logo
Norm Denetimi Kararları Kullanıcı Kılavuzu

(AYM, E.1971/22, K.1971/54, 10/06/1971, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

 

Esas Sayısı:1971/22

Karar Sayısı:1971/54

Karar Günü:10/6/1971

Resmi Gazete tarih/sayı:25.1.1972/14083

 

İşlemde bulunan : Şuhut Sulh Hukuk Mahkemesi.

İstemin konusu : 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1238 sayılı Kanunla değişik geçici 17. maddesinin dördüncü fıkrasının bu fıkradaki (yukarıdaki fıkralar uyarınca vekâlet görevini yapma hakkı, o yer avukat veya dâva vekilleri sayışınım üçü bulması halinde kendiliğinden sona erer) hükmü yönünden, Anayasanın 8., 10., 11. ve 40. maddelerine aykırı bulunduğu yolunda davacı vekilince ileri sürülen iddia mahkemece ciddî görülmüş ve Anayasanın 151. maddesine dayanılarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.

I- Olay :

Şuhut Sulh Hukuk Mahkemesinin 1970/130 esas sayılı dâvasında dâ-acı, bir dâva takîpçisince temsil edilmekte iken Afyon Barosu Başkanlığından Şuhut Adalet Dairesinde üç avukatın çalışmaya başladığı bildirilmesi üzerine, 1136 sayılı Kanunun 1238 sayılı Kanunla değişik geçici 17. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, vekâlet görevini yapma hakkı kendiliğinden sona eren davacı vekili, bu hükmün Anayasaya aykırılığını ileri sürmüş; mahkemece iddianın ciddi olduğu kanısına varılarak Anayasanın 151. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve dâvanın geri bırakılmasına 3/3/1971 günlü duruşmada karar verilmiştir.

III- Metinler :

A- 1238 sayılı Kanunla değişik 1136 sayılı Avukatlık Kanununun itiraz konusu hükmünü de kapsayan geçici 17. maddesi şöyledir :

"Yargı mercileri, Cumhuriyet savcılıkları, icra memurlukları nezdinde başkâtiplik, zabıt kâtipliği, zabıt kâtibi muavinliği yahut icra memurluğu veya yardımcılığı görevlerinden birini en az on yıl süre ile yapmış olan kimseler, bu kanunun üçüncü maddesi uyarınca avukatlık mesleğine kabul için aranılan tahsil, staj ve sınav dışındaki şartları haiz olurlar ve 5 inci maddede yazılı engeller kendilerinde bulunmazsa, en az üç avukat veya dâvavekili olmayan bir yerde, o yerin bağlı olduğu baroca tutulan listeye yazılmak şartile, münhasıran o yerin hukuk mahkemeleri ve icra ve iflas dairelerinde dâva ve iş takip edebilirler.

Bu kimseler, münhasıran vekâlet görevini yapabilecekleri yerde, listeye yazılma tarihinden itibaren üç ay içinde bir büro açmak zorundadırlar. Bu zorunluğa uymayanların adları listeden silinir.

Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 61. maddesinin son fıkrası gereğince vekâlet görevini yapanlar, geçmiş adalet hizmetine ait şarta bakılmaksızın, birinci fıkrada yazılı diğer şartlara sahip oldukları takdirde, o yerin bağlı bulunduğu baroca tutulan listeye yazılmak suretiyle, münhasıran o yerdeki hukuk mahkemeleri ve icra ve iflâs dairelerinde vekâlet görevini yapmağa devam ederler. Ancak, listeden herhangi bir suretle adları silinenler, birinci fıkrada yazılı şartların tamamına sahip olmadıkça bir daha listeye yazılamazlar. Bu kimseler, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde listeye yazılmak için başvurmak ve yazılma tarihinden itibaren üç ay içinde bir büro açmak zorundadırlar. Aksi halde listeye yazılmazlar; listeye yazılmışlarsa adları listeden silinir.

Yukarıdaki fıkralar uyarınca vekâlet görevini yapma hakkı o yer avukat veya dâvavekilleri sayısının üçü bulması halinde kendiliğinden sona erer. Sona erme tarihinden itibaren üç ay içinde, ilgili şahsın aynı baro bölgesi içinde üç avukat veya dâvavekili bulunmayan başka bir yere naklederek büro açması halinde, listedeki kaydı nakledilen yer işaret edilmek suretiyle devam eder. İlgili üç aylık süre içinde başka bir baroya başvurduğu takdirde, dosyası getirilmek suretiyle başvurduğu baronun listesine kaydı yapılıp ayrıldığı baronun listesinden de adı silinerek vekâlet görevine devam eder. Üç aylık süre içinde aynı baro bölgesindeki başka bir yere nakil yapılarak büro açılmaması veya bu süre dolmadan başka bir baroya nakil için başvurulmaması halinde ilgilinin adı listeden silinir.

Geçici 13. maddenin listeye yazılma için yapılacak başvurma ile ilgili ikinci fıkrası hükmü bu kimseler hakkında da kıyasen uygulanır.

Listeyle ilgili olup, geçici 13. maddenin son fıkrasında gösterilen hususlar ve bu maddeye göre vekâlet görevini ifa edeceklere verilecek yetki belgesinin neleri ihtiva eyleyeceği 182. maddede yazılı yönetmelikte gösterilir.

Bu kanunun ikinci, dördüncü, beşinci, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onbirinci ve onikinci kısmı ile 49, 57, 58, 59, 60, 61, 62 ve 65. maddeleri dışında kalan hükümleri bu maddenin kapsamına giren kimseler hakkında da kıyasen uygulanır.

Baro giriş ve yıllık kesenekleri bu maddenin kapsamına giren kimselerden alınmaz.

Bu maddenin üçüncü fıkrası 7 Temmuz 1977 tarihinde yürürlükten kalkar."

B- Anayasa hükümleri :

Anayasaya aykırılık iddiasına ve iddianın ciddiliği görüşüne dayanak olarak gösterilen Anayasa maddeleri şunlardır ::

"Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlıyan temel hukuk kurallarıdır."

"Madde 10- Herkes, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak surette sınırlayan siyasî iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar."

"Madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.

Kanun, kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."

"Madde 40-.Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.

Kanun, bu hürriyetleri, ancak kamu yararı amacıyla sınırlayabilir.

Devlet, özel teşebbüslerin millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürütmesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlıyacak tedbirleri alır."

IV- İlk inceleme :

Anayasa Mahkemesi içtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 13/4/1971 gününde Hakkı Ketenoğlu, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Muhittin Tavlan, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Kani Vrana, Muhittin Gürün, Lütfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından esasın incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.

V- Esasın incelenmesi :

Dâvanın esası hakkında hazırlanan rapor, dosyada bulunan bütün kâğıtlar ve konu ile ilgili öteki metinler okundu; gereği görüşülüp düşünüldü :

l- Dâva mahkemesinin iptalini istediği hüküm 1238 sayılı Kanunla değişik 1136 sayılı Avukatlık Kanununun geçici 17. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan "Yukarıdaki fıkralar uyarınca vekâlet görevini yapma hakkı, o yer avukat veya dâva vekilleri sayısının üçü bulması halinde kendiliğinden sona erer" cümlesidir. Bu hükmün Anayasanın 10., 11. ve 40. maddelerinde sözü edilen temel hakları çiğnediği ve bu nedenle iptali gerektiği ileri sürülmüştür. Gerçekten çalışma ve sözleşme özgürlüğü kişinin temel haklarındandır. Ancak bu hak da, öteki temel haklar gibi, kanunla sınırlanabilir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlama nedenleri 11. maddede gösterilmiştir. Özellikle çalışma ve sözleşme özgürlüğü bakımından sınırlama nedenleri 40. maddede dahi açıklanmıştır. Bu Özgürlük Anayasanın 11. maddesinde yazılı nedenlerle; Özellikle kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. İtiraz konusu hüküm, vekâlet görevini alan ve böylece müekkili ile sözleşme yapan kimsenin, o yerde avukat veya dâvavekili sayısının üçü bulması halinde, vekâlet görevini yapmaması ve sözleşmenin sona ermesi sonucunu doğurmaktadır. Çalışma ve sözleşme yapma özgürlüğünün gösterilen şekilde kısıtlanması nedenlerini anlamak için, madde hükmünü herşeyden önce tarihsel açıdan incelemek gerekir.

İmparatorluk döneminde kişilerin mahkemelerdeki işlerini izlemek ve onların hak ve çıkarlarını savunmak üzere herkes serbestçe sözleşme yapabiliyordu. Ancak "arzuhalci taifesi" adı ile anılan meslek topluluğunun bir disiplin altına sokulması gereği duyulmuş ve 1760 tarihlerinde "Rüus" denilen Patişah iradesiyle İstanbul'da izinsiz dükkân açılmaması, kahveci dükkanlarında ve medrese ve cami avlularında oturup mevzuata aykırı dilekçeler yazılmaması belirtilmiş, aksine davrananların cezalandırılacağı bildirilmiş. Tanzimat döneminde kanunların Avrupa örneğine göre düzeltilmesi ve düzenlenmesi ele alınmış ve bu arada çıkarılan bir çok tüzüklerle vekâlet müessesesi hakkında hükümler konulmuştur. 1873 tarihinden başlayarak bir sınavdan geçmek yoliyle mahkemelerde vekâlet yapacak kimselere dâvavekili adı verilmiş ve rastgele kimselerin bu meslek işlerini yapmaları önlenmişti. Ancak bu durum sadece İstanbul için uygulanabildiğince geçerli olmuş, taşrada herkesin mahkemedeki işleri için herhangi birini vekil olarak gönderme olanağı sürüp gitmiştir. Bununla birlikte mesleğin disiplin altına alınması çalışmaları durmamış, İstanbul'da şer'iye mahkemelerinde dahi vekâlet edecek kimseler hakkında özel hükümler getirilmiştir. ilk kez 1924 tarihinde Muhamat Kanunu, baro kurulan yerlerde dâva-vekilliğini ruhsat almağa bağlı tutmuş ve fakat baro olmayan yerlerde herkesin dilediğini vekil tayin edebilme olanağı korunmuştur. 1926 da yapılan değişiklikle "muhami" adı yerine "avukat" deyimi alınmış ve ancak hukuk mektebi mezunları ile mülkiye mektebinden mezun olanlardan eksik derslerin sınavını verenler belirli bir staj döneminden sonra ruhsat almak şartiyle, mesleki çalışma yetkisine sahip olabilmişlerdi. Ancak hukuk öğrenimi gören avukatların yeterli sayıda bulunmaması, yurt ihtiyaçlarını etkilediğinden 18/6/1927 günlü Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 61. maddesi uyarınca baro kurulmamış olan ve üç dâvavekili bulunmayan yerlerde yurttaşların hukuk mahkemelerinde diledikleri kişileri vekil edebilme konusundaki serbestlikleri sürüp gitmiş, 1938 de çıkarılan avukatlık kanunuda aynı nedenlerle bu serbestliği önleyici hükümler getirmemiştir.

Görülüyor ki ülkemizde vekâlet işleri yüzyıllar boyunca arzuhalcilik adı altında Devlet denetiminden uzak olarak yapılagelmiş, özellikle Tanzimattan sonra bu işlerin görülmesi bazı koşullara bağlı tutulmak istenmiş ise de, bu düzenlemeler Meşrutiyet dönemlerinde nizami mahkemeler için uygulama alam bulabilmiş, Cumhuriyet döneminde dahi mesleki öğrenim görmüş avukatların bulunmadığı yerlerde böyle bir öğrenim yeteneğinden yoksun kişilerin vekâlet yapabilme olanakları sürüp gitmiştir. Ancak çağdaş uygarlık düzeyinde hızlı adımlarla yürüyen ülkemizin hukuk öğrenimi yapan avukatlara ihtiyacı karşılanır bir duruma gelmesi karşısında, Kanun Koyucunun, arzuhalcilik yapan kişileri tasfiyeyi amaç tutan çalışmalar yapmasını doğal görmek gerektir. Üstelik bu çalışmalar kamu düzeni bakımından zorunlu bir nitelik de kazanmıştır. Kamu düzeninin söz konusu olduğu kesimlerde, bu düzenleme belirli kişilerin veya toplulukların değil, öncelikle toplumun bütününün yararı açısından ele alınmalıdır. Kanun Koyucu bu düşünceden hareket ederek mahkemelerde işleri olan yurttaşların yararları neyi gerektiriyorsa ona göre hükümler getirmek zorunluğundadır, yargı görevini yerine getiren organlardan hak isteme yolunun pürüzsüz işlemesi ve böylece Kalkın adalete olan güven ve inancı, kamu yararı ilkesinin yasa yapımı ve uygulanmasına dayanak tutulması ile sağlanabilir. Uzmanlık ve bilgi isteyen konularda işlerin yetenekli eller aracılığı ile görülmesi kamu yararının ereğidir. Böyle olunca; hukuk alanında ve özellikle yargı yerlerinde hak arama işlerinde, yeterince öğrenim yapmamış ve yeteneği saptanmamış kimselerin zamanla tasfiyesi yoluna gitmek ve bu işleri kamu yararı açısından düzenlemek gereklidir. Kanun Koyucu, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1238 sayılı Kanunla değişik geçici 17. maddesini bu amaçla getirmiştir, iptali istenen hüküm, Anayasanın 10. ve 11. maddelerine aykırılığı şöyle dursun, tersine, bu maddelerin koyduğu temel ilkelere açıklanan nedenlerle uygundur.

2- Dâva mahkemesinin Anayasaya aykırılığı ciddi bulunduğuna ilişkin kararında; geçici 17. maddenin dördüncü fıkrasındaki itiraz konusu hükmün kazanılmış haklan bozduğuna da değinilmiştir. Her şeyden önce şunu belirtmek gerektir ki, bugün kazanılmış hak sorunu, kamu hukuku alanında, eski önemini kaybetmiştir. Artık kazanılmış hak sorununu Anayasanın 11. maddesinde yazılı temel haklan sınırlandırma nedenleriyle bir arda tartışmak ve bu hakkın dokunulmaz ve ilişilmez, olduğu yolundaki düşünceyi kamu hukuku alanında bir hayli yumşatmak olanakları vardır. Bu ilkeden hareket edilince; incelemede doğru sonuca varabilmek için, vekâlet veren kişilerle alan kişiler bakımından itiraz konusu hükmü ayrı ayrı açılardan değerlendirmek gerekecektir. Gerçekten vekâlet veren kişilerin, bu görevi üzerine alan kişilerden beklediği işler vardır. Bu işlerin kanun hükümleri çerçevesinde yerine getirilmemesi, süresinde yetkili mercilere gerekli başvurmaların yapılmaması dâva veya uyuşmazlığın konusunda yeterince savunmada bulunulmaması birçok hakların, hatta kazanılmış hakların kaybına yol açabilir.

Vekâlet alan kişilerin bu işleri gerçekten izleyebilecek ve. kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun bir sonuca vardırabilecek yetenekte bulunması yurttaşın Devletten gerçekleştirilmesini beklediği bir haktır. Bu hakkın kapsamının yeterince düzenlenmesi, Anayasaya uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi Devletin başta gelen ödevler indendir. Bu ödevin yerine getirilmesi Anayasanın 10. maddesi gereğidir. Kanun Koyucu kendisine bu konuda düşen düzenleme görevini, belirli bir alanda çalışanların özel hukuk ilişkilerine dayanan hakları yönünden değil, kamu yararını gözeterek ele almalı ve yerine getirmelidir. Kaldı ki bir kimsenin özel hukuk alanında, başka bir kişi ile sözleşme yapması, ancak bu kişiler arasında hak ve borçlar doğurur. Sözleşmenin bir tarafı yararına doğan bir hak bütün kamuya karşı ileri sürülebilen kazanılmış haklardan sayılamaz. Kişilerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri hakların kamu kuruluşlarını da bağlayabileceklerini düşünmek kamu hukuku kuralları ile bağdaşamaz. Avukatlık Kanununun geçici 17. maddesinin getirdiği düzenlemenin temelinde kamu yararı düşüncesi bulunduğu için bu düzenlemenin Anayasanın 10. maddesine uygun olduğu sonucuna varmak gerektir.

3- Öte yandan dâva takip işleriyle uğraşan kişilerin esasen kazanılmış haklarının var olup olmadığı ve bunun kamu hukuku açısından ileri sürülmesi olanağının bulunup bulunmadığı üzerinde de durulmalıdır. Gerçekten Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun, eski 61. maddesinde, belirli nitelik ve nicelikte meslek adamı bulunmayan yerlerde, herkesin dilediği kimseyi vekil yapabileceğine değinilmiştir. Ancak bu yerde kanunun öngördüğü nitelik ve nicelikte kimselerin çalışmaya başlanması halinde, artık yalnız bunlar vekâlet görevi yapabilecek ve daha önce üzerlerine vekâlet görevi alan kişilerin o yerdeki çalışmaları durdurulacak, yaptıkları vekalet sözleşmeleri yetkili mercilerce kabul edilmeyecektir. 1927 yılından beri uygulanan bu durum karşısında, dâva takipçilerinin kazanılmış haklarının varlığından söz edilmesi olanaksızdır. 1927 yılından önce yürürlükte olan 1879 tarihli Usulü Muhakematı, Hukukiye Kanunu ise, vekâlet müessesesinden söz etmekle birlikte, sadece nitelikleri kanunla belirtilen kişilerin mahkemelerde görev alabilecekleri yolunda bir hükmü içermemektedir. Başka deyimle bu kanuna göre herkes dilediğini vekil gösterebilmektedir (Düstur, Birinci Tertip, Cilt IV, Sayfa 251 ve sonrası).

Şu halde 1136 sayılı Kanunun 1238 sayılı Kanunla değişik geçici 17. maddesinde sözü edilenlerin 1879 tarihli Usulü Muhakematı Hukukiye Kanunundan önce ve sonra bir kamu hukuku hükmüyle sadece kendilerine tanınan bir kazanılmış hakları bulunmamaktadır. 18/6/1927 günlü, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ise, bu gibilere bir kazanılmış hak tanımak şöyle dursun, tersine vekâlet görevini sözleşme ile üzerine alan meslek dışı kişilerin, orada belirli nitelik ve nicelikte meslek adamının işe başlaması halinde mahkemeye kabul edilemiyeceklerini ve dolayısiyle daha önce düzenlenmiş vekâlet sözleşmelerinin, temsil bakımından, artık mahkemede geçerli sayılamayacağını hükme bağlanmıştır. Şu halde dâva mahkemesinde ileri sürülen kazanılmış hak, esasen kazanılmış ve kamu hükümleri uyarınca güven ve inanca altına alınmış değildir. Böyle olunca vekâlet sözleşmelerinin, temsil bakımından, yüklediği görevlerin adalet mercileri önünde sonuna kadar yerine getirilmesi için geçici 17. maddede sözü edilen kişilerin kamu hukukuna dayanan kazanılmış haklarının varlığını kabul etmeye tarihsel açıdan dahi olanak yoktur.

Vekâlet sözleşmesi, vekâlet görevi verenle bu görevi alan arasında özel hukuka dayanan hak ve borçlar doğurur. Vekâlet görevini alan kişi görevi kanun hükümleri çerçevesinde tamamlamakla yükümlüdür. Kendi elinde olmayan nedenlerle, özellikle kamu hukukunun koyduğu engellerle, bu görevin tamamlanmasına olanak bulunmayan hallerde, özel hukuk kurallarına göre yapılacak iş, görevin yapılabildiği sürede ve kapsamda vekilin geçen çalışmasına karşılık adalete uygun bir ücret takdir edilmesidir. Yoksa sözleşme özgürlüğünden söz edilerek kamu hukukunun öngördüğü koşulların bir kenara itilmesine, Anayasanın 40. maddesi hükmü elverişli değildir. Bu maddeye dayanan iptal istemi de red edilmelidir.

4- Şimdiye kadarki açıklamalar karşısında itiraz konusu hükmün, Anayasaya aykırı bulunmadığı ortaya çıktığından, Anayasanın "kanunların Anayasaya aykırı olamıyacağı" nı belirliyen 8. maddesi ilkesi ile bir çatışmadan da söz edilmeyeceği ortadadır.

VI- Sonuç :

1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1238 sayılı Kanunla değişik geçici 17. maddesinin "yukarıdaki fıkralar uyarınca vekâlet görevini yapma hakkı, o yer avukat veya dâvavekili sayısının üçü bulması halinde kendiliğinden sona erer" hükmü yönünden incelenen dördüncü fıkrasının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine 10/6/1971 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

 

 

 

Başkanvekili

Avni Givda

Üye

Fazıl Uluocak

Üye

Sait Koçak

Üye

Nuri Ülgenalp

 

 

 

 

Üye

Muhittin Taylan

Üye

Şahap Arıç

Üye

İhsan Ecemiş

Üye

Recai Seçkin

 

 

 

 

Üye

Ahmet Akar

Üye

Halit Zarbun

Üye

Kani Vrana

Üye

Muhittin Gürün

 

 

 

 

Üye

Lütfi Ömerbaş

Üye

Şevket Müftügil

Üye

Ahmet H. Boyacıoğlu

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Dönemi 1961
Karar No 1971/54
Esas No 1971/22
İlk İnceleme Tarihi 13/04/1971
Karar Tarihi 10/06/1971
Künye (AYM, E.1971/22, K.1971/54, 10/06/1971, § …)    
Dosya Sonucu (Karar Türü) Esas - Ret
Başvuru Türü İtiraz
Başvuran (Genel) - Başvuran (Özel) Sulh Hukuk Mahkemesi - Şuhut
Resmi Gazete 25/01/1972 - 14083
Üyeler Avni GİVDA
Fazıl ULUOCAK
Sait KOÇAK
Ahmet Nuri ÜLGENALP
Muhittin TAYLAN
Şahap ARIÇ
İhsan ECEMİŞ
Recaî SEÇKİN
Ahmet AKAR
Halit ZARBUN
Kâni VRANA
Muhittin GÜRÜN
Lütfi ÖMERBAŞ
Şevket MÜFTÜGİL
Ahmet Hamdi BOYACIOĞLU

II. İNCELEME SONUÇLARI


1136 Avukatlık Kanunu Geçici 17 Esas - Ret Anayasaya esas yönünden uygunluk 1961/7 , 1961/138 yok
1238 19 Mart 1969 Gün ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Bazı Maddelerine Fıkralar Ve Kanuna Geçici Bir madde eklenmesi hakkında Kanun 4 Esas - Ret Anayasaya esas yönünden uygunluk 1961/12 , 1961/31 yok

T.C. Anayasa Mahkemesi