ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1971/24
Karar Sayısı : 1971/55
Karar Tarihi:10/6/1971
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Danıştay Dava Daireleri
Kurulu
İTİRAZIN KONUSU : Görülmekte olan bir
davada davacı tarafından öne sürülen 21.2.1967 günlü, 832 sayılı Sayıştay
Kanununun 1. maddesinin, aynı Kanunun 8. bölümünde yer alan yargılama usulüne
ilişkin hükümlerin, 45. maddesinin son fıkrasının ve geçici birinci maddesinin,
Anayasanın 4., 7., 8., 11., 12., 31., 32., 114., 127., 132., 133., 134., 140. maddelerindeki
ilkelere aykırı bulunduğu yolundaki iddiaların ciddi olduğu kanısına varıldığı
belirtilerek bu konuda karar verilmesi isteminden ibarettir.
I-Olay :
Bir Gümrük Başmüdürlüğü Müdür Muavinince görev yaptığı gümrük
saymanlığının 1966 yılı idare hesabının Sayıştayca incelenmesi sonunda verilen
bir harcamanın kanunsuz yapıldığı gerekçesine dayanılarak tahakkuk memuru
sıfatiyle kendisine ve sorumlu saymana ödettirilmesine ilişkin bulunan ilâmın
iptali istemi ile Gümrük ve Tekel ve Maliye Bakanlıkları aleyhine Danıştayda
açılmış bulunan davaya ilişkin dilekçede, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesinde
yer alan (yargılama yoluyla) hükmünün, 8. bölümünde yer alan (yargılama) ya
dair hükümlerin, 45. maddesinin son fıkrası ve geçici 1.maddesi hükümlerinin
Anayasaya aykırı olduğu öne sürülmüş, davalı Bakanlıklar bu iddiaya katılmamış,
davaya bakan Danıştay Dava Daireleri Kurulunca da davacının iddialarının ciddi
olduğu kanısına varılarak Anayasanın 151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkındaki 22.4.1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri
gereğince bu konuda bir karar verilmek üzere Anayasa Mahkemesine başvurulmasına
ve sonuç alınıncaya kadar davanın geri bırakılmasına karar verilmiştir.
II-Davacının Danıştayda öne sürdüğü Anayasaya aykırılık
iddiasının gerekçesi özeti : (Danıştay Dava Daireleri Kurulu kararından
aynen buraya alınmıştır.)
1- Anayasanın 127. maddesiyle Sayıştay’a verilmiş olan
“sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak” yetkisinin sorumlular
hakkında sübjektif kararlar alma yetkisini de kapsamadığı, “zararın isbatı” ile
“zarardan mesuliyetin” ayrı ayrı şeyler olduğu; oysa Sayıştay Kanununun 45. maddesinin
son fıkrası hükmünün “mesuliyetten kurtulma” imknını ortadan kaldırdığı;
Böylece, Anayasanın hak arama özgürlüğünü düzenliyen 31., kanun
önünde eşitliği öngören 12. ve tabii yargıç önüne çıkma garantisini veren 32.
maddelerine aykırı bulunduğu;
2- Anayasanın 127. maddesinin Temsilciler Meclisinde müzakeresi
sırasında, Sayıştayın bir yargıç mercii olduğu, bu bakımdan Anayasanın yargı
kısmında yer alması ve mensuplarına hakimlik teminatı tanınması yolundaki
önerilere rağmen maddenin bu günkü haliyle kabul edilmiş olması karşısında,
Sayıştay Kanunun 1. maddesinin Anayasanın 127. maddesini aynen tekrar eden
“Yargılama yoluyla” ibaresinin eklenmesi suretiyle Sayıştayın yargı yetkisi ile
donatılmasının, Anayasanın 4. maddesindeki “Hiç bir kimse veya organ kaynağını
Anayasada almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne aykırı bulunduğu,
Anayasanın 7. maddesinin “Yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce ve Türk
Milleti adına kullanılacağı” yolundaki açık emrine aykırı düşeceği;
3- Sayıştay Kanununun Anayasaya aykırılığı ileri sürülen ve bur
mercii yargılama yetkisiyle donatıp, ilâmlarına karşı Danıştaya başvurma yolunu
kapayan hükümlerinin, aynı zamanda tabii yargı yolunu düzenleyen Anayasanın 32.
maddesine aykırı olarak, artık ülkemizde ve tüm hukuk devleti ilkelerini
benimsemiş ülkelerde yerleşmiş ve kesinleşmiş tabii yargılama sistemini de
bertaraf ettiği, bu ilkelerin, tarafsız mahkeme, hâkimin ihtilâfa kendiliğinden
el koymaması, savunma hakkı, duruşmaların aleniyeti, görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının uyuşmazlık mahkemeleri tarafından giderilmesi, mahkemelerin
Anayasaya, kanuna, hukuk ve vicdani kanaatlere göre hüküm vermesi şeklinde
sayılabileceği, oysa Sayıştay Kanununu düzenlediği yargılama usulünün bu
ilkelerin uygulanmasına mani olduğu, kısaca Anayasa ile Sayıştay’a yargılama
yetkisi, hele son derece görevli bir yargı yeri hüviyeti tanınmadığı halde
Sayıştay Kanununun anılan hükümleriyle Sayıştayın son derecede görevli bir
yargı yeri, bir yüksek mahkeme haline getirildiği, bununsa Anayasa hükümleri
karşısında mümkün olmadığı;
Yolundadır.
III-Danıştay Dava Daireleri Kurulunun gerekçesi :
(Kurul kararının, konunun esasına ilişkin bölümü aynen
alınmıştır.)
(… 832 sayılı Sayıştay Kanununun; 1 nci maddesi “Sayıştay, genel
ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama
yoluyla kesin hükme bağlamak ve kanunlara verilen inceleme, denetleme ve hükme
bağlama işlemlerini yapmakla görevlidir.” hükmünü koymuş,
2 nci maddesinde; Sayıştay Kuruluşuna dair yargı ve karar
organları şunlardır.
a) Daireler
b) Daireler Kurulu
c) Temyiz Kurulu
d) Genel Kurul
e) ……….
f)………..
ifadesi yazılmış,
Madde 14’te; Bir Başkan ve dört üyeden kurulu daireler birer hesap
makinesidir. Bir başkan ve iki üyeden kurulu daire heyeti hükme yetkilidir. denilmiş,
Madde 28 de; görevleri sayılırken C bendinde; Genel ve katma
bütçeli dairelerin kanunlarla Sayıştay denetimine tabi tutulan diğer kurumların
bütün gelir gider ve mallariyle nakit, tahvil, senet gibi kıymetlerinin (emanet
niteliğinde olanlar dahil) alınıp verilmesi, saklama ve kullanılmasını
denetler. Sorumluların hesap ve işlemlerini yargılayarak kesin hükme bağlar. denilmiştir.
Madde 38 de; Sayıştay denetimine giren idare ve kurumların;
a) Gelir, gider ve mali işlemlerini, bu işlemlere ait sayman
hesaplarını bütün kayıt ve belgeleriyle birlikte incelemek ve neticede bütün bu
işlem ve hesapları yargılama yolu ile,
b)………………
c)………………
Denetler.
……………………………… Denildikten sonra;
Madde 45’de; sorumlularca, gelir, gider, mal ve kıymetlerden
mevzuata uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı,
verilmediği, saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştayca kesin hükme
bağlananları, sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden
başlayarak üç ay içinde hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştay’ca verilen kesin hükümler sorumlulara ve ayrıca gerekli
kovuşturma yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63 ncü madde uyarınca tebliğ
edilir.
Sayıştay’ca verilen ilâmlar aleyhine Danıştay’a başvurulamaz. şeklinde
hüküm sevkedilmiş,
Nihayet yargılama başlığını taşıyan 8 nci bölümde; Madde 56
(dahil) dan Madde 80 ne (sekseninci madde dahil) kadar olan hükümlerde
Sayıştayın yargılama görevini nasıl yerine getireceği belirtilmiş
bulunmaktadır.
Konunun çözümüne bağlanmasında, gerek Anayasanın gerek Sayıştay
Kanununun yukarıda anılan hükümlerinin gözönünde bulundurulmasındaki zorunluluk
açıktır.
Daha önce de değinildiği gibi, Sayıştay Kanununun 1 nci maddesinde
yer alan “sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin hükme
bağlamak” ibaresi; 2 nci maddede Sayıştay Kuruluşuna dair yargı organlarından
bahsedilmiş olması, 14 ncü madde de yer alan “bir başkan ve iki üyeden kurulu
daire heyeti hükme yetkilidir.” ifadesi, 38 nci maddeki Sayıştay denetimine
giren daire ve kurumların, gelir, gider ve mal işlemlerini, bu işlemlere ait
sayman hesaplarını bütün kayıt ve belgeleriyle birlikte incelemek ve neticede
bütün bu işlem ve hesapları yargılama yolu ile denetlemek şeklindeki hüküm ve
45 nci maddenin son fıkrasında yer alan “Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine
Danıştay’a başvurulamaz” hükmüyle, birlikte nazara alındığında;
832 sayılı Kanunun Sayıştay’ı tam ve kâmil bir şekilde yargı
yetkisiyle donattığı ve onu yalnızca yargılama usulleri uygulayabilen bir merci
değil ve fakat bir üst derece mahkeme niteliğine kavuşturduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
832 sayılı Kanuna göre Sayıştay’ın hüviyetini konumuz bakımından
böylece ortaya koyduktan sonra, Anayasa hükümleri karşısında, 832 sayılı
Kanunla Sayıştay’a böyle bir hüviyet tanınmasının mümkün olup olmadığının incelenmesine
geçilecektir.
Böyle bir inceleme, başlangıçta, Anayasamız hükümleri karşısında
yargı yetkisini kullanacak organların niteliklerini ortaya koymayı sonra da
Anayasanın 127 nci maddesi hükümlerinin Sayıştayı yargı yetkisi de
kullanabilecek bir mercii halinde düzenleyip düzenlemediğini araştırmaya
götürecektir.
Yargı yetkisinin yasama ve yürütme gibi asli bir devlet yetkisi
olduğu, şüphesizdir. Anayasamız hiçbir kişi ve organın kaynağını Anayasadan
almıyan bir devlet yetkisini kullanamıyacağı ilkesini koyduktan sonra, yargı
yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağını emretmiş,
mahkemelerde yargı yetkisini kullanacak personel için özel teminat hükümleri
öngörmüş, bünyesi içinde adli, idari ve askeri yargı sistemi olarak üçlü bir
yargı sistemi öngördükten sonra bunlar arasında ortaya çıkacak görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını çözümleyecek bir Uyuşmazlık Mahkemesine de vücut vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yarı sahası içinde doğacak ihtilâfın
niteliklerine göre ilk ve son derece olarak ancak bu üçlü sistem içinde yer
alan yargı mercilerinden birinde çözümlenmesi zorunluluğu da gene Anayasamızın
32 nci maddesinde yerini alan “Tabii Hakim” ilkesi icabıdır.
Öyleyse Anayasamıza göre yargı mercileri, Anayasa ile yargılama
yetkisini üstlenmiş, Türk Milleti adına karar veren, yargısal faaliyeti
sırasında, doğrudan doğruya ya da dolaylı şekilde hiçbir organ, makam, merci ve
kişiden emir, talimat almıyan, mensupları Anayasanın 133 ve 134 ncü maddelerinde
sayılan anayasal teminatları haiz ve görevleride bağımsız ancak Anayasaya,
kanuna hukuka ve vicdani kanaatlarına göre hüküm veren mercilerdir.
Anayasanın nitelendirdiği şekilde yargı mercileri dışında bir
mercie yargılama yetkisi veren kanunların Anayasanın 8 nci maddesi ile konulan
ilkeye aykırı ve binnetice de Anayasaya aykırı olacağı tabiidir.
Anayasanın dava ve savunma hakkını düzenleyen 31 nci maddesinde
belirlenen “yargı merci” lerinin yukarıda açıklanan nitelikte bir merci olduğu
da aşikardır.
Nihayet adli, idari, askeri yargı mercilerinin anlaşmazlıkları
çözümler ve yargılama fonksiyonlarını yerine getirirlerken, bünyesel bazı
farklılıklara rağmen, artık ülkemizde ve başka ülkelerde klâsikleşmiş bazı
temel nitelikte müşterek ilkelere uydukları ve yargılama faaliyetinin;
ihtilâfın mahkeme dışında doğması yani hakimin kendiliğinden davaya el
koymaması, tarafların karşılıklı olarak yargıç önünde iddia ve savunmalarını
yapabilmeleri, duruşmaların genel ahlâkın ve kamu güvenliğinin kesin olarak
gerekli kıldığı haller dışında herkese açık olarak yapılması, hakimlerin
Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlarına göre hüküm vermeleri şeklinde
herkesçe kabul edilmiş, yargılama faaliyetine bu hüviyeti veren ilkeler
çerçevesinde cereyan ettiği bilinen şeydir.
Bu ilkeler, kişiler bakımından bir garanti olarak, dava ve savunma
haklarına anlamını veren ilkelerdir. Oysa Sayıştay Kanunun kendi içinde
düzenlediği yargılama usulleri, bu ilkelerin hiç birisiyle telif edilecek
nitelikte değildir. Böyle bir düzenleme Anayasanın 31 nci maddesinde yer alan
dava ve savunma hakkını açıkça zedelemekte ve bu nedenle de Anayasaya aykırı
bulunmaktadır.
Bütün bu açıklamalardan sonra Anayasanın 127 nci maddesi
hükümlerinin Sayıştay’a yargılama yetkisini, hele bir üst ve son dereceli yargı
mercii yetkisi verip vermediği hususunun incelenmesine geçildiğinde;
Anayasanın 127 nci maddesinde; Sayıştay, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla
görevlidir, hükmü yer almıştır. Madde Sayıştayın anılan görevlerini yerine
getirirken Türkiye Büyük Millet Meclisi adına hareket edeceğini açıkça
belirtmiş bulunmaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına” ibaresinin maddedeki
yeri, Sayıştay’ın ancak maddede sayılan dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını denetlemek fonksiyonunu T.B.M.M. adına yapacağı “kesin hükme bağlama”
fonksiyonunu ise Anayasa ile doğrudan doğruya verilmiş bir görev olarak yerine
getireceği şeklindeki bir anlayışa yer verecek durumda değildir. Sorumluluğu
ortaya koyma hususunun, denetlemenin amacı olması ve denetim faaliyetinin
sonucunu teşkil etmesi hususu ile, (ve) edatının gramer bakımından ayırıcı
değil birleştirici bir fonksiyonu haiz olması karşısında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına ibaresinin sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak
faaliyetine de sari olduğunu kabul zorunludur.
Bu durumda, Sayıştay’ın yargı yetkisini tanımak, yargı yetkisinin
bağımsız mahkemelerce Türk Milleti adına kullanılacağı hükmünü koymuş bulunan
Anayasanın 7 nci maddesi hükmüne aykırı olur.
Bir an için Anayasanın Danıştay, Yargıtay, Askeri Yargıtay ve
Uyuşmazlık Mahkemesini düzenliyen hükümlerinde de bunların Türk Milleti adına
hüküm vereceklerinin yazılı olmadığı ileri sürülerek, Sayıştay için de böyle
açık bir hüküm aramağa yer olmadığı ileri sürülebilirse de; bunların mahkeme
nitelikleri açık seçik olarak belirtilmiş bulunduğundan, Anayasanın 7 nci
maddesinde yer almış bulunan “Türk Milleti adına” ifadesinin Danıştay,
Yargıtay, Askeri Yargıtay ve Uyuşmazlık Mahkemesini düzenliyen hükümlerde yer
alması esasen gereksiz ve tekrar niteliğinde olacağından, böyle bir iddiaya
itibar mümkün değildir. Tam aksine 127 nci maddede Sayıştay’ın; Yargıtay,
Danıştay ve Askeri Yargıtay’dan farklı olarak T.B.M.M. adına hüküm vereceği
açıklanmıştır.
Anayasanın 127 nci maddesinin ikinci fıkrası “Sayıştay’ın
kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları,
ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük işleri, Başkan ve
üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.” hükmünü taşımaktadır.
Görülüyor ki Sayıştay yalnızca T.B.M.M. adına görev ifa eden bir
kuruluş olmayıp, mensuplarının teminatı da Anayasa ile düzenlenmemiş, kanunlara
bırakılmış bir kuruluştur. Oysa Anayasamızın 7 nci maddesiyle yargı yetkisinin
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hükme bağlanmakla
yetinilmemiş, bu bağımsızlığı sağlıyacak hususlarda, bizzat Anayasa ile 132 nci
ve 133 ncü ve 134 ncü maddelerinde yer alan görevsel ve kişisel teminatlar
sevkedilmek suretiyle gerçekleştirmeye çalışılmıştır.
Bizzat Anayasada, hakimlerin görevlerinde bağımsız oldukları, hiç bir
organ, makam, merci ve kişinin mahkemelere ve hakimlere yargı yetkisinin
kullanılması sırasında, emir ve talimat veremiyecekleri, genelge
gönderemiyecekleri, tavsiye ve telkinde bulunamıyacakları, hakimlerin kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen 65 yaşından önce emekliye ayrılamayacakları ve
nihayet bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa
aylıklarından yoksun kılınamayacakları şeklinde yer alan hükümler karşısında, Sayıştay’ı
düzenliyen 127 nci maddede Sayıştay mensupları bakımından sevkedilmiş
hükümlerin, teminat olma değeri konusunda ikinciler aleyhine görünen fark izaha
muhtaç olmayacak derecede açıktır. Diğer bir deyişle, hakimler anayasal bir
teminatı haiz iken, Sayıştay mensuplarının teminatı yasal bir teminat olarak birbirinden
farklıdır.
Görülüyor ki Sayıştay’a bir yargı yetkisinin tanınması; Anayasanın
7.,132.,133 ve .134. maddeleri hükümlerine rağmen, yargı yetkisinin Anayasanın
öngördüğü hakimlik teminatından yoksun kişilerce kullanılmasına cevaz vermek
gibi Anayasanın öngörmediği ve tasvip etmediği bir sonuca müncer olacaktır.
Daha önce değinildiği üzere, yargı yetkisi asli bir Devlet
yetkisidir. Anayasa bu yetkiyi kullanacak organlarını niteliklerini açık seçik
belirttiği gibi hangi organlarca kullanılacağını da açıkça göstermiştir.
Anayasanın Yargıtay’a ilişkin 139., Danıştay’a ilişkin 140. ve
Askeri Yargıtay’a ilişkin 141. maddelerinde, bu yüksek mahkemelerin “Davaya
bakma” görev ve yetkileri sırasıyla “… belli davalara da …. bakar”, “…..
davaları görmek ve çözülmek”, “…belli davalara da ….bakar” ibareleriyle
açıklıkla gösterildiği halde Sayıştayla ilgili 127 nci maddede buna
rastlanamamaktadır. Yargı yetki ve görevini haiz tartışmasız kabul edilmesi
zorunlu bulunan üç yüksek mahkeme için bu derecede açık hüküm taşıyan
Anayasanın Sayıştay için bunun gereksiz bulmasının tek nedeni ona yetki
vermemiş olmasıdır.
Gerçekten Anayasayla Sayıştay’a verilen görev yargı görevi
olmadığından yargı yetkisiyle teçhizi de gerekmektedir. “Sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak” şeklinde ifade edilen görev “davaya bakmak”
veya “uyuşmazlık çözmek” değildir. Çünkü Sayıştayın denetleme görevini yaptığı
ana kadar ortada bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık Sayıştay’ın denetimi yani
bizzat Sayıştay çıkarmaktadır. Bu uyuşmazlık dava yoluyla çözümlenecekse, bu
çözümü davanın bir tarafını teşkil eden Sayıştay’ın yapmasının mümkün
olamıyacağı açık seçik ortadadır.
Ayrıca üç yüksek mahkemeyle ilgili olarak kanunlara bırakılan
hususlar arasında açıkça “yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği” ifade
olunarak, yargısal fonksiyonları tekrar ve teyit edilmiş bulunmaktadır. Oysa
Sayıştay’ı düzenliyen 127 nci maddede yukarda açıklanan şekilde herhangi bir
hüküm bulunmadığı gibi, bu kuruluş bakımından kanunlara bırakılan hususlar
arasında “yargılama usulleri” gibi diğer bütün yargı mercilerini düzenliyen
hükümlerde yer almış bir ibareye rastlanmamaktadır. 127 nci maddenin metninde
böyle bir ibarenin bulunmayışını, bu ibarenin diğer yargı mercilerini
düzenliyen hükümlerde ısrarla kullanılmış olması vakıası karşısında,
kullanılması gereksiz, ya da ihmali caiz bir ibare olarak nazara almaya imkân
yoktur. Bu noksanlık, Sayıştay’a yargı yetkisinin tanınmadığının bir
ifadesidir.
Nihayet Sayıştay’ın Anayasamızın, yargı bölümünde yer almış bir
kuruluş olmaması da, onun Anayasa ile yargı yetkisini kullanacak bir kuruluş
olarak düzenlenmediğini gösterir bir husustur. Her ne kadar Anayasa ile
getirilen kuruluşların, Anayasada yer aldıkları bölüm ve kısımlar, bu
kuruluşların niteliğini tayinde gerçek ve tek ölçü olarak ele alınamazlarsa da
127 nci maddenin Temsilciler Meclisinde müzakeresi sırasında geçirdiği safahat
gözönüne alındığı ve bu kuruluşun yargılama fonksiyonu yaptığından bahisle,
mensuplarına hakim teminatı tanınması ve yerinin yargı bölümüne nakledilmesi
yolundaki tekliflerin tasvip edilmemiş olduğu da hatırlandığı takdirde,
Sayıştay’ın Anayasadaki bugünkü yerinin özel bir önem kazandığı ve Anayasa
Koyucunun Sayıştay’a yargı yetkisini tanımak istemediğinin bir ayrı işareti
olduğu anlaşılır.
Bütün bu açıklamalar Sayıştay’ın yargı yetkisini haiz olmadığını
ortaya koymakla beraber, konunun iyice aydınlığa kavuşturulması için,
Anayasanın 127 nci maddesinde yer alan ….. sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlamak … cümlesindeki –kesin hükme bağlamak- ibaresinin de anlam
ve muhtevasının tahlili gerekir. Çünkü Sayıştay’ın yargılama yetkisini de haiz
bir kuruluş olduğu yolundaki görüşler 127 nci maddedeki bu –kesin hükme
bağlamak- ibaresine dayanmaktadır.
-Hükme bağlamak- teriminin yargılama işlemi sonucunda varılan
kararın resmi şekilde beyanı anlamına geldiği, bu terimin yargı faaliyetine
kendiliğinden içerdiği iddiasına dayanan bir görüş, üzerinde hiç
tartışılmayacak kesinlik ve açıklıkla, hiç olmazsa hukukçular arasında müşterek
bir kanaatın sonucu olsa idi, böyle bir görüşe itibar mümkün olabilirdi. Oysa
bir yargı merciinin artık hiçbir makam ve merci tarafından değiştirilemez hale
gelmiş ve her merci makam ve kişi tarafından uyulması zorunluluğu bulunan,
yargısal kararının niteliğini ifade eden “muhkem kaziye” teriminin yerine de
zaman zaman kullanılmakta olmasına rağmen “kesin hüküm” ve “ kesin hükme
bağlamak” terimleri henüz dilimizde mefhumlaşmış kelime ve deyimler halini
almamışlardır. O kadar ki, hüküm kelimesi bile bizatihi “yargısal bir sonuç”
ifade etmiyen anlamlarda kullanılmaktadır. “Anayasanın şu maddesinin, filân
kanunun filân maddesinin şu ya da bu yoldaki hükümleri” şeklinde halen ve sık
sık dilimizde kullanılan, ifade şekilleriyle “hüküm” kelimesinin yargısal bir
faaliyetle ilgili olmaksızın da kullanıldığı ortada iken, kendisi bizatihi
yargısallığı içermiyen kelimenin başına bir “kesin” ifadesinin gelmesiyle
yargısal bir nitelik kazandığını kabul mümkün değildir. Hüküm kelimesi kullanım
yerine ve ilişkili olduğu faaliyet türüne göre bazan yargısal bir kararı, bazan
yasal bir tesbiti, bazan da halk dilinde çok kullanıldığı üzere herhangi bir
otoritenin emrini ifade eden bir kelimedir. Eğer Sayıştay’ın yargı yetkisi
kullanması konusunda herhangi bir tereddüt olmasaydı o zaman 127 nci maddedeki
“kesin hükme bağlar” terimine yargısal bir faaliyet sonucu varılan karar,
“muhkem kaziye” terimiyle eş anlamlı bir terim demek mümkün olurdu. Diğer bir
deyişle, bu ibare Sayıştay’a nitelik kazandırmaz, belki Sayıştay’ın niteliği bu
terime anlam kazandırır.
Görülüyor ki, “kesin hükme bağlama” deyimi, bizzat kendisi
açıklanmaya muhtaç bir terim olmakla, Sayıştay’ın niteliğinin tayininde mutlak
bir veri olarak ele alınmak durumunda değildir.
Bu sonuca varıldığında ise, Sayıştay’ın yargı yetkisini haiz bir
kuruluş olup olmadığının ancak, Anayasada yargı erki konusunda yer alan
hükümler, Anayasanın düzenlediği yargı mercilerinin; gerek müessese olarak
gerekse mensupları bakımından haiz oldukları teminat hükümlerinin incelenmesi
ile saptanabileceği açıktır. Bu konuda yukarda yapılan açıklamalar ise
Sayıştay’a bu yetkinin tanınmamış olduğunu gösterecek niteliktedir.
Öte yandan, Anayasalar devletin yapısını çok geniş bir perspektif
içinde düzenliyen vesikalardır. Bütün değişebilirliklerine rağmen, toplumsal
yapının dinamizmine ve zorunluluklarına cevap verebilecek yorumlumalar mümkün
olduğu sürece değiştirmemeleri gereken, değiştirilmeyen yasalardır. Onları bu
dinamizme ve toplumsal şuurun direktiflerine adapte edecek dinamik ve günün
gereklerine uygun bir yorum sistemi içinde yorumlanmaları gerekmektedir.
Anayasalarca sevkedilmiş hükümlerin biri birleri karşısında hiyerarşik bir
durumu olmadığını, hepsinin eş değerde olduğunu kabul etmek, Anayasanın tümünün
getirdiği bütün bir sistemi aksatacak yorum şeklinin de tecvizini öngörmez.
Bütüne istisna durumunda bulunan hükümlerin istisnayı açıkça belli edecek, hiç bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenmesi, hele devletin temel yapısına
ilişkin hususlarda bunun böyle olması yoluyla bir istisna yaratmak mümkün
değildir.
Daha önce de değinildiği gibi, Anayasanın; kişilere tanıdığı hak
arama özgürlüğüne, gerek kişiler arasında, gerekse devletle kişiler arasında
ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümüyle görevlendirilmiş yargı mercilerinin
niteliklerine ilişkin hükümlerine, insan haklarına saygılı ülkelerin tümünde,
Anayasalarda yer almasına lüzum kalmayacak kadar topluma mal olmuş, yargısal
faaliyetin doğuşu, yürütülüşü yolundaki ilkelere ters düşen böyle bir yorumla
Anayasanın 127 nci maddesinde belirtilen ve Sayıştay Kanununda tasrih edilen
sorumluların, diğer vatandaşlardan farklı olarak yargısal güvenceden yoksun
kılınması mümkün değildir.
Sayıştay ihtilâfı kendisi yaratacak, hükmü kendisi verecek ve bu
karar karşısında sorumlular tamamen pasif bir durumda kalarak Anayasanın tüm
vatandaşlara tanıdığı yargı mercileri önünde kendilerini savunma imkânından
yoksun kalacaklardır. Diğer yandan, Sayıştay’ın kanunda gösterilen sorumlular
hakkında karar verirken uygulayacağı kanun hükümlerinin Anayasaya aykırılığı
bahis konusu olduğunda, sorumluların, bu hükümlerin itiraz yoluyla Anayasa
Mahkemesinde incelenmesini temin imkânı bulunmaması ve bizzat Sayıştay’ın da
Anayasa Mahkemesine iptal davası yoluyla müracaat imkânlarından mahrum olması,
Sayıştay Kanununa göre sorumlu sayılanların nasıl bir tehlike ile karşı karşıya
olduklarını göstermektedir.
Hiçbir Anayasanın, hele Anayasaya aykırı yasal tasarruflar
konusunda çok özel bir düzenleme getirmiş Türk Anayasasının, vatandaşlardan bir
kısmına Anayasaya aykırı kanunlara kayıtsız, şartsız tahammül külfetini
yüklediği düşünülemez.
Oysa Anayasanın 149 uncu maddesinde, iptal davası açmaya yetkili
kuruluşlar arasında Sayıştay sayılmadığı gibi, 151 nci maddede re’sen ya da
itirazı ciddi görerek uygulanacak kanunun Anayasa Mahkemesinde incelenmesini
sağlayacak merciler yalnızca “mahkemeler” olarak zikredilmiştir.
Anayasa bizzat kendi metni içinde mahkemelerin ne olduğunu tayin
ve tasrih etmiş olduğuna göre, mahkemeler tabiri kapsamında Sayıştay’ın da yer
aldığı düşünülemez. Bu durumda sorumluların nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya
olduklarını ayrıca izah gereksizdir. Anayasanın 127 nci maddesinde yer alan
“kesin hükme bağlamak” terimine kesin yargısal karar vermek manası
atfedilemeyeceğinin açıklanmış olması yanında, bu terimin anlam ve niteliğini
de açıklamak zorunludur.
Bilindiği gibi , İdare Hukukunda ve özel hukukta kesin hüküm
tabiri birbirinden farklı manalar taşımaktadır. Özel Hukukta kesin hüküm üst
yargı merciine müracaatı önleyen bir hukuki müessese, İdare Hukukunda ise idari
yargı mercileri dışındaki müesselerce alındığında, idareyi bağlıyan ve ancak o
nitelikte oldukları için de dava konusu yapılabilir kararlardır.
Sayıştay’ın Anayasa ile yükümlendiği görevlerin niteliği ve bu
görevlerin T.B.M.M. adına yapıldığı gözününe alındığında, 127 nci maddede yer
alan “kesin hükme bağlama” tabirinin anlamı, Sayıştay’ın faaliyet kapsamına
giren konulardan bazılarında vardığı sonuçların artık idari merciler bakımından
gereğine tevessülü icabeden, geri alınamaz ve değiştirilemez kararlar olarak
teminat altında bulunması, bir diğer deyişle idari tasarrufların her zaman geri
alınabileceği, değiştirilebileceği yolundaki İdare Hukukuna yerleşmiş ilkenin
bir istisnası olmasıdır.
Bütün bu izahlar muvacehesinde, Anayasanın Sayıştay’ı bir yargı
mercii olarak düzenlemediği, 127 nci maddesinde yer alan “sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak” tabirinin de, bu kuruluşu yargı yetkisiyle
donatacak bir nitelik taşımadığı, “kesin hükme bağlama” ifadesiyle Sayıştay
kararları üzerinde yargısal denetim yok edilmiş olmayıp ancak bu karara yargı
mercileri dışındaki makam ve merciler karşısında özel bir teminat tanındığı
kanısına varılmıştır.
Gerçekten idari kararların her zaman alınabileceği ayni merci ya
da üst merci tarafından değiştirilebileceği, ortadan kaldırılacağı bilinen bir
idare hukuk ilkesidir. Anayasanın 127 nci maddesinde yer alan “kesin hükme
bağlamak” ibaresi daha önceki açıklamalarlar birlikte ele alındığında bu
ibareyle anılan, İdare Hukuku ilkesine bir istisna getirilmiş, Sayıştay’ın
sorumlulara ilişkin kararları için yargı mercileri dışındaki makam ve mercilere
karşı teminatı sağlanmış olduğu anlaşılır.
Yukarıdaki açıklamalar karşısında; 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1
nci maddesinin, Kanunun 8 nci bölümünde yer alan yargılama usullüne ilişkin
hükümlerin, 45 nci maddesinin son fıkrası hükmüyle, geçici birinci maddesi
hükümlerinin, Anayasaya aykırılığı yolundaki davacı iddiaları ciddi
görüldüğünden Anayasanın 151 ve 44 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanununun 7
nci maddesi gereğince Anayasaya aykırılık konusunda karar verilmek üzere,
davacı ve davalılar dilekçeleriyle dava konusu kararın suretlerini de muhtevi
dava dosyası örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine ve Anayasa
Mahkemesince verilecek karara kadar davanın geri bırakılmasına 6.6.1969
tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.)
IV-Metinler :
A-21.2.1967 günlü ve 832 sayılı Sayıştay Kanununun Anayasaya
aykırılığı öne sürülen hükümleri :
(Madde 1- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve
giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoliyle kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla
görevlidir.)
(Madde 45- Sorumlularca; gelir, gider mal ve kıymetlerden mevzuata
uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği,
saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştayca kesin hükme bağlananları,
sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlayarak üç ay
içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştayca haklarında verilen kesin hükümler sorumlulara ve ayrıca
gerekli kovuşturma yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63 ncü madde uyarınca
tebliğ edilir.
Malın ödettirilmesi, yok olma tarihindeki rayiç bedel üzerinden,
bu tarih belli değilse malın satın alındığı tarih ile kaybolmanın tesbit
edildiği tarih arasındaki en yüksek rayice göre bulunacak bedel üzerinden olur.
Devlet mallarının hasara uğratılması halinde uygulanacak genel hükümler
saklıdır.
Sayıştayca verilen ilâmlar Danıştaya başvurulamaz.)
Bu maddenin sadece son fıkrası hükmünün Anayasaya aykırı olduğu
öne sürülmektedir.
(Geçici Madde 1- Bu kanunun yürürlüğe girdiği yıl ile önceki
yıllara ait hesap ve işlemlerin denetiminde ve yargılamasında eski hükümler
uygulanır.)
Sayıştay Kanununun Anayasaya aykırılığı öne sürülen 8. bölümü
hükümleri (Yargılama) başlığı altında 56.-80. maddeleri kapsamakta olup aşağıda
V No.lu bölümün (b) bendi gereğince söz konusu maddelerin inceleme dışı
bırakılmasına karar verilmiş olduğundan burada maddelerin konuları hakkında bir
fikir vermek üzere sadece başlıklarının gösterilmesiyle yetinilmiştir.
Hesapların dairelerce incelenmesi : Madde-56
Hesapların yargılanması : Madde-57
Saymanın beraatına yeterli belgeler: Madde-58
Belge ibraz edilememesi: Madde-59
Olağanüstü hallerde belge ibraz edilememesi:Madde-60
Hüküm ve tutanaklar : Madde-61
İlâmlar:Madde-62
İlâmların bildirilmesi ve tavzihi: Madde-63
İlâmların infazı: Madde-64
Suç teşkil eden fiiller: Madde-65
Hükmen onanma: Madde-66
Kanun yolları
1. Temyiz
Temyiz Mercii: Madde-67
Temyiz sebepleri:Madde-68
Temyiz isteği:Madde-69
Temyiz isteğinin karara bağlanması : Madde-70
Temyiz dilekçesinin verileceği yerler: Madde-71
Mürafaa:Madde-72
Temyiz Kurulu kararı : Madde-73
2.Yargılamanın iadesi
Yargılamanın iadesi sebepleri: Madde-74
Yargılamanın iadesi isteminin görüşülmesi:Madde-75
İcranın geciktirilmesi: Madde-76
3.Karar düzeltmesi
Karar düzeltilmesi sebepleri : Madde-77
Karar düzeltilmesi isteminin incelenmesi: Maadde-78
Bu kanunda hüküm bulunmayan haller: Madde-79
İçtihadın birleştirilmesi : Madde-80
B-İtirazın dayandırıldığı Anayasa hükümleri :
Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organlar eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almıyan
bir devlet yetkisi kullanamaz.
Madde 7- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır.
Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve kişileri bağlıyan temel hukuk kurallarıdır.
Madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna
uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun, kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adâlet ve
milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne
dokunamaz.
Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Madde 31- Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia ve savunma
hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.
Madde 32- Hiç kimse, tabii hakiminden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi tabii hakiminden başka bir merci önüne çıkarma
sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağan üstü merciler kurulamaz.
Madde 114- İdarenin hiçbir eylem ve işlemi, hiçbir halde, yargı
mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz.
İdarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre aşımı,
yazılı bildirim tarihinden başlar.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.
Madde 127- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir
ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.
Sayıştayın kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının
nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük
işleri, Başkan ve üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.
Kamu iktisadi teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince
denetlenmesi kanunla düzenlenir.
Madde 132- Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclislerinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Madde 133- Hakimler azlolunamaz. Kendileri istemedikçe, Anayasada
gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun
kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş
olanlarla görevini sağlık bakımından yerine getiremiyeceği kesin olarak
anlaşılanlar ve meslekte kalmalarının caiz olmadığına karar verilenler hakkında
kanundaki istisnalar saklıdır.
Madde 134- Hakimlerin nitelikleri, atanmaları, hakları ve
ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin veya görev
yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin
kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili
suçlarından dolayı soruşturma yapılmasına ve yargılanmalarına karar verilmesi,
meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve diğer
özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre, kanunla düzenlenir.
Hakimler altmışbeş yaşını bitirceye kadar hizmet görürler. Askeri
hakimlerin yaş haddi kanunla belli edilir.
Hakimler kanunda belirtilenlerden başka, genel ve özel hiçbir
görev alamazlar.
Madde 140- Danıştay, kanunların başka idari yargı mercilerine
bırakmadığı konularda ilk derece ve genel olarak üst derece idare mahkemesidir.
Danıştay, idari uyuşmazlıkları ve davaları görmek ve çözümlemek,
Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları hakkında düşüncesini bildirmek,
tüzük tasarılarını ve imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini incelemek ve kanunla
gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir…..)
V- İlk İnceleme :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 6.4.1971
gününde Hakkı Kenetoğlu, Avni Givda, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Sait
Koçak, Muhittin Taylan, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun,
Kâni Vrana, Muhittin Gürün, Lütfi Ömerbaş, Şevket Müftügil, Ahmet
H.Boyacıoğlu’nun katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında; “dosyanın
eksiği bulunmadığı anlaşıldığından işin esasının 832 sayılı Sayıştay Kanununun
mahkemenin uygulama durumunda bulunduğu 45. maddesinin son fıkrası ile sınırlı
olarak incelenmesine, Celâlettin Kuralmen ve Muhittin Gürün’ün itirazın, itiraz
yoluna başvuran mahkemenin yetkisizliği yönünden reddi gerektiği yolundaki
karşıoylariyle ve oyçokluğu ile” karar verilmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
Anayasanın 151. maddesinde :
(Bir davaya bakmakta olan mahkeme uygulanacak bir kanunun
hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu
konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır….)
Kuralı bulunmakta ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkındaki 22.4.1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddesinde de:
(Bir davaya bakmakta olan mahkeme:
1- O dava sebebiyle uygulanacak kanun hükümlerini Anayasaya aykırı
görürse, bu yoldaki gerekçeli kararı; veya,
2- Taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi
olduğu kanısına varırsa, tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve
kendisini bu konuya götüren görüşünü açıklayan kararı,
Dosya muhtevasının mahkemece bu konu ile ilgili görülen tasdikli
suretleriyle birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderir…..)
Denilmektedir.
Bu hükümlerden açıkça görüldüğü gibi bir kanun hükmü hakkında
mahkemelerce itiraz yoluna başvurulabilmesinin ilk iki şartı:
a) Mahkemenin bir davaya bakmakta olması,
b) İtiraz edilecek hükmün o davada uygulanacak nitelikte
bulunmasıdır.
Davacının ve Dava Daireleri Kurulunun itirazında söz konusu
koşulların mevcut olup olmadığına gelince:
a) Dosyanın incelenmesinden açıkça anlaşıldığına göre, sorumlu bir
memur hakkında Sayıştay’ın bir dairesince verilmiş bulunan ilâmın iptali isteği
ile Danıştay’da iptal davası açılmış ve dava dosyası da gerekli kararın
verilmesi için Danıştay Dava Daireleri Kuruluna gelmiştir. Böylece usulü
dairesinde Danıştay’a açılmış ve ilgili kurulca da görülmesine başlanmış
bulunan davanın, yetki dışı olduğu öne sürülerek yok sayılması mümkün değildir.
Zira yetki sorunu da davanın görülmesine başlandıktan sonra mahkeme ele
alınarak çözümlenecek konulardan birisini teşkil eder.
Bu duruma göre Danıştay Dava Daireleri Kurulunun davaya bakıp bir
karar vermesi gerekmektedir.
Bu açıklamadan, Danıştay Dava Daireleri Kurulunun bakmakta olduğu
bir davanın bulunduğu ve bu suretle ilk koşulun var olduğu anlaşılmaktadır.
b) Dava Daireleri Kurulu, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesinin,
kanunun 8. bölümünde yer alan yargılama usulüne ilişin hükümlerin, 45. maddesinin
son fıkrası hükmü ile geçici 1. maddesi hükmünün Anayasaya aykırı olduğunu öne
süren davacının iddialarının ciddi olduğu kanısına vararak itirazı bu
hükümlerin tümüne yöneltmiştir.
832 sayılı Sayıştay Kanunun yukarıda metinleri yazılı bulunan 1. maddesi
Sayıştayın genel olarak görev ve yetkilerini, geçici 1. maddesi de kanunun
yürürlüğe girdiği yıl ile daha önceki yıllara ilişkin hesap ve işlemlerin
denetiminde ve yargılamasında Sayıştayca eski hükümlerin uygulanacağını
göstermektedir. Kanunun 8. bölümünde yer alan ve yukarıda sadece konularının
gösterilmesiyle yetinilmiş bulunan 56-80. maddeler ise Sayıştayın yargılama
yolu ile yapacağı görevlerde uygulayacağı usulleri belirtmektedir.
Görüldüğü gibi bu hükümler Danıştay Dava Daireleri Kurulu dışında
uygulanacak nitelikte olup bunların söz konusu davanın çözümünde hiç bir
şekilde adı geçen Kurulca uygulamaları da söz konusu değildir.
Buna göre 832 sayılı Sayıştay Kanununun bu davada uygulanma
olanağı bulunmayan 1. maddesi, 8. bölümünün yargılamaya ilişkin hükümleriyle
geçici 1. maddesi hakkında davacının ve Dava Daireleri Genel Kurulunun Anayasaya
aykırılık itirazında bulunmaya yetkileri yoktur.
Bu nedenle söz konusu maddelere yöneltilmiş bulunan itirazın
inceleme dışında bırakılması zorunludur.
45. maddenin son fıkrası hükmüne gelince:
Dava Daireleri Kurulu, önüne gelen bu davayı incelemeye
başladığında karşısına ilk çıkacak hüküm 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin söz
konusu son fıkrası hükmüdür. Zira bu fıkrada (Sayıştayca verilen ilâmlar
aleyhine Danıştaya başvurulamaz.) denildiğinde Dava Daireleri Kurulu bu hükmü
uygulamak suretiyle davayı sonuçlandırmak zorunluluğundadır.
Yukarıda I işaretli (Olay) bölümünde açıklandığı gibi davacı, 832
sayılı Kanunun davada uygulanma olanağı bulunmayan bazı hükümleriyle birlikte
45. maddesinin davada uygulanması gerekli son fıkrası hükmünün de Anayasaya
aykırı olduğunu öne sürmüş, davaya bakacak olan Danıştay Dava Daireleri Kurulu
da bu iddianın ciddi olduğu kanısına vararak tarafların iddia ve savunmalarını
almış ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü kararında geniş bir şekilde
açıklamıştır.
Bu durum karşısında, bakmakta olduğu davada uygulayacağı hükmün
Anayasaya aykırı olduğu yolundaki davacı iddiasının ciddi olduğu kanısına varan
ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü de kararında etraflıca açıklamış
bulunan Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile
başvurmaya yetkili bulunduğu, kuşkuya yer vermeyecek derecede açıktır. Bu
nedenle söz konusu fıkra hükmüne yönelen itirazın kabulü ile esastan
incelenmesi gerekir.
Celâlettin Kuralmen ve Muhittin Gürün bu görüşlere
katılmamışlardır.
VI-Esasın incelenmesi:
İtirazın
esasına ilişkin rapor, Danıştaydaki davanın taraflarının konuya ilişkin iddia
ve savunmalariyle Dava Daireleri Kurulunun gerekçeli kararı, Anayasa aykırılığı
ileri sürülen kanun hükmü ile ilgili Anayasa hükümleri ve bunlara ilişkin
gerekçelerle Yasama Meclislerinin görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
1-
Anayasaya aykırılık iddiasının daha önceki itirazlar dolayısiyle incelenmiş
bulunması durumu: 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin son fıkrasının
Anayasaya aykırı olduğu yolundaki iddia daha önce 1967/13 ve 1967/19 esas
sayılı işler dolayısiyle incelenmiş, hükmün Anayasaya aykırı olmadığı ve
itirazın reddi,14,15,16 Ocak 1969 ve 16 Ocak 1969 günlü ve 1969/5 ve 1969/6
sayılarla karara bağlanmıştır.
Görüşmelerin
başında Muhittin Gürün ve Lütfi Ömerbaş, şu duruma ve Anayasanın, Anayasa
Mahkemesi kararlarının kesinliğini ve bağlayıcılığını saptayan 152. maddesi
hükmüne göre konunun yeniden incelenemiyeceğini ileri sürmüşlerdir.
Anayasanın
152. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Kesin yargı kararı,
kararı veren mahkemece veya başka bir yargı yerince yeniden incelenip
değiştirilmesi olanağı bulunmayan karar demektir. Anayasa Mahkemesinin
Anayasaya aykırılık iddialarına ilişkin kararları Anayasanın 149. veya 151. maddelerine
dayanılarak yapılmış belli istemler üzerine verileceğinden her kararın
kesinliği de o kararın verilmesini gerektiren belli dava veya itiraz açısından
söz konusu olabilir. Bu durumun sonucu olarak belirli bir dava veya itirazın
karara bağlanması aynı konuda bir başka dava veya itirazın Anayasa Mahkemesine
gelmesine veya incelenmesine engellik edemez.
İptal
karariyle dava veya itirazın reddine ilişkin kararlar arasında açık bir ayırım
vardır. İptal kararları karar gününde ve ayrıca yürürlük günü belirtilmişse o
günde iptal konusu hükümleri yürürlükten kaldırır. İptal dolayısiyle artık
yürürlükte bulunmayan bir kanunun Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyeceğine
göre böylece çözülmüş konuların bir daha mahkemeye gelmesi düşünülemez. Gelse
de yeniden incelenmesinin gereği ve konusu olmaz ve iş karar verilmesine yer
bulunmadığı yolunda bir sonuçla kapanır. Davanın veya itirazın reddi ile
sonuçlanmış kararlara konu olan hükümler ise yürürlükte kalmış ve kararlar belirli
durumlara ve koşullara dayanmakta bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da bu
kapsam içinde, belirli bir dava ve itiraz bakımındandır. Durumların ve
koşulların değişmesi halinde sonucun da değişik olması gerekir. Böyle bir
değişmenin bulunup bulunmadığı ise ancak yeni dava veya itirazın incelenmesi
sonunda anlaşılabilir.
Bir
dava veya itiraz redle sonuçlanırsa ayın konuda gelecek başka davaların ve
itirazların incelenemeyiceği yolunda bir görüş kimi hükümlere dokunulmazlık
tanımak, bu hükümler hakkında özellikle yargı mercilerinin yetkilerini
kullanmalarını önlemek, hukuki görüşlerini dondurup kalıplaştırmak olur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının böyle bir ereği bulunduğu düşüncesini
destekleyecek, doyurucu bir kanıtın ileri sürülmesi olanaksızdır.
Şu
duruma göre inceleme konusu hükmün daha önce denetlenmiş ve Anayasaya aykırı
görülmeyerek itiraz ve davanın reddine karar verilmiş bulunmasının konunun bu
dosyada yeniden ele alınmasına engellik edemeyeceğine Muhittin Gürün ve Lütfi
Ömerbaş’ın karşıoylariyle ve oyçokluğu ile karar verilerek Anayasaya aykırılık
sorununun görüşülmesine geçildi.
2-
Davacı tarafından öne sürülen ve Danıştay Dava Daireleri Kurulunca da ciddi
olduğu kanısına varılan itirazın esasını; Anayasanın 127. maddesinin Sayıştaya
bir yargı yetkisi vermediği, Sayıştay kuruluşunu bir yargı yeri niteliğinin
gerektirdiği biçimde kurmadığı ve mensuplarına da “hakim” lerin hukuki
statülerini tanımadığı, sözü geçen maddede yer alan “kesin hükme bağlamak”
deyiminin açıklanmaya muhtaç ve çeşitli manalarda kullanılan bir deyim olduğu,
Sayıştay bir yargı yeri olmadığı cihetle kararlarında yargısal bir nitelik
bulunamayacağından bu deyimin, bir idari karar niteliğinde olan Sayıştay
kararlarının, idare hukuku açısından değerlendirilerek idari merciler karşısında
kesin olduklarını ifade etmek maksadiyle kullanılmış olduğunun kabulü
gerektiği, Anayasanın kesin idari kararlara karşı yargı denetimini koyan
kurallarından kurtulmanın hiçbir şekilde mümkün olamıyacağı görüşü teşkil
etmektedir.
Anayasanın
127. maddesinin ikinci fıkrası Sayıştayın görevlerini üç grup halinde toplamış
bulunmaktadır:
a)
Genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek,
b)
Sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak,
c)
Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak,
Görüldüğü
gibi bunlardan ilk ikisi, Anayasanın kendisi tarafından verilmiş ve düzenlenmiş
görevlerdir. Kanun Koyucu, sözü geçen 127. maddenin ikinci fıkrasına göre
Sayıştayın kuruluşunu, işleyişini ve denetim usullerini düzenlerken bu Anayasa
ilkelerini gözönünde tutarak uygulama ayrıntılarını belirtmek zorunluğundadır.
Üçüncü
gruptaki görevler ise, inceleme, denetleme ve hükme bağlama niteliğinde
olmaları şartiyle Kanun Koyuca tarafından, Sayıştayca uygun görülen
hizmetlerdir.
Madde
metninde de açıkça anlaşılacağı gibi Anayasa, Sayıştaya, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına denetleme görevi vermiş, buna karşılık, sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlama görevine ilişkin olan hükmü (Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına) deyiminin dışında bırakmıştır. Zira maddede yer alan bütün görevlerin (
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına) yapılması öngörülseydi maddedeki ( Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına) sözü, sadece (genel ve katma bütçeli dairelerin
bütün gelir ve giderleri ile mallarının denetlenmesi) işine bağlılığı anlatan
şimdiki yerinde değil, maddenin baş tarafına, bütün birinci fıkra hükmünü kapsamına
alacak biçimde konulur ve istenilen anlam sağlanırdı.
Görüldüğü
gibi, maddenin, ereğine de uygun düşen ifade biçimi, “kesin hükme bağlama”
görevinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına değil, Anayasa ile doğrudan
doğruya Sayıştaya verilmiş bir görev olarak yerine getirileceğini kesinlikle
ortaya koymaktadır.
Üçüncü
gruptaki görevlerinin konularının, niteliklerinin, kapsamlarının, yapılma şekil
ve usullerinin de, 127. maddenin buna dair olan hükmüne uygun olmak şartiyle,
Kanun Koyucu tarafından belli edilmesi gerekmektedir.
Maddenin
konumuzla ilgili bölümü, Sayıştayın doğrudan doğruya Anayasadan aldığı görev ve
yetkiye dayanarak sorumluların hesap ve işlemlerini “kesin hükme” bağlayacağına
ilişkin olan hükmüdür.
Anayasanın
127. maddesinin açıklanan hükümleriyle Dava Daireleri Kurulunun gerekçeli
kararı karşılaştırıldığında, Kurulun bir anayasal gerçek üzerinde hiç
durmayarak, kendisince var saydığı birtakım düşüncelerden hareketle işi ele
aldığı ve kanaatını bu açı doğrultusunda oluşturduğu ve bu suretle de konuyu
asıl yerinden başka alanlara kaydırdığı görülmektedir: Zira bu dava dolayısiyle
çözülmesi gereken konu Danıştayca öne sürüldüğü gibi Sayıştayın bir yargı yeri
olup olmadığı, üyelerinin hâkim niteliğinde bulunup bulunmadığı değil,
sorumluların hesap ve işlemleriyle ilişkin olmak üzere Sayıştayca verileceği
Anayasaca kabul edilen “hüküm” lerin “kesin” yani (aleyhlerine başka yargı
yerlerine başvurulamaz) nitelikte bulunup bulunmadıklarıdır.
Bu
nedenle söz konusu itirazın çözümü için Sayıştayın Anayasaca öngörülen bir
yargı yeri olup olmadığına, üyelerinin hâkim niteliğine sahip bulunup
bulunmadığına ilişkin tartışma olanaksızdır.
Öte
yandan Dava Daireleri Kurulu kararında öne sürüldüğü gibi, hukuk dilinde, kanun
kuralları söz konusu olduğunda kullanılan “kanun hükmü” deyimi ile bir organ
veya kurul kararının adını belirtmek için kullanılan “hüküm” deyiminin ayrı
kavramlar olduğu açık bulunduğundan, Anayasanın 127. maddesinde geçen “hüküm”
sözcüğünün, özellikle Anayasaca kullanıldığı da gözönüne alınmayarak, gerçekte
mevcut bulunmayan bir kavram karışıklığından söz edilmek suretiyle Anayasanın
açık ifadesi dışında kalan “idari karar” deyimi ile değiştirilmesi ve “hüküm”
sözcüğüne de bu varsayım doğrultusunda bir hukuki değer biçilmesi mümkün değildir.
Görülüyor
ki, konu, Anayasanın 127. maddesi kuralı karşısında, Sayıştay “hükümlerinin”
kesin, yani bunlar aleyhine başka yargı yerlerine başvurmanın mümkün olup
olmadığının çözümünden ibaret bulunmaktadır.
Bilindiği
gibi, Anayasalar, sosyal, siyasal, hukuk ve ekonomi alanlarının, kısacası
Devletin tüm yapısının temeli olan kuralları saptarlar ve gereken yerlerde
bunların sınırlarını ve istisnalarını koyarlar. Kişiler ve organlar ancak bu
kurallar ölçüsünde ve varsa sınırlama ve istisna hudutları içinde görevlere,
haklara ve yetkilere sahip olurlar. Hiçbir kimse ve hiçbir organ bu kuralın
dışına çıkamaz. Esasen Anayasanın 4. maddesinin son cümlesi ve 8. maddesinin
ikinci fıkrası buna aykırı bir düşünceyi kesinlikle ret etmiştir. Anayasa
ilkeleri, etki ve değer bakımından eşit olup hangi nedenle olursa olsun birinin
ötekine üstün tutulması mümkün olmadığından bunların bir arada, birbirine
getirdiği sınırlamalar içerisinde ve hukukun genel kuralları da gözönünde bulundurulmak
suretiyle uygulanmaları zorunludur.
Anayasa,
bir maddesiyle herhangi bir konuya ilişkin olmak üzere genel ilke koyarken
diğer bir maddesiyle de bu genel ilkeye istisna hükmü getirebilir veya onu
daraltıcı bir sınır koyabilir. Örneğin Anayasanın, 114. maddesiyle idarenin
hiçbir eylem ve işleminin, hiç bir halde, yargı mercilerinin denetimi dışında
bırakılamayacağı genel ilkesini koyarken başka Anayasa maddesiyle bazı idari
işlemlerin, niteliklerinin özellikleri gözönüne alınarak, kesin olacağı, bunlar
hakkında yargı yerlerine başvurulamıyacağı hükmünü koymasını hukuki engel
yoktur ve bu istisna hükmü de kendi sınırları içerisinde genel kural
derecesinde etkili ve geçerlidir. Bu bakımdan bir kurul kararına “kesin”
nitelik verebilmek için o kurulun behemahal bir yargı yeri olması ve üyelerinin
hâkim niteliğinde bulunması gibi bir zorunlukla Anayasalar bağlı değildirler. Gerekli
gördükleri hallede bu niteliklerde olmayan kurulların kararlarına da
Anayasaların kesinlik tanımaları olağandır.
Söz
konusu 127. madde hükmü de bir Anayasa kuralı olduğuna göre Anayasada yer almış
bulunan diğer ilkelerle etki ve değer bakımından eşit bulunduğunda, hatta sırf
Devlet sorumlularının sorumlarına ilişkin işlemleri genel kurallardan ayrı
biçimde özel bir düzenlemeye bağlı tutmuş olduğu gözönüne alınırsa genel
kurallardan önce uygulama ve etki değeri olduğunda kuşku yoktur. Anayasada
başkaca var olan bu ve bunun gibi belli bir konuya ilişkin bulunan pek çok
sayıdaki özel durumlara ilişkin hükümlerin, Anayasada yer alan genel ilkelerden
değişik nitelikte olduklarına bakılarak Anayasaya aykırılıklarından söz
edilemez ve Anayasada belli bir konuyu düzenliyen özel bir ilke varken o konuyu
da kapsamı içine alabilecek nitelikte genel bir ilke bulunsa bile onun değil,
konuya özgü Anayasa kuralının uygulanması zorunludur.
Bu
açıklamaların ışığı altında kendiliğinde şu sonuç ortaya çıkar: Anayasanın 127.
maddesi, sorumluların hesap ve işlemlerinin incelenmesi sonunda Sayıştayı
“kesin hüküm” vermekle görevlendirmiştir. Görülüyor ki Anayasa, bu çeşit
Sayıştay kararlarına “hüküm” niteliği ve “kesinlik” tanımıştır. Anayasanın bu
nitelikleri gelişi güzel vermediği ve söz konusu deyimleri de tesadüfen
kullanmadığı, aksine Sayıştayın tarih içindeki gelişimi, ötedenberi yürürlükte olan
kanunlarla verilmiş bulunan görevlerin niteliği ve ilâmlarının tabi tutulduğu
hükümler gözönüne alınarak Anayasa Koyucu tarafından bilerek maddeye konulduğu
ve buradaki “kesinlik” deyimi ile Sayıştay ilâmlarına karşı başkaca yargı
yerlerine başvurulmamasının öngörülmüş bulunduğu Temsilciler Meclisindeki
görüşmelerin incelenmesinden anlaşılmaktadır. (Temsilciler Meclisi Tutanak
Dergisi Cilt:4, Sayfa:61-62, 68-69)
Durum
bu derecede açık iken Sayıştayın bir yargı yeri olmadığı ve bu sebeple de
kararlarının bir “yargı kararı” sayılamayacağı görüşünden hareketle Anayasanın
açıkça “hüküm” olarak kullandığı bir deyimi “idari karar” niteliğine
dönüştürerek, bir anayasal ilke olan “kesinlik” niteliğini de kanunlarla
tanınan “idari karar kesinliği” değerine indirerek çıkarılan sonucun Anayasanın
açık hükümlerine ne derece aykırı bulunduğu ortadadır.
Üstün
kural koyan Anayasanın “kesin” nitelik tanıması sebebiyle aleyhine başkaca bir
idare ve yargı yerine başvurulması mümkün bulunmayan bir Sayıştay “hükmü” ne
karşı Danıştaya başvurma yolunun açılmasının, Anayasanın 127. maddesine aykırı
olduktan başka, hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı ilkesini koyan 4. maddesince, Anayasa hükümlerinin diğer
organlar arasında yargı organlarını da bağlıyan temel hukuk kuralları olduğun
belirten 8. maddesine de kuşkusuz aykırı düşeceği meydandadır.
Esasen
832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin Anayasaya aykırılığı öne sürülen
son fıkrası hakkında daha önce de, Danıştay Dava Daireleri Kurulu tarafından
itiraz yolu ile ve Danıştay Başkanlığı tarafından da iptal davası açılmak
suretiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Anayasa Mahkemesince, söz konusu
hükümde Anayasaya aykırılık görülmediğinden her iki başvurmanın da reddine
karar verilmiştir. ( 14,15,16 Ocak 1969 günlü. 1967/13,1969/5 sayılı ve 16 Ocak
1969 günlü, 1967/19-1969/6 sayılı kararlar, Resmi Gazete: 14 Nisan 1970 ve 17
Nisan 1970, Sayı:13471, 13474; Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 7,
Sayfa 158/227).
Konunun
bu açıklamaların ışığı altında incelenmesi halinde, Anayasanın 127. maddesinde
yer alan ve konuya özgü bulunan Anayasa kuralının bir başka biçimde tekrarından
ibaret olan, 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrası hükmünün, bu
niteliği bakımından, Anayasanın:
a)Egemenliğe
ilişkin 4. maddesine,
b)
Yargı yetkisine ilişkin 7. maddesine,
c)
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığna ilişkin 8. maddesine,
ç)
Temel hakların özüne ilişkin 11. maddesine,
d)
Eşitliğe ilişkin 12. maddesine,
e)
Hak arama hürriyetine ilişkin 31. maddesine,
f)
Tabii yargı yoluna ilişkin 32. maddesine,
g)
Yargı denetimine ilişkin 114. maddesine,
ğ)
Sayıştaya ilişkin 127. maddesine,
h)
Mahkemelere ilişkin 132. maddesine,
ı)
Hâkimlik teminatına ilişkin 133. maddesine,
i)
Hâkimlik mesleğine ilişkin 134. maddesine,
j)
Danıştaya ilişkin 140. maddesine,
Aykırı
olmadığı gerçeği ortaya çıkar.
Yukarıdaki
nedenlere itirazın reddi gerekir.
Avni
Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Kâni Vrana, Şevket Müftügil,
Ahmet H.Boyacıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
VII-Sonuç:
832 sayılı Sayıştay Kanununun sınırlama kararı uyarınca incelenen
45. maddesinin Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine Danıştaya
başvurulamıyacağı’na ilişkin son fıkrası hükmünün Anayasaya aykırı olmadığına
ve itirazın reddine Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin,
Ahmet Akar, Kâni Vrana, Şevket Müftügil ve Ahmet H.Boyacıoğlu’nun karşı
oylariyle ve oyçokluğu ile 10.6.1971 gününde oy birliğiyle
karar verildi.
Başkan Vekili
Avni GİVDA
Karşı oy yazısı
eklidir.
|
Üye
Fazıl ULUOCAK
|
Üye
Sait KOÇAK
|
Üye
Nuri ÜLGENALP
|
Üye
Muhittin TAYLAN
Karşı oy yazısı
eklidir.
|
Üye
Şahap ARIÇ
|
Üye
İhsan ECEMİŞ
|
Üye
Recai SEÇKİN
Karşı oy yazısı
eklidir.
|
Üye
Ahmet AKAR
Karşı oy yazısı
eklidir.
|
Üye
Halit ZARBUN
|
Üye
Kâni VRANA
Karşı oy yazısı
eklidir.
|
Üye
Muhittin GÜRÜN
Karşı oy
eklidir.
|
Üye
Lütfi ÖMERBAŞ
|
Üye
Şevket MÜFTÜGİL
(Karşı oy
eklidir.)
|
Üye
Ahmet
H.BOYACIOĞLU
Karşı oy
eklidir.
|
KARŞIOY YAZISI
I-Çoğunluğun
görüşü :
1971/24
esas, 1971/55 karar sayılı, 10.6.1971 günlü karar metninde de görüleceği üzere
çoğunluğun görüşü, bir başka deyimle 21.2.1967 günlü, 832 sayılı Sayıştay
Kanununun 45. maddesinin son fıkrasındaki “Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine
Danıştay’a başvurulamaz.” hükmünün Anayasa’ya aykırı bulunmadığına ve itirazın
reddine ilişkin olarak verilen kararın gerekçesi şöyle özetlenebilir:
Sayıştay’ın
Anayasa’nın 127. maddesinde yer alan görevlerinden “sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlama”, “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına”
deyiminin dışında bırakılmıştır. Çünkü bu deyim maddenin başında değildir.
Demek ki “kesin hükme bağlama” Türkiye Büyük Millet Meclisi adına değil,
Anayasa ile doğrudan doğruya Sayıştay’a verilmiş bir görev olarak yerine
getirilecektir.
Bu
itiraz dolayısiyle çözülmesi gereken konu Danıştay Dava Daireleri Kurulunca öne
sürüldüğü gibi Sayıştayın bir yargı yeri olup olmadığı, üyelerinin hâkim niteliğinde
bulunup bulunmadığı değil sorumluların hesap ve işlemleriyle ilgili olarak
Sayıştayca verilmesini Anayasanın öngördüğü “hüküm” lerin “kesin” yani
“aleyhlerine başka yargı yerlerine başvurulamaz” nitelikte bulunup
bulunmadığıdır. Bunun dışında tartışmaya girişilmesinin yeri yoktur.
Anayasa
ilkeleri etki ve değer bakımından eşit durumdadır. Biri ötekine üstün
tutulamaz. Bunların bir arada, birbirine getirdiği sınırlamalar içinde
uygulanmaları zorunludur. Anayasa bir maddesiyle bir konuda genel ilke koyarken
başka maddesiyle de genel hükme istisna getirebilir veya onu daraltıcı bir
sınır koyabilir. İstisna hükmü de, kendi sınırları içinde genel kural
derecesinde etkili ve geçerli olur. Bu bakımdan bir kurul kararına kesin
nitelik verebilmek için o kurulun mutlaka bir yargı yeri olması ve üyelerinin
hâkim niteliğinde bulunması gibi zorunlulukla anayasalar bağlı değildir.
Gerekli gördüklerinde bu niteliklerde olmayan kuralların kararlarına da
anayasaların kesinlik tanımaları olağandır.
Söz
konusu 127. madde hükmü de bir Anayasa kuralı olduğuna göre Anayasanın öteki
ilkeleri ile etki ve değer bakımından eşit durumdadır. Üstelik Devlet
sorumlularının sorumlarına ilişkin işlemleri genel kurallardan ayrı biçimde,
özel düzenlemeye bağladığına göre bunların genel kurallardan önce uygulanma ve etki
değeri olduğunda kuşku yoktur. Anayasada yer alan özel durumlara ilişkin
hükümlerin Anayasanın genel ilkelerinden ayrımlı niteliklerine bakılarak
Anayasaya aykırılıklarından söz edilemez. Anayasada belli bir konuyu düzenleyen
özel bir ilke varken o konuyu da kapsamı içine alabilecek nitelikte genel bir
ilke bulunsa bile onun değil konuya özgü Anayasa kuralının uygulanması
zorunludur.
Bu
açıklamaların ışığı altında şu sonuç kendiliğinden ortaya çıkar: Anayasa,
sorumluların hesap ve işlemlerinin incelenmesi sonunda Sayıştayca verilecek
kararlara “hüküm” niteliği ve “kesinlik” tanımıştır. Anayasa, bu deyimleri
rasgele kullanmış değildir; Sayıştayın tarih içindeki gelişimi, öteden beri
yürürlükteki kanunlarla verilmiş görevler ve ilâmlarının tabi tutulduğu hükümler
gözönünde bulundurulmuştur. Temsilciler Meclisindeki görüşmelerin
incelenmesiyle de varılacak sonuç budur.
Anayasanın
“kesin” nitelik tanıması dolayısiyle aleyhine başkaca idare ve yargı yerlerine
başvurulmasına olanak bulunmayan bir Sayıştay hükmüne karşı Danıştaya başvurma
yolun açılması Anayasanın 127.,4. ve 8. maddelerine aykırı düşer.
II.
Bu karşıoy yazısına adlarını koyanların görüşü:
1-
Anayasa’nın 127. maddesindeki “sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamak” deyimi :
Yukarıda
özetlenen gerekçeden de anlaşılacağı üzere itirazın reddi kararı Anayasa’nın
127. maddesindeki Sayıştay’ın “sorumların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlama” görevine ilişkin hükmün aydınlık olduğu; Sayıştay’ın bu görevi Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına değil Anayasa ile doğrudan doğruya verilmiş bir
görev olarak yerine getireceğinin ve ilâmlarının Danıştay’ca
incelenemiyeceğinin 127. madde metninde açıkça anlaşıldığı görüşüne
oturtulmuştur.
Anayasa’nın
127. maddesi şöyle başlamaktadır:
“Sayıştay,
genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak ve …………..la görevlidir.”
Bu
cümleden sorumluların hesap ve işlemlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
kesin hükme bağlamak anlamının çıkarılması için “Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına” ibaresinin maddenin başında bulunması şart değildir. İbarenin şimdiki
yeri de böyle bir anlamın çıkarılmasına elverişlidir. Kaldı ki genel ve katma
bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarının denetlenmesinin
ereği ve sonucu sorumluların sorumlularını ortaya koymaktır ve bu denetleme
çalışmalarının son evresini oluşturur. “Denetleme” ve “ hesap işlemleri hükme
bağlama” aralarında sıkı hukuk bağlantısı bulunan iki kavramdır. Şu durum her
ikisinin de aynı nitelikte sayılmasını zorunlu kılar. Onun içindir ki yalnız
denetlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapıldığı, sorumu belirtmenin
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılmadığı yolunda bir görüşün hukukça
savunulabilir yönü olamaz. Öte yandan bilindiği üzere yasa metinlerde o yasanın
hükümlerini yürütecek mercii açıklamak için konulan maddelerde genel olarak
bakanlıklar değil bakanlar; hizmet, yasama meclislerine ilişkin ise Yasama
Meclisi değil Yasama Meclisi Başkanı (Sözgelimi 9.1.1950 günlü, 5509 sayılı
Kanunun 9.; 16.7.1965 günlü 695 sayılı ve 1.2.1966 günlü, 787 sayılı Kanunların
3. maddelerinde olduğu gibi) yürütme ile görevlendirilirler. Buna karşılık
Sayıştayın yargı organlarını ve yargılama düzenini de kapsayan 21.2.1967 günlü,
832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerini yürütme görevinin Cumhuriyet Senatosuna
ve Millet Meclisine (başkanlara değil) verilmiş olduğu görülür (Madde 108).
Hüküm bu açıdan üzerinde durulmağa değer.
“Kesin
hükme bağlamak” deyimine gelince: Bu deyimi tutunularak Anayasa’nın Sayıştayı
yargılama yetkisi ile donatıp bir yüksek mahkeme olarak kurduğu yahut çoğunluk
ileri sürdüğü gibi bir yargı yeri olarak kurmamakla birlikte kararlarına karşı
bir son derece mahkemesi kararı imişçesine bütün yolları kapadığı ileri
sürülemez. Çünkü aslında “kesin hükme bağlamak” deyimi hukuk diline ilk kez
girmektedir ve Anayasa’nın da yalnız bir yerinde kullanılmıştır; henüz
aydınlığa kavuşmuş bir kavramı yoktur. Eskiden “muhkem kaziyye” deyimiyle
anlatılan kavram şimdi “kesin hüküm” sözü ile belirtilmekte ise de bir işin
“muhkem kaziyyeye bağlanması”ndan söz etmek Türkçeye ve “muhkem kaziyye”
kavramına uymayan bir söyleyiş olur. Ancak bir kararın “muhkem kaziyye”
niteliğini kazındığı veya ortada “muhkem kaziyye” bulunduğu için bir davaya
yeniden bakılamayacağı söylenebilir. “Mahkeme şu işi muhkem kaziyeye bağladı”
sözünün değil hukuk dilinde Türkçede de yeri yoktur. “Kesin hükme bağlamak”
sözünün başka bir anlamı olmak ve bu anlamı aydınlığa çıkarmak gerekir.
Anayasanın;
Yüksek Seçim Kurulu için “… seçim konulariyle ilgili bütün yolsuzlukları,
şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama…..” (Madde75/1),
Uyuşmazlık Mahkemesi için “……. Adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki
görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir.”(Madde
142/1) ve Anayasa Mahkemesi için “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.”
(Madde 152/1) sözlerini kullandığı halde Sayıştay için başka, hem de yeni bir
deyime gitmesi bu üç yüksek yargı merciinin kararları ile Sayıştay kararları
arasında bir fark gözettiği göstermesi bakımından dikkate değer.
Yüksek
Seçim Kurulunun, Uyuşmazlık Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesinin kararlarının
kesinliği konusunda kuşkuya düşmenin elbette ki yeri yoktur. Çünkü Anayasa bu
üç kuruluşun niteliğini açıkça belirtmiş ve kararlarının kesin olduğunu hükme
bağlamıştır. Oysa Sayıştaya, “kesin hükme bağlamak” gibi kendisi müphem bir
deyimden yararlanarak, Anayasanın öngördüğünden büsbütün ayrı bir nitelik
verilmek istenmektedir.
Anadili
Türkçe olan kimseler Anayasa’nın 127. maddesinden birbirine karşıt anlamlar
çıkarırlarsa artık o madde hükümlerinin açık ve aydınlık olduğundan söz
edilemez ve Anayasa kurallarının tümü gözönünde tutularak yoruma gidilmesi;
Anayasa Koyucunun Sayıştay için hukuk anlamiyle “hüküm” verebilecek ve “hüküm”
leri aleyhine hiçbir yola başvurulamayacak bir kuruluş, başka deyimle bir
yüksek yargı mercii niteliğini öngörüp görmediğinin böylece saptanması zorunlu
olur. Aşağıda yapılacak olan da budur.
Öte
yandan Anayasa kuralları, ilke olma yönünden eşdeğerde bulunmakla birlikte
hepsi de bir hukuki bütünün birbiriyle tutarlı, uyumlu parçalarıdır. Bir hükmün
yorumlanmasında, aşağıda ayrıntılariyle tartışılıp açıklanacağı üzere
çoğunluğun “kesin hükme bağlamak” deyimi üzerindeki görüşünde olduğu gibi, bir
bütünlük, tutarlılık ve uyumun kökünden bozulması yorumu hukuki dayanaktan
yoksun bırakır ve inindarıcı olmaktan çıkarır. Şurası da unutulmamalıdır ki
Anayasa kuralları eşdeğerde olmakla birlikte Devletin temel koşullarına ilişkin
ilkelerin herhangi bir kuralın yorumunda öteki kurallara üstün değerde
tutulması zorunlu ve doğaldır.
2- Anayasa’ya
ve 832 sayılı Kanuna göre Sayıştay :
Anayasa’nın
127. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
(Madde
127/1- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlara verilen inceleme, denetleme ve
hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. )
Şimdi
de 832 sayılı Kanunun “Sayıştay’ın görev ve yetkisi” başlığını taşıyan 1. maddesini
okuyalım:
(Madde
1- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini yargılama yoliyle kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.)
Görülüyor
ki 832 sayılı Kanunun 1. maddesi bir “bütün” sözcüğü eksik olarak, noktalama
işaretlerine varıncaya dek Anayasa’nın 127. maddesindeki birinci fıkra metninin
tıpkısıdır. Sadece kanundaki hükme bir “yargılama yoliyle” deyimi eklenmiştir.
Anayasanın 127. maddesi Sayıştaya yargılama görevi verildiği biçiminde
anlaşılmaya elverişli bulunsaydı yahut çoğunluğun düşündüğü gibi yargı
yetkisiyle donatılmamış bir kurulun kesin hükümler verebilmesi olağan olsaydı
kanuna bu deyimin eklenmesi gereksiz kalırdı. Madde metninin böyle bir
anlayışa, hattâ yoruma elverişsizliği görülmüş ve yargı yeri olmama durumu ile
kesin hükümler verebilme olanağı bağdaştırılamamıştır ki 832 sayılı kanunun 1. maddesinin,
Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrasının tıpkı tıpkısına
tekrarlanmasından ibaret metnine “yargılama yolu ile” deyimi katılarak
Sayıştayın yargı yetkisi ile donatılmasına çalışılmıştır.
Yalnızca
bir kanunun bir kuruluşu yargılama yetkisi ile donatması kendi başına yeterli
değildir. Bu, ancak açık bir Anayasa hükmünün varlığı ile desteklenirse değer
ve geçerlik kazanır. Oysa Anayasa, yargılama yetkisini tanıdığı mercileri
“Cumhuriyetin Temel Kuruluşu” başlığını taşıyan Üçüncü Kısmının “Yargı”
başlıklı Üçüncü Bölümünde (Madde 132-152) bir bir saymıştır. Mahkemelerin ve
Yüksek mahkemelerin görecekleri davalar da yine bu bölümde adil, idari, askeri
olmak üzere üç kümeye ayrılmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesini adli, idari ve askeri
yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak
çözümleme ile yetkili kılınan hüküm de (Anayasa Madde 142) bu üç çeşit yargı
dışında başka bir yargı düzeninin ve merciinin Anayasaca öngörülmediğini ayrıca
teyit ve tekrar eylemektedir. Şu duruma göre bu merciler dışında hiçbir mercie
yargı hakkı tanınmasına olanak yoktur. Çünkü hiçbir kimse veya organ, kaynağını
Anayasa’dan almıyan bir Devlet yetkisi kullanamaz. (Anayasa:Madde 4/3).
Bir
merciin yargı yetkisi ile donatılabilmesi için Anayasa’da açık hüküm bulunması
gerekmekle birlikte Sayıştay’a yargılama yetkisi verildiğine ve kararları
aleyhine başvurma yollarının kapatıldığına delâlet edebilecek dolaylı
hükümlerin de Anayasa’da yer almadığı, üstelik bütün dolaylı hükümlerin bunun
aksini ortaya koyacak nitelikte bulunduğu aşağıda sırası geldikçe ayrı ayrı
belirtilecektir. Yalnız şurada Sayıştay’a ilişkin kanunların ötedenberi
Anayasaların çizdikleri sınırları taşma eğilimi gösterdiğine kısaca işaret
etmek yerinde olacaktır.
23
Nisan 1340 günlü, 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Mevaddı Mütferrike
başlıklı Altıncı Faslındaki (Kuvvei Kazaiye, Dördüncü Fasılda yer almıştır.)
Divanı Muhasebata ilişkin 100. maddesinin “Büyük Millet Meclisinde merbut ve
Devletin varidat ve masarifatını kanunu mahsusuna tevfikan murakabe ile
mükellef bir Divanı Muhasebat müessestir) yollu metni ile 16.6.1934 günlü, 2514
sayılı Divanı Muhasebat Kanununun 1. maddesinin (Divanı Muhasebet Teşkilâtı
Esasiye Kanununun yüzüncü maddesi hükmüne göre Büyük Millet Meclisine bağlı ve
Devletin bütün varidat ve masraflariyle mallarını ve hesaplarını onun namına ve
kanun hükümlerine göre murakabe ve Devlet mallarını kabz ve sarf ve idare ve
muhafaza edenlerin hesaplarını tetkik ve muhakeme ile mükellef bir heyettir) ve
18. maddesinin (üç aza ile bir reisten terekküp eden daireler birer hesap
makinesidir…… Daireler bu kanun mucibinde muhasiplerin idare hesaplarını tetkik
ve muhakeme ederek Muhasebei Umumiye Kanunu ve bu kanun hükümlerine göre yalnız
muhasip ve tahakkuk memurlariyle ikinci derece amiri italar hakkında hüküm
verir…..) biçimindeki metinlerinin karşılaştırılması bu konuda bir fikir
edinilmesine yeteceği için başkaca açıklama ve eleştirme gerekli görülmemiştir.
Çoğunluk görüşünde sözü geçen “Sayıştayın tarii gelişimi” işte budur.
a) Sayıştay
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapar :
Yukarıda
gerekçesiyle belirtildiği üzere Sayıştay Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevlidir.
Sayıştaya yargı yetkisinin tanınmasını önlemeğe tek başına bu hüküm bile
yeterlidir. Çünkü Anayasa 7. maddesiyle “yargı yetkisinin, Türk Millet adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacağı” kuralını koymuştur.
B) Anayasa
Sayıştay Başkan ve üyelerine hâkimlik teminatı tanınmamıştır :
Yine
Anayasa’nın 7. maddesine göre yargılama yetkisi ancak bağımsız hâkimlerin
görevli bulunduğu mercilere verilebilir. Anayasanın 132. maddesi hâkimlerin
görevlerinde bağımsız olmaları ilkesini teyit etmekte ve hâkimlere tanınan
teminat 133. maddede ve 134. maddenin ikinci fıkrasında açıklanmaktadır. 127. maddenin
ikinci fıkrasiyle Anayasa’nın Sayıştay başkan ve üyeleri için öngördüğü
düzenlenmesi kanuna bıraktığı teminat hâkimlik değil, bir çeşit memurluk
teminatıdır. Burada teminatın “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına” göre düzenleneceğinden (140. madde ile Danıştay, 141. madde ile
Askeri Yargıtay ve 138. madde ile Askeri Yargı için öngörüldüğü üzere) söz
edilmediği gibi 132., 133. ve 134. maddelere de herhangi bir gönderme
yapılmamıştır. Üstelik Anayasa tasarısının Temsilciler Meclisinde görüşülmesi
sırasında Meclise Sayıştay’dan katılan üye Sayıştay görevlilerine hâkim
teminatının tanınmasını istemiş; bu yolda önerge vermiş; ancak Sayıştaya
ilişkin Anayasa maddesinin aldığı kesin şekilden de anlaşılacağı üzere bu istem
maddeyi geri çeken Anayasa Komisyonunca ve komisyonun saptadığı metni
benimseyen Temsilciler Meclisince kabul edilmemiş; önergeyi veren de Anayasa
Komisyonunun getirdiği metne karşı itirazda bulunmamıştır.
832
sayılı Kanunun Sayıştay başkan ve üyeleri için Anayasa’da öngörülen hâkimlik
teminatının tıpkısını kabul ettiği bir an için düşünülse bile gene de bunun
hâkimlik teminatı niteliğinde sayılmasına olanak yoktur. Çünkü kanunların
getirdiği teminat yine kanunlarla daraltılabilir veya kaldırılabilir. Oysa
sınırları ve niteliği Anayasa’da belirlenmiş hâkimlik teminatı üzerinde Kanun
Koyucunun tasarrufta bulunması düşünülemez.
c) Sayıştay,
Anayasa’nın Yargı Bölümüne sokulmamıştır :
Sayıştaya
ilişkin hüküm, bilindiği üzere, Anayasa’nın yargı bölümünde (Üçüncü
Kısım-Üçüncü Bölüm) değil Yürütme Bölümünün İktisadi ve Mali Hükümler kesiminde
(Üçüncü Kısım-İkinci Bölüm-D kesimi) yer almıştır. Bu yerin Anayasa Koyucunun
Sayıştay için ne gibi bir nitelik öngördüğünü açıklama bakımından önemi vardır.
Yüksek Seçim Kuruluna, kesin kararlar veren bir yüksek yargı olduğu halde,Yargı
Bölümünde değil de Yasama Bölümünde yer verildiğinden söz edilerek bundan bir
kuruluşun Anayasadaki yerinin, niteliğini gösterecek bir ölçü gibi ele
alınamıyacağı sonucunun çıkarılmasına ve Sayıştay ile Yüksek Seçim Kurulu
arasında bir benzerliğin oluşturulmasına çalışılabilir.
Yüksek
Seçim Kurulu, altı üyesi Yargıtay, beş üyesi Danıştay Genel Kurullarınca kendi
üyeleri arasında seçilmek yoliyle oluşur. (Anayasa: madde 75/3) Bu üyeler
aslında Anayasa uyarınca bağımsız, hâkimlik teminatı ve yargılama yetkisiyle
donatılmış kimselerdir; esas yerleri Anayasa’nın yargı bölümündedir. Öte yandan
Yüksek Seçim Kuruluna seçimlerin yönetim ve denetimi yanında yine Anayasa ile
(madde 75/1) “seçim konulariyle ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve
itirazları inceleme ve kesin karara bağlama” yetkisi verilmiştir. Niteliği,
görev ve yetkileri Anayasa’nın açık hükümleriyle böylesine belirlenen bir
kuruluşun, Anayasa metnindeki yeri elbette ki yine Anayasa ile belirlenen
niteliğini etkilemez. Fakat Yüksek Seçim Kurulu ile hiçbir benzer yönü
bulunmayan, baştan başa farklı bünyede; yetkileri ve karar alanı Anayasa
yönünden tartışmalı Sayıştay için yapılacak yorumda, bu kuruluşun Anayasadaki
yerinin önemi büyüktür. Anayasa tasarısının Temsilciler Meclisinde görüşülmesi
sırasında Sayıştay’dan bu Meclise katılan üyenin, yaptığı konuşmada ve verdiği
önergede Sayıştay’ın Anayasa’nın yargı bölümünde yer almasının gerektiğini
ileri sürmesine rağmen Anayasa Komisyonunun bu istemi kabul etmediği; isteme
uymayan yeni madde metni üzerinde önergeyi verenin her hangi bir itirazda
bulunmadığı ve Temsilciler Meclisinin de komisyonun görüşünü benimseyerek
istemi reddetmiş duruma geldiği gözönünde tutulursa Sayıştaya Anayasa metninde
verilen yerin etkenliğinin daha da güçlendiği görülür.
ç) Anayasa
Sayıştay için yargılama usullerinin düzelmesini öngörmektedir :
Anayasa’nın
127. maddesinin ikinci fıkrası Sayıştay’a ilişkin olarak kanunla düzenlenecek
konuları şöyle sıralamıştır:
aa)
Sayıştay’ın kuruluşu;
bb)
Sayıştay’ın işleyişi;
cc)Denetim
usulleri;
çç)
Mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri;
dd)
Başkan ve üyelerin teminatı.
Görülüyor
ki Anayasa koyucu burada “yargılama usullerin” den hiz söz etmemektedir.
“İşleyiş” deyiminin “yargılama usullerini” kapsadığı ileri sürülmez. Çünkü
Anayasada gerektikçe hep “işleyiş” deyiminin yanına “yargılama usulleri”
deyiminin de eklenmesi yoluna gidilmiş; “işleyiş” deyiminden vazgeçilse bile
“yargılama usulleri” nin yine söz edilmiştir: “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” (madde 136);
“Danıştay’ın kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri ….. kanunla
düzenlenir……………” (madde 140/5); Askeri Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, yargılama
usulleri …………kanunla düzenlenir.” (madde 141/4); “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri kanunla…………. düzenlenir.” (madde 148/1).
Sayıştay’ın
anayasal bünyesini açıklığa kavuşturacak bir maddede kanunla düzenlenecek
konular bir bir sayılırken “yargılama usulleri” ne bu konular arasında yer
verilmemesinin ancak bir anlamı olabilir: O da Sayıştay için yargılama ve bir
yüksek yargı yeri gibi kesin hükümler verme yetkisinin öngörülmemiş
bulunmasıdır.
d)
Anayasa Sayıştay’ı bir son derece mahkemesi olarak kabul etmemiştir :
Anayasa’da;
Yargıtay’ın, adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme
mercii olduğu; kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakacağı” (madde 139/1); “Danıştay’ın, kanunların başka idari yargı
mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve genel olarak üst derece idare
mahkemesi olduğu” (madde 140/1); “Askeri Yargıtay’ın, askeri mahkemelerce
verilmiş karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu; ayrınca kanunla
gösterilen askeri işlere ait belli davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak
bakacağı” (madde 141/1) hakkında hükümler vardır. 127. maddede ise Sayıştay
yönünden bunlara benzer bir hükme yer verilmiş değildir. Şu durum da Anayasa’nın
Sayıştay Kurulu içinde bir Temyiz Kurulu oluşturulmasını ve bu kurulun
kararları aleyhine yargı mercilerine başvurma yolunun kapatılmasını
öngörmediğini kuşkuyu yer bırakmayacak açıklıkla göstermektedir. Savunulabilir
yönü bulunmamakla birlikte bir an için Sayıştay’ın bir yargı mercii olduğu
düşünülebilirse, Sayıştay üç çeşit yargıdan ancak idari yargı bölümüne
girebileceğinden kararlarının gene de üst derece idare mahkemesi olan
Danıştay’ca ve temyiz yoliyle incelenmesi gerekeceği ortadadır.
e) Sayıştay
anlaşmazlıkları çözmekte değildir:
832
sayılı Kanunun (madde 62-64) “Sayıştay ilâmı” diye adlandırdığı belgeler bir
uyuşmazlığı çözmekte değildir. Burada herhangi bir anlaşmazlık olmaksızın bir
dizi hesap ve işlemin incelenmesi ve ilgililerin sorumlu oldukları veya
olmadıkları yolunda bir sonuca varılması söz konusudur. Sayıştay Kanunundaki
usul incelenirse görülür ki denetçiler kendilerine verilen hesapları inceleyip
rapora bağlarlar. (madde 48). Raporlar Birinci Başkan aracılığiyle ve
yargılanmak üzere dairelere dağıtılır (madde 50). Dairelerce alınacak sonuca
göre beraat, zimmet veya tazmin hükmü verilir (madde 61) ve sonuç ilâm da
belirtilir (madde 62). Yani alacaklı olması gereken idarenin istemi, üstelik
haberi olmadan yolsuz hesabın sorumluları belirlenmekte; alacağın bunlardan
tahsiline hüküm verilmekte; ancak bundan sonra idare “ilâm” la sonuçtan
haberdar edilmektedir. (madde 63).
Şu
durum da “kesin hükme bağlama”nın bir yargı kararı niteliği taşımadığını ayrıca
ortaya koyar. Hele aynı kanunun “saymanların hesaplarının, Sayıştay’a noksansız
verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde yargılanmadığı takdirde, hükmen
onanmış sayılacağı” kuralını koyan 66. maddesi “yargılama” ve “hükmen”
deyimlerinin bilinen hukuk kavramları olarak değerlendirilmesini büsbütün
olanak dışı kılmakta ve işlemin yalnızca bir inceleme ve denetleme yolu olduğu
görüşünü desteklemektedir.
f) 832
sayılı Kanun, Sayıştay’ı yargı yetkisine sahip olağanüstü bir merci durumuna
getirmiştir :
832
sayılı Kanunun Sayıştay’ı bir hesap mahkeme olarak öngörmesi ve bu kuruluşu
yargı usulleri öteki yargı mercilerinkine benzemeyen, kararlarını hiçbir yargı
merciin incelemiyeceği nev’i şahsına özgü bir müessese durumuna getirmesi
Anayasa’nın Cumhuriyetin Temel Kuruluşu başlıklı üçüncü kısmına bir de “hesap
yargı yeri” eklenmesi demektir. Böylece “bir kimseyi tabii hâkiminden başka bir
merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü bir
merci” ortaya çıkmaktadır. Bu ise, Anayasa’nın kesinlikle yasakladığı bir
durumdur. (madde 32/2).
g) Temsilciler
Meclisindeki değişikliğin asıl önemli yönü :
Anayasa
tasarısının Sayıştay’a ilişkin hükmünün bir konuşma ve önerge üzerine
(tasarı:madde126) Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonunca geri alınarak
yeniden yazıldığı bilinmektedir. Bunun kendi başına bir önemi yoktur. Asıl
sorun konuşma ve önergede ileri sürülenlerin hangilerinin kabul, hangilerinin
reddedildiğidir. Yeniden yazılan, önergeyi verence itiraz edilmeyen ve
Temsilciler Meclisinde kabul olunan metinde Sayıştay’a yargı bölümünden yer
verilmesine ve Sayıştay başkan ve üyelerine hâkim teminatı tanınmasına ilişkin
istemler nazara alınmamıştır. Durumun ağırlık noktası budur.
h) Anayasa’nın
Sayıştay’a kesin yargı kararı verme yetkisini tanıdığı düşünülemez:
Bu
konuda son olarak şunu da belirtmek yerinde olacaktır:
Yargı
alanında ve özellikle işi kökünden çözümleyen kesin yargı kararı konusunda çok
titiz ve ayrıntılı hükümler getirmiş olan ve en küçük tazminat davalarının bile
bunlardan yararlanması yollarını açık tutan Anayasa’nın, yargı mercii
niteliğini tanımadığı ve üyelerin hâkim teminatı dışında bıraktığı bir kurala
kesin yargı kararı verme ve böylece söz gelimi bir saymanı yerine göre
milyonları bulacak bir borcu ödemekle yükümlü tutma yetkisini tanıyabileceğini
ve bu ereğini de Anayasa metninde benzeri durumlarda kullandığı anlatım
yolundan uzaklaşarak sadece “kesin hükme bağlama” gibi yeni ve müphem bir
deyimle açıklayacağını düşünmek sağduyu ile ve hukuk mantığiyle bağdaştırılamaz.
i)
Özetleme :
Yukarıda
beri açıklananlar varılacak sonuç şöyle özetlenebilir:
aa)
Anayasa Sayıştay’ı bir yargı mercii olarak öngörmüş, yahut çoğunluk görüşünde
ileri sürüldüğü gibi bunu öngörmeksizin kuruluşu bir yargı yeri gibi hüküm
verme yetkisiyle donatmış, bu kuruluşun kararlarına karşı yargı mercilerine
başvurma yolunu kapatmış değildir. Sayıştay’ı Anayasa’ya rağmen bu duruma
getiren; ona yargılama yetkisi tanıyan; bünyesi içinde bir Temyiz Kurulu
oluşturan; bu kurulca verilen kararların kesin olduğunu saptayan; Sayıştay
ilâmlar aleyhine Danıştaya başvurulması yasaklayan 832 sayılı Kanundur.
bb)
Anayasa’nın 127. maddesinde geçen “kesin hükme bağlama” deyiminin “kesin işleme
bağlama”, “kesin sonuca bağlama, “kesin idari karara bağlama” kavramlarının
ötesinde bir anlamı yoktur.
“Sayıştay
ilâmı” diye adlandırılan belgeye icra dairelerince infazı gerekli bir mahkeme
hükmü niteliği verilemez. Bu, aslında denetleme ve inceleme sonunda hesaplarda
ve işlemlerde ortaya çıkarılacak yolsuz ve kanunsuz davranışların doğurduğu
Hazine zararını kesin olarak saptayan bir belgedir; delil olma yönünden değeri
vardır. Ancak “bir zararın saptanması” ve “bir zarardan sorumlu olma”
durumlarını birbirinden ayırmak gerekir. Sorum konusunda yargı mercilerinin
söyleyeceği çok söz vardır. Onun için Sayıştay’ın “sorumluların hesap ve
işlemlerini hükme bağlama” yetkisinin bu kişiler hakkında öznel kararlar alma
yetkisini de kapsadığı hukukça savunulabilir bir görüş olamaz. Sayıştay’ın
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapması da sorumluları şahsen borç
altına sokacak öznel kararlar vermesini haklı göstermez. Çünkü Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kendisinin bile böyle bir yetkisi yoktur.
Sayıştay’ın
zararı saptayan kesin kararı üzerine sorumlu görünenler hakkında kovuşturmaya
geçilmesi doğaldır. Sorumlular zararı ödemeğe yanaşmazlarsa son sözü yargı
mercii söyler. 852 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrası bu yolu tüm
kapsamaktadır.
3- Sayıştay’a
832 sayılı Kanunun verdiği yetkiler dolayısiyle ortaya çıka sakıncalar :
Buraya
kadar söylenenler Anayasa’nın Sayıştay’ın bir yargı mercii olmasını veya bir
yargı mercii gibi hükümler vermesini öngörmediğini ve kararlarına karşı yargı
merciine başvurma yolunu kapatmadığını belirtmek içindir. Ancak bu kurula 832
sayılı Kanunla yargılama yetkisi verilmesi ve özellikle itiraz konusu hüküm
Anayasa’nın kişileri tanıdığı kimi temel hakların ve hürriyetlerin
zedelenmesine yol açmakta ve bu konuya da kısaca değinmek zorunlu
bulunmaktadır.
a)Hak
arama hürriyetleri :
Herkesin,
meşru bütün vasıta ve yollardan yararlanarak yargı mercileri önünde davacı veya
davalı sıfatiyle iddia ve savunmada bulunma hakkı vardır. Hiçbir mahkeme, görev
ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. (Anayasa madde 31)
Hak
sahibi ile kendisinden hak istemenin yargı mercii önünde davacı veya davalı
olarak karşılaşabilmeleri bu hürriyetin gereğidir. Devlet haksız eylemden doğan
alacakları için adliye mahkemelerine başvurur ve davalı da savunma hakkını
kullanırken yine haksız eylemlerle Devleti zarara soktuğu ileri sürülen bir
kimsenin, sırf Sayıştay denetimine bağlı bir görevde olması yüzünden mahkeme
huzurunda kendini savunamamasını haklı gösterecek bir hukuki neden ve zorunluk
ortaya konulamaz.
Devletin
kişilerden ayırımlı olarak, kimi alacaklarını mahkeme hükmü gerekmeksizin
doğrudan doğruya kovuşturmaya yetkili olduğu durumlar vardır. Ancak bunlar kamu
alacaklarına ilişkin olanlardır. Kamu alacaklarının tahsiline girişilmesi
halinde de kişinin ya belli itiraz ve temyiz mercilerine ve sonunda Danıştay’a
başvurarak veya doğrudan doğruya Danıştay’da iptâl davası açarak bir
anlaşmazlık yaratmak ve savunmada bulunmak hakkı vardır.
Anayasa’nın
gerek 31. maddesi gerekse idarenin hiçbir eşlem işleminin hiçbir halde yargı
mercilerinin denetimi dışında bırakılamayacağı kuralını koyan 114. maddesi,
anlaşmazlık halinde kişi ile idarenin yargı mercii önünde karşılaşması yolunu
açık tutmaktadır. Oysa Sayıştay’ca karara bağlanan işlerde bu yol kapalıdır.
b) Tabii
yargılamada usul :
Bir
kimsenin tabii hâkimi huzurunda yargılanması bir Anayasa teminatı; tabii bir
yargılama usuliyle yargılanması ise bu teminatın bir gereğidir. Gerçi Anayasa
yargı mercilerinin yargılama usullerinin düzenlenmesini kanunlara bırakmış ve
bu konuda ana kurallar koymamıştır. Ancak yargılama usullerine ilişkin olarak
her medeni ülkede uygulanan yerleşmiş hukuk kuralları da yok değildir.
Anayasanın 2. maddesiyle hukuk devleti olarak tanımlanan Devletimizde de bu
kuralların uygulanması gerekir. Bunların dışında kalacak bir yargılama düzeni
hukuk devletinin korumakla ödevli bulunduğu genel hukuk esaslarına aykırı
düşer.
Bu
kurallardan konu ile ilişkisi bulunan bir kaçı aşağıda gözden geçirilerek
Sayıştayın durumu ile kıyaslanacaktır.
aa)
Tarafsız Mahkeme :
Tarafsızlığı
saylayan, mahkemelerin bağımsız ve hâkimlerin teminatlı oluşudur. Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetimle görevli, mensupları anayasal hâkimlik
teminatından yoksun bir kuruluşun tarafsızlığı kabul edilemez.
bb)
Savunma :
Denetçiler,
kendilerine verilen hesapların – Hesaplar Birinci Başkanın görevlendireceği
denetçilerle incelenir (Madde 46/1). –incelenmesi sırasında mevzuata uygun
bulmadıkları veya eksik gördükleri işler hakkında sorumluların yazılı
savunmaları alırlar (Madde 48/1). En çok otuz gün içinde cevap vermiyen
sorumluların savunmaları beklenmiyerek rapor düzenlenir (Madde 48/2). Hesap
raporunun dairece incelenmesi sırasında uzman denetçi hesapta yeniden ilişikli
hususlar görürse o da sorumlunun savunması alır (Madde 56/4).
İşte
832 sayılı Kanunun tanıdığı savunma hakkı bundan ibarettir. Oysa savunma dava
hakkı kadar korunması gereken bir temel haktır. Anayasa (Madde 31) yalnızca
iddia ve savunma hakkını değil “yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak, iddia ve savunma da bulunmak hakkı” nı tanımıştır.
Denetçiye
verilen yazılı karşılıklarla yetinilip hükme varılmasını mümkün kılan bir
yargılama usulünün hukuk devletinde yeri olmamak gerekir.
cc)
Duruşma :
Anayasaya
göre mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmalardan bir bölümünün veya
tümümün kapalı yapılamasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin
olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir (Madde 135/1). 832 sayılı
Kanunda duruşma söz konusu değildir. Ancak Temyiz Kurulunda “mürafaa” ya olanak
tanınmıştır. Kurulun yalnız bir tarafı davet etmek hakkı da bulunduğu için
(Madde 72) bunun bile bir gerçek duruşma niteliğinde kabul edilmesi mümkün
değildir.
çç)
Kanun yolu :
Mahkeme
kararları üst derece mahkemelerinde (Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay)
temyiz yoliyle incelenebilir. Anayasa, Sayıştaya bir son derece mahkemesi
niteliği tanımadığı halde 832 sayılı Kanun “Sayıştay dairelerince verilen
ilâmları temyiz yoliyle incelemek ve bu konuda kesin kararlar vermek üzere”
Sayıştayın bünyesi içinde bir “Sayıştay Temyiz Kurulu” oluşturmaktadır (Madde
67). Temyiz kurulu, 4 yıl için Sayıştay Genel Kurulunca daire başkanları
arasından seçilecek 4 daire Başkanı ile her daireden seçilecek – Sayıştayın 8
dairesi vardır, (kanuna bağlı 1 sayılı cetvel)- 2 üyeden kurulur. Kararları
temyiz edilen daire başkanının ve üyelerinin oy hakkı olamaz. Kurul üye
tamsayısının üçte ikisi ile toplanır; mevcudun çoğunluğu ile karar verir.
Temyiz Kurulu Sayıştay Dairelerince verilen ilâmların son hüküm merciidir.(Madde
16).
Karşılıklı
olarak birbirlerinin kararlarını üstelik kararı verenlerin huzuriyle
inceleyecek üyelerden oluşan bu kurulun Sayıştay dairelerinden çıkan “ilâmların
“son hüküm mercii” oluşu gibi bir durumun “hukuk devleti” ilkesiyle nasıl bağdaştırılabildiği,
üzerinden önemle durulacak bir konudur.
dd)
Vicdani kanaat sorunu :
Bir
gider hesabını inceleyen Sayıştay denetçisi genellikle giderin kanunlara,
tüzüklere, yönetmeliklere, bütçedeki tertibine, ödeneğine ve kadroya uygun
olarak harcanıp harcanmadığını, ödememin istihak sahiplerinin kimliği
araştırılmak yoliyle yapılıp yapılmadığını ve bütün bu işlem ve hesapların
belgelere ve kayıtlara uygun olup olmadığını araştırır (832 sayılı Kanun- madde
46). Beraat, zimmet veya tazmin hükümleri de bu esaslara göre verilir. Bu
kaskatı, dar, adeta makineleştirilmiş bir inceleme düzenidir. Oysa hâkimler
Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler (Anayasa:
madde 132/1). Şu durum bile Sayıştay’ın bir yargı merci değil, bir idari
denetim kuruluşu olduğunu göstermeye yeterlidir.
c) Özetleme
:
832
sayılı Kanunun Sayıştay için öngördüğü bünye ve yetkiler dolayısiyle temel hak
ve hürriyetler yönünden ortaya çıkan sakıncaların en önemlileri üzerinde kısaca
durulmuştur.
Devletin
gelir ve giderleri ile malları üzerinde çok titiz ve gerekirse olağanüstü bir
denetim düzeninin kurulmasına kimsenin bir diyeceği olamaz. Bundaki kamu yararı
ortadadır. Ancak denetim sonunda sorumlu ve tazminle yükümlü görülenler, 45. maddenin
itiraz konusu son fıkrasiyle olduğu gibi, yargı mercilerinde kendilerini
savunma teminatından yoksun bırakılırsa; bir başka deyimle denetim düzeni
yüzünden birtakım temel hak ve hürriyetlerin zedelenmesine yol açılırsa o zaman
Anayasaya aykırılık kendini gösterir. Çünkü kanun; kamu yararı, genel ahlâk,
kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın
ve hürriyetin özüne dokunamaz (Anayasa: Madde 11/2).
4- Sonuç
:
832
sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrasında yer alan “Sayıştayca verilen
ilâmlar aleyhine Danıştay’a başvurulamaz” hükmü Anayasanın 2. maddesindeki
“hukuk devleti” ilkesine, yine Anayasanın “yargı yetkisi, Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır” kuralını koyan 7., hak arama hürriyetine
ilişkin 31., tabii yargı yolunu belirleyen 32., idarenin eylem ve işlemleri
üzerindeki yargı denetimini ilkeleştiren 114., Sayıştaya dair 127., Danıştay
hakkındaki 140., “kanunların Anayasaya aykırı olamayacağını” saptayan 8. maddelerine
doğruda doğruya aykırıdır; iptali gerekir. Oysa Anayasa Mahkemesi hükmün
Anayasaya uygun olduğuna karar vermiştir.
Bu
nedenle 1971/24-55 sayılı, 10.6.1971 günlü karara karşı karşıyız.
KARŞIOY YAZISI
1-Çoğunluğun
kararı Sayıştay kararlarına karşı Danıştaya başvurulamayacağı hükmünün
Anayasaya uygunluğunun gerekçesi olarak Anayasanın 127. maddesinin birinci
fıkrasındaki (Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve
giderleriyle mallarını T.B.M.M. adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme denetleme ve
hükme bağlamak işlerini yapmakla görevlidir.) kuralına ve bu kuralın herhangi
bir yoruma yer bırakmayacak ölçüde kesin ve açık bulunduğu ve bu kuraldaki
(Türkiye Büyük Millet Meclisi) sözlerinin yalnızca denetleme işlemine ilişkin
bulunup sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama işleminin bu
sözlerin kapsamı dışında kaldığı ilkesine de dayanmaktadır. Oysa sözü edilen
fıkradaki (kesin hükme bağlama) sözleri bir an önce kesin yargı kararına
bağlama anlamına gelse bile metin tüm olarak gözönünde tutulduğunda T.B.M.M.
adına kesin hükme bağlama anlamı dahi çıktığı için metinde artık açıklık
kalmamaktadır; gerçekten azönce anılan cümle baştan aşağı okunduğunda (Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına) sözlerinin hem denetlemek sözünü, hem de daha
sonraki kesin hükme bağlamak inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapmak sözlerini kapsadığı anlaşılmaktadır. Bundan başka şu da belirtilmelidir
ki, sorumluların sorumluluklarını belli etmek, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını denetlemek işinin ereği ve
sonucu olan bir çalışmadır; nitekim, hukuk dilinde denetlemek, yolsuzlukları ve
yolsuz iş görenleri ortaya koymak için araştırma ve inceleme yapmak ve yolsuz
iş görülmüşse sorumlularını ve onların sorumluluklarını belli etmek gerekir.
Buna göre sorumluyu ve onun sorumunun niteliğini belirtmeyi erek edinmeyen bir
denetim, denetim sayılmaz, başka deyimle, denetleme ve sorumlunun hesap ve
işlemlerini hükme bağlama, birbirinden ayrılamayan kavramlardır. Bu da
gösteriyor ki denetleme genel bir kavram, hesap ve işlemleri hükme bağlama ise
onun içinde bulunan, onun kapsamına giren özel bir kavramdır ve denetleme
çalışmalarının son evresi (nihai safhası), hesap ve işlemleri hükme bağlama
çalışmalarıdır. Bu iki kavram arasındaki çok sıkı hukuki bağlantı, her ikisinin
de aynı nitelikte sayılmasını zorunlu kılar; bundan ötürü, yalnız denetleme
işleminin Yasama Meclisi adına yapıldığı, bunun son evresi olan sorumluluğu
belirtme işleminin ise Yasama Meclisi adına yapılmadığı yollu düşünce, hukuki
dayanaktan yoksundur.
Kesin
hükme bağlamanın dahi Yasama Meclisi adına yapılacağı ortaya çıkınca bir
çelişme ile karşılaşmış olmaktayız. Çünkü Anayasanın 7. maddesi hükmünce yargı
yetkisi ancak ulus adına ve bağımsız mahkemelerce kullanılabilir. Demekki çok
açık olduğu sanılan kural, özünde açık olmaktan uzaktır ve böylece yoruma
gitmek zorunluğu ortaya çıkmaktadır. Yorum için elbet Anayasanın öbür
hükümlerini ele almak gerekecektir; zira her yasa gibi Anayasa dahi bir
bütündür ve tek bir kuralın yeterince açık olmadığı durumlarda bütün metnin
gözönünde tutulması başka deyimle Anayasanın sözü açık olmayınca özüne
gidilmesi ve bunun için de kurallarının tümünün incelenmesi, yoruma ilişkin
hukuk ilkelerindendir.
Anayasanın
Sayıştayın T.B.M.M. adına kesin hüküm verebileceği yollu kuralının açık bir
kural olmaması dolayısıyle hükümlerin tümü üzerinde inceleme yapılıp sonuca
varılmak yoluna gidilmiştir.
2-
Sayıştayın, Türk ulusu adına karar vermemesi nedeniyle bir yargı organı
değildir; gerçekten az yukarıda yazılan metinden anlaşıldığı üzere, o bütün
işlemlerini yaparken ve bu arada sorumluların hukuki durumunu saptarken
T.B.M.M. adına iş görmektedir. Bu yön, Anayasanın 127. maddesindeki yazılıştan
başka Sayıştay Yasasının yürütülmesini yasama meclislerine bırakan sözü edilen
Yasanın 108. maddesinin yazılışından da anlaşılmaktadır; oysa, yukarıdaki
bentte belirttiği üzere yargı yetkisi ancak ve ancak, Türk ulusu adına bağımsız
mahkemelerce kullanılabilir.
3-
Üyelerinin hukuki durumu bakımından da Sayıştay bir yargı organı değildir.
Bir
konuda ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı kararı vermeye yetkili
kuralları oluşturan üyelerin güvencesi, hâkim güvencesi (teminatı) adı altında
Anayasamızda gösterilmiş ve bu güvencenin neleri kapsadığı dahi yine Anayasada
açıkça anlatılmıştır. (Anayasa madde 133,134/2 ve 131/1 deki mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik güvencesine yapılan gönderme, yine madde 140/5 teki
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik güvencesine yapılan gönderme). Anayasa,
Sayıştay üyeleri için nasıl bir güvence sağlanacağını hâkim güvencesinde olduğu
gibi kapsamını belirterek göstermiş değildir. Anayasanın 127. maddesinde
yalnızca teminattan söz edilmiştir. Demekki Sayıştay üyeleri niteliği ve
kapsamı Anayasada gösterilen bir teminattan yararlanmadıkları gibi kendilerine
hâkim teminatı tanınacağı yollu bir Anayasa kuralı dahi yoktur.
4-
Yüksek Seçim Kurulunun seçimlere ilişkin şikâyet ve itiraz konularında kesin
olarak verdiği kararlar, hukuki nitelikçe kesin yargı kararlarıdır (Anayasa
mad.75); zira bu kurulun bu kararları, bir idare yeri olarak ya da meclis adına
vereceği yolunda hiçbir kural, Anayasada yazılı bulunmadığı gibi böyle bir
kural Anayasanın özünden dahi çıkarılamaz. Bundan başka, Yüksek Seçim Kurulunu
oluşturan hâkimlerin yine Anayasa gereğince Yargıtay ve Danıştay üyeleri olmasa
dahi gösteriyor ki bunlar kapsamı Anayasaca belli edilmiş bir güvenceye
sahiptirler. (Anayasa mad. 75). Gerçekten Yargıtay hâkimleri Anayasanın 133. ve
134. maddeleri gereğince, Danıştay hâkimleri ise Anayasanın 140. maddesinin 5. fıkrasındaki
gönderme dolayısiyle hâkimlik güvencesinden yararlanmaktadırlar. Bu bakımlardan
Sayıştayın Yüksek Seçim Kurulu ile karşılaştırılarak kendisine özgü varlığı
bulunan bir yargı kurulu olduğu sonucuna varılmaz.
5- Sayıştayın
Meclis adına hüküm vermesi dolayısıyla yaptığı hüküm verme işlemlerinin idari
işlemlerinin olmadığı ve bu yüzden Danıştayın yargı denetiminin dışında kaldığı
görüşü de doğru değildir; zira, Sayıştayın Meclis adına verdiği hüküm, hiçbir
zaman Meclisin hükmü, karar demek değildir. Bundan başka Anayasamız, Meclisin
kendisine bile bir yargı işinde son ve kesin karar vermek yetkisini tanımış
değilken, onun adına karar veren bir yere böyle bir yetkiyi, öncelikle
tanıyamaz; işin özüne bakılırsa bütçeyi uygulamak ve onu denetlemek ve bu
denetleme gereği kararlar vermek, nitelikçe idare işlemleridir. Bu bakımdan
tartışma konumuz olan kararlara karşı idari yargı yolu, Anayasanın 114. maddesi
uyarınca, açık bulunmaktadır.
6-
Anayasanın yumuşak biçimde güçler ayrılığı ilkesini benimsediği ileri sürülerek
Sayıştayın bir yargı yeri bulunduğu savı ortaya atılmaktadır. Ancak Anayasa
yasama meclislerine ya da idareye yalnız bir işi esasından çözülemeyen ve kesin
yargı kararı niteliğinde bulunmayan kararlar vermek yetkisini tanımıştır.
Nitekim, meclisin bir başkanı Yüce Divana yollama kararı son soruşturmanın
açılması kararı niteliğinde bir yargı kararıdır, ama ceza davasını suçluluk
veya suçsuzluk, ceza verilmesi veya verilmemesi yönünden kesinlikle
sonuçlandıran bir yargı kararı değildir. Anayasa hükümleri; gerek teker teker,
gerekse tüm olarak incelendiğinde yargı konusunda ve özellikle işi esasından
çözümleyen kesin yargı kararı konusunda Anayasa koyucunun mahkemelere ve
hâkimlere, önceki Anayasalarımızla ve yabancı ülkelerdeki Anayasaların bir
çokları ile karşılaştırılamayacak ölçüde geniş bir bağımsızlık ve güvence
sağladığı ve bunu birçok hükümlerle belirttiği görülmektedir. Böyle bir
doğrultuda hükümler koyan Anayasanın mahkeme niteliğini tanımadığı ve üyelerini
hâkim güvencesinden yararlandırmadığı bir kurula kesin yargı kararı vermek
yetkisini tanıyacağını düşünmek, onun yargı alanında gerçekleştirmek istediğini
kendisinin engellemiş demek olur, başka deyimle bir yandan, 5-10 liralık para
cezasının veya 50-60 liralık alacak davalarının bile, niteliği ve kapsamı
kendisince gösterilmiş bağımsızlık ve güvenceye sahip mahkemeler ve hâkimlerce
son karara bağlanmasını kesin kurallarla düzenlemiş bulunan bir Anayasanı, öte
yandan, bir saymamın ya da bir tahakkuk amirinin yerine göre milyonları bulacak
olan bir borcu için kesin idari bir kararla sorumlu tutulabilmesini ve bu
karara karşı yargı yolunun kapalı olmasını kabul etmiş bulunması, ne genel
mantık, ne de hukuk mantığı bakımından savunulamaz.
Diğer
taraftan Sayıştayın vereceği –kesin hükümleri- yargı denetimi dışında tutmak
düşüncesi, hukuki dayanaktan yoksun olduğu kadar, bazı kişilerin Anayasada
güvencesinden yararlanmama durumunu da ortaya çıkarır. Anayasanın belli ettiği
güvenceden ve temel hak ve hürriyetlerden yoksun kalanlar, sadece genel ve
katma bütçeli dairelerin muhasip, tahakkuk memuru ve amiri itaları gibi belli
sorumlular değildir. Sayıştayın bu gibi sorumlular hakkında zimmet veya
tazminat kararları alması üzerine, bunların, genel olarak usulsüz ve haksız
ödemelerden yararlanan üçüncü kişilere rucü etmesi ve mahkum oldukları
değerlerin onlardan istirdat ve tahsili yoluna gitmesi doğal sayılmak lâzım
gelir. Bu durumda Anayasa güvencesinden yoksunluk dahada yaygın bir hale
gelecek ve dolaylı olarak bu kişilerin de etkilemek suretiyle Anayasanın
öngördüğü güvenceyi ortadan kaldıracaktır.
7-
Sayıştay Yasası, 67. maddesinde, Sayıştay dairelerince verilen ilâmların
Sayıştay temyiz kurulunda temyiz yolu ile incelenmesini görmekle Anayasanın
öngörmediği bir yüksek mahkeme öngörmüştür; Sayıştay yasasının 45. maddesi ise
bu kurulun kararlarına kesin yargı kararı niteliğini vermiştir. Sayıştay daire
kararları, bir an için yargı kararları sayılsalar bile idari yargı kararı
niteliğinde bulunacaklarından, bunlara karşı temyiz yoluyle başvurulacak yüksek
Mahkeme ise Anayasamızın 140. maddesinin birinci fıkrası gereğince Danıştay
olabilir, iptal konusu kural, bu yönden de Anayasaya aykırıdır.
8-
Sayıştayın yetkilerini özel yasadan değil, doğrudan doğruya Anayasadan almış olması
görüşü, onun işlemlerinin yargı işlemi olduğunu göstermeğe yeterli değildir;
çünkü Anayasada Yüksek Hâkimler Kurulu genel Kurmay Başkanlığı gibi bir takım
yönetim yerlerinin yetkileri ve görevleri dahi gösterilmiştir. Bu yerler,
kuşkusuz, yönetim yerleridir.
9-
Sayıştay İlâmlarının bir idari uyuşmazlığı dayanmaması dahi, bunun (hüküm)
adını taşıyan işlemlerinin yargı kararı olmadığını gösterir. Gerçekten idari
dava, idarenin belli bir işlem ya da eyleminden çıkan uyuşmazlık üzerine
açılır, burda ise belli idari işlemler ya da eylemler üzerine çıkmış
uyuşmazlıklar değil bir dizi idare işlemlerinin incelenmesi ve bunları
yapanların sorumlu oldukları veya olmadıkları yolunda da karar verilmesi söz
konusudur. Bu kararlar ise, yönetim işlemleridir. Bu işlemlere Anayasada hüküm
denilmiş olması yargılama usullerine benzeyen yöntemlere göre yapılan inceleme
sonunda ve yargı kararlarını andırır biçimde verilmelerinin istenildiğini
gösterir. Yargılama Usulleri, bir çok bakımlardan bir takım idari işlemlerin
daha doğru olmasını sağlayıcı nitelikte bulunduklarından, bu türlü işlemlerin
belli yargılama yöntemlerine göre yürütülecek incelemeler sonunda yapılması
kamu yararı düşüncesiyle öngörülebilir. Burada tutulan yolda budur.
10-
Anayasanın saymanların ve benzeri kişilerin sorumluluklarını nesnel (afaki)
sorumluluk olarak öngördüğü ve Sayıştayın bu sorumluluklar üzerine hüküm
verdiği dahi doğru değildir.
Bir
kez Sayıştayın yalnızca işlemleri denetleyip onların yasalara uygun bulunup
bulunmadığını sorumluların hukuki durumları üzerinde etkisi olmayacak biçimde
karara bağlayacağı anlamına gelen bir söz Anayasada yoktur. Bundan başka nesnel
sorum; hukuk alanında, tehlikeden doğan sorumdur; kişisel sorum ise kurusa
dayanan bir sorumdur. Hükme bağlama işlemi ise, erek bakımından sorumluların
sorumlu tutulup tutulmayacaklarını belli etme işlemidir, tersine olan görüş
sorum kavramı ile bağdaştırılamaz. Ancak yönetim kararı yoluyle dahi bir
kimseye sorumluluk yükletileceği düşünülürse Sayıştayın verdiği kararların
yargı kararı niteliğinde bulundukları yalnızca bunların ereklerine bakılarak
ileri sürülemez.
11-
Sayıştayı yönetim hesaplarını T.B.M.M adına denetleyen bir kurum olarak
idarenin yapısı içinde düşünmek, gerçekten doğru olmayabilir ama işin özü
Sayıştayın gördüğü denetleme işinin hukuki nitelikçe bir yürütme işi olduğu ve
Sayıştayın yürütme ya da yönetim işini görmekle, Anayasa gereğince,
görevlendirilmiş bulunduğudur. Şunu da gözden uzak tutulmalıdır ki Anayasanın
114. maddesi hükmü, idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı
olduğunu öngörürken yalnızca yürütme örgütü içinde bulunan ve idari eylem ve
işlemler yapan kişi ya da kuruluşları erek edinmiş değildir; bunun ereği, gerek
idarenin gerekse idarenin genel yapısı içine girmeyin özerk kuruluşların, gerekse
mahkemelerin idari işlem veya idari eylem niteliğindeki davranışlarına karşı,
yurttaşları, idare görevlilerini ve başka idare yerlerini korumaktır, o
bakımdan örneğin Millet Meclisi başkanlığının veya Cumhuriyet Senatosu
Başkanlığının bu kuruluşlardaki bir görevli için yaptıkları işlemlerden ötürü
idari dava açılabileceği gibi Anayasa Mahkemesi Başkanlığının bir görevli için
yaptığı idari işlemlerden dolayı da idari dava açılabilir, böylece, Sayıştayın
idari örgüt yapısı dışında bulunması, onun (kesin hüküm) adı verilen
işlemlerinin hukuki niteliklerine göre idari işlem sayılmasına ve Anayasanın
114. maddesi uyarınca onlara karşı idari dava açılmasına hiçbir zaman engel
sayılamaz.
12-
Anayasanın 4. maddesinde egemenliğin Türk Ulusunun olduğu, ulusun egemenliğini,
Anayasanın koyduğu kurallara göre, yetkili organlar eli ile kullanacağı hükmüne
dayanılarak Sayıştayın Türk Ulusu adına kesin hüküm verdiği görüşü savunulamaz.
İlk önce Anayasanın 127. maddesinde Sayıştayın T.B.M.M. adına işlem yaptığı
kesinlikle belirtilmiştir. Bundan başka, Anayasanın 4. maddesi, yetkili
organlarının hepsinin ulus adına egemenliği kullandığını belirtmek için
yazılmış değildir. Sözü edilen 3. madde ulusu temsil yetkisinin, yalnızca
yasama meclisinin olmadığını, egemenliği yalnızca meclisin kullanmadığı
belirtmek için konulmuştur.
13-
Sayıştay Yasasına göre Sayıştayın kesinleşmiş hükümlerinin İcra ve İflas Kanunu
gereğince yerine getirilmesi kuralı benimsenmiştir. Bunun sonucu olarak
Sayıştay kararlarının adli yargıca denetleneceği ve bu bakımdan Danıştayın
denetimine gerek bulunmadığı dahi ileri sürülemez; zira Sayıştay ilâmları kesin
mahkeme ilâmları gibi yerine getirilecektir. Kesin mahkeme ilâmına dayanan icra
kovuşturmalarında ise ancak ve ancak İcra ve İflâs Yasasının değişik 33. maddesinde
sayılan üç nedene dayanılarak şikâyet yolu ile icra hâkimliğine baş vurulabilir.
Bu nedenler ise borçlunun ibra edilmiş olması, borcun ertelenmiş bulunması ve
zaman aşımına uğramış olmasıdır. Görülüyor ki burada icra hâkimi yerine
getirilecek kararın esası yönünden hukuka uygun olup olmadığını incelemek
yetkisine sahip değildir.
14-
Anayasanın kesin yargı kararı veren mahkemelerin bu kararlarından hiç biri için
(kesin hüküm) sözü kullanılmamışken, 127. maddesinde Sayıştay kararları için
kesin hüküm sözünü kullanmış bulunması, burada kesin hükme kesin yargı kararı
anlamını vermediğini göstermektedir. Gerçekten Anayasanın 75. maddesinde Yüksek
Seçim Kurulu için (seçim süresince ve seçimden sonra seçim konuları ile ilgili
bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin karara bağlamak),
uyuşmazlık mahkemesi için, 142. maddesinin ilk fıkrasında (adli, idari ve
askeri yargı mercileri arasında görev ve hüküm uyuşmazlıklarının kesin olarak
çözümlemek) ve Anayasa Mahkemesi için 152. maddesinin ilk fıkrasında ( Anayasa
Mahkemesinin kararları kesindir) sözleri kullanılmıştır.
Bugünkü
hukukumuzda (kesin hüküm) sözü, eski dildeki (muhkem kaziyye) yerine
kullanılmaktadır. Buna göre kesin hükme bağlamak sözü, Türkçe bakımından yanlış
olur; zira hiçbir zaman bir işin muhkem kaziyeye bağlanmasından söz edilemez,
ancak bir kararın muhkem kaziyye niteliğini kazındığından ya da ortada muhkem
kaziyye bulunması dolayısiyle bir davanın yeniden görülemeyeceğinden söz
edilebilir. Hukuk diline bu biçimiyle ilk kez giren böyle bir sözün, elbet
genel yorum kurallarına göre yorumlanması ve buna Anayasa kurallarının tüm
gözönünde tutularak kesin işleme bağlamak anlamının verilmesi zorunlu olmuştur.
15-
Çoğunluk kararında, Anayasanın 127. maddesinin Temsilciler Meclisi Anayasa
Komisyonunun gerekçesinde Sayıştayın 1924 Anayasasındaki hukuki durumunda
değişiklik yapılmasının istenilmediğinin belirtilmiş olmasına ve Temsilciler
Meclisindeki görüşme sırasında bir üyenin verdiği önerge üzerine maddenin
bugünkü biçimine sokulmuş bulunmasına da dayanılmaktadır.
Bir
kez Anayasa Komisyonu gerekçesinde Sayıştayın 1924 Anayasasında olduğu gibi
Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olmasında bir değişiklik yapılmak
istenilmediği yazılmıştır ki bu yön, bu karşı yazısının dayandığı
temellerdendir. Gerekçede, Anayasanın yapıldığı günde Sayıştayın bağlı olduğu
özel yasa hükümlerince gördüğü işlerde ve verdiği kararlarda değişiklik
yapılamasının istenilmediği görüşüne dayanak olabilecek bir yazı yoktur. Sözün
kısası, gerekçe eski Anayasanın Meclisi bağlı olmak ilkesinin değiştirilmek
istenmediğini belirtmekle yetinmiş, özel yasa üzerinde bir şey dememiştir.
Temsilciler
Meclisindeki ilk görüşmede üyelerden Muhittin Gürün, Sayıştay’ın genel ve katma
bütçeli dairelerin gelir ve giderlerini ve devlet mallarının korunmasını yasama
Meclisi adına denetlediğini, ulusal egemenliğin kullanılmasının bir evresi olan
bu görevi hiç bir yasama meclisinin savsayamayacağını, batı Avrupa ülkelerinde
de bizde de yargı yoluyla denetleme yönteminin benimsendiğini, ancak bu
denetlemenin etkin olabilmesi için kuruluşun güvenceye bağlanmasının
gerektiğini tasarıdaki metnin yetersiz olduğunu bildirmiş, Sayıştayın o zaman yürürlükte
bulunan yasaya göre görmekte olduğu bir çok işleri bile göremeyeceğini,
kuruluşun güvencesinin sağlam temellere oturtulmasını ve özel yasaya
bırakıldığını, görevinin %70-80 ini yargı yoluyle yürüten Sayıştay için yargı
güvencesinin Anayasada yer almasının ve Sayıştay görevlileri için yargı
görevinde bulunanlara tanınan hakların tanınması ve özlük işlerinde onları her
türlü etki dışında bırakacak bir yolu Anayasada benimsenmesinin gerektiğini
ileri sürmüş ve isteklerini (konumuzu ilgilendiren yönler bakımından)
özetliyerek yargı kurumu olan Sayıştay’a bu niteliği bakımından Anayasada yargı
kurumlarını düzenleyen kurallar arasında yer verilmesi, görev alanının hiç değilse
o günkü çerçeve içinde saptanması, üyelerinin atama yöntemleriyle
güvencelerinin, öbür yargı kurumlarından olduğu gibi, Anayasada yer alması ve
hâkim güvencesinin Sayıştay üyelerine de tanınması, ilâmlarının kesin olduğunun
belirtilmesi gerektiğini, bu konuda önergeler düzenlediğini söylemiş, başka söz
alan olmamış, önergeler okunup oya konulmadan komisyon sözcüsü komisyon adına
maddeyi geri istemiş, bu istemin Meclisce kabulü üzerine madde komisyona geri
verilmiş, Komisyonun düzenlediği metin (ki bugünkü maddenin 1.,2. fıkraları
metnidir) Meclisçe tartışmasız olarak kabul edilmiştir. Üye Gürün’ün önergeleri
ortada olmadığı ve konu üzerinde tartışma yapılmadığı için kendisinin
önerilerini nasıl yazdığı bilinmemekle birlikte Sayıştay’ın görevlerine ilişkin
1. fıkranın yeniden kaleme alındığı ve bu sırada cümlenin ortasına sorumluların
(hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak) sözlerinin yazıldığı, metne
Sayıştay’ın yargı bağımsızlığından ve üyelerinin hâkim güvencesinden
yararlanacaklarını bildiren bir söz yazılmadığı, maddenin iktisadi ve mali
hükümler arasından çıkarılıp yargı hükümleri bölümüne de alınmamış olduğu
görülmektedir. Demek ki Sayıştay’ın bir yargı organı ve üyelerinin de birer
hâkim olduğu görüşü Anayasa Komisyonu ve onun kaleme aldığı metni benimseyen
Temsilciler Meclisi Genel Kurulunca reddolunmuştur. Diğer taraftan Anayasanın
149. maddesinin Temsilciler Meclisindeki ilk görüşmesinde Temsilciler Meclisi
Üyelerinden Fethi Celikbaş, Muhittin Gürün ve İhsan Ögat’ın birlikte verdikleri
önerge ile “Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına mali murakabe yapan bir
yüksek hesap mahkeme olduğuna göre, 149 ncu maddede sayılı iptal davası açma
yetkisine sahip müesseseler arasına Sayıştay’ın da ilâvesi” teklif edilmiş
isede, yapılan oylama sonucunda Temsilciler Meclisi Genel Kurulunca bu önerge
dahi reddolunmuştur. Bu durum karşısında metne konulan (kesin hükme bağlamak)
sözlerine sarılarak Sayıştay’ın kesin yargı kararı vereceğinin Temsilciler
Meclisince kabul edildiğini ileri sürmek gerçeğe aykırı olur, ve bu bakımdan
Anayasa’nın yapılış tarihine dayanan yorum doğru değildir. Buna karşılık,
çoğunluk gerekçesinde Sayıştay’ın yargı yeri olup olmamasının önemi
bulunmadığı, Anayasa koyucunun metne kesin hükme bağlamak sözlerini ekleyerek
ne demek istendiğini açıkça anlattığı savunulmaktadır; oysa kesin hükme
bağlamak sözünün hukuk dilinde ilk kez kullanılan bir söz olması bakımından
açık bir deyim olmadığı az yukarıda anlatılmıştır.
16-
Bir de, çoğunluk kararında Anayasa’nın bütün kurallarının eşdeğerde olduğu
gerekçesine dayanılmaktadır. Anayasa kuralları, ilke olarak eş değerde olmakla
birlikte hepsi de bir hukuki bütünün birbiriyle tutarlı, ilişkisi olan, biri
öbürü ile bağdaşan parçalarıdır; oysa çoğunluk kararında benimsenen yoruma göre
127. maddenin kesin hükümden söz eden kuralı, yukarıki bentlerde teker teker
açıklandığı üzere, Anayasa’nın bütünlüğünü kökünden bozmaktadır. Kaldı ki
Anayasa’nın Devletin temel kuruluşlarına ilişkin ilkeleri, ister istemez,
herhangi bir kuralın yorumunda öbür kurallara üstün değerde tutulması gerekli
kurallardandır ve yorumda ise Anayasa’nın bütünlüğünü ve kurallarının tutarlı
ve birbiriyle bağdaşır nitelikte bulunmasını bozucu bir sonuca varılması, hiç
bir zaman, hukuka uygun olmaz.
SONUÇ
: Çoğunluğun Sayıştay Yasasının 45. maddesinin son fıkrası hükmünün Anayasa’ya
aykırı bulunmadığı yollu görüşüne karşıyız.
Üye
Muhittin TAYLAN
|
Üye
Recai SEÇKİN
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Şevket MÜFTÜGİL
|
Üye
Ahmet
H.BOYACIOĞLU
|
KARŞIOY YAZISI
1-
Anayasa’nın 151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki 44 sayılı Kanunun 27. maddesi gereğince mahkemeler tarafından bir
kanun hükmü hakkında Anayasa’ya aykırılık nedeniyle Anayasa Mahkemesine
başvurulabilmesinin ilk şartı, ortada o mahkemece bakılmakta olan bir davanın
bulunmasıdır.
“Bakılmakta
olan dava” deyiminin ise, Anayasa ve öteki kanunlarla çözümü bir mahkemeye
görev olarak verilmiş bulunan bir konuda usulüne uygun olarak o mahkemede
açılmış bulunan bir davayı ifade ettiğinde kuşku yoktur. Buna göre Anayasa ile
veya Anayasa’ya uygun kanunlarla görevi dışında bırakılmış konular hakkında
yapılan başvurmayı mahkemenin, kendisine usulü gereğince açılmış bir dava
sayarak bu başvurma ile ilgili bir kanun hükmü hakkında Anayasa Mahkemesine
Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunulabilmesi düşünülemez. Zira bu gibi
durumlarda ortada mahkemenin “bakmakta olduğu bir dava” nın varlığından söz
edilmesi mümkün değildir.
Sayıştay
ilâmlarına karşı Danıştay’a yapılan başvurmalara gelince:
İlk
önce Sayıştay ilâmları birer idari karar değildir, bu nedenle de Danıştayın
denetimi dışındadır. Zira Anayasa’nın 127. maddesi bu ilâmları “hüküm” olarak
nitelendirmiş ve onlara Anayasal “kesinlik” tanımıştır. Hukuk dilinde, bir
merci kararı hakkında kullanılan “hüküm” deyiminin, yargılama usulleri
uygulanmak suretiyle bir yargı yeri tarafından verilen ve bu bakımdan yargısal
niteliği olan “karar” demek olduğu bilinen bir gerçektir.
Yargısal
nitelikteki bir hüküm kesinliği söz konusu olduktan o hüküm karşısında başkaca
yargı yerlerine başvurmayı düşünmek bile mümkün değildir. Özellikle bu
“kesinlik” bir Anayasa hükmü ile tanımış ise artık bu konuda hiçbir kuşkunun
yeri olamaz. Zira Anayasa hükümlerinin “üstün kural” nitelikleri, kanunlardaki
öteki başvurma yollarını da zorunlu olarak kapatmış olur.
Öteyandan
Sayıştay, Anayasa ile kurulan ve belli bir konuda “kesin hüküm” vermekle
görevlendirilen, kendine özgü ve yargısal usullerle denetim yapan bir merci
olduğuna göre bu kuruluşu, Anayasa’nın 140. maddesinde sözü edilen ve kanunlara
kurulacağı öngörülmüş bulunan alt idari yargı yeri saymak da mümkün değildir.
Bu durumda
Sayıştay ilâmlarına karşı Danıştaya başvurma yolu, Anayasanın 127. maddesiyle
kapatılmış olduğu gibi esasen Danıştay görevlerinin niteliklerini ve
sınırlarını belirten 140. maddesinde de bu konu, Danıştay görevleri arasında
alınmamıştır. Kaldı ki 24.12.1964 günlü ve 521 sayılı Danıştayın kendi
kanununda bile, Sayıştay ilâmlarının incelenmesi görev dışı bırakılmıştır. Bu
kanunla ilgili olarak yasama meclislerinde geçen görüşmelere ilişkin
tutanaklarda bu cehit açıkça görülmektedir.
Esasen
bu konular daha önce, biri iptal davası, biri de itiraz yolu ile yapılan iki
başvurma üzerine Anayasa Mahkemesince verilen 14,15,16 Ocak 1969 günlü ve
1967/13-1969/5 sayılı, 16 Ocak 1969 günlü ve 1967/19-1969/6 sayılı kararlara
ilişkin karşıoy yazılarımda daha ayrıntılı biçimde incelenmiştir. (Resmi
Gazete: 14 Nisan 1970, Sayı: 13471, sayfa: 13; 17 Nisan 1970, sayı: 13474,
sayfa:10)
Açıklanan
nedenlerle olayda Danıştaya yapılmış olan başvurmayı, Anayasa’nın 151. ve 44
sayılı Kanunun 27. maddelerinde geçen (bakılmakta olan bir dava) niteliğinde
saymağa imkân olmadığından Danıştayın Dava Daireleri Kurulunun, 832 sayılı
Sayıştay Kanununun hiçbir maddesi ve bu arada 45. maddesinin son fıkrası
hakkında Anayasa’ya aykırılık öne sürülerek Anayasa Mahkemesine başvurmağa
yetkisi olmadığından itirazın esastan incelenmesine geçilmeden önce bu yönde
reddi gerekmektedir.
Bu
sebeplerle kararın konuya ilişkin bölümüne karşıyım.
2-
832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin bu dosyaya konu olan son fıkrası
hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu yolunda Danıştay Başkanlığı ve Danıştay Dava
Daireleri Kurulu tarafından iptal davası ve itiraz yolu ile daha önce iki kez
başvurulmuş ve yukarıda da değinildiği gibi, Anayasa Mahkemesinin 14,15,16 Ocak
1969 günlü ve 1967/13-1969/5 sayılı ve 16 Ocak 1969 günlü 1967/19-1969/6 sayılı
kararlariyle söz konusu hükmün Anayasa’ya uygun olduğu saptanarak her iki
başvurma da red olunmuş ve bu kararlar da Resmi Gazetelerde yayınlanmıştır.
(Bak: Resmi Gazete: 14.4.1970, sayı:13471; 17.4.1970, sayı: 13474)
Bu
dosya ile aynı konu Danıştay Dava Daireleri Kurulunca üçüncü kez Anayasa Mahkemesine
getirilmekte ve Mahkememiz de konuyu, yeni baştan ele alarak inceleyip esası
hakkında yeniden verdiği bir kararla, önceki kararlarında olduğu gibi, sözü
geçen hükmün Anayasa’ya uygun olduğunu saptayarak istemi tekrar red etmektedir.
Mahkememizce
uygulanan bu usul kanaatımca Anayasa’nın 152. ve Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunun 50. ve 51. maddelerine
belirtilen (Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliği ve her organ ve herkesi
bağlayıcı olan niteliği) ilke ve esaslarına aykırı düşmektedir.
Konuya
ilişkin ayrıntılı görüşlerim, başka bir konu ile ilgili olan 27.4.1971 günlü ve
1971/20-1971/47 sayılı Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin karşıoy yazımda
gereği gibi açıklanmış olduğundan burada aynı görüşlerin tekrarından
kaçınılmıştır.
Yukarıda
özetlenen ve sözünü ettiğim karşıoy yazımda da geniş bir biçimde açıklanan
nedenlerle bu kararda uygulanan usule de karşıyım.
Sayın
Muhittin Gürün’ün Karşıoy yazısının (2) sayılı bendinde yazılı görüşe
katılıyorum.