"...
II- İptal davasının gerekçesi: Dava dilekçesinde öne sürülen
iptal gerekçesi şöyledir:
"Kanun esas bakımından aşağıdaki belirtilen noktalarda
Anayasaya aykırıdır:
l- 1895 sayılı (Kanunun 7. ve 12. maddeleri, Anayasanın 39. ve
130. maddelerine aykırıdır.
A - İlgili hükümler:
a) Mezkûr Kanunun 7. maddesinde şu hüküm vardır:
"Tesbit ve takdir işleri :
Madde 7- Komisyon, tesbit ve takdir işlerini aşağıdaki sıraya
göre yürütür ve tamamlar.
1- Mevcutların tespiti.
2- Mevcutlardan devralınacakların ayrılması.
3- Ayrılanların değerlerinin takdiri.
Birinci aşamada; madende mevcut yeraltı ve yerüstü sınai ve
sosyal tesisler, araç ve gereçler, teçhizat, malzeme gibi taşınmaz ve taşınır
mallar ve tesisler ile çıkarılmış cevher stokları yerleri itibariyle ve
halihazır durumlariyle bir tutanakla tespit olunur.
İkinci aşamada; yukarıdaki mal ve tesislerden arama ve işletme
faaliyetlerinin emniyeti ve devamlılığı için sorumlu görülenler ayrılarak
ikinci bir tutanakla tesbit olunur.
Üçüncü aşamada; ayrılan mal ve tesislerin 12 nci maddede
açıklanan esas ve usullere göre değerleri hesaplanmak suretiyle üçüncü bir
tutanakla tespit olunur."
b) Bu Kanunun 12. maddesinde ise şu hüküm vardır :
"Tazminat:
Madde 12- Devletçe geri alınacak, maden hakkı sahiplerine
ödenecek tazminat, 7. madde gereğince düzenlenen tutanakta tespit ve devri
öngörülen taşınır ve taşınmaz mallar ile tesisat bedellerinden ibarettir.
Bu bedellerin tayininde :
A) İşletme hakkına konu madenlerde;
a) Taşınır ve taşınmaz malların devir günündeki rayiç değeri,
b) Tesisatın, kullanma durumu ve sağlayacağı fayda oranı
gözönünde tutulmak suretiyle tespit olunacak rayiç değeri,
B) Maden Kanununa göre, bulunmuş maden niteliğine ulaştırılmış
işletme hakkı talepli madenler ile arama ruhsatnameli madenlerde;
(A) bendi gereğince tayin olunacak tazminat tutarından, varsa,
maden hakkı sahibinin sattığı cevher bedelinin düşürülmesi suretiyle bulunacak
miktar,
C) Öncelik hakkına konu madenlerde;
Harç teminatiyle varsa diğer kanuni ödemeler toplamı, esas
alınır.
Bulunmuşluk niteliğine ulaştırılmamış, işletme hakkı talepli ve
arama ruhsatnameli madenler için sahiplerine herhangi bir ödeme yapılmaz."
c) Anayasanın "Devletleştirme" başlığını taşıyan 39.
maddesinde şu hüküm vardır.
"Madde 39- Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler,
kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılığı kanunda gösterilen
şekilde ödenmek şartıyla devletleştirilebilir. Kanunun taksitle ödemeyi
öngördüğü hallerde, ödeme süresi on yılı asamaz ve taksitler eşit olarak
ödenir; bu taksitler, kanunla gösterilen faiz haddine bağlanır."
d) Anayasanın "Tabii servet kaynaklarının aranması ve
işletilmesi" başlığını taşıyan 130. maddesinde ise şu hüküm vardır:
Madde 130- Tabii servetler ve kaynakları, Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir.
Arama ve işletmenin Devletin özel teşebbüsle birleşmesi suretiyle veya doğrudan
doğruya özel teşebbüs eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır.
B- Anayasaya aykırılıklar:
1- Kanunun 7. maddesine göre madenle varlığı tesbit edilen ve
devri öngörülen taşınır ve taşınmaz mallar ile tesisat tazminata konu
edilmiştir. Yani 7. maddeye ve 12 maddenin mefhumu muhalifinde çıkan manaya
göre,
- Bizatihi maden hakkı için tazminat ödenmiyecektir.
- Madenin rezervi değerlendirilmiyecek ve bundan doğan
menfaatler tazminat bedelinde nazarı itibara alınmayacaktır.
- Madencinin III. şahıslarla yaptığı hukuki muameleler de nazarı
itibara alınmayarak, tazminat miktarının tesbitinde değerlendirilmeyecektir.
Bu durum, kanunun 12. maddesinin gerekçesinde de açıklanmıştır.
2- Kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi maden
rezervine tazminat ödenmiyecektir.
- Madencinin kârdan mahrumiyeti de nazarı itibare alınmaya
çaktır. Kâr mahrumiyetine yer verilmemiştir
3- Kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi maden deyimi
birbirini tamamlayan dört faktörden meydana gelmektedir.
Bunlar;
1- Yeraltında mevcut maden rezervi,
2- Bu rezervin yeryüzüne çıkarılması için yapılmış yeraltı ve
yerüstü, yani yollar, kuyular, galeriler, makinalar, alet, edevat, techizat,
v.s.,
3- Cevherin aranıp işletilmesi ve bundan yararlanılması için
verilmiş haklar, bunlar işletme imtiyazı, işletme ruhsatı, arama ruhsatıdır,
4- Maden hakkının sahibi.
Kanunun, madenle ilgili birbirini tamamlayan bu 4 ana unsuru
nazarı itibara alarak tazminat miktarını ve tazminatın unsurlarını belirtmesi
gerekirken bu yapılmamıştır. Maden deyimini meydana getiren 4 faktörden sadece
ikisini teşkil eden maden hakkıyla tesisat nazarı itibara alınmış, geriye kalan
iki ana faktör nazarı itibara alınmamıştır. Bu suretle tazminat tayini
madencilik hukukuna da aykırıdır. Bu bakımdan kanunun 7. ve 12. maddeleriyle
tespit edilecek olan tazminat bedeli Anayasanın 39. maddesindeki "gerçek
karşılık" müessesesine tamamen aykırı düşmektedir.
Anayasamızda iki türlü müessese vardır. Bunlardan bir tanesi,
Anayasanın 38. maddesinde yer alan "kamulaştırma" müessesesidir. İkincisi
ise Anayasanın 39. maddesinde yer alan "devletleştirme"
müessesesidir. Anayasamızda millileştirme diye bir müessese yoktur. Madenler
için kamulaştırma ve Anayasanın 38. maddesinin uygulanması bahis konusu olamaz.
Zira madenler mülkiyet konusu olmadığı için, özel mülkiyetin âmme hizmetine
tahsisi de burada söz konusu değildir. Madenler için Anayasanın ancak 39.
maddesi uygulanabilir. Çünkü Anayasanın 39. maddesinde de belirtildiği gibi
kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının gerektirdiği
hallerde, gerçek karşılığı kanunda gösterilen şekilde ödenmek şartıyla
devletleştirilebilir. Anayasanın 130. maddesine göre kanunun açık izniyle
madenler özel teşebbüs eliyle aranmakta ve işletilmektedir. Yani madenler,
hangi safhada olursa olsun, Anayasanın 130. maddesine ve kanuna dayanılarak
özel teşebbüs tarafından özel işletmeciliğe konu edilmektedir. Bu sebeple
Anayasanın 130. ve 39. maddelerini beraber nazarı itibare almak gerekir. Bu
kanunla, Anayasanın 39. maddesindeki "Devletleştir me" müessesesine
aykırı olarak, tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, nevi şahsına
münhasır bir müessese ihdas etmiştir. Maden haklarının geri alınmasında
Anayasada yeri olmayan bir müessese ihdası, hem Anayasaya aykırı ve hem de
hukukumuzuda garip bir durum meydana getirmiştir. Yani, ancak devletleştirme
yolu ile maden haklarının geri alınması söz konusudur. Maden haklarının geri
alınmasında Anayasanın 39. maddesinin uygulanması lâzımdır. Halbuki tazminatın
tespit ve takdirine ve tazminata müteallik, kanunun 7. ve 12. maddeleri
Anayasanın 39. maddesine aykırıdır.
5- Kanunda tanzim edilen maden haklarının geri alınması, klâsik
anlamda (racha) müessesesine de aykırıdır. Şöyleki:
Kanunun gerekçesinde, maden imtiyazlarının geri alınması,
imtiyaz haklarının geri alınması müessesesi olan racha'ya benzetildikten sonra,
maden imtiyazlarında Devletçe maden imtiyazı sahibinin kârının garanti edilmesi
ve zararını karşılama taahhüdü bulunmadığı, madencilikte kâr edilmesi kadar
zarar edilmesi de ihtimal dahilinde bulunduğu için 1895 numaralı Kanunda racha
deyimine ve racha ile ilgili tazminat esaslarına yer verilmediği
belirtilmektedir. Halbuki Racha'da muhakkak kâr garanti edilmesi veya zararın
karşılanması gerekmez. Bazı amme hizmetleri imtiyaz şeklinde işletilebilir.
Hizmetin işletilmesi, tekmil masraf ve zararları ile bir şahsa tevdi
edilmiştir. Amme hükmi şahsı imtiyaz mukavelesine göre hizmeti yapacak kişiye
bir takım yetki ve imtiyazlar verir. Gerekirse mali yardımlarda bulunur. Kâr ve
zarar imtiyaz sahibine aittir. (Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, idare Hukukunun
Umumi Esasları, Cilt l, sahife 44).
Madencilikte zarar edilmesi ihtimali demek mevzuata göre
verilmiş bir hakka hiç bir karşılık ödenmeden bu hakkın Devletçe geri alınması
demek değildir. Madencilikte zarar ihtimali her türlü ticarette olduğu gibi
normal koşullar altında madencilik yapılmasına rağmen doğabilecek zarar
demektir. Maden Kanunu ile üzerine almış olduğu yükümlülükleri, örneğin 40 yıl
süre ile vermiş olduğu maden imtiyaz hakkını tek taraflı olarak yerine
getirmekten vazgeçen idarenin hak sahibine verdiği zararı racha müessesesi de
ödemek zorunluğunu koymuştur.
Racha'da tazminatın unsurları : Amortisman çıktıktan sonraki
tesis kıymetleri, menkul eşya değerleri, imtiyaz sahibinin müstahdemlerine
ödeyeceği tazminatı ve imtiyaz sahibinin kâr mahrumiyetini kapsar, Bu
nedenlerle rachadaki tazmin esaslarının kabul edilmemesi hususundaki kanun
gerekçesi dayanaktan yoksundur.
6- Kanunun 7. ve 12. maddeleri şu sebeplerle de Anayasanın adı
geçen maddelerine aykırıdır:
a) Kanunda gerekçe olarak Anayasamızın 39. maddesinin özel ve
teşebbüslerin devletleştirilmesi ile ilgili bulunmadığı ve serbest teşebbüs
sahasına giren özel teşebbüslerin devletleştirilme hükümlerine tâbi
tutulamayacağı nedenleri gösterilmektedir.
Ayrıca, Anayasamızın 130. maddesine göre madenler üzerinde
mülkiyet hakkı bahis konusu olamayacağından madenler devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunduğundan ve çeşitli maden haklan idari müsaade
niteliğini taşıdığından bahisle kanun gerekçesi 39. maddenin maden haklarının
geri alınmasında uygulanamayacağı sonucuna varmaktadır.
Bu gerekçelerle racha ve devleştirmenin öngördüğü tazmin
mükellefiyetleri kanunda yer almaktadır. Halbuki, maden haklarının geri
alınmasında devletleştirme esaslarının uygulanması Anayasa ve Maden Kanunu
icabıdır.
b) Ereğli Kömür havzasındaki ocakların Devletçe işletilmesi
hakkındaki 3867 sayılı Kanunun 7. maddesinde madenciye ödenecek tazminat
miktarının tayininde "Madenlerin bilcümle tesisatıyla işletmeye mahsus
demirbaşı için madenin işletilmesinden temin edilecek safi kâr ve amortismanlar
yekûnu esas tutulur. Normal işletme halinde bulunan ve cevher ihtiyaçlarına
göre istihsal miktarını azaltmadan bu işletmeyi en az 20 sene idame edecek olan
madenlerde safi kâr ve amortismanlar yekûnu olarak kıymet takdirine tekaddüm
eden son beş sene vasatisi alınır." hükmü mevcuttur. Görüldüğü gibi, kâr
mahrumiyeti de dahil geniş bir tazminat Ereğli Kömür havzasının
devletleştirilmesinde de kabul edilmiştir. Halen yürürlükte bulunan 1961
Anayasamızın devletleştirme halinde ödenmesi gereken tazminatı gerçek karşılık
olarak saptanmıştır. Aşağıda açıklanacağı gibi bu tazminat 3867 sayılı Kanun;
zamanındaki tazminatı aşan tam bir karşılık niteliğindedir.
c) Anayasamızın 130. maddesi tabii servetleri Devletin hüküm ve
tasarrufu altında saymış, bunların aranması ve işletilmesi hakkını devlete hak
ve görev olarak vermiştir.
Anayasamızın 39. maddesi ise, kamu niteliği taşıyan özel
teşebbüslerin kamu yararı gerektirdiği hallerde gerçek karşılığı kanunda
gösterilen şekilde ödenmek şartı ile devletleştirilebileceği esasını koymuştur.
Yeraltı servetlerinin en önemlilerinden oluşan madenleri aramak
ve işletmek bir kamu hizmeti niteliğindedir. Esasen Devletin hak sahibi olduğu
hususlarda yaptığı işlerde iktisadi devlet kuruluşlarının uğraşılarına özel iş
demeye imkân yoktur. Devletin yaptığı iş kamu hizmetidir. Devlet 6309 sayılı
Maden (Kânunu ile bu kamu hizmetini yapma hususunda serbest teşebbüs ile kamu
kuruluşlarına eşitlik tanıdığına göre verilen bir maden hakkının geri alınması
halinde Anayasamızın 39. maddesinin uygulanması tabiidir.
Nitekim Ord. Prof. Sıddık Sami Onar yukarıda bahsi geçen
eserinin 33. sahifesinde kamu hizmetini "kamu yararının, umumi menfaatin gerektirdiği
ihtiyaçları karşılamak üzere yapılan faaliyet" şeklinde tanımlamıştır.
Bazı hallerde kamu hizmeti yeniden ihdas olunmaz. Hususi bir
teşebbüs âmme hizmeti haline getirilir ve neticesi millileştirme şeklinde
tecelli eder. Devlet mülkü olmakla beraber bir nevi imtiyazla hususi fertler
tarafından kendi nam ve hesaplarına istetilen Ereğli kömür havzasında madenler
devletleştirilmiş ve işletilmeleri Etibank'a tevdi edilmiştir.
İktisadi devlet kuruluşları ve ezcümle Etibank emanet usulü ile
görülen âmme hizmetleri grubuna girerler Devletin iktisadi hayata müdahale
zorunda kalması, bir kısım imtiyazlı âmme hizmetlerini devletleştirmesi, hususi
teşebbüs ve faaliyetleri devletleştirerek bunlara bir âmme hizmeti niteliği
vermesi iktisadi ve sınai mahiyette âmme hizmetleri ihdası iktisadi devlet
teşekküllerini doğurmuştur. Ancak, iktisadi devlet kuruluşlarının Özellikleri
bakımından bu kuruluşlar ticari teşebbüsler gibi idare edilirler. İktisadi
devlet kuruluşlarının üçüncü şahıslarla ilişkilerinde özel hukuk kurallarının
uygulanması yapmakta oldukları hizmetin âmme hizmeti niteliğini bertaraf etmez.
(Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, aynı eser, sahife 34, 35, 39, 42, 44.)
Geniş anlamı ile devletleştirmeyi de kapsayan millileştirmede
millileştirilen teşebbüs üzerindeki mülkiyet hakkı kanun gereğince Devlete
geçmektedir. Millileştirilen teşebbüs veya teşebbüs kategorilerinin kanunda
belirtilmesi gerekir. (Millileştirme ve idare Hukuku Doç. A. Ülkü Azrak, sahife
82).
Yukarıda açıklandığı gibi, ancak devletleştirme yolu ile maden
haklarının geri alınabilmesi mümkündür. Yani, Anayasamızın 39. maddesine göre
hareket edilmek gerekir.
Devletleştirmede gerçek karşılığın ödenmesi öngörülmüştür.
Anayasamızın hazırlanışında bu konuda çok ileri gidilmiş olması muhtemel
devletleştirmeleri önleme amacını açığa vurmaktadır. Meclis tutanakları
incelendiği zaman bu kaygı açıkça görülür. (A. Ülkü Azrak. sahife 97.)
Şu hale göre kanundaki tazminat esası ve gerekçeleri Anayasanın
39. maddesine ters düşmektedir.
d) Anayasamızın 39. maddesinde yer alan "gerçek
karşılığı" saptamak için ilgili mevzuata ve müellif fikirlerine göz atmak
gerekir.
1895 sayılı Kanun Devletçe işletilecek madenler üzerindeki
haklarının geri alınması başlıklı ise de, kanun geri alma yani maden haklarını
fesih veya iptali niteliğini taşımamakta, maden haklarının kamu tüzel
kişilerine devri esaslarını tesbit etmiş bulunmaktadır. Bu nedenlerle, Maden
Kanununun hakların devri ile ilgili hükümlerinin ve devir bedelinin saptanması
bakımından diğer mevzuatın incelenmesi icabetmektedir.
Maden Kanunumuzun 39. maddesi arama ruhsatnamesinin, 58. maddesi
işletme hakkı talebinin, 87. maddesi işletme ruhsatnamesinin, 89. maddesi ise
işletme imtiyazının devri hususlarında maden hakkı sahibine tam bir yetki
tanınmıştır. Başka bir deyimle maden hakkı sahibinin dilediği bedel ile maden
hakkını üçüncü şahısa devir yetkisi vardır. Ayrıca Maden Kanunu hükümlerine
göre tekaddüm hakkını sağlayan bir kişi madenin arama ruhsatnamesini, işletme
ruhsatnamesini ve işletme imtiyazı almak yetkisine de sahip bulunmaktadır.
Türk Ticaret Kanununun 12. maddesinin 4 numaralı fıkrasına göre
madencilik ticari bir işletmedir. Ticaret Kanununun 11. maddesi maden haklarını
ticari işletmenin aktifine dahil ettiği gibi, aynı Kanunun 139. maddesinin 2
fıkrasına göre her türlü maden hakları ticaret şirketine sermaye olarak
konulabilir. Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanununun ilgili hükümleri karşısında,
bahis konusu kanunla maden hakkı kamu kuruluşuna devredildiğine göre bu
devirden dolayı maden hakkı sahibinin mamelekindeki azalmayı hesaplamak
gerekir.
Madencilikte gerçek değerin tayininde ilmi formüller vardır.
Örneğin memleketimizde uygulanan ve mahkemelerce de kabul dilen
"Haskolt" formülünden yararlanmak yerinde olur.
Madenin kamu kuruluşuna devredilmesi ile maden hakkı sahibinin
patrimuvanında bir azalma, buna karşılık devir alan kamu kuruluşu mamelekinde
bir çoğalma meydana getiren kâr mahrumiyetinin maden hakkı sahibine ödenmesi
mevzuat ve doğal hukuk kuralları gereğidir.
Mali varlığında, eksilme olanın rızasına bakılmaksızın mevcut
bir hukuki ilişkinin ihlâli kâr mahrumiyeti de dahil tazminat ödenmesi için
yeterli bir koşuldur. "Tandoğan, Türk Mes'uliyet Hukuku, Akıt Dışı ve Akdi
Mes'uliyet. 1961 tab'ı sahife 6, 65".
e) 130' maddede (Tabii servetler ve kaynakları Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır" ibaresi vardır. Bu hükmü açıklayabilmek için bir
şeyin Devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasıyla, Devletin mülkiyetine dahil
bulunması arasında ayrıntılara değinmek gerekir.
Menfaat umuma ait mallar cümlesinden olmakla Devlet madenler üzerinde
sadece muhafaza ve murakabe yetkisine sahiptir. Türk Hukukunda hakim olan
görüşe nazaran menfaati umuma mahsus şeyler üzerindeki Devletin hakkı özel
hukukta yer alan bir mülkiyet niteliğinde olmayıp, kamu yararı için yüksek bir
nezaret hakkını ifade eder (Ord-Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Gayrimenkul
Tasarrufları, 1956, tab'ı, sahife 24, Ord Prof. Ferit Hakkı Saymen Eşya Hukuku,
sahife 10).
Ord. Prof. Hirş, 1966 tab'lı staatsverfassungen Den Welt adlı
eserinde 166. sahifesinde "Türk Anayasasının 130. maddesindeki ağırlık
noktasını tabii servetlerin hususi hukukun mülkiyet ve Medeni Kanun kaidelerine
tabi olmaktan çıkarılması ve münhasıdan âmme hukuk kurallarına tabi tutulması
teşkil etmektedir" demektedir.
Anayasa Mahkememiz, Anayasamızın 130. maddesine dayanarak,
27/2/1965 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan bir kararıyla içmeye ve yıkanmaya
mahsus sıcak ve soğuk sularla kaplıcalar üzerindeki mülkiyet hakkının Bakanlar
Kurulu kararıyla belediyelere ve sair kamu kuruluşlarına devredebileceğine dair
kanunu iptal etmiştir.
Devletin yeraltı servetleri bakımından hakkı müntazır bir
haktır. Yani madenin aranması veya işletilmesi bahis konusu olduğu zaman ortaya
çıkan bir haktır.
Bütün bu nedenlerle tazminat miktarını çok kısıtlayan tetkik
konusu kanun Anayasaya aykırıdır.
f) 1895 sayılı Kanun başlığı Devletçe işletilecek madenler
üzerindeki hakların geri alınması ibaresini ihtiva etmektedir. Bu ibare
Devletçe işletilecek madenler üzerindeki hakların idarece geri alınabileceği
intibaını uyandırabilir. Nitekim, Senato ve Mali ve İktisadi İşler Komisyonu
raporunda gerek kanun başlığında ve gerekse 1., 2 maddelere "Devletçe
işletilmesi kanunla kararlaştırılmış" ibaresi ilâve olunmuştur. Ancak,
Senato da Anayasamızın öngördüğü süre içinde kanun karara bağlanmadığından
Millet Meclisinden gelen şekliyle otomatik olarak kabul edilmiş sayıldığından
Cumhuriyet Senatosu Komisyonlarındaki değişiklikler kanun metnine intikal
etmemiştir.
Kanun tasarısı gerekçesinde "... son Hükümet programında
linyit ve borasit madenlerinin Devlet eliyle işletilmesi ilkesi kabul edilmiş
ve amacı teminen 6309 sayılı Maden Kanununa ek hükümler getirilmek üzere Maden
Kanununun tadili yoluna gidilmiştir... Çeşitli madenlerin kendilerine has
özellikleri varsa da Devlete intikal ve tazminat ödenmesi hususlarında ortak
esasları mevcut bulunması istimlâk kanunu gibi halde ve gelecekte bütün
işlemlere uygulanacak sürekli bir kanunun yapılması nedenleriyle bu nitelikte
bir tasarı hazırlanması tercih olunmuştur" ibareleri vardır. Maden Kanunumuzda
maden hakları kanunla kabul edilmiş bulunmasına göre bu hakların geri
alınmasının da ya madenin cinsi veya belirli maden haklarına münhasır olmak
üzere kanunla düzenlenmesi gerekir.
Yukarıdaki nedenlerle, maden haklarının geri alınması için maden
ilmini veya ruhsatları birer birer tasrih eden kanunlar çıkarılması gerekir.
Halen bu şekilde hiç bir kanun kabul edilmiş değildir. 1895 sayılı Kanun
madenler üzerinde kazanılmış maden haklarının kanun veya kanunlarla geri
alınması kararlaştırılacak olanlarla ilgili formalite ve tazminat hükümlerini
tesbit etmektedir.
7- Kanunun 16. maddesi de, Anayasanın 11. ve 36. maddelerine
aykırıdır.
Kanunun 16. maddesinde, Devletçe geri alınan maden hakkı
sahalarındaki muvakkat işgal, istimlak ve tahsise konu olmuş gayrimenkullerin
madeni devir alan kamu tüzel kişisine geçeceği hükme bağlanmıştır. Ancak bu
madde de, maden hakkı sahibi tarafından evvelce ödenen muvakkat işgal
tazminatının ödeneceğine; maden hakkı geri alınan özel kuruluşa istimlâk
bedelinin ödeneceğine ve bu bedelin miktarına dair herhangi bir sarahat yoktur.
Bu maddeye göre maden hakkı geri alınan şahsa, muvakkat işgal tezminatı ve
istimlâk bedeli ödenmeden, bu şahsın gayrimenkullerine el konulabilecektir. Bu
durumda anayasanın 36. maddesinde teminata bağladığı mülkiyet hakkının özü
tahrik edilmiş olacaktır. Bu itibarla Kanunun 16. maddesi Anayasanın 11. ve 36.
maddelerine aykırıdır.
8- a) Kanunun 19. maddesi uyuşmazlıkların çözümü ile ilgilidir.
Bu maddeye göre, bu kanundan (yani 1895 sayılı Kanundan) doğan uyuşmazlıkların
çözüm yeri Danıştay olarak kabul edilmiştir. Halbuki, Danıştayın görevlerinin
neler olduğu Anayasanın 140. maddesinde belirtilmiştir. Bedel ve tazminatla
ilgili konular genel mahkemelerin görev ve yetkileri dahilindedir. Kamulaştırma
da bedel ve tazminat konulan ilgili davalar genel mahkemelerde görülmektedir.
Halbuki Kanunun 19. maddesiyle bütün uyuşmazlıkların çözümü Danıştaya
verilmiştir. İdari kazanın yetkili ve görevli olamıyacağı alanlar ve konular,
kanunla idari kazaya bırakılmıştır. Bu bakımdan da Anayasanın "Kanuni
yargı yolu"nu tanzim eden 32. maddesine aykırıdır.
b) Kanunun 19. maddesinin 3. ve 4. fıkralarında bilirkişilerin
nasıl tayin edileceği bildirilmiştir. Anayasanın 132. maddesine göre mahkemeler
bilirkişi tayin ve tesbitinde serbest olmalıdırlar. Halbuki 19. maddenin 3. ve
4. fıkralarında, bilirkişi konusunda mahkemeler icbar edilmektedir. Bu sebeple
bu hükümler Anayasanın mahkemelerin bağımsızlığını tanzim eden 132. maddesine
aykırıdır.
c) Kanunun 19. maddesinin son fıkrası, kaza mercilerinin ve icra
dairelerinin ihtiyati tedbir veya tehiri icra kararı veremeyeceğini hükme
bağlamıştır. Bu hüküm Anayasanın 31. ve 114. maddelerine aykırıdır. Zira
Anayasanın 31. maddesine göre hak arama özgürlüğü vardır. Herkes, meşru bütün
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak, iddia ve savunma hakkına sahiptir. Anayasanın 114. maddesine
göre ise idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır. Halbuki
burada, yani 19. maddesinin son fıkrasıyle, maden hakkı geri alınan şahsın
haklarını aramak için kaza ve icra mercilerine başvurması, ihtiyati tedbir ve
tehiri icra talep etmesi önlenmiştir. Bu durum Anayasanın 2. maddesinde
belirtilen "hukuk devleti" ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
1895 sayılı Kanun usul yönünden Anayasaya aykırıdır:
a) Bu Kanun tasarısı C.H.P. ve M.S.P. koalisyon zamanında
hazırlanmış. Başbakan tarafından 9/5/1974 tarihinde, Millet Meclisi
Başkanlığına sunulmuştur. Millet Meclisinin 30/1/1975 tarihli 33. Birleşiminde
görüşmesi yapılmış, Millet Meclisinin 5/2/1975 tarihli 35. Birleşiminde kabul
edilmiştir. (Ek 4. Millet Meclisi Tutanak Dergisi 30/5/1975 tarihli birleşim,
Ek 5, Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 5/2/1975 tarihli 35. Birleşim).
b) Bu Kanun tasarısı, Anayasanın kanunların görüşülmesi ve
kabulü ile ilgili 92. maddesinin hükümlerine aykırı olarak kanunlaşmıştır.
Anayasamız çift Meclis sistemini kabul etmiştir. Kanunların belirli nitelikte
olmasını sağlamak maksadı ile çift Meclis sistemi kabul olunmuştur. Bu kanun
Cumhuriyet Senatosunda görüşülmemiştir. Anayasanın 92. maddesindeki, mekik sistemi
adı verilen sistem bu kanun için uygulanmamıştır. 92. maddenin son fıkrasındaki
sürelerin hesabında Millet Meclisi ile Cumhuriyet Senatosu arasında ihtilâf
vardır. Hatta bu yüzden Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, "Köyişleri Bakanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun" un Anayasanın 93. maddesi uyarınca
bir defa daha görüşülmesini istemiştir.
c) 1895 sayılı Kanun Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunda
görüşülmeden 7/5/1975 tarihinde kabul edilmiş sayılarak 24 Mayıs 1975 tarihli
Resmi Gazete'de yayınlanarak ilân edilmiştir. Yani bu kanun Anayasanın 92.
maddesine aykırı bir şekilde kanunlaşmıştır. Bu bakımdan da kanunun iptali
gerekmektedir.
d) 7 Mayıs 1973 tarihinde kanunlaştığı kabul edilen 1713 sayılı
"Madencilik Reformu Kanunu" da, Parlâmentonun diğer kanadı olan
Cumhuriyet Senatosunda görüşülmeden kanunlaşması, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk
tarafından uygun bulunmamıştır.
Sayın Cumhurbaşkanı sözü geçen kanunun, bu gerekçe ile
Anayasanın 93. maddesi gereğince, bir defa daha görüşülmek üzere geri
göndermiştir. (Ek 6, Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 21/5/1973 tarihli 112.
Birleşim.)
Son istek :
1- 24 Mayıs 1975 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan
"Devletçe işletilecek madenler üzerindeki hakların geri alınması ve hak
sahiplerine ödenecek tazminat hakkında" 1895 sayılı ve 7/5/1975 kabul
tarihi Kanun. Anayasanın 92. maddesine aykırı olarak kanunlaşmıştır. Bu
bakımdan Kanunun tümünün usul bakımından Anayasaya aykırılığı sebebiyle
iptaline karar verilmesini;
2- 1895 sayılı Kanunun "tesbit ve taktir işleri" ne
ait 7. maddesi ve "tazminat" başlığını taşıyan 12. maddesi Anayasanın
39. ve 130. maddelerine aykırıdır. Bu maddelerin iptaline karar verilmesini;
3- 1895 sayılı Kanunun "işletme ile ilgili taşınmaz
mallar" başlığını taşıyan 16 maddesi Anayasanın II. ve 36. maddelerine
aykırıdır. Bu maddelerin iptaline karar verilmesini,
4- a) 1895 sayılı Kanunun 19. maddesinin Danıştayla ilgili I.
fıkrası Anayasanın 32. ve 140. maddelerine aykırıdır.
b) 19. maddenin 3. ve 4. fıkralarındaki bilirkişiyle ilgili
hükümleri Anayasanın 132. maddesine aykırıdır,
c) 19. maddenin son fıkrası Anayasanın 2., 31. ve 114.
maddelerine aykırıdır.
Bu sebeple 19. maddenin de iptaline karar verilmesini;
5- 1895 sayılı Kanunun tetkikat esnasında rastlanarak Anayasaya
aykırı bulunan diğer hükümlerinin de iptaline karar verilmesini;
Arz ve istirham ederim.""