"...
II - İTİRAZDA BULUNAN MAHKEMENİN GEREKÇESİ:
Mahkeme gerekçeli kararında özetle: 1773 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun" un 9. maddesi uyarınca Türk Ceza Kanununun 168. maddesine giren suçlara bakmağa ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402/1, ve 405. maddelerine göre de ortaya çıkan uyuşmazlığı çözmeye görevli ve yetkili olduğunu; 1803 sayılı Kanunun kimi hükümleri Anayasa'nın 92. maddesindeki biçim kurallarına aykırı görülerek Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve böylece Yasa'nın tümünde biçim eksikliğinin varlığı kesinlik kazanmış olduğundan, aynı Kanunun 2. maddesinin (A) bendinin de Türk Ceza Kanununun 168. maddesiyle sınırlı olarak, bu nedenlerle biçim yönünden iptali gerektiği kanısına vardığını; belirtmiştir."
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1975/197
Karar Sayısı:1975/213
Karar günü:9/12/1975
Resmi Gazete tarih/sayı:9.4.1976/15554
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme: Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi.
İtirazın konusu: 15/5/1974 günlü, 1803 sayılı "Cumhuriyetin 50. Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanun" un 2. maddesinin (A) bendinin Türk Ceza Kanununun 168. maddesi yönünden iptali istemidir.
I - OLAY:
Hükümlüler vekilince Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine verilen dilekçede; 1803 sayılı Kanunun 2. maddesinin (A) bendinin Türk Ceza Kanununun 168. maddesi açısından iptali için dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istenmiştir.
Cumhuriyet Savcısı bu istemlerin reddi gerekeceğini ileri sürmüş, Mahkeme ise infaz evresinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402/1., 405. maddelerine göre çözülmesi gereken bir uyuşmazlığın bulunduğu sonucuna varmakla birlikte, hükümlüler avukatının Anayasa'ya aykırılık istemini de ciddî görerek itiraz konusu kuralın iptali için Anayasa'nın değişik 151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar vermiştir.
III - İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca yaptığı ilk inceleme toplantısında aşağıdaki sorunlar üzerinde durulmuştur:
l - Mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın bulunup bulunmadığı sorunu:
Anayasa'nın değişik 151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine göre bir Mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için öngörülen koşullardan birisi, bakılmakta olan bir davanın bulunmasıdır. Bir davanın varlığının kabul edilebilmesi için de onun, kanunlara uygun biçimde açılmış olması ve ilgili mahkemenin görevi içine girmiş bulunması gerekir.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın var olup olmadığının saptanabilmesi için, infaz evresinde hükümlülerin Cumhuriyet Savcısına ve mahkemeye başvurmalarının içeriği ve uyuşmazlığın niteliği üzerinde durulmalıdır.
Silahlı cemiyet ve çete teşkil etmek suçlarından yargılanarak Adana 6. Kolordu Sıkıyönetim Mahkemesince Türk Ceza Kanununun 146/1. maddesi delaletiyle, 168. maddesine göre 15 er yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş ve bu cezaları kesinleşmiş olan üç hükümlünün vekillerince Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine verilen 16/7/1975 günlü dilekçede, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlan gözönüne alınarak müvekillerinin 12 yıllık ceza indiriminden yararlandırılmaları istenilmiş, ancak, Cumhuriyet Savcısı bu istemin reddi gerekeceği görüşünde bulunmuştur.
Böylece, hükümlüler ile Cumhuriyet Savcısı arasında cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmeyeceği konusunda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402/1. maddesine göre yeni bir uyuşmazlık çıkmış ve 405. maddesi uyarınca da bu uyuşmazlık konusu hakkında ilgili mahkemece bir karar verilmesi gerekmiştir.
Mahkeme ise, infaz evresinde Cumhuriyet Savcısı ile hükümlüler arasında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi kapsamına giren bir uyuşmazlık doğduğu ve aynı Kanunun 405. ve 1773 sayılı Kanunun 9. maddeleri gereğince de bu uyuşmazlığı çözmeye kendisini görevli ve yetkili gördüğü için elinde bakılmakta olan bir davanın bulunduğu sonucuna vararak Anayasa'nın 92. maddesinin beşinci fıkrasına göre, 1803 sayılı Kanunun 2. maddesinin .(A) bendinin Türk Ceza Kanununun 168. maddesi açısından iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
Uyuşmazlık, çözüme bağlanmak üzere, görevli bir mahkeme önüne kanuna uygun biçimde getirilmiş ve mahkemece çözülmesi gerekmiş olduğuna göre, bu uyuşmazlığı bir dava olarak nitelemek ve böylece mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın varlığım kabul etmek gerekir.
Kani Vrana, Ahmet Akar, Abdullah Üner, Şekip Çopuroğlu, Hasan Gürsel, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
2 - Anayasa Mahkemesinin itirazı incelemeye görevli ve yetkili olup olmadığı sorunu:
Suç ve cezaların affını öngören yasaların da Anayasa'ya uygunluk denetimine bağlı olup olmayacağı sorunu üzerinde durulmuş, öteki kanunlarda olduğu gibi bunların da Anayasal denetimden geçirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Konuya ilişkin ayrıntılı gerekçeler Anayasa Mahkemesinin 28/11/1974 günlü, Esas: 1974/34, Karar: 1974/50 sayılı kararında, tümüyle açıklanmış bulunduğundan burada yinelenmesine gerek görülmemiştir. (Resmî Gazete, gün: 21/1/1975, sayı:15125).
Şu duruma göre. itiraz yoluyla gelen bu işe bakmanın Anayasa Mahkemesinin görevi içinde bulunduğu açıktır. Bu görüşe Halit Zarbun katılmamıştır.
3 - 1803 sayılı Af Kanununun 2. maddesinin (A) bendinin davada uygulanacak hüküm olup olmadığı sorunu:
Anayasa'nın değişik 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddelerinde öngörülen koşullardan ötekisi de, itiraz konusu yapılan hükmün, Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı hüküm olmasıdır.
Mahkemenin önüne getirilen işte itiraz konusu kuralı uygulama olanağı yoktur. Çünki, hükmün kesinleşmesinden sonra ve infaz evresinde Anayasa Mahkemesince 1803 sayılı Kanunun 5. maddesinin (A) bendinin iptal edilmesi üzerine, hükümlüler Adana İnfaz Savcılığına başvurarak 12 yıllık ceza indiriminden yararlandırılmalarını istemişlerdir. Cumhuriyet Savcılığınca cezanın infazında tereddüde düşülerek Mahkemeye başvurulmuştur. 6. Kolordu Sıkıyönetim Mahkemesince verilen 17/7/1974 günlü ve 1973/68-69 sayılı tavzih kararında özetle; Türk Ceza Kanununun 146. maddesindeki suçun işlenmesi maksadıyla silahlı cemiyet ve çete kurulduğundan, hükümlüler hakkında uygulanan asıl cezalandırma maddesinin 168. madde olduğu, bu nedenle hükümlülerin 1803 sayılı Kanunun 5. maddesinin (A) bendinde yer alan 146. madde ile ilgileri bulunmadığı ve ancak 2. maddenin (A) bendi uyarınca 5 yıllık
ceza indiriminden yararlandırılmış oldukları açıklanmıştır. Sıkıyönetim Mahkemesinin bu karan, hükümlülerin temyiz etmeleri üzerine Askerî Yargıtay 2. Dairesinin 22/8/1974 günlü ve 1974/731-725 sayılı karan ile onanarak kesin hüküm haline gelmiştir. Bu durumda, Mahkemece artık Türk Ceza Kanununun 168. maddesi açısından, yeniden 1803 sayılı Kanunun 2. maddesinin (A) bendinin uygulanması suretiyle uyuşmazlığın çözülmesi olanağı kalmamıştır. Dava, ancak kesinleşmiş olan kararla bağlı olarak bu karardaki esaslara göre çözülebilir. Böylece, itiraza konu edilen bendin "dava sebebiyle uygulanacak kanun hükmü" niteliği de ortadan kalkmıştır.
Bu nedenle, 1803 sayılı Kanunun 2. maddesinin (A) bendi davada uygulanacak hüküm olmadığından itirazın, Mahkemenin yetkisizliği yönünden reddi gerekir. Şevket Müftügil, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun, Ziya Önel, Lütfi Ömerbaş ve Ahmet Salih Çebi bu görüşe katılmamışlardır.
IV - SONUÇ:
1 - Mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın bulunduğuna Kani Vrana, Ahmet Akar, Abdullah Üner, Sekip Çopuroğlu Hasan Gürsel, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşı oylarıyla ve oyçokluğu ile;
2 - İşin incelenmesinin Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisi içinde bulunduğuna Halit Zarbun'un karşı oyuyla ve oyçokluğuyla;
3 - 1803 sayılı Af Yasasının 2-A maddesi, davada uygulanacak hüküm olmadığından itirazın, Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine Şevket Müftügil, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun, Ziya Önel, Lûtfi Ömerbaş ve Ahmet Salih Çebi'nin karşıoylariyle ve oyçokluğuyla;
9/12/1975 gününde karar verildi.
Başkan
Kâni Vrana
Başkanvekili
Şevket Müftügil
Üye
İhsan Ecemiş
Ahmet Akar
Halit Zarbun
Ziya Önel
Abdullah Üner
Ahmet Koçak
Şekip Çopuroğlu
Muhittin Gürün
Lütfi Ömerbaş
Hasan Gürsel
Ahmet Salih Çebi
Nihat O. Akçakayalıoğlu
Ahmet H. Boyacıoğlu
KARŞIOY YAZISI
I. İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin itiraz yazısına bağladığı belgelere göre olay aşağıda açıklandığı gibidir.
1 - Dosyada isimleri geçen sanıklar, Türk Ceza Kanununun 146. maddesinde yazılı cürmü işlemek maksadiyle silahlı cemiyet ve çete teşkil etmek suçundan aynı Yasanın 168. maddesi uyarınca Adana 6. Kolordu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesince yargılanmışlar ve haklarında tesis olunan hükümlülük kararı kesinleşerek infaza başlanmıştır.
2 - 1803 sayılı Af Yasasının 5/A maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 2/7/1974 günlü, 19/31 sayılı karan ile iptali üzerine, hükümlüler, 5. maddenin (A) bendinde geçen 146. maddenin, iptal kararı sonucunda aynı Yasanın 1. maddesi kapsamına girmiş olduğunu belirterek kendilerinin de 12 yıllık aftan yararlandırılmalarını istemişler, infaz savcılığı da başvurmayı yerinde görerek bu konuda bir karar verilmesini Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinden talep etmiştir.
3 - Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi 17/7/1974 gününde konuyu incelemiş, Türk Ceza Kanununun 146. ve 168. maddelerindeki suçların birbirinden ayrı ve müstakil suçlar olduğunu belirterek iddiayı reddetmiş ve 168. madde 1803 sayılı Yasanın 2. maddesinin (A) bendinde yer aldığından Af Yasasının bu maddesi uyarınca mahkûmiyet müddetlerinden beşer yılın tenziliyle geri kalan cezanın çektirilmesine karar vermiş ve bu karar dahi Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 22/8/1974 günlü, 1974/731-725 sayılı kararıyle onanmıştır.
4 - Bu defa hükümlüler vekili 16/7/1975 günlü dilekçe ile 1803 sayılı Yasanın 2. maddesinin (A) bendinin Anayasa'ya aykırılığım öne sürerek Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 ve 405. maddeleri uyarınca başvurmuş, Cumhuriyet Savcılığı mahkemece yapılacak bir görev olmadığından talebin reddine karar verilmesini istemiştir.
II. Bir mahkemenin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için Anayasa'nın değişik 151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri uyarınca o mahkemenin elinde yolunca açılmış, görevine giren ve bakmakta olduğu bir davanın var olması ve ayrıca itiraza konu yapılan hükümlerin de o davada uygulanma yeri bulunması koşullarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 402. maddesi uyarınca, cezanın yerine getirilmesi sırasında, bir mahkûmiyet hükmünün yorumlanmasında veya tayin olunan cezanın hesabında tereddüt edilmesi yahut cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilmesi gerekmediğinin ileri sürülmesi hallerinde, mahkemeden bir karar alınması öngörülmüştür. Yine aynı Kanunun 405. maddesinde cezanın yerine getirilmesi sırasında yukarıda sözü edilen 402. madde gereğince verilecek kararların başvurma yeri olarak mahkeme gösterilmiş ve yalnız, anılan kararların mahkemece duruşma yapılmaksızın verilmesi yolu benimsenmiştir.
Öğretide genel olarak ve uygulamalarda da çoğu kez benimsendiği üzere, genel anlamda her dava, yasalarda gösterilen ve orada çözülmesi gereken bir uyuşmazlıktan oluşmaktadır. Uyuşmazlık yargı yerince çözülmüş ise, Anayasa'ya uygunluk denetimi yönünden mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın varlığından artık söz edilemez. Bu bakımdan, hükümlü hakkında kesin mahkûmiyet kararı ile sonuçlanmış bulunan asıl ceza davasını, mahkemenin bakmakta olduğu bir dava olarak nitelendirmeye olanak yoktur.
Diğer yandan hükümlünün 12 yıllık aftan yararlandırılması yolundaki istemi üzerine oluşan uyuşmazlık Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi uyarınca Mahkemeye intikal ettirilmiş ve Mahkeme bu isteği reddederek 1803 sayılı Yasanın 2. maddesinin (A) bendini uygulamak suretiyle hükümlülük müddetinden beşer yılın indirilmesine ve geri kalan cezanın çektirilmesine karar vermiştir. Hükümlü vekilleri, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince uygulanan 1803 sayılı Yasanın 2. maddesinin (A) bendi hakkında, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne başvurarak Anayasa'ya aykırılığım öne sürmüşler ve Cumhuriyet Savcılığı yukarıdaki konulara değinerek ve mahkemece yapılacak bir görev olmadığını da belirterek talebin reddini istemiştir.
Şu durumda Cumhuriyet Savcılığı ile hükümlü arasında cezanın yerine getirilmesi gerekip gerekmiyeceği konusunda oluşmuş bir uyuşmazlığın var olduğu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi uyarınca başvurulan mahkemenin elinde usulünce açılmış, bakılmakta olan yeni bir davanın bulunduğu söylenemez.
Durum böyle olduğu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi uyarınca oluşmuş bir uyuşmazlık söz konusu olmadığı halde, hükümlü vekilinin başvurmasını dava sayan çokluk görüşüne karşıyız.
Kani Vrana
Sekip Çopuroğlu
1) Kanaatımızca olayda kesin hükmün "muhkem kaziye" varlığından sözedilemez. Hükümlülerin redle sonuçlanan ilk müracaatlarındaki istekleri, 1803 sayılı Af Yasasının 5/A maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucu bu maddede yazılı T. C. K. nun 146. maddesindeki suçun 12 senelik indirime tabi olduğu, cezalandırıldıkları T. C. K. nun 168. maddesinin dayanağının sözü edilen 146. madde olması nedeniyle kendilerinin de 12 senelik indirimden yararlanmaları lâzım geldiği nedenine dayanmaktadır. Daha açık bir anlatımla 1803 sayılı Kanunun 5/A maddesinin iptal edilmesi nedeniyle aynı Kanunun 1. maddesi hükmünden yararlandırılmalarını istemişlerdir. İtiraz konusu ise 1803 sayılı Kanunun başka bir maddesinin, 2/A maddesinin iptaline ilişkindir. Bu itibarla dava sebepleri ve son istek birbirinden tamamen ayrıdır. Dava sebebi ve son isteğin ayrılığı halinde ise kesin hükümden söz edilemez. İsteğin yeni bir dava olarak ele alınması gerekir.
2 - Af Kanunundan yararlanma isteği bu yönden bir zamanla da sınırlandırılmış değildir. Bu itibarla hükümlülerin evvelce yararlanmak istedikleri Af Kanunu hükmünün haklarında uygulanma olanağı olmadığının hükme bağlanmış olması, Af Kanununun diğer hükümlerinden yararlanmalarını önleyici bir sebep değildir. Hükümlülerin, lehlerine sonuç verecek bir hükümden yararlanmalarını - olayımızda Af Kanununun l. maddesinden yararlanmalarını - önleyen kanunun başka bir hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğundan bahisle iptalini istemelerini yasaklayan bir kural yoktur. Aksi görüş Af Kanunun niteliği ve adalet ilkeleriyle bağdaşmaz.
3 - Öte yandan, hükümlüler haklarında evvelce verilmiş olan mahkeme ilâmının tadil ve tebdilini istemiş değildirler. Sonradan lehlerine çıkan bir kanun hükmünden yararlanmalarına engel saydıkları ve Anayasa'ya aykırı buldukları Af Kanununun başka bir maddesinin iptalini istemektedirler. Hükümlülerin bu kanunun iptali hakkında daha evvel Anayasa Mahkemesine başvurmaları olmadığı gibi bu yolda verilmiş bir karar da bulunmadığı cihetle Sıkıyönetim Mahkemesinin vermiş olduğu kararın bu olayda kesin hüküm sayılması mümkün değildir. Hükümlülerin Sıkıyönetim Mahkemesindekî istekleri bir kanun hükmünün uygulanmasına ilişkin olduğu halde Mahkememizden istenilen kanun maddesinin iptalidir. Bir davada kesin hükümden bahsedilebilmesi için son istekte ayniyat olması gerekir. Bu itibarla da davamızda kesin hükmün varlığından söz edilemez.
4 - Nitekim, T. C. K. nun 168. maddesi ile mahkûm olan ve hakkındaki hüküm kesinleşmiş bulunan herhangi bir kimsenin cezasının infazının her safhasında, ceza gördükleri T. C. K. nun 168. maddesini kapsayan 1803 sayılı Af Yasasının dava konusu 2/A maddesinin iptalini istemek hakkı bulunduğu kuşkusuzdur. Bidayette Af Kanunundan yararlandırılmamış olmaları buna engel teşkil etmez.
5 - Diğer taraftan kesin hükmün varlığı halinde mahkemenin yapacağı iş bunu saptamaktan ibaret olup yeni bir inceleme yapmasına olanak yoktur. Bu itibarla kesin hükmün kabulü halinde dava o noktada sonuçlanmış olacağından artık mahkemenin elinde bakmakta olduğu bir davanın varlığından sözedilemez. Çoğunluk ise davanın varlığını kabul etmiş olmasına karşın kesin hüküm nedeniyle itirazın reddine karar vermiştir. Biz bunun bir çelişki olduğu sanısındayız.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle olayda kesin hüküm olmadığı ve 1803 sayılı Af Yasa'sının 2/A maddesinin uygulanacak hüküm olduğu ve bu itibarla işin esasının incelenmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına karşıyız.
Lûtfi Ömerbaş
"Dava, açılması, gelişmesi ve sonuçlanması" yargılama yöntemleri yasalarında belirli biçimlere ve açık kurallara bağlanmış ve delâlet ettiği anlam ve kavram bu kurallarla nitelendirilmiş bir hukukî girişimdir. Anayasa'nın değişik 151. maddesinde sözü geçen "bakılmakta olan dava" deyimi ile de ancak bu nitelikte bir hukukî girişimin kast olunduğundan kuşku edilemez.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. ve 405. maddeleri kurallarının aynı yasanın ceza davalarımı düzenleyen kuralları ile karşılaştırılması sonucunda açıkça görülür ki bu iki maddeye konu olan başvurma ve incelemelerin ceza davalarına benzeyen veya onlarla tedahül eden bir yanı yoktur. Bu durumda Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. ve 405. maddeleri uyarınca intikal eden iş ister ilgililer ile Cumhuriyet Savcısı arasındaki anlaşmazlığın çözümü için gelmiş, ister ilgililerin doğrudan doğruya mahkemeye başvurmaları biçiminde oluşmuş bulunsun bunun Anayasa'nın değişik 151. maddesinin uygulanması yönünden bir dava sayılması düşünülemez.
Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin elinde bakılmakta olan bir dava bulunmadığından ve şu nedenle de Anayasa'nın Mahkemelerin, yasaların Anayasa'ya uygunluk denetiminden geçirilmesini isteyebilmeleri için öngördüğü koşullardan "bakılmakta olan bir davanın bulunması" koşulu gerçekleşmemiş olduğundan itirazın bu gerekçe ile red edilmesi gerekirken 9/1271975 günlü, 1975/197-213 sayılı Anayasa Mahkemesi hükmünde yazılı olduğu üzere karar verilmesine karşıyım.
Bu olayda sanıklar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sını cebren tağyir, tebdil ve ilga etmek için silâhlı cemiyet ve çete kurduklarından dolayı T.C.K. nun 146. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle 168. maddesine göre 15'er yıl ağır hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar verilip hüküm Askeri Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşmiş ve cezalarının çektirilmesine başlanmıştır.
1803 sayılı Af Kanununun yürürlüğe girmesi üzerine hükümlüler, infazın sürdürüldüğü Niğde Cumhuriyet Savcılığına başvurarak 12 yıllık aftan yararlanmaları gerektiğini öne sürmüşler. Savcılıkça bu istek reddedilmiştir. Bundan sonra hükümlüler Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine başvurmuşlar ve bu Mahkemece de, C.M.U.K. nun 402. maddesine göre yapılan incelemede, 1803 sayılı Af Kanununun 2. maddesinin (A) bendinin T.C.K. nun 168. maddesi yönünden Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir.
Sanıklar hakkında açılmış olan kamu davası, Mahkemece verilen ve Askerî Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşmiş olan hükümle sona ermiş, bundan sonra infaz evresi başlamıştır. Oysa Anayasa'nın 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine göre, bir mahkemenin bir kanun hükmünü, Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesine gönderebilmesi için gerekli şartlardan birisi de elinde bakmakta olduğu bir (dava) nın var olmasıdır. Bu hükümlerdeki (dâva) kavramının, Yargılama Usulü Kanunlarındaki kurallar dairesinde mahkemelerde açılan ve yine o kurallara göre görülmesine başlanmış olan (dâva) nın kastedildiği kuşkusuzdur. Mahkemelerce verilen hükümlerin kesinleşmesinden ve böylece dâva münasebeti hukuken sona erdikten sonra C.M.U.K. nun 402. maddesine göre yapılan başvurmaların ve cezanın infazı sırasında meydana gelen her uyuşmazlığın bu nitelikte bir (dâva) olarak kabulü dava tekniğine ve hukuk kurallarına uygun düşmemektedir.
Yukarıda yazılı nedenle, (Mahkemenin elinde bakmakta olduğu bir dava bulunduğu) yolundaki görüşe katılmıyorum.
Anayasa'nın 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri ilk fıkraları ile itiraz yoluna, ancak "bir davaya bakmakta olan" mahkemenin başvurabileceği buyruğunun, itiraz edilen kuralın "O dava sebebiyle" uygulanacak olmasını öngören öteki hükümle birlikte incelenmesinden çıkan sonuç;
İtirazcı mahkemenin elindeki davanın "bakılabilecek nitelikte" bulunmasıdır.
Olayda, 1803 sayılı Kanunun yargı yolu ile kesinleştirilmiş bir uygulaması, yeniden ele alınmak istenmektedir. Bu ise olanaksızdır.
Açıklanan durumda itirazcı mahkeme elinde, bakılabilecek bir dava olmadığı için, itirazın, sonraki inceleme yapılmadan reddi gerekirdi.
Nihat O. Akçakayaoğlu