"...
II- İstemde bulunan mahkemenin gerekçesi özeti,:
Davacı kurum, ölen işçinin eşi ile çocuklarına belli tutarda gelir bağlamış bulunmaktadır ve itiraz konusu yasa kuralına dayanarak bu gelirlerin sermaye değerini dâvâlı işverenden istemektedir. Sosyal Sigortalar Kanununa göre eşe bağlanan gelir, evlendiğinde, evlenmeyecek olursa ölümünde, çocuklara bağlanan gelir ise kural olarak 18 yaşına gelmeleri ile ve daha önce ölecek olurlarsa ölümlerinde kesilir. Davacı Kurum sermaye değerini işverenden almasından sonra gelir alacaklılarından birinin ölmesi ya da evlenmesi gibi olaylar sonunda ya da hastalık dolayısiyle işçiye gelir bağlanmış olur da bunun sermaye değeri işverenden alındıktan sonra işçinin iyileşmesi ya da erken ölmesi gibi nedenlerle gelir kesilecek olursa, Sosyal Sigortalar Kurumunun mal varlığında işverenden alınan sermaye değerinin bir bölümü nedensiz zenginleşme olarak kalacaktır. Bu durum Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu ve içtihadı birleştirme kararlan açısından incelenecek olursa tartışma konusu Yasanın 26 ncı maddesinin birinci fıkrasına göre Kuruma tanınan sermaye değerini tazminat olarak isteme hakkının bir ayrıcalık niteliğinde olduğu görülür.
23/2/1944 günlü, 37/9 sayılı içtihadı birleştirme kararında Yargıtay'ca herhangi bir sigorta ortaklığının ödediği sigorta karşılığından dolayı haksız eylem nedeniyle zarara yol açana karşı açtığı alacak dâvasının hukuksal dayanağının, yasal ardıllık olduğu, başka deyimle sigorta ortaklığının bu dâvada zarar gören kişi yerine geçtiği kabul edilmiştir. Yine Yargıtay'ın 31/3/1954 günlü, 18/11 sayılı ve 26/9/Î960 günlü, 13/11 sayılı içtihadı birleştirme kararlarında da sigorta karşılığını ö-deyen Sosyal Sigortalar Kurumunca işverene karşı haksız eylem nedeniyle açılan dâvalarda dahi Kurumun hukuksal durumunun aynı biçimde yasal ardıllık olduğu doğrulanmıştır. Demek ki Ticaret Kanununa bağlı özel hukuk sigortalarında da, Sosyal Sigortalar Kanununa bağlı sosyal sigortalarda da, bir kimsenin yol açtığı zarardan dolayı sigortacının sigortadan yararlanan kişiye ödemiş bulunduğu sigorta karşılığını zarara yol açan kişiden veya zarara yol açan kişinin davranışından sorumlu bulunan başka bir kişiden istemesi, hukuk açısından eşit nedene dayanmaktadır ki bu dahi zarara uğrayanın yerine geçerek hak aramak durumu, kısaca hukuksal ardıllık durumudur. Bu durum ise gerek Sosyal Sigortalarda, gerekse özel hukuk sigortalarında, ancak sigortacının sigortadan yararlanana yaptığı ödeme sonunda uğradığı gerçek zararın ödetilmesini isteme yetkisini içerir; oysa Sosyal Sigortalar Kurumu tartışma konusu Yasa kurallarından dolayı haksız eylemden sorumlu olana karşı kendi uğradığı zararın kapsamından daha geniş olabilecek bir alacak hakkına sahip kılınmaktadır ki bunu haklı gösteren herhangi bir gerekçe yoktur ve sonuç olarak tartışma konusu 26 ncı maddenin birinci fıkrası kuralı, Anayasa'nın 12 nci maddesinde öngörülen yasa karşısında eşitlik ilkesine aykırı bulunmaktadır.
Sözü geçen 26 ncı maddenin birinci fıkrasında işverenin sorumu anılan Yasanın 22 nci maddesinde gösterilen tarife uyarınca hesaplanacak tutar ile sınırlandırılmış iken yine 26 ncı maddenin ikinci fıkrasında "İş kazası veya meslek hastalığı üçüncü kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusur varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu" edilebileceğinden söz edilerek Sosyal Sigortalar Kurumuna karşı üçüncü kişilerle işçi çalıştıranların sorumunun işverenlerin sorumundan daha geniş tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu ayrımı haklı kılan hiç bir neden bulunmadığı için eşitlik ilkesi bu açıdan da çiğnenmiş olduğundan tartışma konusu kural, Anayasa'nın 12 nci maddesine bu nedenle dahi aykırıdır.
Sosyal Sigortalar Kurumunun Anayasa'nın 48 inci maddesine dayanan bir sosyal güvenlik kurumu olarak Anayasa'nın 12 nci maddesinin kapsamı dışında kaldığı varsayılsa bile, bu örgütün haksız ve nedensiz zenginleşmesine yol açabilecek nitelik gösteren tartışma konusu birinci fıkra kuralı, hukuk devletinin gereklerinden bulunan yasaların genelliği ilkesine uygun bulunmadığı için Anayasa'nın 2 nci maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesi ile dahi çelişmektedir.
Açıklanan gerekçe anapara için olduğu kadar faiz için dahi geçerli bulunduğundan, dâvâlı vekilinin faize ilişkin Anayasa'ya aykırılık itirazı dahi ciddî görülmüştür."
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
E. Sayısı:1972/2
K. Sayısı:1972/28
Karar günü:23/5/1972
Resmi Gazete tarih/sayı:21.11.1972/14368
İstemde bulunan : Zonguldak Üçüncü iş Mahkemesi
İstemin konusu : 1/3/1965 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26 nci maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'nın 2 ve 12 nci maddelerine aykırılığı görüşüyle ve ayrıca dâvada istenilen faiz yönünden de dâvâlı vekilince ileri sürülen Anayasaya aykırılık savının ciddiliği dolayısiyle iptali istenilmiştir.
I- olay :
a) Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünün işverenin işyerinde gerekli sağlık ve güvenlik tedbirlerini alması yüzünden ölen bir işçinin geride biriktiği kişilere bağladığı gelirin sermaye değerinin faizi ile birlikte alınması istemi ile işverene karşı açtığı davada mahkeme, davacının dayandığı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26 ncı maddesinin birinci fıkrası kuralını Anayasa'nın 12 ve 2 nci maddesine aykırı görerek dâvanın ertelenmesine ve konunun incelenmek üzere Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar vermiştir.
b) Dâvâlı vekili, İş Mahkemesine verdiği dâvaya karşılıkta davacının gelecek 20 - 30 yıl içinde hak sahiplerine ödeyeceği aylıklar için gelir bağlama tarihinden başlayarak faiz istemesinin Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüş, mahkeme ise esas alacak açısından kendisinin öne sürdüğü gerekçelerin dâvâlı vekilinin bu savının da ciddî olduğunu gösterdiğini bildirmiş, bu yönün dahi Anayasa Mahkemesince incelenmesini istemiştir.
III- İptali istenen Yasa kuralı :
(17/7/1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu).
Madde 26- İş kazası veya meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılır bir eylemi sonucunda olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ye ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutan ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22 nci maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır.
İş kazası veya meslek, hastalığı, üçüncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir. (Düstur - 5. Tertip - cilt 3/2, sayfa 2837)
IV- Konu ile ilgili Anayasa kuralları :
Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye zümreye veya sınıfta imtiyaz tanınamaz.
Madde 48- Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için sosyal sigortalar ve sosyal yardım teşkilâtı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.
V- İlk inceleme:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi uyarınca Muhittin Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Kani Vrana, Mustafa Karaoğlu, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmaları ile yapılan 3/2/1972 günlü ilk inceleme toplantısında; dosyanın eksiği bulunmadığından 17/7/1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26 ncı maddesinin birinci fıkrasına yönelen itirazın esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
VI- Esasın incelenmesi :
Esasa ilişkin rapor ile dosyadaki kâğıtlar, itiraz konusu kural ile konuya ilişkin Anayasa kuralları ve bunlarla ilgili yasama belgeleri ve dâvayı ilgilendiren öteki belgeler incelendi gereği görüşülüp düşünüldü :
l- İstemde bulunan mahkemenin itirazına dayanak olan yön özel hukuk sigortalarında sigorta sözleşmesiyle karşılanmak istenen zarar gerçekleştiğinde sigortadan yararlanan kişiye sigorta karşılığını ödemiş bulunan sigortacının zarardan sorumlu olan kişiye karşı zarara uğrayanın yerine geçerek sigorta karşılığını tazmin ettirmek için açacağı dâvada ancak tazmin etmiş olduğu gerçek zararı isteyebilmesi kabul edilmiş iken Sosyal Sigortalar Kurumunun böyle bir durumda gerçek zararı aşkın olan bir alacağı başka deyimle Kurumun sigortalılara bağladığı gelirin sermaye değerini zarardan sorumlu olan kişiden isteme yetkisi ile donatılmış ve böylelikle Kurum yararına bir ayrıcalık tanınmış bulunduğudur.
Türk hukuk uygulamasında ölüm, yaralanma ya da hastalanma nedeniyle geleceğe ilişkin zararlar için istenilen tazminat, genellikle, zararın sermaye değeri ilkesine göre hesaplanarak hükmolunur. Buna göre bir işçinin ölmesi ya da hastalığa, sakatlığa uğraması nedeniyle işverene karşı açılacak geleceğe ilişkin zararların tazmini dâvasının doğrudan doğruya zarara uğrayanlarca ya da onların yerine geçen Sosyal Sigortalar Kurumunca açılmış olması, işverenin mahkûm edileceği tazminat biçimi açısından, ilke olarak durumda, herhangi bir ayıran yaratmıyacak demektir.
Gelirin sermaye değeri, mahkemenin düşündüğünün tersine, Sosyal Sigortalar Kurumunun zenginleşmesi sonucunu her zaman doğurmaz çünkü, bir çok olaylarda kendisine gelir bağlanan kişinin söz konusu gelirin sermaye değerinin hesaplanması sırasında kabul edilenlerden daha uzun yaşaması ya da bağlanan gelirde yasa ile yapılan değişiklikler dolayısiyle büyük artmalar olması gibi durumlar, Sosyal Sigortalar Kurumunun aldığı primleri ve sermaye değeri biçimindeki tazminatı çok aşan ödemeler yapmak zorunda bırakabilir.
Bir an için Sosyal Sigortalar Kurumunun yararına ve öteki sigortacılara karşı olan bir durumun gerçekleştiği var sayılsa bile, mahkemece öne sürülenin tersine, bu durumu haklı gösteren birtakım gerekçeler bulunmaktadır
a) Özel hukuk sigortası ile uğraşan kişiler kazanç sağlamak üzere çalışırlar. Her yerde, olduğu gibi ülkemizde de bunların çalışmaları ve özellikle yapacakları sigorta sözleşmelerinin koşullan, bir çok kamu hukuku kuralları ile sınırlandırılmıştır. Kendileri bütün bunları bilerek çalışırlar ve is durumunu kendi kazançları için elverişli bulmazlarsa çalışmalarım bırakırlar. Oysa Sosyal Sigortalar kurumu devletin çıkardığı yasalarla yüklediği toplumsal sigorta işlerini yürütmekle ödevli bir örgüttür, ve çalışmaları özel sigortalarda olduğu gibi belli çevreli değil, Türk toplumunun içinde günden güne genişleyen işçi topluluğu ile işverenleri ilgilendirir. Bu Kurumun yasal görevlerini yerine getirip getirmemesi ise, yetkili organlarının isteğine bağlı değildir. Üstelik Kurum hiç bir zaman kazanç sağlam ve bunu belli kişilere dağıtma ereğini güdemez.
Kurum hem Anayasa'nın 48 nci maddesinin bütün yurttaşlar yararına Devlette yüklediği toplumsal güvenlik hakkını sağlama ödevini yurttaşlardan bir bölüğü bakımından yerine getirmek üzere, hem de Anayasa'nın 42 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki (Devlet, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korur ve destekler.) kuralı ile Devlete çalışanlar yararına yüklenen ödevleri gereklerinden bir bölümünü gerçekleştirmek üzere kurulmuş bir örgüt niteliğini göstermektedir.
Anayasa'nın gerek 48 inci, gerekse 42 nci maddesi, 2 nci maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesini gerçekleştiren kurallar durumundadır.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki özel hukuka bağlı bir sigorta kurumu ile Sosyal Sigortalar Kurumu, anayasal açıdan hiç bir zaman eşit durumda birer kuruluş değildirler; bundan ötürü eşit kurallara bağlı tutulmaları gerekmez.
b) İtiraz konusu 26 nci maddenin birinci fıkrası gereğince, Sosyal Sigortalar Kurumunun zarar sorumlusu işverenden, hak sahiplerine bağladığı gelirin sermaye değerim isteyebilmesi için, zararın işverenin kasti yüzünden ya da işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına uymamış veya bir suç işlemiş olması sonucunda doğması koşulu aranmaktadır. İşveren, bu türlü davranışlardan kaçınmak yoliyle, ağır geliyorsa, sigortaca bağlanacak gelirin sermaye değerini ödemekten kendisini kurtarabilir; çünkü kendisine iradesi dışında ortaya çıkan bir zararın sorumu yükletilmekte değildir. Kaldı ki toplumsal düşüncelerle bu türlü sorumlar dahi öngörülebilir.
Tartışma konusu kuralda işvereni işçi sağlığını ve güvenliğini titizlikte korunma durumunda bırakarak işçilerin ölmelerini veya sağlıklarına zarar gelmesini önleyici bir tedbir niteliği de vardır. Böyle bir tedbirin ise, Anayasa'nın 14 üncü maddesinin ilk fıkrasındaki (Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını geliştirme haklarına ve kişi hürriyetine sahiptir.), 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki (Devlet ............ insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartlan hazırlar.) kuralları ile 49 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki (Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ......... sağlamakla ödevlidir.) Kuralının dayandığı temel ilkenin, başka deyimle kişinin canının ve sağlığının Devletçe, her türlü zarardan korunması ilkesinin gereği bulunduğu açıkça görülmektedir. Gerçekten; bütün devletlerin ilk görevi, kişilerin canlarını, sağlıklarını özellikle başka kişiler yüzünden doğacak her tehlikeden korumaktır. Devletler bu ödevlerini hukuk alanında ceza veya tazminat gibi yaptırımlar öngörerek yerine getirmektedirler.
İşin özüne bakılırsa, hukukça korunması gerekli en büyük değerin, insan canı, insan sağlığı olduğu konusunda görüş, birliği vardır. Anayasa'nın az önce anılan 14, 10 ve 49 uncu maddelerindeki kurallara destek olan temel ilke dahi bu düşünceye dayanır. Hukuk kurallarının gerek konuluşlarında, gerekse yorumlarında insan canı ve sağlığının en yüksek ve en önemli değer olduğu yolundaki bu temel ilkenin gözönünde tutulması zorunludur. İmdi, tartışma konusu kural işçilerin canının ve sağlığının etkili biçimde korunması ereğini dahi gerçekleştirmeye elverişli olması açısından Anayasa'nın az önce anılan ilkelerinin doğrultusunda bulunmaktadır.
Birtakım işverenlerin ceza yaptırımları karşısında yeterince uyanık davranmayıp iş sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin ilkel tedbirleri bile savsadıkları, idarece yapılan denetimlerin dahi bu konuda etkili olmadığı gözönünde tutulunca, böyle bir kuralın haklılığı daha güzel belirmektedir.
c) Anayasa'nın 2 nci maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir hukuk devletidir. Toplumsal devlet, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği ve dolayısiyle toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Genellikle toplum yaşamında ve özellikle sanayi toplumu olmuş ya da olma yoluna girmiş toplumların yaşamında işverenler güçlü, işçiler ise güçsüz kişiler sayılır. Yukarıda (a) bendinde belirlendiği üzere, Anayasa'nın 2 nci maddesindeki sosyal devlet ilkesinin gerçekleştirilmesi ereği ile konulmuş bulunan 42 ve 48 inci maddeler kuralları da böyle bir koruma düşüncesine dayanmaktadır. Daha açıkçası işçinin canını ve sağlığım etkin biçimde korumak üzere işverene yerine göre gerçek zararı aşkın olduğu varsayılabilecek bir tazmin borcunun yükletilmesi, Anayasa'nın toplumsal Devlet ilkesine ve bunun sonucu olan 42 ve 48 inci maddeleri kurallarına uygun düşmektedir. Gerçekten, tartışma konusu kural işveren üzerinde etkili olur ve işveren titizlikle gerekli tedbirleri alır da işçiler bu tedbirler sonucunda ölümden hastalık veya sakatlıktan korunmuş olurlarsa sağ veya sağlam kalan bu kişilerden toplum büyük yararlar sağlar; tartışma konusu kural işveren üzerinde etkisiz kalır da bunun sonucunda işçi ölür, hastalanır, ya da sakatlanırsa, o zaman, Sosyal Sigortalar Kurumu hak sahiplerine gelir bağlayıp, itirazda bulunan mahkemenin kabulü üzere uğradığı zarardan çok bir parayı işverenden alarak alacaklı gücünü korumuş ve böylece sigortadan yararlananlar topluluğuna karşı olan borçlarını eksiksizce ve kolayca yerine getirip işçilere yeterince yararı dokunmuş olur ve toplumsal dengeyi böylece sağlamış bulunur.
Burada bir yandan, kasıtlı olarak işçiyi zarara sokmuş veya ağır kusuru ile zarara yol açmış bir işverenin yaran, öte yandan da işverenin kasıtlı davranışının veya ağır kusurunun sonucuna katlanma durumunda bulunan işçi topluluğunun ve onların arkasında Sosyal Sigortalar Kurumunun yararı söz konusudur. Anayasa'nın az önce anılan 2, 42 ve 48 inci maddeleri kuralları, böyle bir durumda işçilerin ve onların koruyucusu bulunan Sosyal Sigortalar Kurumunun yararının üstün tutulmasını gerekli kılmaktadır.
Yukarıdaki a, b, c, bentlerinde açıklanan nedenlerden ötürü itiraz konusu kuralda Anayasa'nın 12 ya da 2 nci maddelerine aykırılık yoktur, itiraz reddolunmalıdır; çünkü Anayasa'nın 12 nci maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesi ancak birbirine benzeyen durumlardan ya da kurallardaki ayrılığı haklı kılan bir gerekçe bulunmayan hallerde çiğnenmiş olabileceği gibi yasaların genelliği ve dolayısıyla de Anayasa'nın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine dayanılması ise yalnızca benzer durumlarda benzer yararların düzenlenmesinde söz konusu edilebilir.
2- Mahkemenin tartışma konusu birinci fıkra kuralının maddenin ikinci fıkrasındaki kurala göre de eşitsizlik yaratarak Anayasa'nın 12 nci maddesine aykırı düştüğü düşüncesi de doğru değildir; çünkü, işveren Sosyal Sigortalar Kurumuna prim .ödediği için onun Kuruma karsı daha hafif biçimde sorumlu tutulması da, daha önce prim ödemiş bulunmayan üçüncü kişinin ise genel kurullara göre daha ağır biçimde sorumlu olması da olağandır ve işveren yararına olan bu durum haklı nedene dayanmaktadır.
3- Toplumsal sigortalarda işverenin prim ödemiş olması dolayı-siyle Sigorta Kurumunun ondan herhangi bir biçimde tazminat istemiyeceği de ileri sürülemez; çünkü hiç kimse kendi kastı veya kusuru ile başkasının ölmesi, hasta yahut sakat olması sonucunda doğan zararlara karşı sigorta yoluna başvurarak kendisini bu tür zararlardan dolayı tazminat ödeme sorunu dışında tutamaz. Böyle bir tutum toplumsal sigorta ilişkisinin felsefesine aykırı düşer ve akçalı sonucu sigorta primi ödeyerek zararı karşılama yoluna başvuran işverenin işçinin canına veya sağlığına zarar gelmesini önleme ödevinden sanki sıyrılmış sayılması gibi bir izlenim uyandırır. Bu ise Anayasa'nın insan canının ve sağlığının korunmasına ilişkin olan ve yukarıda (l inci bentte) açıklanan kurallariyle çelişir.
4- Mahkeme esas alacağa ilişkin gerekçelerin dâvâlı vekilinin faiz isteminin Anayasa'ya aykırı olduğu savını dahi ciddi gösterdiğini ileri sürmektedir. Ancak yukarıda açıklandığı üzere esas alacak için ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık savı doğru değildir. Kaldı ki maddede faize ilişkin herhangi bir kural dahi yer almamıştır. Şu nedenle bu istemin dahi reddi gerekmektedir.
Sonuç : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26 ncı maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine 23/5/1972 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Muhittin Taylan
Başkanvekili
Avni Givda
Üye
Fazıl Uluocak
Sait Koçak
Nuri Ülgenalp
Şahap Arıç
İhsan Ecemiş
Recai Seçkin
Ahmet Akar
Kâni Vrana
Mustafa Karaoğlu
Muhittin Gürün
Lütfi Ömerbaş
Şevket Müftügil
Ahmet H. Boyacıoğlu