ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1971/2
Karar Sayısı:1971/36
Karar Günü:6/4/1971
Resmi Gazete tarih/sayı:22.10.1971/13994
İtiraz
yoluna başvuran : Ordu Asliye Ceza Mahkemesi.
İtiraz
konusu : 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar hakkındaki Kanuna 30/6/1970
günlü, 1308 sayılı Kanunun 7. maddesiyle konulan ek maddenin 1. ve 2. bentleri
hükümlerinin Anayasa'nın 11. ve 33. maddelerine aykırı bulundukları kanisiyle,
sözü geçen ek maddenin tümünün iptaline karar verilmesi istenilmiştir.
I.
Olay :
28/10/1970
gününde, 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar hakkındaki Kanuna aykırı
hareketten sanık olan kişi hakkında Ordu Cumhuriyet Savcılığının, 6136 sayılı
Kanunun 1308 sayılı Kanunla değişik 13. maddesi uyarınca cezalandırılması
istemini kapsayan 29/10/1970 günlü ve 1193/113 sayılı iddianamesiyle açılmış
bulunan kamu dâvasının duruşması sırasında, bu dâva nedeniyle uygulanma yerleri
bulunan 1308 sayılı Yasa ile 6136 sayılı Yasaya katılan ek maddenin l ve 2
sayılı bentleri hükümlerinin, Anayasa'nın 11. ve 33. maddelerine aykırı olduğu
sanık tarafından ileri sürülmesi üzerine Ordu Asliye Ceza Mahkemesince,
iddianın ciddi olduğu kanısına varılarak, bunları kapsayan ek maddenin tümünün
iptaline karar verilmesi için, Anayasa'nın 151. maddesi ve Anayasa Mahkemesinin
Kurulusu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 22/4/ 1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27.
maddesinin 2 sayılı bendi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına karar verilmiştir.
II.
Birinci İlk inceleme :
Anayasa
Mahkemesi, Hakkı Ketenoğlu, Lûtfi Ömerbaş, Celallenin Kuralmen, Sait Koçak,
Avni Givda, Nuri Ülgenalp, Muhittin Taylan, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet
Akar, Halit Zarbun, Kani Vrana, Muhittin Gürün, Şevket Müftüğil ve Ahmet H.
Boyacıoğlunun katılmalariyle 7/1/1971 gününde yaptığı toplantıda, Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15. maddesi uyarınca gerekli ilk incelemeyi yaparak,
dosya içindeki kağıtlar arasında, sanığın Anayasa'ya aykırılık ileri sürmesine
karşılık Cumhuriyet Savcısının düşüncesinin alınıp alınmadığını gösteren bir
kayıda veya belgeye rastlanamaması nedeniyle, böyle bir düşüncenin alınmadığı
kanısına varılmıştır.
Cumhuriyet
savcısı, duruşmalarına katıldığı ceza dâvalarında taraf durumunda da
olduğundan, sanığın Anayasa'ya aykırılık ileri sürmesine karşılık kendisinden
düşünce alınmasına kanuni gerek vardır. 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27.
maddesine aykırı bulunan bu eksiklik tamamlanmak üzere dosyanın geri
çevrilmesine, Nuri Ülgenalp, Kani Vrana, Şevket Müftügil ve Ahmet H.
Boyacıoğlu'nun, dosyanın eksiği bulunmadığı ve esasın incelenmesi gerektiği
yolundaki karşıoylariyle ve oyçokluğu ile karar vermiştir.
IV.
İkinci İlk İnceleme :
Dosyadaki
eksikliğin tamamlanması üzerine, Anayasa Mahkemesi, Hakkı Ketenoğlu, Lûtfi
Ömerbaş, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Avni Givda, Nuri Ülgenalp,
Muhittin Taylan, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Kani
Vrana, Muhittin Gürün, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmaları
ile 2/2/1971 gününde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca yaptığı
ilk inceleme toplantısında, itiraz yoluna başvuran mahkemenin Anayasa'ya
aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesini istediği kanun hükümlerinin
tümünü bakmakta olduğu dâvada uygulama durumunda olup olmadığı yönünü
görüşmüştür.
Anayasa'nın
151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki
22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27, maddeleri hükümlerine göre, mahkemeler,
ancak bakmakta oldukları bir dâva dolayısiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yolu
ile başvurabilirler. Bir dâvanın hukukça var sayılabilmesi için ise, onun
kanunlara uygun olarak açılmış ve ayrıca mahkemenin yetkisi içine girmekte
bulunmuş olması gerekir.
Bundan
başka, aynı hükümler uyarınca, mahkemelerin bu başvurmaları, o dâva nedeniyle
uygulanacak kanun hükümleri ile dahi sınırlı bulunmaktadır.
Dosya
içindeki kağıtların incelenmesi sonunda, itiraz yoluna başvurmuş bulunan
mahkemenin kanuna göre bakmakta olduğu bir dâvanın bulunması koşulunun
gerçekleştiği görülmüş ise de, bu dâva nedeniyle mahkemenin uygulama durumunda
bulunduğu kanun hükümleri arasında, itiraz konusu yapılıp iptallerine karar
verilmesi istenen kanun hükümlerinin tümünün yer alıp almadığı yönünün ayrıca
incelenip belli edilmesi gerekmiştir.
Sanığın
6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanunun 30/6/1970 günlü,
1308 sayılı Kanunla değişik 13. maddesine ay kın düşen eyleminden ötürü aynı
hükümler gereğince cezalandırılması istemiyle mahkemeye kamu dâvası açılmıştır.
Yargılama sonunda sanığın eyleminin kanıtlanması halinde ise, suçun işlendiği
güne göre, mahkeme, 6136 sayılı Kanuna, 30/6/1970 günlü, 1308 sayılı Kanunun 7.
maddesiyle konulan ek maddenin, sanığın bulunduğu yerin dernek ve üzerinde
taşıdığı da ruhsatlı ateşli silâh olması bakımlarından, sadece (......
derneklerde ruhsatlı ateşli silâh taşımak) yasağına ilişkin olan hükmünü
uygulama durumunda bulunabilir. Çünkü, 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar
Hakkındaki Kanuna ekmaddeyi koyan 30/6/1970 günlü, 1308 sayılı Kanun 2/7/1970
gününde, yani suçun işlendiği 28/10/1970 gününden önce yürürlüğe girmiş
bulunduğundan, suçunun kanıtlanması halinde sanığın, ek maddenin sadece (......
derneklerde ruhsatlı ateşli silâh taşıma) yasağına ilişkin bulunan hükmiyle
cezalandırılması olanağı vardır. Bu nedenle, işin esasının, mahkemenin bakmakta
olduğu dâvaya göre, 6136 sayılı Kanuna 1308 sayılı Kanunun 7. maddesiyle
eklenen itiraz konusu ek maddenin 2 sayılı bendinin 'koyduğu (......
derneklerde ruhsatlı ateşli silâh taşıma) yasağına ilişkin hükümle sınırlı
olarak incelenmesine oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Recai
Seçkin, Kani Vrana ve Ahmet H. Boyacıoğlu burada Anayasa'ya uygunluğunun
denetlenmesi istenilen esas ilkenin ruhsatlı ateşli silâhın ek maddenin ilk
fıkrasında sayılan yerlerde taşınmasına ilişkin tüm-hükümlere değgin olması
nedeniyle, incelemenin daha geniş bir şekilde, yani itiraz konusu maddenin 2
sayılı bendinin tümü ile sınırlandırılması gerektiğini ileri sürerek çoğunluk
görüşüne katılmamışlardır.
V.
İtiraz konusu edilen, kanun hükümleri :
Mahkemece
iptali istenilen kanun hükmü şöyledir :
6136
sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanuna 30/6/1970 günlü, 1308
sayılı Kanunun 7. maddesiyle konulan ek madde :
"Ek
madde- Üniversite; resmi ve özel yüksek okul, akademi ve türlü eğitim ve
öğretim müesseselerinde; öğrencilerin toplu olarak ikâmet ettikleri yurt ve
benzeri yerlerde; derneklerle bunlara bağlı yerlerde ve bunların toplantı ve
kongrelerinde; her türlü spor müsabakalarının yapıldığı yerlerde, kanuna uygun
veya kanuna aykırı olarak grev ve lokavt yapılmakta olan işyerlerinde veya
yukarıda yazılı olan yerlerin müştemilâtında :
1-
Bu Kanuna aykırı olarak ateşli silâhları, bunlara ait mermileri, 4 üncü maddede
yazılı olan bıçak ve benzerlerini Türk Ceza Kanununun 264 üncü maddesinde
yazılı olanları taşıyan ve bulunduranlar hakkında, kanunda belli edilen
cezaların iki katı hükmolunur.
2-
Bu maddede gösterilen yerlerde, 6136 sayılı Kanunun 13 ve 15 inci maddelerinde
ve Türk Ceza Kanununun 264 üncü maddesinde yazılı olanları, 6136 sayılı Kanunun
7 inci maddesinin birinci ve ikinci bentlerinde gösterilen görevliler ile Ordu,
Emniyet ve Jandarma mensupları dışında, ruhsatlı olsalar dahi, taşıyan ve
bulunduranlar hakkında, kanunda daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde
bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur."
VI.
Mahkemenin dayandığı Anayasa hükümleri :
Mahkemenin,
gerekçesine dayanacak yaptığı Anayasa maddeleri şunlardır:
"Madde
11- Temel hak ve hürriyetler. Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
"Madde
33- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç sayılmadığı bir
fiilden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar
ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur. Kimseye, suçu işlediği zaman kanunda
o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Kimse,
kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
Genel
müsadere cezası konulamaz."
VII.
Esasın incelenmesi :
İtirazın
esasına ilişkin rapor, Ordu Asliye Ceza Mahkemesinin, 29/10/1970 günlü,
1970/489-1970/86 sayılı karan ile ekleri, Anayasaya aykırılıkları ileri sürülen
hükümlerle dayanılan Anayasa hükümleri ve bunların gerekçeleriyle ilgili Meclis
görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Anayasanın
suç ve ceza konularında, bir eylemin ancak kanunla suç sayılabileceği,
cezalarla ceza tedbirlerinin ancak kanunla konulabileceği, kimsenin işlendiği
zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir eyleminden dolayı
cezalandırılamayacağı; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş
olan cezadan ağır bir ceza verilemiyeceği; kimsenin, kendisini veya kanunun
gösterdiği yakınlarını cezalandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu
yolda delil göstermeye zorlanamıyacağı, ceza sorumunun şahsiliği (Madde 33) ve
insan haysiyetiyle bağdaşmıyan ceza konulamıyacağı (Madde 14) gibi başlıca bir
kaç ceza ilkesini belirtmekle yetinerek, bunların dışında kalan ceza
konularının ve özellikle belli bir zamanda ne gibi eylemlerin suç sayılacağının
ve o suçlara ne miktar, ne çeşit ceza verileceğinin ve hangi ceza tedbirlerinin
ne yolda uygulanacağının saptanmasını yasa koyucuya bırakmış bulunmaktadır.
Kanun koyucu bu konuda Anayasa kuralları, ceza hukuku ilkeleri ve toplum
yaşantısının zorunluluk ve yararlarının gerekleri ile bağlı kalarak,
değerlendirme yetkisini kullanabilecektir.
Ceza
sistemi açıklanırken, cezaların hesaplanması konusunu da ele almak zorunluğu
vardır. Ceza hukukunda, aykırı eylemleri yasaklamanın en önde gelen aracı ceza
tehdididir. Bu tehdidin, toplumun suç işlemesini önlemeğe muvaffak olmadığı
kişiyi, en az yeniden suç işlemekten alıkoyacak ölçüde bulunması gerekir. İşte
bu ölçünün belli edilip saptanması, genel olarak cezanın hesaplanmasını ifade
eder.
Cezanın
hesaplanması, biri kanun koyucuya ve ötekisi onu uygulayacak mahkemelere ait
olmak üzere iki ayrı evreyi kapsar. Soyut olan birinci evrede, kanun koyucu
önce, suçlara uygulanacak olan ceza ve emniyet tedbirlerinin miktar ve
çeşitlerini genel ve soyut olarak kanunda belli eder. Bundan sonra yine kanun
koyucu ceza kanun veya ceza hükümlerinde tanımlanıp öğeleri gösterilen her suç
karşılığında, hangi çeşitten ve ne ölçülerde ceza verilebileceğini saptar,
yani, ceza çeşit ve ölçülerini soyut ve özel biçimde gösterir. Böylece her suç
için saptanan ceza kanununda gösterilen çeşitten olmak zorunlu bulunduğu gibi,
yine kanunda gösterilen sınırlar içinde kalınması gerekir. Cezaların genel ve
soyut veya özel ve soyut olarak belli edilip saptanmasında gözönünde tutulan
ölçü, genel olarak bilimsel, yarara dayanan ve deneysel bir nitelik gösterir.
Ancak, en başta suçun ağırlığının gözönünde tutulması gerekmektedir. Böylece,
her suçun cezasının önceden belli olması ve bunun işlenen suçun ağırlığı ile
orantılı bulunması esaslarına uygunluk sağlanmış olur. Yukarıda gösterilen
evrede suçlunun kişiliği söz konusu değildir. Ancak, cezanın mahkemelerce
uygulanması evresinde hâkim, yalnız suçun ağırlığım veya hafifliğini değil,
suçu işleyenin kişiliğini de gözönünde tutarak, kanunun o eylem için belli edip
saptadığı cezayı buna uydurmak durumundadır. Hâkim bu uygulamayı yaparken, ceza
hukukunun belli esaslarını ve bu arada özellikle kendi takdir yetkisinin
nitelik ve sınırını, ceza çeşidinin seçilmesi, ölçüsünün saptanması ve cezanın,
kanunî veya takdiri nedenlere dayanılarak artırılması veya indirilmesi gibi
başlıca üç hususu gözönünde tutmak zorunluğundadır.
Suç
karşılığında bir tehdit ve dolayısiyle tenkil aracı olarak cezanın çeşit ve
ölçülerini önceden genel ve soyut veya özel ve soyut biçimde belli edip
saptamak, Anayasanın 64. maddesiyle yasa koyucuya tanınmış bulunan yetkiler
içinde olmakla beraber, bu yetkiler dahi, hiç kuşku yok ki, Anayasanın temel
ilkeleri ve ceza hukukunun kuralları ile sınırlıdır.
Bu
sınırlardan birincisi, Anayasanın 11. maddesinin "Temel hak ve
hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla
sınırlanabilir. Kanun, kamu yaran, genel ahlâk, kamu düzeni ve millî güvenlik
gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
biçimindeki hükmüdür.
Ancak,
toplum halinde yaşamanın esas koşullarını hiçe sayarak toplumun huzurunu bozan
ve bu arada başka kişilerin temel hak ve hürriyetlerini de çiğniyen, hukukî
deyimle suç işleyen kişilerin cezalandırılması, yani, ceza tehdidi altında
bulundurulması ve böylece ceza yaptırımları uygulanarak yeniden suç
işlemelerine engel olunması, herhangi bir tartışmaya yer vermiyecek bir toplum
gerçeğidir. Bu arada suçlunun, işlediği eylemin ağırlığı ile orantılı ve
kişiliğine uydurulmuş bir ceza yaptırımına çarptırılması gereği de ortadadır.
Bu nedenlerle, ceza konusunda Anayasanın, sözü geçen, 11. maddesi hükmüne
dayanmağa genel hukuk kuralları ve hukuk mantığı bakımlarından bir olanak
düşünülemez. Bu yönleri gözönünde tutan Anayasa koyucusu, sözü edilen
konularını, temel hak ve ödevlere ayırdığı ikinci kısmının kişinin haklan ve
ödevlerini gösteren İkinci Bölümünde ayrıca düzenlemek gereğini duymuştur. İşte
bu gerek nedeni ile, esasen ceza hukuku alanında tarihsel ve uzun bir gelişme
evresinden geçerek gittikçe oluşmuş ve bugün belli ve kesin bir nitelik
kazanmış olan cezaların kanuniliği ve şahsîliği temel ilkeleri Anayasanın 33.
maddesinde, gerek kişi ve gerek toplum yönünden birer güvence olarak yer almış
bulunmaktadır. O halde, ceza konusunda, gerek yasa koyucunun ve gerek
mahkemelerin Anayasadaki bu güvenceleri gözönünde tutarak cezaları belli edip
saptamaları olanağı vardır.
Ceza
alanında kişi hürriyetleri yönünden gözönünde tutulması zorunlu temel
ilkelerinden oluşan kişi ve toplum güvençleri Anayasanın 33. maddesinde
yukarıda açıklanan amaçlarla açık bir biçimde gösterildiği gibi, temel hak ve
hürriyetlerin en başında gelen yaşama, maddi ve manevî varlığını geliştirme ve
kişi hürriyetlerini ayrıca 14. maddesinin birinci fıkrası hükmü ile yine
güvence altına almış bulunan Anayasa koyucu, bu hak ve hürriyetlerle ilgili
olarak aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına koyduğu "Kimseye eziyet
ve işkence yapılamaz" ve "İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza
konulmaz" biçimindeki genel ilkelerle, kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti
terimleriyle ifade ettiği bu hakların da mutlak olmadığını ve ancak toplum
yaşantısının zorunlu kıldığı hallerde kanunun, açıkça gösterilmek ve hâkim
kararına dayanarak koşulları ile kayıtlanabileceğini belirtmiş ve bundan başka
eziyet ve işkenceyi ve insan haysiyetiyle bağdaşamıyacak ceza konulmasını da
yasaklamış bulunmaktadır. Nitelikleriyle kapsamları açıklanan bu hükümlere
göre, sözü geçen 33. ve 14. maddelerde sayılan yasaklar dışında kalan ceza
yaptırımlarının, yasa koyucu tarafından genel ve soyut olarak belli edilip
saptanan çeşit ve ölçülerinin Anayasaya aykırı bir yönleri bulunamayacağının
kabulü doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü Anayasa, yukarıda gösterilen
güvencelerle yetinerek, ceza alanında uygulanacak yaptırımların genel ve soyut
olarak dahi çeşit ve ölçülerini belli edip saptamak gereğini duymamıştır.
Hiç
kuşku yok ki, her ceza yaptırımı cezalandırılan kişiye bir acı getirir. Bu acı
daha ziyade bir takım yoksunlukların sonucudur. Ceza yaptırımlarının
konulmasında ve dolayisiyle uygulanmasında daima böyle bir erek kendini
duyurur. Ancak, acının makul ve insanî bir sınırı aşmaması, eziyet ve işkence
derece ve niteliğini almaması şarttır. Ceza yaptırımlarının çeşit ve ölçüleri
toplumların uygarlık düzeylerine yakından bağlı olduğundan, bugün en ileri
ülkelerde dahi henüz vazgeçilmesi uygun görülmeyen hürriyeti sınırlayıcı
yaptırımlarda ve özellikle hapis cezasında hükümlünün en büyük yoksunluğu,
irade ve hareket serbestliğini ceza süresince yitirmekte olmasıdır. Çünkü
hükümlü, bu yaptırımın yerine getirilmesi sırasında, örneğin istediklerini
yapamaz; dilediğini dilediği zaman yiyip içemez. Bütün bu yoksunluklar, cezanın
tehdit ve dolayısiyle tenkil amaçlarım taşımasının doğal bir sonucudur.
Diğer
yönden, ceza yaptırımlarının çeşit ve ölçüleri bakımından bir sınır olarak
görülen, bunların insanın haysiyeti ile bağdaşır olması sorununa gelince; insan
haysiyeti kavramı, insanın hangi durum ve koşullar arasında bulunursa bulunsun,
sırf insan olmasının kendisine tanıtıp kazandırdığı değerin, gerek öteki
bireyler gerekse toplumca tanınmasını ve sayılmasını anlatır. Bu, öyle bir
davranış ve tanıma çizgisidir ki, ondan aşağı düşülünce yapılan işlemler,
insanı insan olmaktan çıkarmış demektir. Ancak, insan haysiyeti kavramını,
toplumların, kendi görenek ve geleneklerine ve toplum yaşantısının kurallarına
göre insanın, saygıya değer olabilmesi için onda bulunması zorunlu görülen
kişisel niteliklerle karıştırmamak dahi gerekir. Çünkü insan haysiyeti kavramı
insana sadece insan olması bakımından kazandırılmış ve dolayısiyle tanınmış
toplumsal değerlerinden ibarettir. Bu açıklamaların dahi gösterdiği gibi, insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza yaptırımı konulması olanağı yoksa da, bu
ilkenin hürriyeti sınırlayıcı ceza yaptırımlarının, suçun ağırlığı ile orantılı
olarak belli edilip saptanması zorunluğu bakımından mutlak bir sınır teşkil
edeceği düşünülemez. Çünkü, toplum yaşantısının belli bir evresinde toplumun
huzurunu bozan ve bu nedenle suç sayılan eylemlerin önlenmesi ve suçluların
tenkil edilmesi bakımlarından, ceza yaptırımlarının, makul ve insani sayılacak
sınırlan aşmamak kaydiyle, çeşitleriyle ölçülerinin değiştirilmesi veya
çoğaltılması veyahut azaltılması zorunluğu doğabilir. Nitekim, yukarıdaki
a-maçlarla Türk Ceza Kanunu ile öteki kanunların ceza yaptırımlarını kapsıyan
hükümlerinde çeşitli zamanlarda gerekli değiştirmeler yapılmış bulunmaktadır.
Bundan
başka, eldeki olayda olduğu gibi merciinden usulüne uygun olarak verilen bir
müsaade sonunda, bir ateşli silâhın kanunda saptanan koşullar altında
bulundurulması veya taşınması suç sayılmamış iken, kanunda sonradan yapılan bir
değişiklik sonunda, ruhsatlı ateşli silâhın belli yerlerde taşınmasının veya
bulundurulmasının suç sayılmasına ilişkin kanun hükmünün dahi Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülemez. Çünkü Kanun Koyucu, ceza yaptırımı ile önlemek
istediği eylemlerin öğelerini, yani suçluluk koşullarını genel ve soyut olarak
belli edip saptanma yetkisine sahiptir. Her ceza yaptırımı, esasında kamu hukuk
alanında yer alan ve amacı kamu düzenini kurmak veya korumak olan bir hukuk
kuralından ibaret bulunduğundan, burada bu kuralın konulmasından sonra
işlenecek eylemlerde kazanılmış bir haktan söz etmeye de olanak yoktur.
İtiraz
konusu edilen ek maddeyi getiren 30/6/1970 günlü, 1308 sayılı Kanunla ilgili
Millet Meclisi Adalet Komisyonu raporunda, teklif sahibi Milletvekilinin
"Son günlerde öğrenciler tarafından yürütülen toplu hareketlerde ve aykırı
fikirlere sahip öğrenci grupları arasında cereyan eden olaylarda, öğrencilerin
ve öğrenci arasına giren bazı zararlı anarşik unsurların Devlet kanunlarına ve
birbirlerine karşı ateşli silâhlan, patlayıcı, yakıcı, yaralayıcı, bereleyici,
suç aletlerini ve maddelerini kullandıklarının görüldüğü, aynı zamanda, kanuna
uygun veya kanuna aykırı grev ve lokavt olaylarında da gerek işçilerle işveren,
gerek greve iştirak eden veya etmiyen işçiler veya bunlarla Devlet kuvvetleri
arasında vukubulan çarpışmalarda aynı silâh ve aletlerin kullanılmasının mutad
hale gelmiş bulunduğu, sportif faaliyetler arasında bilhassa muhtelif şehir
takımları arasında yapılmakta olan futbol müsabakalarında maçtan evvel veya
sonra halk gruplarının birbirleriyle veya Devlet kuvvetleriyle çatışma haline
geldikleri ve bu arada yukarıda sayılan silâh ve diğer suç aletlerinin istimal
edildiği" yolundaki gerekçeleri benimsendiği gibi, kanun tasarısının
Millet Meclisinde ve Cumhuriyet Senatosunda görüşülmesi sırasında da aynı
gerekçenin esas alındığı görüşülmüş ve böylece, bu kanunla getirilen ek 7.
madde ile toplum yaşantısının huzurunu sağlamak ve bu suçlara cüret edecekleri
tehdit ve edenleri de tenkil eylemek amacının güdüldüğü, kanunda yazılı
suçların bir bölümünün doğrudan doğruya ve bir bölümünün de öğeleri
değiştirilerek cezalarının artırıldığı ve bu arada ruhsat alınması halinde suç
teşkil etmeyen bazılarına yeni öğeler eklenerek tekrar suç haline sokulduğu
anlaşılmıştır. İşte Anayasa Mahkemesinin sınırlama kararı uyarınca inceleme
konusu yapılmış bulunan "....... derneklerde ruhsatlı ateşli silâhlar
taşımak" dan ibaret eylemin, yukarıdaki gerekçelerle Yasa Koyucu
tarafından yasak eylemler arasına sokulmasının, yukarıda geniş bir biçimde
açıklanan ilkelere aykırı bir yönü görülmemesi nedeniyle, Anayasanın 11. ve 33.
maddeleri hükümlerine veya başka bir hükümüne aykırılığından söz edilemez.
İtiraz
yoluna başvuran mahkemece, bir ceza yaptırımım kapsayan kanun hükmünün
Anayasa'ya uygunluğunun denetlenmesi sırasında, bu yaptırımla karşılanan
eylemlerin, ceza yaptırımları yerine, sosyal veya ekonomik tedbirlere dayanan
çalışmalarla önlenmesi olanağının bulunup bulunmadığı konusu incelenerek ve
varılacak sonuca dayanılarak o kanun hükmünün Anayasa'ya uygun olup olmadığını
bu ölçüye de vurmak yoluyla saptamak ve dolayısiyle iptal etmek olanağının
bulunduğu ileri sürülmüş ise de, toplumda belli eylemlerin işlenmesine engel
olmak veya hiç olmazsa artmasını önlemek için, bunların suç sayılıp sayılmaması
ve suç sayıldıklarında hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla
karşılanmaları gerektiği konulan dahi, yukarıda gösterilen temel ilkelere,
güvencelere ve Anayasadaki buyurucu veya yasaklayıcı kurallara aykırı düşmemek
kaydiyle, yasa koyucunun takdirine bırakılmış bulunduğundan, o hükmün Anayasaya
uygunluğunun denetimi sırasında böyle bir ölçüye dayanmağa yer yoktur. Toplum
yaşantısında huzurun sağlanması amaciyle gerekli düzeni, sosyal ve ekonomik
tedbirler alınmaksızın, soyut olarak sadece ceza yaptırımlarının artırılması
sonunda suçların işlenmesine ve dolayısiyle artmasına engel olunamadığı yolunda
sosyoloji ve kriminoloji araştırmalarına dayanan verilerin dahi Anayasa'ya
uygunluk denetiminde bir ölçü olarak alınmasına, aynı gerekçelerle, olanak
düşünülemez.
Ceza
hukuku, karakteri itibariyle, eski, sosyal bakımdan toplumun kültür ve uygarlık
düzeyi ve sosyal ve ekonomik yaşantısı koşullarıyle yakından ilgili, kuralları
eşit, tek biçimde olup kamu hukuku alanında yer alan bir hukuk dalı
bulunduğundan başka, ancak Devletçe konulabilir ve biçimlendirilebilir olması
nedeniyle kuralları, bir bakıma-siyasi bir karakter de taşır. Yani, toplumun
belli bir zamandaki tüm yaşantısının siyasi oluşumu, ceza hukuku kurallarına ya
doğrudan doğruya veya dolayısiyle etkili olur ve onlara yansır. Bu etkileme ve
yansıma Anayasa'da yer alan temel ceza kurallarına ve gerek bunlarla ve gerekse
öteki hükümlerle konulan sınırlara ve genel hukuk kurallarına aykırı düşmemek
kaydiyle, ceza hukuku alanında olağan bir durum sayılmak gerekir. O halde bir
eylemi veya davranışı yeniden suç sayan bir ceza hükmünün, soyut olarak, ceza
siyaseti veya cezanın siyasiliği yönlerinden Anayasaya uygunluk denetimine
bağlı tutulabileceği gibi yersiz bir düşünceye varılamaz. Çünkü, ceza kuralları
ile kapsadıkları ceza yaptırımları, toplumun belli bir zamandaki tüm
yaşantısının çeşitli nedenlerle oluşturacağı zorunlukların doğurduğu
gereksinmeleri karşılamak üzere, ancak Devletçe, gerek toplumun ve gerekse onu
oluşturan bireylerin yaşantılarının düzen ve güvenlerini sağlamak amaçlariyle
konulabilmektedir.
Özetlenecek
olursa; Yasa Koyucu, yukarıda açıklanan kayıtların belli ettiği sınırlar içinde
kalmak şartiyle belli bir eylem ve davranışı soyut ve genel olarak suç sayarak,
onu ceza yaptırımı ile önlemek isteyebileceği gibi, önce suçluluktan çıkardığı
bir eylemi, yeniden suçluluk haline sokmak veyahut ceza yaptırımlarını, çeşit
ve ölçüleri bakımından, soyut ve genel olarak artırmak veya azaltmak yetkisine
sahiptir. Bu nedenlerle, yerinde görülmeyen itirazın reddine karar
verilmelidir.
SONUÇ:
Sınırlama
karan çerçevesi içinde 6136 sayılı Kanuna 1308 sayılı Kanunun 7. maddesiyle
eklenen maddenin 2 sayılı bendinin koyduğu "derneklerde ruhsatlı ateşli
silâh taşıma" yasağına ilişkin hükmün Anayasaya aykırı olmadığına ve
itirazın reddine 6/4/1971 gününde oybirliğiyle karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Hakkı
Ketenoğlu
|
Başkanvekili
Avni
Givda
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
|
|
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
Seçkin
|
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Kani
Vrana
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 17. maddesi uyarınca 7/1/1971 gününde yapılmış bulunan
ilk incelemede, dosya içindeki kağıtlar arasında, sanığın Anayasaya aykırılık
ileri sürmesine karşılık Cumhuriyet Savcısının düşüncesinin alınıp alınmadığım
gösteren bir kayda veya belgeye rastlanmaması nedeniyle, böyle bir düşüncenin
alınmamış olduğu kanısına varılmakla, çoğunluk bu noksanın tamamlanmasını uygun
görmüş bulunmaktadır.
Her
ne kadar Cumhuriyet Savcısı duruşmasına çıktığı bir ceza dâvasında makamı
yönünden taraf durumunda ve kendisinden düşünce alınması gerekir ise de, itiraz
yoluna başvuran mahkemece. Anayasaya aykırılık isteğinin ciddiliği kanısına
varılmış ve bundan başka, esasen mahkemenin kendiliğinden dahi itiraz yoluna
gitme yetkisine sahip bulunması karşısında, söz konusu noksanlık, esas yönünden
inceleme yapılmasına engel sayılamıyacağından, çoğunluğun, bu noksanın
tamamlaması amacı ile dosyanın geri çevrilmesine ilişkin 7/1/1971 günlü
kararına karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki
22/4/1962 gün ve 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri hükümlerine göre, bir dâvaya
bakmakta olan mahkeme, o dâva sebebiyle uygulanacak kanun hükümlerini;
a)
Kendiliğinden Anayasa'ya aykırı görmesi veya
b)
Taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına
varması takdirinde itiraz yoluna başvurarak işi Anayasa Mahkemesine getirmek
yetkisine sahiptir.
Olayda
sanık Anayasa'ya aykırılık iddiasında bulunmuş ve mahkeme C. Savcılığının
düşüncesini almaksızın aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına vararak
evrakı Anayasa Mahkemesine göndermiştir.
Çoğunluk,
duruşmalarına katıldığı ceza dâvalarında Cumhuriyet Savcısının taraf durumunda
olduğunu, bu bakımdan sanık tarafından öne sürülen Anayasa'ya aykırılık itirazı
üzerine kendisinden düşünce alınmasına kanunî gerek bulunduğu belirterek bu
durum 22/4/1962 gün ve 44 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkındaki Kanunun 27. maddesine aykırı bularak bu eksikliğin
tamamlanmasına karar vermiştir.
Cumhuriyet
Savcıları, ceza mahkemesinde görülen dâvaların tarafları değil, o mahkemenin
kuruluşunda yer alan ve adlî görev ifa eden organlardır. Ceza dâvalarında
Cumhuriyet Savcılarının temsil ettiği sosyal yarar sanığın hüküm giymesinde
değildir; bu yarar, doğru, adil ve hukuka uygun karar olmasındadır. Bu husus
bile Cumhuriyet Savcısının taraf sayılamıyacağını başlıbaşına ortaya koymaya
yeterlidir. Cumhuriyet Savcılarının duruşmalarına katıldığı ceza dâvalarında
Anayasa'ya aykırılık itirazında bulunabilip bulunamıyacaklarına gelince, bu
yetkinin, taraf olduğu için değil, Anayasa'nın 151. maddesinin ereği ve temsil
ettikleri sosyal yarar açısından Cumhuriyet Savcılarına öncelikle tanınmış
olduğunu kabul etmek gerekir. Filhakika ceza hâkimlerinin ceza yargılamaları
usulü Kanunu hükümleri gereğince bir karar alırken Cumhuriyet Savcısının
düşüncesini tesbit etmesi kanuni vazifesinden ise de. Anayasa Mahkemesi, temyiz
mercii durumunda bulunmadığından bu hususun yerine getirilip getirilmediğini
bizatihi inceleyemez ve araştıramaz. Diğer yönden Cumhuriyet Savcıları ceza
dâvasında taraf olmadığından, mahkemenin, Anayasaya aykırılık konusunda
kendisinden düşünce almamış bulunması 44 sayılı Yasanın 27. maddesine aykırı ve
Anayasa'ya uygunluk denetiminin yapılmasını önleyen bir noksanlık da teşkil
etmez.
Belirtilen
bu hususları 44 sayılı Kanunun 27. maddesine aykırı bir noksanlık gören
çoğunluk görüşüne, işin esasının incelenmesi gerekeceği kanaatiyle karşıyız.
|
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|