
A. İtiraz konusu Ek 2 nci madde :
a) Birleşmiş Milletlerin 1945 yılında yayımladığı "İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi"nde ve Avrupa Konseyinin 1950 yılı kabul
ettiği ve Türkiye'nin de katıldığı "İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi"nde yer alan "masumiyet" prensibine aykırıdır. Bir
dernek veya Siyasal partinin görevlisi gibi hareket eden, buyuruk veya öğüt
veren,bildiri çıkaran, demeç veren, haber taşıyan, ödenti veren, başka bir ad
altında yardım eden veya yardımları toplayan, o derneğin ya da siyasal partinin
komitesi, kolu veya hücresinin bir kaç toplantısına katılan veya hazır olan,
kimse o derneğin üyesi kabul edilerek ön yargı ile suçluluğu kabul ediliyor.
Oysa, "masumiyet" ve ceza yargılamaları hukuku ilkelerine göre bir
sanığın, hüküm verilinceye değin suçlu olarak tanınmasına olanak yoktur.
b) Hukuk Devleti ilkesine de aykırıdır. Bir sanığın suçsuz
olduğunu, yasa dışı bir örgütün üyesi olmadığının kanıtlanmasını ondan beklemek
ona yüklemek, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaması nedeniyle Anayasanın 2.
maddesine de aykırı düşer.
B. Başka sanıklardan istenilmeyen "üye olmadığını kanıtlama
zorunluğu" bu sanıklardan istenildiği için eşitlik ilkesini bozması
nedeniyle Anayasanın 12., hak arama özgürlüğünü kaldırdığı için Anayasanın 31.,
"Kanunsuz Suç ve ceza olamaz", "Kimse kendisini veya Kanunun gösterdiği
yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil
göstermeye zorlanamaz" hükümlerini içeren Anayasanın 33. maddelerine
aykırı olduğu için iptali gerekeceği ileri sürülmüştür.
Bu savların sıra ile incelenmesi şu sonuçları oluşturmaktadır:
A. Anayasanın Başlangıç kesiminde : "... insan hak ve
hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve
refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik
hukuk" devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için..."
denilerek, Türk Devletinin İnsan Hakları ve özgürlüklerinin tüm hukukî ve
sosyal temelleri üzerinde kurmak amacında olduğu belirtilmiştir.
a) 1944 yılında ileri sürülen Dumbartan Oaks önerileri, 1945
yılında toplanan ve Birleşik Milletler Anayasasını hazırlayarak imzaya açan San
Fransisko Konferansının temelini oluşturmuş ve 1947 de İnsan Hakları
Komisyonunca önerilen ve ertesi yılda da Genel Kurulca kabul edilerek 10 Aralık
1948 günü yayımlanan "İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 11. maddesinin
1. bendinde şöyle denilmiştir: "Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması
için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama
ile kanunen suçlu olduğu tesbit edilmedikçe masum sayılır. " Başlangıçta
asıl adı "İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi" olan ve Türkiye'de 6366
sayılı Yasa ile yürürlüğe konan "insan Haklarını ve Ana özgürlükleri
Korumaya ilişkin Sözleşme"nin 6. maddesinin 2. bendinde de
"masumluk" ilkesi: "Bir suç ile itham edilen her kişi suçluluğu
yasa gereği sabit oluncaya değin masum" sayılır denilerek yinelenmiştir.
İtirazda, bir kişinin bir dernek ya da siyasal parti görevlisi
gibi hareket etmesinin, buyruk veya öğütler vermesinin, bildiri çıkarması veya
demeç vermesinin, özet olarak Ek 2. maddesinin 1-5. bentlerindeki işlevleri
yapmasının, kanıtlarıyla subüte ermesi durumunda bile onun üye sayılmasını
gerektirmeyeceği halde sanığın o dernek ya da siyasal parti de üye olmuş gibi
kabulü, kişinin hüküm verilinceye değin "masum" sayılması ilkesine ve
böylece İnsan Haklarına aykırı düştüğü belirtilmektedir.
5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasanın gerekçesinde, C. Senatosu
Anayasa ve Adalet Komisyonu raporlarında da açıklandığı gibi Ek 2.maddedeki
eylemlerden sanık olan kişilerin, savunma hakları savunmaya dayalı ve suçla
ilgili tüm savlar kısıtlanmış değildir. Her sanık gibi bu maddeden hakkında
dava açılan kişi, hüküm verilinceye değin kendini savunacak, kanıtlarını,
belgelerini gösterecektir. Sanığın üye olmadığı yolundaki savunması da, ileri sürülmek
istendiği gibi "masumluk" ilkesini bozmaz. T. Ceza Yasasında
gösterilen her sanık, kendisinin, üzerine yükletilen suçla ilgisi olmadığını
savunur. Söz gelimi bir yaralama, duvar delerek hırsızlık suçlarının sanığı,
yaralama suçunun işlendiği sırada başka bir ilde olduğunu, delinen duvardaki
deliğin küçük olup kendisinin şişman olması nedeniyle o delikten içeri
giremeyeceğini ve bu nedenle yerinde keşif yapılmasını ister ve savunur. Bunun
gibi T.C. Yasasının 339 ve sonraki maddelerinde yer alan evrakta sahtekârlık
suçlarının sanıkları, suçlu olmadıklarını evraktaki imzanın kendilerine ilişkin
bulunmadığını savunarak bilirkişi incelemesi yaptırılmasını isteyerek,
masumluklarını tanıtlar. T. Ceza Yasasında yazılı her suç için durum böyledir.
İtirazda olsun çoğunluğun kararında olsun, sanığın dernek veya S. Partide üye
olmadığı ve tanıtlanmasının, "masumluk" ilkesini zedeliyeceği ve
önyargı ile sanığın hükümden önce suçlu sayılacağı görüşünü hiç bir zaman haklı
göstermez. Bu tür bir görüş her türlü suç sanıkları için bizi yanlış sonuca
götürür.
b) Hukuk Devleti ilkesine aykırılık savına gelince :
Bir sanığın üstüne atılan suçla ilgisi olmadığını, suçsuz
olduğunu ve bu konuda kanıtları bulunduğunu yargılama sırasında söylemesi ve
mahkemece de kendisinden belge ve kanıtlarının istenilmesi, ceza yargılama
yönteminin demokratik hukuk devletlerinde uygulanan ortak kuralıdır. Bu durum,
sanığın kendisine suçsuz olduğunu tanıtlama zorunluğunu yüklemek anlamına
gelemez. Kanun adına C. Savcısı, kendi adına sanık, kanıtlarını, belgelerini
mahkemeye sunacakları sav ve savunma amacıyla toplanan tüm kanıtlara göre
mahkeme kararını verecektir. Bu yöntem, Hukuk Devleti ilkelerine aykırı değil,
tersine demokratik Hukuk Devleti'nin gereğidir.
Anayasamızın 2. maddesinde: "Türkiye Cumhuriyeti, insan
haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devletidir" diyerek, Cumhuriyetin, Türk
Devletinin niteliklerini belirtmiştir. Hukuk Devleti, kişiye tüm hak ve
özgürlüklerini tanıyıp bunlara saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir
hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün
işlemlerinde hukuka ve Anayasaya uyan bir devlet demektir (1). Böyle olunca,
sanığa savunma hakkı tanınması olayda görüldüğü gibi, sanığın bir dernek veya
siyasal partinin üyesi olmadığını tanıtlaması, Hukuk Devleti kavramına aykırı
değildir.
B. a) İtiraz konusu maddenin, Anayasanın 2. maddesine aykırı
bulunmadığı yukarıda (A) bölümünün (b) bendinde belirtildiği için burada yinelenmemiştir.
b) Olaydaki sanıklara, gizli dernek ya da siyasal partiye üye
olmadığını kanıtlama zorunluğunu yüklemek, Anayasanın 12. maddesindeki eşitlik
ilkesine aykırı değildir. Eşitlik çeşitli suçların, suçluların arasında değil
bu madde suçlularının arasında ayırım yapılması, ayrı ayrı uygulamaya gidilmesi
durumunda sözkonusu olur. Kaldı ki, başka suçların sanıklarından, kendi
savunmalarını tanıtlama amacıyla belge ve kanıtlar istenmesi nasıl ceza
yargılama yönteminin gereği ise ve eşitlik ilkesini bozmuyorsa durum burada da
özdeştir.
c) İtiraz Konusu Ek 2. madde hak arama özgürlüğünü kaldırmamış
ve bu nedenle Anayasanın 31. maddesine aykırı düşmemiştir. İtirazdaki ve Yüksek
Anayasa Mahkemesinin çoğunluk kararının dayandığı gerekçeye katılma olanağı yoktur.
Çünkü, sanık sav konusu dernek ve siyasal parti üyesi olmadığı yolunda
savunmasını yapabilmekte ve Anayasanın 31. maddesinde yazılı yasal bütün vasıta
ve yollardan yararlanarak yargı mercileri önünde sanık olarak savunma (1)
Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı: l, Sh. 929 hakkını eksiksiz biçimde
kullanmaktadır. Bu durumda, dava konusu Ek 2. maddenin Anayasanın 31. maddesine
aykırı olduğundan söz edilemez.
d) İtiraz yoluna başvuran mahkeme gerekçeli başvuru kararında Ek
2. maddenin Anayasanın 33. maddesine de aykırı olduğunu ileri sürerek bu
maddeden de karar verilmesini istemişse de, çoğunluk kararında da belirtildiği
gibi 33. madde içeriği bakımından itiraz konusu yasa maddesi ile her hangi bir
ilgisi görülmediğinden, bu savından dolayı da itirazın reddine karar verilmesi
gerekir.
Sonuç:
Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle, 4/4/1929 günlü, 1412
sayılı"Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"na 5/3/1973 günlü, 1696
sayılıYasayla eklenen Ek 2. maddenin, Anayasanın Başlangıç kesimi ile 2.,12.,
31., ve 33. maddelerine aykırı olduğu yolunda Adana - Kahramanmaraş - Gaziantep
- Adıyaman İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesince yapılan itirazın
reddine karar verilmesi gerekirken,savın kabulüyle iptal yolunda karar
verilmesi görüşlerime aykırı düştüğünden çoğunluk kararına karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
Adana -Kahramanmaraş - Gaziantep - Adıyaman İlleri Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 4/4/1929 günlü 1412 sayılı Ceza Yargılamaları
Usulü Yasasına 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı Yasa ile eklenen Ek 2. maddenin
Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek iptalini istemiştir.
Türk Ceza Yasasının 146. maddesinde yazılı suçu işlemek için
silâhlı çete kurmak, ruhsatsız bomba yapmak ve bu suça yataklık etmek
eylemlerinden sanıkların cezalandırılmaları istemiyle Askeri Mahkemeye açılan
kamu davasının duruşması sırasında, sanık vekili, Ek 2. maddenin Anayasaya
aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İddiayı ciddi gören mahkeme anılan maddenin
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
Mahkemenin, başvurma kararının gerekçesinde, özetle :
Sanığın,suçlu olduğu henüz bilinmeyen, fakat suçluluğundan şüphe edilen bir
kimse olduğu, bir karara varılması için savunmanın kolaylaştırılması gerektiği,
"masumiyet" ilkesinin 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakkı
Bildirgesinden bu tarafa Birleşmiş Milletlerin 1945 de yayımlanan "İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi" ile Avrupa Konseyinin 1950 de kabul ettiği,
Türkiye'nin de katıldığı "İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi" nde de yer
aldığı, "bir suç ile itham edilen şahıs suçluluğu kanunen sabit oluncaya
kadar masum sayılır." kuralının "şüphe sanığı müstefit kılar"
ilkesi ile de ilgisinin açık olduğu, Ek 2. maddenin Anayasanın Cumhuriyetin
niteliklerine yer veren 2., eşitlik ilkesini öngören 12., hak arama özgürlüğünü
düzenleyen 31. ve cezaların yasal ve kişisel olması, zorlama yasağı kuralını
getiren 33. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Ek 2. maddenin gerekçesinde : "Kanun dışı vücuda getirilen
veya kanuna aykırı faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan
kuruluşlara kanunlarımız değişik isimler vermektedir. Meselâ; Türk Ceza
Kanununun 141 ve 163 üncü maddelerinde "cemiyet", 158 inci maddesinde
"silâhlı cemiyet ve çete", 171 nci maddesinde "gizlice
ittifak", cemiyetler kanununda "dernek" ve "cemiyet",
Siyasi Partiler Kanununda "Siyasi Parti" ismi altında
belirtilmektedir. Tasarı ise bunları "kuruluş" olarak
adlandırmaktadır.
Bu teşekküller mahiyetleri icabı kanun dışı faaliyetlerini gizli
olarak yapmakta ve üyeleri de sıfatlarını saklamaktadır.
Maddede sayılan eylemler, kişinin kanun dışı kuruluşlarla olan
üyelik ilişkisinin tipik örneklerini teşkil etmektedir. Bunlardan birinin
varlığı sabit olduğu takdirde kişinin kuruluş üyesi olduğu kabul edilecektir.
Sözgelimi, Türk Ceza Kanununun 141 inci maddesinin 5 inci bendi veya 163 üncü
maddenin ikinci fıkrasında bahsedilen cemiyete yardım eden veya yardım toplayan
yahut adına talimat emir veya demeç veren kişi o cemiyetin üyesi sayılacak ve
hakkında anılan bent veya fıkradaki ceza uygulanacaktır.
Şu halde ek ikinci maddede sayılan eylemler kişinin üyeliği
hususunda bir nevi kanunî karine teşkil etmektedir. Ancak, bu eylemlerden
birini yaptığı sabit olan kişi her türlü sübut vasıtasiyle eyleme rağmen, kanun
dışı kuruluşun üyesi olmadığını ispat etme hakkına sahiptir. Şu cihetin de
açıklanması gerekmektedir ki, bir kişinin üyelik sıfatının dış belirtisi olarak
maddede sayılan eylemler haricinde kalan diğer hareketleriyle de o kişinin
üyeliği ispat edilebilir.
Bu itibarla maddede sayılan eylemlerden biri sabit olsa bile
sanık bu eylemin kendisinin gayri kanuni teşekkülün üyesi olduğuna delalet
edemeyeceğini her türlü beyyine ile ispat edebilecek ve iddia makamı da,
sanığın kuruluşun üyesi bulunduğunu ispat için maddede sayılan eylemlerin
vücudunu ispat mükellefiyeti ile bağlı kalmayacaktır. Savunma ve iddia yargı
mercii önünde delil ikamesi bakımından özgürlüklerini muhafaza etmektedirler.
"(M.M.T.D. Dönem : 3, Toplantı : 3, Cilt : 26, 18/6/1972 günlü, 134.
Birleşim Tutanağına ekli S. Sayısı: 671, Shf. 11-12)."
Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 5/3/1973 günlü, 1696 sayılı
Yasa ile eklenen Ek 2. madde şöyledir :
"Ek Madde 2- Kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı
faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan dernek veya siyasi parti
gibi kuruluşlara üye olunması suç sayılan hallerde bu nitelikteki bir
kuruluşun;
1- Bir görevlisi gibi hareket eden,
2- Adına bir emir veren veya tavsiyede bulunan veya bildiri
çıkaran veya demeç veren yahut haber taşıyan,
3- Yararına herhangi bir kimseye aidat veya diğer bir nam
altında yardım eden veya yardım taahhüdünde bulunan,
4- Yardım veya yardım taahhüdü toplayan,
5- Bir komitesi, kolu veya hücresinin birkaç toplantısına
katılan veya orada hazır olan kimse, aksini ispat edemedikçe, o kurulun üyesi
sayılır."
Ek 2. maddenin Anayasanın 2., 12., 31. ve 33. maddelerine aykırı
bir yönü olup olmadığı, bu maddenin sanığı korunması, gerçeğin araştırılması,
vicdanî delil sistemi, sanığın şüpheden yararlanması,ispat, delillerin
sağlamlık bakımından ve bütün olarak değerlendirilmesi, karine (kanuni karine,
basit karine) açılarından incelenmesi gerekir.
Ek 2. madde, kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı
faaliyetleri nedeniyle yargı mercilerince kapatılan dernek veya siyasi parti
gibi kuruluşlara üye olunması suç sayılan hallerde bu nitelikteki bir kuruluşun
üyesi sayılmak için, bir görevlisi gibi hareket etmek, bu kuruluş adına bir
emir vermek veya tavsiyede bulunmak veya bildiri çıkarmak, demeç vermek ya da
haber taşımak, kuruluş yararına herhangi bir kimseye aidat vermek, diğer bir
nam altında yardım etmek, veya yardım taahhüdünde bulunmak, yardım veya yardım
taahhüdü toplamak, üye olunması suç sayılan kuruluşun bir komitesi, kolu veya
hücresinin birkaç toplantısına katılmak veya orada hazır olmak öğelerini
kapsamaktadır.
Yasa dışı sayılan bir kurulun üyesi olarak suç işleyen, hakkında
Ceza Yasası hükümleri uyarınca kamu davası açılan kimsenin leh ve aleyhindeki
delillerin mahkemece kendiliğinden toplanması Anayasa ile Ceza Yargılamaları
Usulü Yasasının gereğidir. Cumhuriyet Savcılığının yahut Askerî Savcılığın suç
ihbarına, suç işlendiği iddiasına dayanak yapılan delillerle yetinmesi, sanığı
savunmasının alınmaması; savunmanın dayandığı delillerin toplanmaması söz
konusu değildir. Savcılık, Ek 2. maddedeki öğelerin delillerini mahkemeye
getirip bu delillerin geçerli ve inandırıcı, mahkeme takdirine yeterli olmadığı
mahkemece saptandıktan sonra, Anayasa ile Usul Yasasının güvencesi altında olan
ve hiçbir biçimde kısıtlanamayan savunma hakkına dayanarak sanık aksini ispat
edebilecektir Ek 2. madde ile bu hak kısıtlanmamıştır. Ceza Hukukunun
"sanık yararına"ilkesinin işlerliğini ortadan kaldıran bir yön
bulunmamaktadır. Yukarıda değinilen sanığın korunması, gerçeğin araştırılması,
delillerin vicdani kanı meydana gelmesini sağlaması, leh ve aleyhteki
delillerin eş değerde olması halinde sanığın şüpheden yararlanması, delillerin sağlamlık
bakımından ve bir bütün olarak değerlendirilmesi, karine (kanunî karine, basit
karine) gibi ceza hukuku ve ceza usûlü kuralları zedelenmemektedir. Bu
açıklamalar gösteriyor ki, insan haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, hukuk devleti ilkesini içeren Anayasanın 2. maddesine bir
aykırılık bulunmamaktadır. Anayasanın Herkesin "dil, ırk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde
eşit" olduğunu "hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz." kuralını getiren 12. maddeye aykırı olduğu da düşünülemez.
Yasa önünde eşitlik ilkesi herkesin her yönden aynı hükümlere bağlı olması
gerektiği anlamına gelmez. Bu ilke ile güdülen amaç,benzer koşullar içinde,
özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme bağlı tutulmasını
sağlamaktır. Kimi yurttaşlar için haklı nedenlere dayanılarak veya bunların
durumlarındaki farklılığın doğurduğu zorluklar dolayısıyla aynı kurallar
konulması halinde eşitlik ilkesinin zedelenmesinden söz edilemez.
Yasaların Anayasaya uygunluğunun denetlenmesi sırasında iptali
istenen hükmün öteki yasalara karşı olan durumunun, onlarla çelişir veya
çelişmez nitelikte oluşunun değil, Anayasa ilkelerine ve bu ilkelerin dayandığı
genel hukuk kurallarına uygun olup olmadığının araştırılması gerekir.
Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları
koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini görevli
sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uyan bir devlettir.
Bir yasadaki kapalılık da salt bu nedenle Anayasaya aykırılığı
oluşturmaz. Yasalarda anlamı açık olmayan kapalı kavramlar Anayasanın özüne ve
sözüne uygun biçimde yorumlanarak açıklanabiliyorsa, salt kapalılık öne
sürülerek Anayasaya aykırılık sonucuna da varılamaz.
Anayasanın 11. maddesi uyarınca, temel hak ve
özgürlükler,Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli
güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın
korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer maddelerinde gösterilen özel
sebeplerle, Anayasanın özüne ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.
Yasa temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz. Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep
ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan
kaldırmak kasdı ile kullanılamaz. Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların
cezası yasada gösterilir.
Anayasa'nın 31. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da,
herkes,meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı ve davalı olarak, iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Anayasanın 33. maddesinin dördüncü fıkrasında da "kimse
kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz" hükmü
öngörülmüştür.
Anayasa'nın yukarıda belirtilen hükümleri karşısında Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasına 1696 sayılı Yasa ile eklenen Ek 2. maddenin
Anayasaya aykırılığı sözkonusu olamaz. Ek 2. madde, Anayasa ve Yasalarda yer
almayan bir ceza hükmü getirmiş değildir. Bu madde içerdiği beş halden biri
delilleri ile ortaya konulduğunda, yasadışı bir kuruluşun üyesi olduğu iddia
edilen kimseye aksini ispat edebilme hakkını vermiştir. Böylece "aksini
ispat edemedikçe, o kurulun üyesi sayılır." kuralı savunmayı, eşitlik
ilkesini, hukuk devleti ve ceza hukukunun sağladığı güvenceyi ortadan kaldırmış
sayılamaz. Bu kural bir kimsenin, bilebilecek durumda değilken, bir rastlantı
sonucu yasa dışı bir kuruluş üyeleri ile bir arada olması, bu gibi kişilerin
suç işledikleri sırada aynı yerde bulunması, kendisinin delil aranmadan yasa
dışı kuruluşun üyesi sayılmasını gerektirmez. Bu durumda kalan kimse, aksini
ispat edebilme hakkına sahiptir.
Bu açıklamalar karşısında Ek 2. maddenin Anayasanın 2., 12.,31.
ve 33. maddelerine aykırı olduğu kabul edilemez. Aksine Anayasanın 11. maddesi
Ek 2. madde ile yapılan düzenlemeye izin vermektedir.
Bu nedenle çoğunluk görüşüne karşıyız.
Üye
Osman Tokcan
|
Üye
Adil Esmer
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
KARŞIOY YAZISI
Ceza yargılama yönteminde sanıkların masumiyeti ilkesi bir
karine olarak kabul edilir. Yapılan soruşturma, öne sürülen deliller ve
bunların değerlendirilmeleri, tarafların iddia ve savunması, hâkimin duruşmadan
elde ettiği kanaat sonunda bu masumiyet karinesi, ya çürütülür ve böylece
masumiyet ortadan kalkar, ya da bu karinenin gerçeğe uygun olduğu sağlanır.
Diğer yandan belli koşulların ispat ve gerçekleşmesi halinde
de,yasalarca bir suçluluk kısmen kabul edilebilir. Yeterki bu haller masumiyet
karinesini çürütebilecek derece ve kuvvette olsun. Zira toplumun var olması ve
varlığını sürdürmesi böyle bir karinenin kabulünü zorunlu kılar. Bu nedenledir
ki Ek. 2. Maddedeki hallerin, genel olarak değil, teker teker gözden
geçirilerek suçluluk karinesine elverişli olup olmadığının araştırılması
gerekir.
Öte yandan suçluluk karinesi hiçbir zaman değişmezde değildir.
Önce iddia makamının Ek 2. maddedeki hallerin varlığını ispat etmesi gerekir.
Bu ispattan sonra suçluluk karinesi tekevvün eder. Ancak maddenin açık hükmü
gereği, sanık tarafından bu karinenin hilâfı hiçbir kayda tabi olmadan delil
ikamesi suretiyle ispat edilebilir. Bu hususta delil nevinin ne olacağını
gösteren, sınırlayıcı bir yasa hükmü de yoktur.
Ayrıca sosyal durumun ve adlî sicil kayıtlarının, sanığın olayın
suçlusu olduğu veya olmadığı da etkili bulunmadığı kesin olarak savunulamaz.
Bundan başka hakim ortaya atılan delillere ve duruşmadan elde
edeceği kanaate göre taktirini kullanacaktır. İtiraz konusu hükümde, hükmün
takdirini engelleyen bir hüküm yoktur. Hakimin kanaatinin meydana gelmesi de,
tek tek delillerin değerlendirilmesi olduğu kadar, hep birlikte
değerlendirilmesi ile de oluşur.
Bu nedenlerle itiraz konusu hüküm sanığın yeni deliller ortaya
koymasını engellemediği gibi, hakimin de taktir hakkını kullanmasını
sınırlayıcı ve ortadan kaldırıcı nitelikte değildir. Bu yönlerdenEk 2. maddenin
iptali yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.
DEĞİŞİK GEREKÇE
Anayasamız yalnız Anayasa'ya aykırı bulunan kuralların iptaline
izin vermiştir. Anayasa'nın sözüne veya ruhuna aykırı olduğu saptanamayan
hükümler iptal edilemez. Bir üstün hukuk kuralı, Anayasanın sözüyle ya da
espirisiyle beliren koruyuculuğunun dışında kalmış olmasa gerek. Bu nedenle
iptal davasında aykırılığın, sadece Anayasanın metnine veya ruhuna aykırılık
biçim ve niteliğinde, bir başka söyleyişle, Anayasa'nın içinde aramak, yani
Anayasa ile, iptali istenen hükmü yan yana getirerek inceleyip bulmak lâzımdır.
İşte bu tür arayışla görülen aykırılık Anayasa'nın 33. maddesi hükümleri
karşısında mevcuttur. Bu değişiklik gerekçenin yazılması zorunluğu da
çoğunluğun, 33. maddeye aykırılık bulunmadığı görüşünü benimsemesinden ileri
gelmiştir.
İptali istenilen, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununa1696 sayılı Yasayla eklenen Ek 2. maddenin metni çoğunluk gerekçesi
arasında yazılmıştır. Yasa, bu maddede beş bent halinde gösterilen belli
eylemlerden birini, üye olunması suç sayılan bir kuruluşun yararına veya onun
adına işleyenleri o kuruluşun üyesi saymış, bununla beraber üye olmadıklarını
ispat hakkı tanımıştır. Bu hakkı tanımasaydı, dava konusu hükmün Anayasa'ya
aykırılığından söz edilemeyecekti, Çünkü: Hangi eylemlerin suç sayılacağını
takdir yetkisi yasa koyucuya aittir. Söz konusu eylemleri suç saymakla yasa
koyucu Anayasal yetkisini kullanmış olacaktır. Bu suçların işlenmediğini
kanıtlama yükü sanığa yüklenmediğine, sanık tarafından işlendiğinin usulüne
uygun olarak saptanması gerekli bulunduğuna göre yasa hükmü de Anayasa'ya
aykırı olmayacaktı. Yasa koyucu sanık lehine giderek, ona, üye olunması suç
teşkil eden kuruluşun üyesi olmadığını ispat hakkı tanıması, bu hakkın
tanınmadığı halde Anayasa'ya aykırı olmayan bir yasama işlemini Anayasa'ya
aykırı hale getirmez. Ve biraz aşağıda açıklanacağı gibi, üye olmadığını ispat
edememek hali, daha önce işlenmiş olan. eylem usul üzere sabit olmadıkça, ona
suç niteliği veremeyeceğine, sübut suç öğesi sayılamayacağına göre (aslolan
suçsuzluktur) kuralını da zedelemez.
Anayasa'ya aykırılık burada değil, bir eylemin suç sayılmasında
gerekli bulunan (sarahatın) açıklığın yokluğundadır. Şimdi onu arza çalışacağım
: Anayasa'nın 33. maddesinin 1. fıkrası "kimse, işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz."
buyruğunu taşımaktadır. Demek ki bir eylemden dolayı bir kimsenin
cezalandırılabilmesi için o eylemin işlendiği anda yasanın onu suç saymış
bulunması gerekiyor. Aynı maddenin ikinci fıkrasını oluşturan "cezalar ve
ceza tedbirleri ancak kanunla konulur" hükmü, birinci fıkra ile birlikte
gözönüne alınınca suç saymanın açık olması gereği kuşkusuz olarak ortaya çıkar.
Anayasa koyucu, suç saymadı (sarahat) açıklık bulunması hususundaki iradesini
Türk Ceza Yasasının birinci maddesi ile bir kez daha ifa ederek açıklık bulunma
kuralını belirgin hale getirmiştir. Madde "kanunun sarih olarak suç
saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez" diyor. Şu halde bir eyleme
suç diyebilmek için onun işlendiği anda yasa ile açıkça suç sayılmış bulunması
şarttır.
İptali istenilen yasa hükmünün bu koşulu taşıyıp taşımadığına
gelince : İptal davasının konusu olan Ek 2. madde "sarih olarak suç
sayma" koşulunu taşımamaktadır. Düşüncenin bir örnekle ifadesi hem
anlatmada ve hem de anlaşılmada kolaylık sağlar. A nın sözü geçen Ek 2. maddede
belirtilen bir kuruluşun üyesi olmadığına, üye olmadığını da tanıklarla ispat
edebilecek durumda olduğunu kabul edelim. Bu halde iken o maddede gösterilen
eylemlerden birini işlerse ona kimse suçlu diyemez, kendisi de suçlu olmadığına
kanidir. Hakkında açılan dava görülürken tanıkları ölmüş ya da adresleri
değişmiş veya bu gibi nedenlerden ötürü çağırılıp dinlenememiş yahut delilleri
serbestçe takdir yetkisine sahip olan hâkim savunma delillerini yeterli görmemiş
olabilir. Bu takdirde sanık A eylemi işlerken suçlu olmadığı halde bu sefer
suçlu durumuna düşecektir. Burada yasanın yeter derecede açık olduğunu kabul
etmenin olanağı yoktur.
Gerçekten üye olmayan bir kimsenin, üye olunması suç teşkil eden
bir kuruluşun üyesi sayılması, üye olmadığını ispat edememesinden değil, iptali
istenen Ek 2. maddedeki eylemleri işlemesinden ileri gelmektedir. Bunlara
eklediği (imali veya ihmali) olumlu veya olumsuz hiç bir hareketi yoktur. O
halde suçluluk sadece bu eylemlerden doğmaktadır. Üye olmadığını ispat edememek
suçun bir (unsuru) öğesi değildir. Bir savunmayı ispat edememenin suç olacağı
veya suçluluğa bir katkıda bulunacağı düşünülemez ve bu işitilmemiştir de. Bu
husus o kadar kesindir ki fazla söz söylemeyi bile kaldırmaz. Üye olmadığını
ispat edemeyiş, suçun varlık kazanmasına etkili olmamasına, ispat etmekle,
işlenilen eylemlerin yasal niteliğinden bir şey silinip götürmediğine ve
sonradan açılan davada üye olmadığını ispat edene ceza verilemeyeceğine göre bu
eylemlerin işlendiği anda suçun vücut bulduğu kabul edilemez. Veya azından,
vücut bulmuş olması şüphelidir, karanlıktır, "sarih olarak suç sayma"
koşulu gerçekleşmemiştir. Bu haliyle dava konusu Ek 2. madde, Anayasa'nın 33.
maddesine aykırıdır bu nedenle iptali gerekir.