ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1974/36
Karar sayısı:1974/35
Karar günü:24/9/1974
Resmi Gazete tarih/sayı:27.1.1975/15131
İtiraz
yoluna başvuran mahkeme: Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi.
İtirazın
konusu: 15/5/1974 günlü, 1803 sayılı Cumhuriyetin 50 nci Yılı Nedeniyle Bazı
Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanunun 2. maddesinin (B) işaretli bendini
Anayasa'ya aykırı gören mahkeme, Anayasa'nın değişik 151. ve 24/4/1962 günlü,
44 sayılı Kanunun 27. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurup, bu
konuda bir karar verilmesini istemiştir.
I-
OLAY : Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin
11/2/1971 günlü, 7453/543 sayılı ilâmı ile onanmak yoluyle 11/2/1971 gününde
kesinleşmiş olan 9/10/1970 günlü, 1968/10 esas ve 1970/223 karar sayılı kararı
ile, 12/8/1967 gününde işlediği yol kesmek suretiyle silahlı gasp suçundan
ötürü Türk Ceza Kanununun 497/2 ve 59. maddeleri uyarınca (16) yıl (8) ay ağır
hapis cezası ile cezalandırılan hükümlünün teslim olduğu 19/8/1974 gününde bu
cezasının yerine getirilmesine başlanması üzerine, vekilleri tarafından
12/8/1974 ve 20/8/1974 günlü dilekçeler ile .mahkûmiyet kararında sonradan
yürürlüğe girmiş bulunan 15/5/1974 günlü, 1803 sayılı Af Kanunu hükümleri
nedeniyle bir değişiklik yapılması ve bu itibarla uygulanması gereken aynı
kanunun 2. maddesinin (B) işaretli bendinin Anayasa'ya aykırılığı konusunda bir
karar verilmek üzere Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve yerine getirmenin de
geciktirilmesine karar verilmesi istenmesi nedeniyle ve yerin Cumhuriyet
Savcılığının uygun düşüncesi de alındıktan sonra mahkemece, ileri sürülen
Anayasa'ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varılmış ve 1803 sayılı
Kanunun 2. maddesinin (B) bendinin gerek biçim ve gerekse esas yönlerinden
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve yerine getirmenin
geciktirilmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
III-
YASA METİNLERİ:
1-
Mahkemenin itiraza dayanak yaptığı Anayasa kuralları şöyledir:
"Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayınım gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
2-
İtiraz konusu yapılan yasa kuralları:
Resmî
Gazete'nin 15/5/1974 günlü, 14890 mükerrer sayılı nüshasında yayımlanmış olan
15/5/1974 günlü, 1803 sayılı Kanunun 2. maddesinin (B) işaretli bendi şöyledir
:
"Madde
2- (B) Türk Ceza Kanununun 202, 203, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 212, 213,
214, 215, 216, 217, 218, 219, 403 üncü maddeleriyle 404 üncü maddesinin l inci
bendinde ve 406, 407, 414/1, 415, 416/2-3, 491, 492, 493, 495, 496, 497, 498,
499, 500, 503, ve 510 uncu maddeleriyle Askeri Ceza Kanununun 131 ve 132 nci
maddelerinde gösterilen suçları işleyenler hakkında ilgili maddede öngörülen
Devlet zararı önceden ödenmek; tazminat hükümleri ise saklı kalmak şartiyle bu
maddenin (A) bendi hükmü uygulanır."
3-
İlgili yasa kuralları:
4/4/1929
günlü, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
402/1,
405/1-Son maddeleri şöyledir:
"Madde
402- Bir mahkûmiyet hükmünün tefsirinde veya tayin olunan cezanın hesabında
tereddüt edilir yahut cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceği
iddia olunursa bu bâbda mahkemeden bir karar istenir."
"Madde
405- Cezanın infazı sırasında mahkemeden alınması lâzım gelen kararlar (402404)
üncü maddeler) duruşma yapılmaksızın verilir. Karar verilmeden evvel iddiaları
neticesini bildirmek üzere Cumhuriyet Müddeiumumisi ve mahkûma müsaade olunur.
.....................................
Temyiz
Mahkemesinden başka mahkemeler tarafından verilmiş olan bu kararlar aleyhine
acele itiraz yoluna müracaat olunabilir."
IV-
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 24/9/1974 gününde Muhittin Taylan,
Kani Vrana, Kemal Berkem, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Ziya Önel, Abdullah Üner,
Ahmet Koçak, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Hasan Gürsel, Ahmet Salih Çebi,
Şevket Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
katılmalarıyle yapılan ilk inceleme toplantısında, önce, bu işte Anayasa Mahkemesine
İtiraz yoluyle başvurulabilmesi için yasanın öngördüğü koşulların gerçekleşip
gerçekleşmediği üzerinde durulmuştur.
Bir
mahkemenin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için, Anayasa'nın
değişik 151. ve 22/4/1974 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri uyarınca, o
mahkemenin elinde yolunca açılmış; görevine giren ve bakmakta olduğu bir dava
ve ayrıca itiraz konusu yapılan hükümlerinde o davada uygulama yeri bulunması
koşullarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi uyarınca, cezanın yerine getirilmesi
sırasında, bir mahkûmiyet hükmünün yorumlanmasında veya tayin olunan cezanın
hesabında tereddüt edilmesi yahut cezanın kısmen veya tamamen yerine
getirilmesi gerekmediğinin ileri sürülmesi hallerinde mahkemeden bir karar
alınması öngörülmüştür.
Yine,
aynı Kanunun 405. maddesinde cezanın yerine getirilmesi sırasında yukarıda sözü
geçen 402. madde gereğince verilecek kararların başvurma yeri olarak mahkeme
gösterilmiş ve yalnız, anılan kararların mahkemece duruşma yapılmaksızın
verilmesi yolu benimsenmiştir. Bu nedenlerle, bu işte hükümlü vekillerince
başvurulan yargı yeri, gerek Anayasa'nın değişik 151. ve gerekse 44 sayılı
Kanunun 27. maddesinde sözü geçen (Mahkeme) kavramı içine girmektedir. Çünkü
mahkeme diye tanımlanan bir yargı yerinde kararların duruşma yapılarak veya
yapılmayarak verilmesi, o yerin niteliğine etkili değildir. Öğretide ve
uygulamalarda da bu mahkemenin hükmü vermiş bulunan mahkeme olduğunda
birleşilmektedir.
öte
yandan, Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyle başvurabilme koşulları yönünden.
Mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın var olup olmadığının incelenmesi
ve tartışılması gerekmektedir. Öğretide genel olarak benimsendiği ve
uygulamalarda da çoğu kez öngörüldüğü üzere, genel anlamda her dava, yasalarda
gösterilen yollara uyularak yargı yerlerine getirilen ve orada çözülmesi
gereken bir uyuşmazlıktan oluşmaktadır. Uyuşmazlık yargı yerince kesin olarak
çözülmüş ise, Anayasa'ya uygunluk denetimi yönünden mahkemenin elinde bakılmakta
olan bir davanın varlığından artık söz edilemez. Bu bakımdan, hükümlü hakkında
kesin mahkûmiyet kararı ile sonuçlanmış bulunan asıl ceza davasını, Mahkemenin
bakmakta olduğu bir dava olarak nitelendirmeye olanak yoktur.
Ancak,
bundan sonra, hükümlü ile Cumhuriyet Savcılığı arasında cezanın yerine
getirilmesi sırasında Ceza Yargılamaları Usulü Kanununun 402. maddesi hükmü
uyarınca yeni bir uyuşmazlık doğarsa, bunun çözülmesi için aynı Kanunun 405.
maddesi gereğince bir karar verilmesi konusunun mahkemeye getirilmesi halinde,
o mahkemenin elinde bakılmakta olan bir davanın varlığı kabul edilmek gerekir.
Olayda belli bir kimse veya Cumhuriyet Savcısınca ortaya çıkarılmış bir
uyuşmazlığın çözülmesi için Mahkemeye gidilmiş değildir. Hükümlü vekillerince
verilen dilekçelerde 15/5/1974 günlü 1803 sayılı Af Kanununun 2. maddesinin (B)
işaretli bendi gereğince cezadan (5) yıl indirilmesi gerektiği, bu nedenle
Mahkemeye başvurulduğu ve aynı zamanda bu hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu öne
sürülmüş ise de, cezadan indirme yapılması için Cumhuriyet Savcılığına
başvurulmamış ve dolayısiyle iki taraf arasında cezadan yapılacak indirmenin
miktarı konusunda Mahkemece çözülmesi gereken bir uyuşmazlık oluşmamıştır.
Bundan
başka, hükümlü vekillerinin yukarıda anılan dilekçelerinde 1803 sayılı Kanunun
2. maddesinin (B) işaretli bendinin Anayasa Mahkemesince iptaline karar
verilmesi halinde aynı Kanunun birinci maddesi uyarınca cezasından (12) yılın
indirilmesi ve bu takdirde şartla salıvermeden yararlanması da söz konusu olan
hükümlünün cezasının yerine getirilmesinin sürdürülmesi mağduriyetini
gerektireceği de ileri sürülmüş ise de, 1803 sayılı Kanunun 7. maddesinin (A)
işaretli bendi ile 647 sayılı Kanunun 19. maddesinde gösterilen yollara
uyularak Mahkemeye bu konuda getirilmiş bir iş bulunmadığından, 1803 sayılı
Kanunun sözü geçen hükmüne dayanarak açılmış bir davadan söz edilemiyeceği
gibi, bu husus Mahkemece esasen itirazın kapsamı dışında bırakılmış
bulunmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, Mahkemenin elinde Anayasa'ya uygunluk
denetimine itiraz yoluyle başvurmanın koşulları yönünden bakılmakta olan bir
davanın bulunmaması nedeni ile, itirazın Mahkemenin yetkisizliği bakımından
reddine karar verilmelidir.
Ahmet
Akar ve Abdullah Üner, Ceza Yargılamaları Usulü Kanununun 402. ve 405.
maddeleri uyarınca yapılan başvurmaların Anayasa'ya uygunluk denetimi yönünden
bir dava niteliğinde kabulüne olanak bulunmadığı yolundaki değişik
gerekçeleriyle sonuca katılmış İhsan Ecemiş, Ziya Önel, Ahmet Koçak, Muhittin
Gürün, Lütfi Ömerbaş, Ahmet Salih Çebi ve Şevket Müftügil ise, Mahkemenin
elinde bakmakta olduğu bir davanın varlığı nedeniyle işin esasının
incelenmesine karar verilmesi gerektiği yolundaki karşıoylarıyle bu görüşe
katılmamışlardır.
V-
Sonuç :
İtirazın
Mahkemenin yetkisizliği yönünden reddine Ahmet Akar ve Abdullah Üner'in değişik
gerekçeleriyle ve İhsan Ecemiş, Ziya Önel, Ahmet Koçak, Muhittin Gürün, Lütfi
Ömerbaş, Ahmet Salih Çebi ve Şevket Müftügil'in esasın incelenmesine karar
verilmesi gerektiği yolundaki karşıoylarıyle ve oyçokluğu ile,
24/9/1974
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Başkanvekili
Kani
Vrana
|
Üye
Kemal
Berkem
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesine göre, bir mahkûmiyet Hükmünün
tefsirinde veya tayin olunan cezanın hesabında tereddüt edilir veya cezanın
kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceği iddia olunursa bu hususta
mahkemeden bir karar istenebileceği gibi mahkemenin bu müracaat üzerine infazın
tehirini veya tadilini emredebilmesi olanağı da yardır. Bu hükme dayanan
başvurmanın C. Savcılığınca yapılması zorunluğu yoktur ve her iki tarafın da
başvurabilmesi mümkündür. Olayda hükümlünün başvurması üzerine C. Savcılığı ile
hükümlü arasında mahkemece çözümlenmesi gereken bir uyuşmazlık ortaya çıkmış
olduğuna göre mahkemenin elinde usulünce açılmış bir dava bulunduğundan işin
esasının incelenmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
"Dava",
açılması, gelişmesi ve sonuçlanması yargılama usulü Kanunlarında belirli
şekillere ve açık kurallara bağlanmış ve delâlet ettiği anlam ve kavram bu
kurallarla nitelendirilmiş bir hukukî girişimdir. Anayasa'nın değişik 151 inci
maddesinde sözü geçen "bakılmakta olan dava" deyimi ile de ancak bu
nitelikte bir hukukî girişimin kastolunduğundan kuşku edilemez.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 inci ve 405 inci maddeleri kurallarının aynı
kanunun ceza davalarını düzenleyen kuralları ile karşılaştırılması sonucunda
açıkça görülür ki bu iki maddeye konu olan başvurma ve incelemelerin ceza
davalarına benzeyen veya onlarla tedahül eden bir yanı yoktur. Bu durumda ağır
ceza mahkemesine usul Kanununun 402 ve 405 inci maddeleri uyarınca intikal eden
iş ister ilgili ile Cumhuriyet Savcısı arasındaki anlaşmazlığın çözümü için
gelmiş, ister olaydaki gibi ilgilinin doğrudan doğruya mahkemeye başvurması
biçiminde oluşmuş bulunsun bunu Anayasa'nın değişik 151 inci maddesinin
uygulanması yönünden bir dava sayılması düşünülemez.
Diyarbakır
ikinci Ağır Ceza Mahkemesinin elinde bakılmakta olan bir dava bulunmadığından
ve şu nedenle de Anayasa'nın mahkemelerin yasaların Anayasaya uygunluk
denetiminden geçirilmesini isteyebilmeleri için öngördüğü koşullardan
"bakılmakta olan bir davanın bulunması" koşulu gerçekleşmemiş
olduğundan itirazın mahkemenin yetkisizliği yönünden reddi yolundaki 1974/36-35
sayılı, 24/9/1974 günlü Anayasa Mahkemesi kararına yukarıda yazılı gerekçe ile
katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
l-
Silâhla yol kesmek ve gasp suçlarından sanık Gülhan Özolcay'ın Türk Ceza
Kanununun 497/2, 59 ve 525 inci maddelerine göre 16 sene 8 ay ağır hapis cezası
ile hükümlülüğüne ve bu kadar süre genel güvenlik gözetimi altında
bulundurulmasına ve sanığın tutuklanmasına dair Diyarbakır 2. Ağır Ceza
Mahkemesinden verilen hüküm Yargıtay 6 ncı Ceza Dairesince onanmak suretiyle
kesinleşmiştir.
1803
sayılı Af Kanununun yayımlanıp yürürlüğe girmesi üzerine hükümlü vekillerinin
bu mahkemeye gönderdikleri dilekçede; sözü edilen Af Kanununun l inci
maddesinin B bendi genel olarak bütün hürriyeti bağlayıcı cezaların 12 yılının
affedilmesini öngördüğü halde müvekkilleri hakkında uygulanacak olan 2 nci
maddenin B bendinde ise yalnız 5 yılın affedildiğini, bunun da Anayasadaki
eşitlik ilkesine aykırı düştüğünü ve ayrıca sözkonusu 2 nci maddenin Millet
Meclisinde Anayasanın 92 nci maddesine aykırı biçimde oylanmış olduğunu öne
sürerek Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmesini istedikleri
görülmüş ve mahkemece de bu iddianın ciddî olduğundan bahisle Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir.
2-
Anayasanın 1488 sayılı Kanunla değişen 151 inci maddesinin birinci fıkrasında;
"bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanunun hükümlerini Anayasaya
aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara
kadar davayı geri bırakır." ve ikinci fıkrasında da; "mahkeme
Anayasaya aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia; temyiz merciince esasla
birlikte karara bağlanır." diye yazılı bulunmakta ve Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 44 sayılı Kanunun 27 nci maddesinde
de, bir mahkemenin bir işi Anayasa Mahkemesine gönderebilmesi için elinde
bakmakta olduğu "bir (dava) bulunmasının şart olduğu açıkça ifade
edilmektedir.
3-
Gerek Anayasada ve gerek 44 sayılı Kanunda yer almış olan (dava) deyimi ile ne
kastedildiğinin ve (dava) açma hakkının kimlere ait olduğunun subjektif anlayışlara
göre değil objektif hukuk kurallarına ve kanunlardaki ölçülere göre saptanması
zorunludur.
Bu
olaydaki konuya ilişkin (dava) deyimi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile
ilgili bir (ceza davası )olması nedeniyle (ceza davası) nın niteliğine ve böyle
bir davanın kimler tarafından ve ne suretle açılabileceğine kısaca değinmeyi
konunun aydınlığa kavuşması bakımından gerekli görüyoruz.
Ceza
Usul Hukukunda dava, "suç işleyerek kamu düzenini bozan kimsenin,
cezalandırılması için yetkili makam veya kişinin kanunda yazılı usul ve
koşullar dairesinde ceza mahkemesine başvurmasından ibaret" diye tarif
edilebilir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre dava açmak Cumhuriyet
Savcısına ait olup (C.M.U.K. 148) bazı hallerde bu hak suçtan zarar gören
kimselere de (C.M.U.K. 344) tanınmıştır.
Gerek
Cumhuriyet savcısı ve gerek şahsî davacının, dava açmakta yerine getirecekleri
koşullar da kanunda belirtilmiştir.
Ceza
mahkemelerinde açılan davalarda (sulh hâkimlerinin ceza kararnameleri dışında)
duruşma yapılması mecburiyeti vardır. Kanunda açıklananlar dışında ceza
davasında duruşma yapılmaksızın karar verilmesine imkân yoktur.
Ceza
davalarında duruşmanın (hüküm) ile sona ereceği, bunun için (hüküm) ün
"ceza davasını sona erdiren karar" diye tarif edildiği, bu niteliği
ile (hüküm) ün, "karar" dan farklı bulunduğu, hükmün kesinleşmesi ile
de (dava) münasebetinin sona erdiği ve eğer hüküm bir mahkûmiyete taallûk
ediyorsa bundan sonra dava değil, infaz safhasının sözkonusu olduğu, hükmün
kesinleşmesinden sonra artık o meselede bir davanın varlığından veya devamından
söz edilemiyeceği de malûmdur.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun olayla ilgili 402 nci maddesinin birinci fıkrası
ise : "Bir mahkûmiyet hükmünün tefsirinde veya tayin olunan cezanın
hesabında tereddüt edilir yahut cezanın kısmen veya tamamen infazı
lâzımgelmeyeceği iddia olunursa bu babda mahkemeden bir karar istenir."
hükmünü kapsamaktadır. Cumhuriyet savcısı, sanık ve hatta müdahilin de bu babda
mahkemeden karar isteme yetkisi vardır. Böyle bir istek ile ilgili karar,
duruşma yapılmaksızın verilecektir. Bu kararın temyizi de kabil değildir. Bu
nitelikleri itibariyle böyle bir isteğin hukukî ve kanunî mahiyeti bakımından
gerek Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, gerek Anayasanın 151 inci ve gerekse
44 sayılı Kanunun 27 nci maddelerinde ifadesini bulan (dava) kavramı
niteliğinde mütalâa edilmesi olanağı yoktur.
(Dava)
teriminin, kanunların Anayasaya uygunluk denetiminde başka, usul hukuklarında
da başka anlamlara geldiği yolundaki bir ayırımı haklı gösterebilmek için herşeyden
önce bunun inandırıcı, bilimsel ve hukukî gerekçelerinin gösterilmesi
gerekmektedir. Halbuki Anayasa nın 151 inci ve 44 sayılı Kanunun 27 nci
maddelerindeki (dava) deyiminin; usul hukuklarındaki (dava) tabiri dışında
kaldığı ve (yargı organlarından bir uyuşmazlığın çözümlenmesinin istenmesi)
şeklinde anlaşılması gerektiği yolundaki görüşün ise hukukî ve kanunî nedenleri
izah edilmemiştir.
4-
Bütün bunlardan başka; Anayasanın 151 nci maddesinde yer almış olan şart ve
unsurların da birinci derecede gözönünde tutulması gerektiği kanısındayız.
Anayasanın
151 inci maddesinin ilk fıkrasında; "Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanunun hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır."
diye yazıldıktan sonra bunu takip eden ikinci fıkrada ise; "mahkeme
Anayasaya aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia temyiz merciince esas
hükümle birlikte karara bağlanır." denilmektedir. Birbirine bağlı olan ve
ikincisi birinci fıkrayı tamamlar nitelikte bulunan bu iki fıkra hükümlerine
göre mahkeme, bakmakta olduğu bir davada uygulanacak kanun hükmünü Anayasaya
aykırı gördüğü veya taraflardan birinin ileri sürdüğü iddianın ciddî olduğu
kanısına vardığı takdirde işi Anayasa Mahkemesine gönderecek ve Anayasa
Mahkemesinin vereceği kesin karara uyup gereğini yerine getirecek ve mahkeme,
taraflardan birinin bu yolda ileri sürdüğü iddiayı ciddî görmezse duruşmaya devam
edecek ve dava hakkındaki esas hükmünü verecektir. Ancak bu takdirde iddia
sahibi temyiz yoluna başvurarak iddiasının ciddî olup olmadığını Yargıtayın
ilgili dairesinde inceletip karara bağlatmak yetkisine sahip olacaktır. Demek
oluyor ki Anayasanın bu maddesinde :
a-
Mahkemenin elinde bakmakta olduğu davanın "karar"la değil
"hüküm"le sonuçlanacak nitelikte olması,
b-
Mahkemece verilecek hükmün temyizi kabil hükümlerden bulunması,
c-
Anayasaya aykırılık iddiasının mahkemece ciddî olmadığına karar verilmesi
halinde bu kararın esas hükümle birlikte temyiz edilerek bu iddianın daha
yüksek bir yargı organınca (Yargıtayca) incelenmesinin sağlanması,
Öngörülmüştür.
Halbuki,
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 nci maddesine göre yapılan müracaatlar
yukarıda izah edildiği üzere bir (dava) niteliğini taşımadıktan başka,
mahkemenin bu babda vereceği karar da (hüküm) niteliğini haiz bulunmamaktadır.
Ve ayrıca bu karar hakkında teyiz yoluna da başvurulamıyacaktır. Böyle olunca
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 nci maddesine göre yapılan müracaatlar
üzerine mahkemenin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmesine
Anayasanın 151 inci maddesinin açık metni ve bu maddede de gösterilen şartlar
ve unsurlar müsait görülmemektedir.
Özetlemek
gerekirse : Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerince dava münasebeti hükümle
sona erdikten sonra cezanın infazı sırasında bu kanunun 402 nci maddesi
uyarınca mahkemeye yapılan müracaatların, gerek Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununda, gerek Anayasanın 151 nci ve gerekse 44 sayılı Kanunun 27 nci
maddelerindeki (dava) niteliğinde olmaması, sözü edilen 402 nci madde uyarınca
verilen kararların da Anayasanın 151 inci maddesindeki koşulları kapsamaması
itibariyle bu kabil istekler dolayısiyle mahkemelerin itiraz yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurma yetkisi mevcut bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi
kararının bu gerekçelere dayanması ve itirazın bu nedenlerle reddine karar
verilmesi gerektiği kanısındayım.
KARŞIOY
YAZISI
Diyarbakır
2 nci Ağır Ceza Mahkemesinin elinde usulünce açılmış bir dava bulunduğuna ve
mahkemenin 1803 sayılı Yasanın ikinci maddesinin B bendi hükmünü uygulamak
suretiyle bu davayı çözümleyeceğine ilişkin olarak, sayın Üye Muhittin Gürün'ün
karşıoy yazısında açıkladığı düşüncelerine katılmaktayım ve aynı nedenlerle
dosyada herhangi bir eksiklik bulunmadığı kanısına vararak işin esasının
incelenmesine karar verilmesi gerektiği. görüşündeyim.
KARŞIOY
YAZISI
Yukarıki
kararın (1974/36-1974/35), (Olay) bölümündeki açıklamalardan ve dosyasındaki
bilgi ve belgelerden anlaşıldığına göre;
Yol
kesme suretiyle silâhlı gasp suçundan 16 yıl 8 ay ağır hapis cezasına hüküm
giymiş ve 19/8/1974 gününde teslim olmasiyle de cezasının yerine getirilmesine
başlanılmış bulunan bir hükümlünün vekilinin, İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza
Mahkemesi elile Diyarbakır 2 nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına yazdığı ve
nöbetçi İstanbul Alımcı Ağır Ceza Mahkemesinin de 1/8/1974 günlü kenar
yazısiyle Diyarbakır 2 nci Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği tarihsiz bir
dilekçe ile:
1803
sayılı Af Kanununun 5/A maddesinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının
gerekçesinin, aynı Kanunun haklarında uygulanması gereken 2/B maddesi için de
aynen geçerli olduğundan bu hükmün iptali halinde müvekkilinin sözü geçen
Kanunun l inci maddesinden faydalanması gerektiğinden bu durum karşısında,
a)
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 nci maddesi gereğince cezanın infazı
lâzım gelmeyeceğinin bir karara bağlanması,
b)
1803 sayılı Kanunun sözkonusu 2 nci maddesi hakkında Anayasa Mahkemesine başvurulması,
c)
Anayasa Mahkemesi kararının gelişine kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
402 nci maddesinin son fıkrasına dayanarak infazın tehirine karar verilmesi,
istenilmiştir.
19/8/1974
gününde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi kalemine havale edilen bu dilekçe,
Mahkeme Başkanlığının aynı günlü bir kenar yazısiyle (mütalâasının
bildirilmesi) için C. Savcılığına gönderilmiş ve Savcılıkça verilen aynı günlü
cevapta da (.... infazın tehiri talep edilmiş ise, de, sanığa isnat olunan
suçun vasıf ve mahiyetine, suç tarihine nazaran vaki isteğinin reddine karar
verilmesi mütalâa olunur.) denilmiştir.
Hükümlünün
vekilleri, Diyarbakır 2 nci Ağır Ceza Mahkemesi kalemine 21/8/1974, gününde
havale edilmiş bulunan ikinci bir dilekçe ile önceki dilekçedeki iddia ve isteklerini,
daha geniş biçimde açıklamak suretiyle tekrar etmişlerdir.
Ağır
Ceza Mahkemesi Başkanlığınca her iki dilekçe 21/8/1974 günlü bir kenar yazısı
ile mütalâa bildirilmesi için C. Savcılığına tekrar gönderilmiş ve C. Savcılığı
da, aynı günde verdiği cevapta (söz konusu 2 nci maddenin de Meclis
görüşmelerinde usulî hata sonucu kabulü halinde hükümlü vekillerinin
isteklerinin ciddî mahiyet arzedeceği gözönünde bulundurularak işin Anayasa
Mahkemesince incelenip karar verilmesi düşüncesiyle gereken karar ittihazı
talep ve mütalâası sunulur.) denilmiştir.
Özetlenecek
olursa :
Hükümlü,
1803 sayılı Af Kanununun Anayasaya aykırı gördüğü 2 nci maddesi yerine l inci
maddesi hükmünün uygulanarak 12 yıllık aftan faydalanması gerektiğinden infazın
ona göre yapılmasını ve 2/B maddesi hakkındaki Anayasaya aykırılık itirazının
Anayasa Mahkemesine gönderilmesini; C. Savcılığı da infaza ilişkin isteğin
reddine, Anayasaya aykırılık itirazının ciddî olarak kabulüne karar verilmesini
İstemişlerdir.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 nci maddesinde,
(Bir
mahkûmiyet hükmünün tefsirinde veya tayin olunan cezanın hesabında tereddüt
edilir yahut cezasının kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceği iddia
olunursa bu babda mahkemeden bir karar istenir. (......)
Bu
müracaatlar cezanın infazını tehir etmez. Şu kadar ki, mahkeme infazın tehirini
veya tadilini emredebilir).
Denilmektedir.
Kesinleşmiş
hükümlerin infazı sırasında çıkacak af kanunlarının uygulanması sonucu
cezaların hesabında düşülecek tereddütlerin, sözü geçen 402.. madde yolu ile
mahkemelerden istenecek kararlarla gidilmemesi gerektiği de maddenin açık
ifadesinden anlaşılmaktadır.
Oluş
biçimi yukarıda ayrıntılariyle gösterilmiş bulunan olayda; Anayasaya aykırılık
sorunu dışında, hükümlünün vekili, 1803 sayılı Af Kanunu üzerine cezasının
infazı lâzımgelmiyeceğini öne sürerek mahkemeden konunun çözümünü, C. Savcılığı
da infaza ilişkin isteğin reddine karar verilmesini istemişlerdir.
Buraya
kadar yapılan açıklamalar, cezanın infazının lâzım gelip gelmiyeceği konusunda
C. Savcılığı ile hükümlü arasında açık bir uyuşmazlığın doğduğunu ve mahkemeden
de bu uyuşmazlığın çözülmesinin islendiğini göstermektedir.
Olayda
uygulanması gerekli sözkonusu 402 nci maddede, cezanın kısmen veya tamamen
infazı lâzımgelmiyeceği iddiasının, mahkemeye, behemehal C. Savcılığınca
yapılması gerekeceği yolunda açık veya kapalı bir hüküm ve işaret yoktur.
Aksine, maddenin ifade biçimi ve hatta aynı kanunun 405 inci maddesinin birinci
fıkrasının (karar verilmeden evvel iddaları neticesini bilmek üzere C.
Savcısına ve mahkûma müsaade olunur.) şeklindeki son cümlesi, 402 nci maddenin
uygulanması için her iki tarafça da mahkemelere başvurulabileceğini açık seçik
ortaya koymaktadır.
Bu
bakımdan Diyarbakır 2 nci Ağır Ceza Mahkemesine 402 nci maddeye uygun biçimde
başvurulmuş olduğu anlaşıldığından mahkemenin elinde usulünce açılmış bir dava
bulunduğunun kabulü zorunludur.
Öte
yandan, adı geçen mahkemenin de, 1803 sayılı Kanununun 2 nci maddesinin itiraz
konusu yapılan B bendi hükmünü uygulamak sureliyle bu davayı çözümleyeceği
kuşkusuz ortadadır.
Bu
nedenlerle dosyada herhangi bir eksiklik bulunmadığına ve işin esasının
incelenmesine karar verilmesi gerektiğinden. Çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesinde istemin yalnız Cumhuriyet
Savcılığından gelmesini zorunlu kılan bir hüküm yer almış değildir. Bu görüşü,
aynı Kanunun 405. maddesinin hükümlüye tanıdığı hak da doğrulamaktadır.
Hükümlülük
süresinin, herhangi bir nedenle, azaltılması gerektiği kanısında olan
hükümlünün, ilgili mahkemeye başvurması, onun hak arama özgürlüğünün doğal
sonucudur. Ve istem üzerine de mahkeme, Kanun hükümleri uyarınca bir karar
vermek yükümündedir.
Olayda
da ağır ceza mahkemesi hükümlünün dilekçelerini Cumhuriyet Savcılığına
göndererek düşüncesini alınıp (ki Cumhuriyet Savcısı cezanın çektirilmesi ile
ilgili istemin reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.) Ve böylece
hükümlü ile Cumhuriyet Savcısı arasında oluştuğu açıkça görülen uyuşmazlığı
çözebilmek için ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402 ve 405. maddelerini
uygulamak durumuna girmiştir.
O
halde, Ağır Ceza Mahkemesinin elinde bakılmakta olan bir dava vardır ve ağır
ceza mahkemesi, uygulayacağı Af yasası hükmünün iptaline karar verilmesi için
Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir; bu nedenle de Anayasa Mahkemesince
işin esasının incelenmesine karar verilmesi gerekir.
KARŞIOY
YAZISI
Hükümlü
ile Cumhuriyet Savcılığı arasında cezanın yerine getirilmesi sırasında Ceza
Yargılamaları Usulü Kanununun 402. maddesi uyarınca yeni bir uyuşmazlığın
doğması durumunda, bunun çözümlenmesi için aynı Kanunun 405. maddesi gereğince
bir karar verilmesinin Mahkemeden istenmesi halinde, o mahkemenin elinde bir
davanın varlığı çoğunlukça da kabul edilmiş olmasına rağmen olayda hükümlü
vekillerinin Cumhuriyet Savcılığına başvurulmamış ve dolayısiyle iki taraf
arasında cezadan yapılacak indirmenin miktarı konusunda Mahkemece çözümlenecek
bir uyuşmazlığın oluşmadığı ve ayrıca 1803 sayılı Kanunun 7. maddesinin (a)
işaretli bendi ile 647 sayılı Kanunun 19. maddesinde gösterilen yollara uyulmak
suretiyle Mahkemeye gidilmiş bir uyuşmazlık bulunmadığından, Mahkemenin elinde
usulünce açılmış bir davadan söz edilemiyeceği gerekçeleri ile yetkisizlik
yönünden itirazın reddine karar verilmiştir.
402.
madde uyarınca başvurulan yargı yerinin Anayasa'nın değişik 151. ve 44 sayılı
Kanunun 27. maddesinde sözü edilen (Mahkeme) kavramı içine girdiği çoğunlukça
da kabul edildiğine, sözü edilen maddede Cumhuriyet Savcılığınca müracaat
edilmesi veya Cumhuriyet Savcısı ile mahkûm arasında bir uyuşmazlığın vücut
bulması öngörülmediğine cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelip gelmediği
hususunda ki iddia yeterli görülmüş olmasına göre Mahkemenin elinde usulen
yapılmış başvurma sonucu bir dava olduğunun kabulü gerekir. Aynı Kanunun 405.
maddesinin ikinci cümlesinde yer alan "karar verilmeden evvel iddiaları
neticesini bildirmek üzere Cumhuriyet Müddeumumisi ve mahkûma müsaade
olunur." hükmü de mahkûmun daha evvel C. Savcısına başvurmadan da
mahkemeye başvurabileceğini gösterir.
Sonuç
: Esasın incelenmesine karar verilmesi gerekirken aksi yönden tecelli eden
çoğunluk kararma karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesinde aynen : "Bir mahkûmiyet
hükmünün tefrişinde veya tayin olunan cezanın hesabında tereddüt edilir yahut
cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmeyeceği iddia olunursa bu bapta
mahkemeden bir karar istenir." denilmekledir.
Maddenin
okunmasından da anlaşılacağı üzere, bu konuda mahkemeye başvurmak için şu
hallerin gerçekleşmesi gerekmektedir:
1-
Ortada bir mahkûmiyet ilâmı olacaktır. Bu ilâm kesinlik kazanmış olmalıdır.
2-
İşlenen suçun kavram ve niteliği ve unsurları bakımından ilâmda tam bir açıklık
bulunmamakta ve bu nedenle kimi duraksamalar ortaya çıkmaktadır veya,
3-
Belirtilen cezanın hesabında yanlışlıklar olduğu kanısı uyanmaktadır; ilâm, bu
yönü tam bir berraklıkla uygulayıcıya veya ilgiliye açık bir biçimde
anlatamamaktadır veya,
4-
Cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceği iddia olunmaktadır.
Eldeki
işe uygun hâl (4) sayılı bentde belirtilen biçimdedir. Yani cezanın kısmen veya
tamamen infazı lâzım gelmiyeceği ileri sürülmüş ve bu nedenle mahkemeye
başvurulmuştur. Gerçekten işin yersel mahkemeye getirilişi şöyle oluşmuştur:
Hükümlü
yol kesmek suretiyle silâhlı gasp suçundan cezalandırılmıştır. Ceza tutarı 16
yıl 8 ay ağır hapistir. Fiil 12/8/1967 de işlenmiştir. Diyarbakır 2. Ağır Ceza
Mahkemesince 9/10/1970 gününde verilen hüküm derecattan geçerek 11/2/1971
gününde kesinleşmiştir. Cezanın infazına hükümlünün teslim olduğu 19/8/1971
gününden itibaren başlanmıştır. Bu arada 15/5/1974 günlü ve 1803 sayılı Af
Kanunu yürürlüğe girmiştir. Af Kanununun 2-B maddesi uyarınca hükümlünün ceza
tutarından ancak 5 yılı indirilecek, kalan bölümünün yerine getirilmesine devam
edilecektir. Ancak Af Kanununun 2-B maddesi biçim yönünden Anayasa'ya aykırılık
gösterdiğinden bu maddenin iptali için işin Anayasa Mahkemesi huzuruna
götürülmesi gerekeceği öne sürülmüştür. Yersel mahkeme bu iddiayı ciddi olarak
nitelemiş ve 1803 sayılı Kanunun 2 -B maddesinin Anayasa'ya aykırılığı
nedeniyle iptalini istemiştir. Bu madde iptal edildiği takdirde hükümlü 5 yıl
yerine aynı Kanunun 1. maddesinin koyduğu genel kural uyarınca 10 yıllık aftan
yararlanacaktır. Böyle olunca Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesinde
belirtilen "cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceğz
iddia" sı varit olmaktadır.
Burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Cezanın kısmen veya tamamen infazı
konusunda bir iddia ortaya atılmış olmalıdır. Bu iddia kimin tarafından ve
hangi mercie önerilmek gerekecektir' Bu sorunun cevabını 402. ve 405. maddede
bulmak mümkündür. Her şey den önce şunu belirtmek yerinde olur: îddianın
incelenmesi ve karara bağlanması yeri mahkemedir. Şu halde bu baptaki iddialar
mahkemeye getirilecektir. 402. ve 405. maddeler iddia sahibini açıkça belirtmiş
değildir. Böyle olunca infaz makamı olarak Cumhuriyet Savcısı ve infazın sujesi
olarak hükümlü bu konuda karar alınmasını mahkemeden isteyebileceklerdir.
Hükümlünün önce Cumhuriyet Savcısına başvurması, aralarında uyuşmazlık çıkması
halinde işin mahkemeye getirilmesi biçiminde bir kural sözügeçen maddelerde yer
almamaktadır. Ancak bu şekilde oluşan bir uyuşmazlığın da mahkemeye
getirilebilmesi olanağı vardır. Cumhuriyet Savcısı ve hükümlü de doğrudan
doğruya mahkemeye başvurabilir. Kaldı ki olayda, mahkeme, işi Cumhuriyet
Savcısına intikal ettirmiştir. Önce "vaki isteğin reddine", daha
sonra da "isteğin ciddî mahiyet arzettiği" şeklindeki C. Savcılığı
cevap ve düşünceleriyle, cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelip
gelmiyeceği konusunda ciddî bir uyuşmazlığın varlığı ortaya çıkmıştır.
Yukarıdan
beri sunulan ve açıklanan nedenlerle mahkemenin elinde bakmakta olduğu bir
davanın varlığı kabul edilmelidir, böyle bir davanın yasal koşulları
gerçekleşmiştir. Ters doğrultuda oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
|
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Şevket
Müftügil
|