ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1970/22
Karar Sayısı:1971/20
Karar Günü:18/2/1971
Resmi Gazete tarih/sayı:7.7.1972/14238
İtiraz
yoluna başvuran: Çerkezköy Asliye Ceza Mahkemesi.
İtiraz
konusu: 13/7/1965 günlü, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun önseçimlerle
ilgili 30., 32., 37., 50., 122. ve geçici 1. maddeleri ile 24/5-1961 günlü, 304-
sayılı Cumhuriyet Senatosu Üyelerinin Seçimi Kanununun 1. ve 25/5/1%! günlü 306
sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 648 ve 656 sayılı Kanunlarla değişik 15.
maddeleri hükümlerinin Anayasa'nın l., 2., 4., 9.. 10., 11., 12., 55. ve 57.
maddelerine aykırı bulundukları kanısı ile, iptallerine karar verilmesi
istenmiştir.
I-
Olay :
Sanık
hakkında 27/3/1970 günü Çerkezköy beldesi içindeki bir kahvenin bahçesinde
kalabalığın bulunduğu bir sırada, 7 Haziran 1970 gününde İstanbul ilinde de
yapılacak olan Cumhuriyet Senatosu ü-yelerinin 1/3 ünün yenilenmesi seçiminde
bu ilden önseçim adayı oldukları anlaşılan kişiler lehinde propagandaya varan
konuşmalar yapmak ve ayrıca bunlardan ikisine ait broşür ile mektubu bir
partinin bu ilçedeki kuruluşlarına bağlı delegelere göstermek yolu ile 648
sayılı Siyasî Partiler Kanununun 37. maddesinin birinci fıkrasında konulmuş
yasağı bozmasından ötürü, aynı kanunun 122. maddesi uyarınca cezalandırılması
istemini kapsayan 27/3/1970 günlü, 1970/17-12 sayılı iddianame ile açılmış
bulunan kamu dâvasının duruşması sırasında; yukarıda (İtirazın konusu)
bölümünde yazılı hükümlerin, Anayasa'nın yine aynı yerde gösterilen maddelerine
aykırı oldukları, Cumhuriyet Savcısınca ileri sürülmesi üzerine; mahkemece de
bu ileri sürmenin ciddî olduğu kanısına varılarak, anılan hükümlerin iptali
için itiraz yoliyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir.
III-
İlk inceleme:
Anayasa
Mahkemesi, Lütfi Ömerbaş, Salim Başol, Feyzullah Uslu, Fazlı Öztan, Celâlettin
Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Avni Givda, Muhittin Taylan, Şahap
Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel ve Muhittin Gürün'ün
katılmaları ile 28/4/-1970 gününde yer alan toplantıda, Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca gerekli ilk incelemeyi yaparak, itiraz yoluna
başvuran mahkemenin Anayasa'ya aykırılıkları nedeni ile iptallerine karar
verilmesini istediği kanun maddelerini bakmakta olduğu dâvada uygulama
durumunda olup olmadığı yönünü görüşmüştür.
Anayasa'nın
151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri hükümlerine göre, mahkemeler
ancak bakmakta oldukları bir dâva dolayısiyle Anayasa Mahkemesine
başvurabilirler. Bir dâvanın hukukça var sayılabilmesi için ise, onun kanunlara
uygun olarak açılmış ve ayrıca mahkemenin yetkisi içine girmekte bulunmuş
olması gerekir.
Bundan
başka aynı hükümler uyarınca mahkemelerin bu başvurmaları, o dâva nedeniyle
uygulanacak kanun hükümleriyle dahi sınırlı bulunmaktadır.
Dosya
içindeki kağıtların incelenmesi sonunda, itiraz yoluna başvurmuş bulunan
mahkemenin kanuna göre bakmakta olduğu bir dâvanın bulunması koşulunun
gerçekleştiği görülmüş ise de, bu dâva nedeniyle mahkemenin uygulama durumunda
bulunduğu kanun hükümleri arasında, itiraz konusu sayılıp iptallerine karar
verilmesi istenen kanun hükümlerinin tümünün yer alıp almadığı yönünün ayrıca
incelenip belli edilmesi gerekmektedir.
Gerçekten,
sanık hakkında 13/7/1965 günlü, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun önseçimde
propaganda yasağına ilişkin 37. maddesinin birinci fıkrasına aykırı düşen
eyleminden ötürü aynı kanunun 122. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle
mahkemeye kamu dâvası açılmış ve eylemin subutu halinde dahi ancak bu maddeler
uyarınca ceza belli edilerek yükletilmesi olanağı bulunduğu anlaşılmış olması
nedeniyle, mahkeme, bu dâvada ancak yukarıda sözü geçen iki hükmü uygulamak
durumunda bulunabilir.
Her
ne kadar itiraz gerekçesinde, sanık hakkında uygulanması istenilen, 648 sayılı
Siyasî Partiler Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrası ile 122. maddesi
hükümleri, aynı kanunun Cumhuriyet Senatosu üyeleri seçiminde de uygulanmakta
olan 29.-51. maddelerindeki hükümlerin düzenlediği önseçimlerle ilgili olduğuna
göre, sanığa yükletilen suçun subutu halinde önseçimler ve bu seçimlerdeki aday
adayları için konulmuş propogonda yasağı ile ilgili hükümlerin dahi dâvada
uygulama yeri olabileceği ileri sürülmüş ise de, Anayasa'nın 151. maddesinde
(Uygulanacak bir kanun hükmü) ve buna uygun olarak 44 sayılı Kanunun 27.
maddesinde de (O dâva nedeniyle uygulanacak kanun hükmü) diye sınırlı bir
açıklama ve saptama yapılmış olması karşısında bir dâvada uygulanacak kanun
hükümlerinin ilgili bulunduğu alana ilişkin olarak aynı kanunda yer alan öteki
hükümlerin de o dâvada dolayısiyle uygulama yeri bulunduğunun kabulü
düşünülemez. Çünkü Anayasa Mahkemesince yapılan denetim, yukarıda işaret
olunduğu üzere, iki yönden sınırlı bulunduğu gibi, itiraz yoliyle yapılmış bir
başvurmada da, mahkemenin görülmekte olan dâvada uygulama durumunda olduğu
hükümlerin yer aldığı kanunun başka bir bölümünü veya tüm hükümlerini
kendiliğinden denetime bağlı tutması yetkisini, gerek Anayasa gerekse 44 sayılı
Kanun Anayasa Mahkemesine vermemiş ve sadece, 44 sayılı Kanunun 28. maddesinde
yazılı olduğu üzere, başvurma kanun veya içtüzüğün yalnız belirli madde veya
hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu belirli madde veya hükümlerin iptali
kanun veya içtüzüğün öteki bazı hükümlerinin veya tümünün uygulanması sonucunu
doğuruyorsa, Anayasa Mahkemesinince durum gerekçesinde belirtilmek koşulu ile,
kanun veya içtüzüğün söz konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar
verebilme yetkisini tanımıştır.
Şimdiye
kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki. Anayasa Mahkemesi, kendisine
itiraz yoliyle yapılmış bir başvurmanın kapsamı içinde ne hükümler varsa
bunların tümünü, 44 sayılı Kanunun 28. maddesinde öngörülen durum ayrık olmak
üzere, Anayasa'nın 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddelerinde konulmuş bulunan
sınırlamaları aşarak inceleme konusu yapamaz; ancak bunlardan mahkemenin o
dâvada uygulama durumunda olduğu hükümleri esas yönünden incelemeye bağlı
tutabilir ve gerektiğinde iptal edebilir.
Anayasa
Mahkemesi, yukarıdaki gerekçelere dayanarak, işin esasının, 648 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun 37. maddesinin birinci fıkrası ve 122. maddesi ile sınırlı
olarak incelenmesine, Lütfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Avni Givda, Şahap Arıç,
Ahmet Akar, Halit Zarbun ve Muhittin Gürün'ün, mahkemenin itiraz konusu
hükümlerden hiçbirisini uygulama durumunda bulunmadığı ve itirazın yetki
yönünden reddi gerektiği yolundaki karşı oyları ile ve oyçokluğu ile karar
vermiştir.
IV-
Anayasa'ya aykırılık iddiasına ilişkin gerekçe özeti:
İtirazın
kapsamında bulunup da Anayasa Mahkemesinin sınırlama karanında esastan inceleme
konusu yapılması öngörülen, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 37. maddesinin
birinci fıkrası ile 122. maddesi hükümlerinin Anayasa'ya hangi nedenlerle
aykırı olduğu, itirazda bulunan mahkemenin gerekçesinde açık bir biçimde
belirtilmemiş; genellikle 648 sayılı Kanunun düzenlediği önseçim müessesesinin
Anayasa'ya aykırılığı ispatlanmaya çalışılmıştır. O halde yukarıda sözü geçen
iki maddeye yöneltilmiş itirazın gerekçesinin de, genel olarak, mahkemece
önseçimlere yöneltilmiş bulunan gerekçeden ibaret sayılarak ele alınması
gerekmiştir.
V-
İtiraz konusu kanun hükümleri :
Mahkemece
Anayasa'ya aykırılıkları ileri sürülen kanun hükümlerinde sınırlama kararına
göre esastan inceleme konusu yapılanlar şöyledir :
1-
13 7/1965 günlü, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 37. maddesinin birinci
fıkrası :
"Önseçimlere
katılan adaylar için propaganda yapmak amacı ile açık hava toplantıları ve -
örf ve adete göre sohbet toplantısı hariç- kapalı salon toplantıları
tertiplenemez; duvar ilanı, el ilanı ve diğer nevi matbualarla propaganda
yapılamaz."
2-
Aynı kanunun 122. maddesi :
"Madde
122- Önseçimlerde 37. maddeye aykırı olarak propaganda yapanlar hakkında bir
aydan üç aya kadar hapis ve 100 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasına
hükmolunur."
VI-
Mahkemenin dayandığı Anayasa hükümleri."
Mahkemenin
gerekçesine dayanak yaptığı Anayasa maddeleri şunlardır:
"Madde
l- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir."
"Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde
4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet
egemenliğini Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır.
Egemenliğin
kullanılması, hiç bir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını, Anayasa'dan almıyan bir devlet
yetkisi kullanamaz."
"Madde
9- Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez."
"Madde
10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez vazgeçilemez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir.
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru sosyal adalet ve hukuk devleti
ilkeleri ile bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün
engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlar."
"Madde
11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
"Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
"Madde
55- Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme ve seçilme
hakkına sahiptir.
Seçimler,
serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına
göre yapılır."
"Madde
57- Siyasî partilerin tüzükleri, programlan ve faaliyetleri, insan hak ve
hürriyetlerine dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine ve Devletin
ülkesi ve milleti ile bölünmezliği temel hükmüne uygun olmak zorundadır.
Bunlara uymayan partiler temelli kapatılır,
Siyasî
partiler, gelir kaynakları ve giderleri hakkında Anayasa Mahkemesine hesap
verirler.
Partilerin
iç çalışmaları, faaliyetleri, Anayasa Mahkemesine ne suretle hesap verecekleri
ve bu Mahkemece malî denetimin nasıl yapılacağı, demokrasi esaslarına uygun
olarak kanunla düzenlenir.
Siyasî
partilerin kapatılması hakkındaki dâvalara Anayasa Mahkemesinde bakılır ve
kapatma kararı ancak bu mahkemece verilir."
VII-
Esasın İncelenmesi :
İtirazın
esasına ilişkin rapor, Çerkezköy Asliye Ceza Mahkemesinin 2 Nisan 1970 günlü,
16 sayılı yazısına bağlı karar ve ekleri. Anayasaya aykırılıkları ileri sürülen
hükümlerle dayanılan Anayasa maddeleri, bunlarla ilgili gerekçeler ve Meclis
görüşme tutanaktan okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A-
648 sayılı Siyasî Partiler Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrası hükmünün
Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu :
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın yeni ve temel niteliklerinden birisi, demokratik
siyasî hayat kavramına açıkça yer vermiş olmasıdır. Esasında siyasî hayat,
siyasî kuvvetlerin açık ve serbestçe çalışma olanağını bulacakları bir
ortamdır. Bu hayatın demokratik olabilmesi için, iktidarın karşısında halkın
düşüncesini, gereksinmelerini ve göstereceği tepkiler, kısa bir deyimle kamu
düşüncesini veya kamu oyunu açıklayacak, ortaya çıkaracak ve akıtacak araç ve
kurumların bir hürriyet ortamı içinde çalışabilmeleri, bu araç ve kurumlar
üzerinde siyasî iktidarın baskısı, vesayeti ve telkini olmamasıdır. O halde
demokratik siyasî hayat kavramı ile ilgili haklar, önce siyasî iktidarı, halkın
serbest rıza ve muvafakatına dayatmaktadır. Siyasî haklar, böylece, kişi
hakları bölümünde anılan haklarla birlikte Türkiye Devletindeki siyasî rejimi,
kaynağını halktan alan bir kamu düşüncesi veya oyu rejimi haline getirmektedir.
Bu haklar arasında siyasî parti kurma hakkı ve dolayısiyle siyasî partiler
önemli bir yer almaktadır. Siyasî parti kavramı Anayasamızda ayrıca
tanımlanmamış ve ancak, Anayasa'nın "a - Parti kurma hakkı ve partilerin
siyasî hayattaki yeri" kenar başlığını taşıyan 56. maddesinde
(Vatandaşlar, siyasî parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve çıkma
hakkına sahiptir. - Siyasî partiler önceden izin almadan kurulur ve serbestçe
faaliyetti bulunurlar. - Siyasî partiler, ister iktidarda ister muhalefette
olsunlar, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.) Biçimindeki
hükümlerle, siyasî partilerin siyasî hayattaki yeri saptanmıştır.
Siyasî
partiler genellikle düzenlenmeleri özel hukuk alanına giren birer kuruluş gibi
görülmekte ise de, Devlet yaşantısındaki büyük önem, rol ve etkileri kabul
edilmiş olduğundan, serbestçe parti kurma ve partilere girme ve çıkma hakkı
ayrı bir hürriyet, başka deyimle ayrı bir temel hak konusu olarak Anayasa'da da
belirtilmiştir. Diğer yönden muhalif partilerin iktidarca farklı işleme bağlı
tutulmalarını ve hatta yok edilmek istenmelerini önlemek için de, Anayasa'nın
56 ncı maddesinin son fıkrasında işaret edildiği üzere, siyasî partiler ister
iktidarda ister muhalefette olsunlar demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
öğeleri sayılmışlardır.
Şu
durum karşısında siyasi partiler gibi, demokratik bir hukuk devleti
yaşantısında büyük rol, önem ve etkileri olan kuruluşların herhangi bir
dernekle aynı hükümlere bağlı olmaları, ne gereksinmelere, ne de Anayasamızın
getirdiği demokratik siyasî hayat kavramım oluşturan hukuk ilkelerine uygun
düşer. Bu nedenlerle, siyasî partilerin kuruluşlarım, tüzüklerini,
çalışmalarını ve işleyişlerini biçimlendiren hükümlerin ayrı bir kanunla
düzenlenmesini gerekli gören Anayasa Koyucusunun Anayasa'nın 57 nci maddesinin
üçüncü fıkrası hükmüyle verdiği buyruğa dayanılarak çıkarılan 648 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun l inci maddesinde, Anayasa'nın 56 nci ve 57 nci maddeleri
hükümleri gözönünde tutularak siyasî partiler, "Toplum ve Devlet düzenini
ve kamu faaliyetlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği ve özel
kanunlarına göre mahallî idareler seçimleri yolu ile ve belirli görüşleri
yönünde yönetmek, denetlemek ve etkilemek için sürekli çalışma amacını günden
ve propagandaları açık olan kuruluşlardır." Diye tanımlanmış ve aynı
maddenin ikinci fıkrasında ise, Anayasa'nın 56. maddesinin (Siyasî partiler,
ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasî hayatın
vazgeçilmez unsurlarıdır.) biçimindeki son fıkrası hükmü aynen tekrarlanmıştır.
Demokratik
rejimlerde siyasî iktidarlar hiç kuşku yok ki seçim yoliyle kurala
gelmektedirler. O halde, böyle bir oluşun doğal bir sonucu olarak da,
demokratik siyasî hayat kavramı, kapsamında yerini ve değerini bulan millet
iradesinin en geniş biçiminde, hür ve her türlü etki ve kuşkudan uzak bir
yoldan gerçekleşmesini sağlayacak kurallarla düzenlenmiş bir seçim sistemini
gerektirmektedir. Anayasa'nın 55. maddesinin ikinci fıkrası ile "serbest,
eşit, gizli, tek dereceli genel oy ve açık sayım ve döküm" ilkelerine
dayandırılmış bulunan böyle bir seçim sisteminde siyasî partilerin, gerek
seçimler sırasında gerekse seçim önce ve sonrasında sürekli bir yarışma içinde
olarak toplum ve Devlet düzenini ve kamu çalışmalarını kendi tüzük ve
programlarında belirledikleri görüşler yönünde yönetmek, denetlemek ve
etkilemek için yasalar sınır ve çerçevesi içinde sürekli çalışmaları ve bu
amaçlara varmak üzere yine yasalara uygun olarak propaganda yapmaları olanağı
vardır ve bu davranış demokratik rejimde doğaldır.
Genel
bir tanımlama ile, her siyasî parti bir düşünce ve program beraberliğinin ve
bunları uygulama alanına koyup yürütebilme çalışmalarının sürekli bir biçimde
yapıldığı ve varlıkları, rolleri, önemleri ve etkileri Anayasaca da tanınmış
bulunan kuruluşlar olduğuna ve sınırları yasalarda gösterilen görevlerini
Devlet yaşantısında kamu seçimleri ile elde edecekleri başarı sonunda yerine
getirme olanağını sağlıyabileceklerine göre, her şeyden önce yasalarca geçerli
sayılabilecek tüzük, düşünce ve programlarını kendilerine bağlı olanlara veya
tarafsız seçmenlere beğendirebildikleri ve onları kendi yanlarında
toplayabildikleri ölçüde başarılı olabilirler. Böyle bir başarıya ulaşmak ise,
yukarıda da işaret edildiği gibi, propagandayı zorunlu kılar.
Ancak
burada söz konusu edilen programda, siyasî partilerin gerek düşünce ve
programlarının hem kendilerine bağlı partililerce hem de tarafsız seçmenlerce
beğenilip tutulmasını gerekse seçimleri kazanmalarını sağlamaya yardım ereğini
güden genel anlamdaki propagandadır. Buna karşılık, bir de, siyasî partilerin
adaylarının saptanmasında yapılması zorunluğu doğan daha dar kapsamlı bir
programda çalışması vardır ki, partili adayların ya bütün veya sadece partili
seçmenler karşısındaki yarışmalarına yardımcı olur.
Gerçekten,
demokratik siyasî hayat kavramı ve dolayısiyle demokratik rejim, siyasî
partilerin adaylarını dahi, olabildiği ölçülerde aynı ilkelere dayanan yollarla
saptanmalarını gerektirmektedir. Esasen demokrasinin en yakın ve en gerçekçi
tanımı (Yöneticilerin, dürüst, serbest ve hür seçimler voliyle yönetilenler
tarafından seçildiği rejimdir.) biçiminde yapılmaktadır. Çünkü, siyasî
partilerin adaylarını saptamaları işlemlerinde doğrudan doğruya atama veyahut
liderler kadrosunun veya belli bir sınırlı saydıkları delegelerin etki ve
idarelerine bağlı kalırlar. Bu hallerinde, seçmenlerle seçilmek istenen,
atamayı yapmış olan parti liderlerine veyahut seçimi yapmış bulunan liderler
kadrosunun veya belli bir sınırlı saydıkları delegelerinin etki ve idarelerine
bağlı kalırlar. Böyle yollarla seçmen çoğunluğunun esas seçimlerde gerçek istek
ve iradelerinin belirmesi çok kuşkulu olduğu gibi, ortaya çıkan iradenin, hür
ve serbest olduğu da ileri sürülemez.
İşte
bu nedenlerledir ki, millî iradenin her şeyden önce ve her türlü etkiden uzak
olarak, tamamen hür ve serbest bir biçimde bildirilmesini sağlamak ereğiyle,
648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 29. maddesi kamu seçimlerinin bir
bölümünde siyasî partilerin, adaylarını saptamaları işlemlerine partiye bağlı
bütün seçmenlerin katılabileceği bir önseçim sistemini getirmiş bulunmaktadır.
Burada yasanın belli ettiği bir seçim, çevresinde partiye oy verebilecek bütün
partili üyelerin aday saptanması işlemine katılmaları öngörüldüğünden, gerek partililer
ve gerek parti adına ortaya çıkmış bulunan bir sonuçtan, yani iradeden söz
edilebilir. Böylece, bir yandan partili üyelerin çoğunluğunun eğilim ve
isteklerine uygun bir sonucun doğması sağlanacak, öbür yandan parti genel
merkezlerinin veya liderlerinin veyahut belirli sayıdaki partililerin azınlıkta
olan eğilim ve isteklerinin gerçekleşmesinin doğuracağı sakıncalar büyük ölçüde
ortadan kaldırılmış olacaktır. Burada siyasî partiler, sonradan seçmenlerin
karşısına çıkacak olan kendi adaylarını seçmiş olmaktadırlar. Demokratik
rejimle yönetilen birçok memleketlerde çeşitli biçimlerde uygulanmakta olan
önseçimlerin yurdumuzda öngörülen, sadece partili üyelere özgü biçiminin,
Anayasa'nın tanıdığı kişi hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırdığı veya zedelediği
ileri sürülemiyeceği gibi, aday saptanması işlemlerini tamamen bir parti içi
sorunu sayan eski aday saptanması işlemlerinde daha demokratik olduğu da
açıktır. Ancak, bu sistemin de tamamen sakıncasız olduğu ileri sürülemez.
Aslında toplum ve Devlet yaşantısında bir hukukî kurumun o toplumun ve Devletin
yapı ve kuruluşuna uygun düşer nitelikte çeşitli biçimlerde düzenlenmesi
olanağı ve dolayısiyle olasılığı vardır. Yalnız, bunlardan sakıncası en az
olanının ve bu bakımdan izlenen ereğe en uygun ve yaklaşık sonuçlan verebilenin
seçilerek uygulanması en doğal ve yerinde bir yoldur.
648
sayılı Siyasî Partiler Kanunu da, genel gerekçesi bölümünde belirtildiği üzere,
önseçim sistemini, millî iradeye değer veren diğer devletlerin siyasî
yaşantısında olduğu gibi, siyasî partilerin adaylarını saptamaları işlemlerini
ve aday listelerinin düzenlenmesi sorunlarım parti teşkilâtının veya parti
lider kadrosunun tekelinden kurtarmak ve aday saptanmasını partiye oy
verenlerin veya hiç değilse tüm partili üyelerin hakkı saymak ereğiyle getirmiş
bulunmaktadır. Ancak ilgili seçim çevresinin tüm seçimlerinin katıldıkları,
yani açık bir önseçimde, aday adaylarının yerinde gösterilen ilgiyi sömürmeleri
sakıncasını önlemek amaciyle, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanunu sadece partili
üyelerin katılabilecekleri, yani kapalı önseçim sistemini daha uygun görmüştür.
Anayasa'nın
55. maddesinin birinci fıkrasında (Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara
uygun olarak, seçme ve seçilme hakkına sahiptir) denildiğine göre seçimler ve
dolayısiyle gerek asıl seçimlerdeki genel propaganda ve adaylık gerekse
önseçimlerdeki aday adaylığı ve bunların propagandaları, ancak yasada
gösterilen koşullara uygun biçimlerde serbest olabilir. Kapalı bir önseçim
sisteminde ise, aday adaylarının, siyasî parti kavramının, temelinde yer alan
düşünce ve program beraberliğinin gerektirdiği ortaklaşa dayanışmanın dışına
taşarak birbirlerini yermeleri, kötülemeleri hattâ suçlamaları ve böylece
kişisel yarışmaya ve çekişmelere yönelmeleri olanağı ve olasılığı vardır. Bu
ise, genellikle belli bir düşünce ve program beraberlerinin ifadesi biçiminde oluşan
ve yine belirli bir danışmayı gerektiren siyasî parti kavramı ile bağdaşamaz.
Çünkü, aday adayları, ya sadece o çevrenin sorunlarını dile getirmek veya
birbirlerini yermek yoliyle sonuç almağa çalışacaklardır. böyle bir durumda
ise, aday adayları, Anayasa'nın 96. maddesi uyarınca milletin değil, yalnız o
çevre veya bölgenin partili seçmenin ve yararlarının temsilcisi olarak
değerlendirileceklerdir.
648
sayılı Siyasî Partiler Kanununun (Önseçimde propaganda kayıtlaması) başlığını
taşıyan 37. maddesinin sınıflama kararı uyarınca, inceleme konusu yapılmış
bulunan birinci fıkrasında, yukarıda belirtilen sakıncaları önlemek için,
önseçimlere katılacak adaylar için propaganda yapmak amaciyle, açık hava ve
kapalı salon toplantıları tertiplenmesi ve duvar ilânı, el ilânı ve diğer nevi
matbualarla propaganda yapılması yasaklanmış ve ancak, örf ve âdete göre sohbet
toplantısı sayılabilecek olan kapalı salon toplantılarına izin verilmiş
bulunmaktadır.
Yukarıda
açıklanan sakıncaları önlemek için gerçekten bu kayıtlamalara ve yasaklara
gereksinme vardır. Anayasa Mahkemesinin 5/3-1965-günlü, 1963/171 - 1965/13
sayılı kararında (13/11/1965 günlü, 12150 sayılı Resmî Gazete - Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı 3, sayfa 69/86 tanımlandığı üzere bir düşünce
ve program beraberliğinin ve bunları yürütebilme gücünün ifadesi diye kabul
olunan siyasî partilerin katıldıkları seçimlerde adaylarının saptanması
amaciyle yapılmakta olan önseçimlerde adaylar için propaganda tamamen serbest
bırakılmış olsa idi, aynı partiye bağlı olan önseçim adayları, partilerin
tüzük, düşünce ve programlarını beğendirmeye çalışma yerine, listelerinde daha
başlarda yerler elde edebilmek amaciyle açık olarak birbirleri aleyhine türlü
kötüleme, yerme ve hatta suç yüklemelerde bulunacaklardır. Böylece Anayasa'nın
siyasî hayatın vazgeçilmez öğeleri saydığı siyasî partilerde düşünce
birliğinden ve bu birliği yürütme çalışmalarından iz kalmıyacaktı. Bu durumun
ise, gerek öğretide, gerekse Anayasa Mahkemesinin tanımlanmasında deyimini
bulan siyasî parti kavramı ve Anayasa'nın siyasî partilere verdiği önem
tanıdığı rol ve onlardan beklediği görevle bağdaşamıyacağı ortadadır.
Adaylık,
ilk bakışta sadece siyasî partilerin bir iç sorunu olarak görünmekte ise de, bu
durum yalnız dışa karşı etkisi yönünden olup, adaylık seçimi yolları,
dolayısiyle siyasî partilerin varlığı ve siyasî iktidarın oluşması yönlerinden
kamu düzeni ile doğrudan doğruya ilişkisi bulunmaktadır. Çünkü, gözlemler
göstermektedir ki, adaylık saptanması ve aday gösterilmesi işlemlerinde parti
liderlerine veya lider kadrolarına veya parti genel merkezlerine egemenlik veya
öncelik tanınması uygulamalarda siyasî hayatı ve dolayısiyle siyasî rejim
zamanla oligarşik doğrultuyu yöneltmekte ve sonunda kaynağı haktan gelen
demokratik yönetim yerine, gide gide başka esaslara dayanan rejimleri
gerektirmektedir. Bu nedenle siyasî partilerin adaylarını demokratik yollarla
saptanmaları işlemleri sırasında, aday adaylarınca yapılacak propagandanın kamu
düzeni düşüncesiyle Yasa Koyucu tarafından düzenlenmesinde ve ereğine uygun
biçim ve ölçüde sınırlandırılıp kısıtlanmasında demokratik esaslara dayanmakta
olan Anayasamıza aykırılık düşünülemez. Aslında, siyasî parti mensuplarının
kendi kuruluşları içinde birbirlerini yakından tanımaları olanağı her zaman için
vardır. Bu yüzden genel bir propagandaya gereksinme yok demektir, önseçimde
amaç, bir partinin tüzük, düşünce ve programını beğendirmek ve dolayısiyle
seçmenler çoğunluğunun oylarını kendine çekerek seçimde çoğunluğu ve sonuçta
siyasî iktidarı elde etmek olmadığına ve sadece parti adaylar arasında parti
aday listesinde ve öncelikle baş sıralarda yer alabilmek için bir parti içi
çekişme ve yarışması söz konusu olduğuna göre, bu propagandanın parti
dışındakilere karşı belli bir ölçüde sınırlanıp kısıtlanması, demokratik siyasî
hayat kavramının gerektirdiği hür ve serbest seçim ve dolayısiyle programda
esaslarının özüne etkili olamaz. Nitekim, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanunu,
itiraz konusu edilen fıkrada örf ve âdete göre sohbet toplantısı sayılan kapalı
salon toplantıları yapılmasını yasaklamadığından başka 37. maddesinin ikinci
fıkrası hükmüyle, partili seçmenlere tanıtılmalarını sağlamak üzere aday
adayları hakkında eşit koşullara göre il seçim kurullarınca hazırlanmış basılı
kâğıtların seçim sandıkları başlarına asılmasını ve aday adaylarına eşit sayıda
dağıtılmasını öngörmek yoliyle, önseçim sırasında ereğe uygun ölçü ve biçimde
bir programda yapma olanağını yaratmış bulunmaktadır.
Diğer
yandan, bu yasak çalışmalar yalnız partilere değil, genel olarak o bölgedeki
vatandaşlara da şâmil bulunduğu için, konunun kamuyu ilgilendirdiği ve kamu
düzeni yönünden, yasakların konulmasında her zaman için kamu yararı
düşüncesinin de gözetildiği kanuna ilişkin tasarının gerekçesinde açıkça
belirtilmiştir. Şu halde, yukarıda da işaret edildiği üzere, aday adaylarının
kendilerini önseçimde oy kullanma hakkına sahip partili seçmenlere tanıtma
olanağı sağlanmış bulunduğu için, hiç kuşku yok ki, bir sınırlama olan bu
yasaklar, demokratik esaslara uygunluk kavramının özünü zedeler nitelikte
sayılmaz.
Anayasa
seçimlerin ancak kanunda gösterilen koşullar altında hür ve serbest yapılmasını
öngörmüş bulunduğuna göre, koşullar değiştikçe benimsenecek yeni sistemlere
uygun olarak, şimdi yasak bulunan çalışmaların bir bölümünün ve hattâ tümünün
serbest bırakılması olanak ve olasılığı vardır. Ancak, demokratik esaslara
uygunluk kavramına ve Anayasa'nın buyurucu veya yasaklayıcı hükümlerine veya
koyduğu güvencelere aykırı düşmemek kaydiyle, bu serbest bırakmanın ölçüsünü
bir yasa hükmü ile saptamak yasama erkinin yetkisine girer.
Sonuç
olarak, önseçimlerde aday adaylarınca yapılacak propagandayı sınırlandırarak
bazı yasaklar koyan itiraz konusu hükmün, Anayasa'nın 1., 2., 4., 5.., 9., 10.,
11., 12., 55. ve 57. maddelerine ve öteki herhangi bir hükmüne aykırı yönü
yoktur.
B-
648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 122. maddesi hükmünün Anayasa'ya aykırı
olup olmadığı sorunu :
Anayasa
suç ve ceza kanunlarında, bir eylemin ancak kanunla suç sayılabileceği;
cezalarla ceza tedbirlerinin, başka deyimle emniyet tedbirinin ancak kanunla
konulabileceği; kimsenin işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir eyleminden ötürü cezalandırılamıyacağı, kimseye, suçun işlendiği
zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan ağır bir ceza verilemiyeceği;
kimsenin kendisini veya hukuk yaptırımları ile karşılanacağını, bunlara ne
çeşit emniyet tedbeyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye
zorlanamıyacağı, ceza sorumluluğunun şahsiliği (Madde: 33) ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamıyacağı (Madde: 14) gibi başlıca birkaç
ceza ilkesini belirtmekle yetinerek, bunların dışında kalan ceza kanunlarını ve
özellikle belli zamanda ne gibi yasakların veya eylemlerin suç sayılacağını, o
suçlara ne miktar ve ne çeşit ceza verileceğini, hangilerinin ceza veya hukuk
yaptırımları ile karşılanacağını bunlara ne çeşit emniyet tedbirlerinin ne
yolda uygulanacağını saptama yetkisini Yasa Koyucuya bırakmış bulunmaktadır.
Yasa Koyucusu bu konuda başta Anayasa'nın buyurucu ve yasaklayıcı kuralları ile
koymuş bulunduğu güvençler olmak üzere ceza hukukunun ilkeleri ve toplum
yaşantısının belli bir zamandaki zorunluk ve yararlarının gerekleriyle bağlı
kalarak, takdirini kullanabilecektir.
Ceza
ve emniyet tedbirleri sisteminin açıklanmasında, cezalarla emniyet
tedbirlerinin ne yolda hesaplanması konusunu da ele almak zorunluğu vardır.
Ceza hukukunda, yürürlükteki bazı kurallara aykırı eylemleri yasaklamanın en
önde gelen aracı ceza tahdididir. Bu tehdidin, toplumun suç işlemesini önlemeyi
başaramadığı kişiyi, en az tekrar suç işlemekten alıkoyacak ölçüde bulunması
gerekir. İşte bu ölçünün belli edilip saptanması genel olarak cezanın
hesaplanmasını ifade eder.
Cezanın
hesaplanması, birisi Kanun Koyucuya ve ötekisi onu uygulayacak mahkemelere
ilişkin olmak üzere iki ayrı evreyi kapsar. Genel ve soyut olarak birinci
evrede, Kanun Koyucu önce, suçlara uygulanacak olan ceza ve emniyet
tedbirlerinin çeşit ve sıralarını, sonra hangi çeşitten ne miktar
verilebileceğini yine genel ve soyut olarak kanunda belli eder. Bundan sonra
yine Kanun Koyucu ceza kanun veya ceza hükümlerinde tanımlanıp öğeleri
belirtilen her suç karşılığında, hangi çeşitten ve ne ölçülerde ceza ve emniyet
tedbirleri verilebileceğini saptar; yani, ceza yaptırmalarının çeşitlerim ve
hükmedilebilecek miktarlarını, kanun maddesinde tanımını yapıp öğelerini
gösterdiği her eylem için soyut ve özel bir şekilde gösterir. Böylece her suç
sayılan eylem için saptanan ceza veya emniyet tedbirleri kanunda gösterilen
çeşitten olmak zorunluğu bulunduğu gibi, yine kanunda ve maddede gösterilen
sınırlar içinde kalınması gerekir. Cezaların genel ve soyut veya özel ve soyut
olarak belli edilip saptanmasında gözönünde tutulan ölçü, genel olarak
bilimsel, deneysel ve yararcı bir nitelik gösterir. Ancak, cezada en başta
suçun ağırlığının ve sonra suçun toplum için göstereceği tehlikenin gözönünde
bulundurulması gerekir. Böylece, her suçun cezası ile varsa emniyet tedbirinin
önceden belli olması ve bunların işlenen suçların ağırlığı ve suçun teşkil
edeceği tehlikenin büyüklüğü ile orantılı bulunması esaslarına uygunluk
sağlanmış olur.
Suç
karşılığında bir tehdit ve dolayısiyle tenkil aracı olarak yaptırımların cinslerini,
çeşitlerini ve hangi sınırlar içinde uygulanabileceklerini önceden genel ve
soyut veya özel ve soyut bir biçimde belli edip saptamak, Anayasa'nın 64.
maddesiyle Yasa Koyucuya tanınmış yetkiler içinde olmakla birlikte bu yetkiler
hiç kuşku yok ki, Anayasa'nın temel ilkeleri ve ceza hukukunun kuralları ile de
sınırlıdır.
Bu
sınırlardan birincisi, Anayasa'nın 11. maddesinin "Temel hak ve
hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla
sınırlanabilir. Kanun, kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni ve millî güvenlik
gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
biçimindeki hükümdür.
Ancak,
toplum halinde yaşamanın esas koşullarını hiçe sayarak toplumun huzurunu bozan
ve bu arada diğer kişilerin temel hak ve hürriyetlerini de çiğneyen, hukuksal
deyimi ile suç işleyen veya işleme eğiliminde bulunan kişilerin ceza tehdidi
altında bulundurulması, ve ceza yaptırımları uygulanarak tekrar suç islemeleri
engel olunması, herhangi bir tartışmaya yer veremeyecek derecede bir toplum
gerçeğinin gereğidir. Bu arada suçluların, işledikleri suç sayılan yasak
eylemin ağırlığı ile orantılı ve kişiliklerine uydurulmuş bir ceza yaptırımına
çarptırılmaları gereği de ortadadır.
Bu
nedenlerle, ceza konusunda Anayasa'nın, sözü geçen 11. maddesi hükmüne
dayanmağa genel hukuk kuralları ve hukuk mantığı bakımlarından bir olanak
düşünülemez. Bu yönleri gözönünde tutan Anayasa Koyucusu, sözü geçen ceza
konularını, temel hak ve ödevlere ayırdığı ikinci kısmının kişinin hakları ve
ödevlerini gösteren ikinci bölümünde ayrıca düzenlemek gereğini duymuştur. İşte
bu gerek nedeni ile, esasen ceza hukuku alanında tarihsel ve uzun bir gelişim
evresinden geçerek gittikçe oluşmuş ve bugün belli ve kesin bir nitelik
kazanmış olan cezaların kanuniliği ve şahsîliği temel ilkeleri Anayasa'nın 33.
maddesinde, gerek kişi ve gerekse toplum yaşantısı yönünden birer güvence
olarak yer almış bulunmaktadır. O halde, ceza konusunda Yasa Koyucunun
Anayasadaki bu güvenceleri de gözönünde tutarak, kanunun yasakladığı eylemler
karşılığında bir yaptırım olarak cezaları belli edip saptamak yetki ve olanağı
vardır.
Ceza
alanında kişi hürriyetleri yönünden gözönünde tutulması zorunlu temel
ilkelerinden oluşan kişi ve toplum yaşantısı güvenceleri, Anayasa'nın 33.
maddesinde, yukarıda açıklanan amaçlarla açık bir biçimde gösterildiği gibi,
temel hak ve hürriyetlerin en başında gelen yaşama, maddî ve manevî varlığını
geliştirme ve kişi hürriyetlerini ayrıca 14. maddenin birinci fıkrası hükmiyle
yine güvence altına almış bulunan Anayasa Koyucusu, bu hak ve hürriyetlerle
ilgili olarak aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına koyduğu "Kimseye
eziyet ve işkence yapılamaz" ve " İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza
konulamaz." biçimindeki genel ilkelerle, kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti
terimleri ile adlandırıldığı bu hakların da mutlak olmadığını ve ancak toplum
yaşantısının zorunlu kıldığı hallerde kanunda açıkça gösterilmek ve hâkim
kararına dayanmak koşulları ile kayıtlanabileceğini belirtmiş ve bundan başka,
eziyet ve işkenceyi ve insan haysiyetiyle bağdaşmayacak ceza konulmasını da
yasaklamış bulunmaktadır. Nitelik ve kapsamları açıklanan bu hükümlere göre,
sözü geçen 33. ve 14. maddelerde sayılan yasaklar dışında kalan ceza
yaptırımlarının, kanunların yasakladığı eylemler karşısında Yasa koyucu
tarafından önce genel ve soyut olarak belli edilip saptanan çeşit ve
ölçülerinin Anayasa'ya aykırı bir yönleri bulunamıyacağının kabulü, doğal ve
kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü Anayasa, yukarıda belirtilen temel ilkeler,
güvenceler ve sınırlamalar yetinerek, ceza alanında uygulanacak yatırımların
çeşit ve ölçülerini, genel ve soyut olarak dahi olsa, belli edilip saptamak
gereğini duymamıştır.
Her
ceza yaptırımının, uygulandığında, kişiye bir acı vereceğinde kuşku yoktur. Bu
acı daha ziyade bir takım yoksunlukların sonucudur. Ceza yaptırımlarının
konulmasında ve dolayısiyle uygulanmasında, daima böyle bir erek kendini
duyurur. Ancak, yaratılmak istenen acının makûl ve insanî bir sınırı aşmaması,
işkence ve eziyet derece ve niteliğini almaması şarttır. Ceza yaptırımlarının
çeşit ve ölçülerinin geçirdiği süreç, toplumların uygarlık seviyeleri yakından
izlediğinden, örneğin itiraz konusu hükmünde yer alan hapis cezası gibi bugün
en ileri ülkelerde de henüz vazgeçilmesi uygun görülmeyen hürriyeti sınırlayıcı
yaptırımlarda hükümlünün en büyük yoksunluğu, irade ve hareket serbestliğini,
cezayı çektiği sürece yitirmekte olmasıdır. Bütün bu yoksunluklar, cezanın
tehdit ve dolayısiyle tenkil amaçlarını taşımasının doğal bir sonucudur.
Diğer
yönden, ceza yaptırımlarının çeşit ve ölçüleri bakımından, bunların insan
haysiyeti ile bağdaşır olması da bir sınır olarak görülür. İnsan haysiyeti
kavramı, insanın hangi durumda hangi koşullar altında bulunursa bulunsun, sırf
insan oluşunun kazandırdığı değerin, gerek toplum ve gerek bireylerce
tanınmasını ve sayılmasını anlatır. Bu, öyle bir davranış çizgisidir ki, ondan
aşağı düşülünce, yapılanlar insanı insan olmaktan çıkarmış demektir.
Ancak,
insan haysiyeti kavramını, toplumların, kendi görenek ve geleneklerine ve
toplum yaşantısının kurallarına göre, insanın saygıya değer olabilmesi için
onda bulunması zorunlu görülen kişisel niteliklerle karıştırmamak dahi gerekir.
Çünkü insan haysiyeti kavramı, insana, sadece insan olmasının kazandırdığı
herkesçe tanınması gerekli bir değerden ibarettir.
Bu
açıklamaların gösterdiği gibi, yasak bir eylem karşılığında insan haysiyeti ile
bağdaşmayan bir ceza yaptırımı konulması olanağı yoksa da, bu ilkenin,
hürriyeti sınırlayıcı ceza yaptırımlarının, suçun ağırlığı ile orantılı olarak
belli edilip saptanması zorunluluğu bakımından kesin bir sınır teşkil edeceği
düşünülemez. Çünkü, toplum yaşantısının belli bir evresinde toplumun huzurunu
bozan ve bu nedenle suç sayılan eylemlerin önlenmesi ve suçluların tenkil
edilmesi bakımlarından, ceza yaptırımlarının çeşit ve ölçülerinin makûl ve
insanî sayılacak sınırları aşmamak kaydiyle, Yasa Koyucu tarafından seçilmesi
olanağı vardır. Kanun Koyucu böylece, yasaklamakla beraber ayrıca ceza
yaptırımı ile önlemek istediği eylemlerin öğelerini, yani suçluluk koşullarını
genel ve soyut olarak belli edip saptama yetkisine sahiptir. Aslında her ceza
yaptırımı, kamu hukuku alanında yer alan ve ereği kamu düzenini kurmak ve
kollamak olan bir hukuk kuralıdır Esasen ceza hukuku, karakteri itibariyle, eski,
sosyal bakımından toplumun kültür ve uygarlık seviyesi ve sosyal ve ekonomik
yaşantısı koşulları ile yakından ilgili, kuralları eşit,ve tek biçimde olup
kamu hukuku alanında yer alan bir hukuk dalı bulunduğundan başka, ancak
Devletçe konulabilir ve biçimlendirilebilir olması nedeniyle kuralları, bir
bakıma siyasi karakter de taşır. Yani, toplumun belli bir zamandaki tüm
yaşantısının siyasî oluşumu, ceza hukuk kurallarına, ya doğrudan doğruya veya
dolayısiyle etkili olur ve onlara yansır. Bu etkileme ve yansıma, Anayasa'da
yer alan temel ceza kurallarına ve gerek bunlarla gerekse öteki hükümlerle
konulan sınırlara, güvencelere, buyurucu ve yasaklayıcı hükümlere ve ayrıca
genel hukuk kurallarına aykırı bulunmamak suretiyle, ceza hukuku alanında
olağan bir durum sayılmak gerekir. Bu nedenle de, bir eylemi veya davranışı
belli bir zamanda suç sayan bir ceza hükmünün, soyut olarak ceza siyaseti veya
cezanın siyasîliği yönlerinden Anayasa'ya uygunluk denetimine bağlı
tutulabileceği gibi yersiz bir düşünceye varılamaz. Çünkü, ceza kuralları ile
kapsadıkları ceza yaptırımları Devlet ve toplum yaşantısının belli bir
zamandaki tüm yaşantısının çeşitli nedenlerle getireceği zorunlukların
doğurduğu gereksinmeleri karşılamak üzere yalnız Devletçe ve gerek toplumun gerekse
onu oluşturan bireylerin yaşantılarının düzen ve güvenini sağlamak amaçlarıyla
konulabilmektedir.
Özetlenecek
olursa, Yasa Koyucu, yukarıda gösterilen kayıtların belli ettiği sınırlar ve
koşullar içinde kalarak, belli bir eylem veya davranışı yasaklamakla birlikte
soyut ve genel olarak suç sayıp, onu çeşit ve ölçüsünü seçeceği ceza
yaptırımları ile önlemeğe çalışmak yetkisine sahip bulunmaktadır. O halde
yukarıda, A bölümünde Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmadığı belirtilen 648
sayılı Siyasî Partiler Kanununun 37. maddesinin itiraz ve inceleme konusu
birinci fıkrasının düzenlediği önseçimde propaganda yasağını suç sayarak
cezalandırılmasını amaç güden yine itiraz ve inceleme konusu 122. maddedeki
yaptırımların, gerek yasaya konulmaları gerekse çeşit ve ölçüleri bakımından
Anayasa'nın itirazda gösterilen maddeleri hükümleri ile öteki herhangi bir
hükmüne aykırı yönleri görülememiştir.
Yukarıda
A ve B bölümlerinde açıklanan nedenlerle yerinde görülmeyen itirazın reddine
karar verilmelidir. Avni Givda, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar ve Muhittin Gürün bu
görüşe katılmamışlardır.
Sonuç
:
Sınırlandırma
kararı uyarınca ele alınan 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun itiraz konusu
37. maddesinin birinci fıkrasının ve 122. maddesinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve itirazın reddine Avni Givda, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar ve Muhittin
Gürün'ün inceleme konusu 37. maddenin birinci fıkrasının genel ve mutlak
ifadesiyle parti çevresi içindeki propagandayı da sınırlamakta ve böylece
demokratik esaslarından ayrılmakta olduğundan bu hükmün ve yasalı müeyyideye
bağlayan 122. maddenin Anayasa'nın 57. maddesine aykırı olduğu yolundaki karşı
oylarıyle ve oyçokluğu ile 18/2/1971 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Avni
Givda
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Şahap
Arıç
|
üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Kâni
Vrana
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
İtiraz
yoluna başvuran mahkeme yönünden yetki sorunu :
Çerkezköy
Asliye Ceza Mahkemesinin Anayasa Mahkemesine üç kanuna ilişkin olarak
(13/7/1965 günlü, 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun önseçimle ilgili 30.,
32., 37., 50., 122, ve geçici 1. maddeleri; 24/-5/1961 günlü, 304 sayılı
Cumhuriyet Senatosu Üyelerinin Seçimi Kanununun değişik 1. maddesi; 25/5/1961
günlü, 306 sayılı Milletvekili seçimi Kanununun değişik 15. maddesi) getirdiği
Anayasa'ya aykırılık İddiasının 648 sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci
fıkrası ve 122 maddesi ile sınırlı olarak incelenmesine 28/4/1970 gününde karar
verilmiştir.
648
sayılı Kanunun önseçimde propaganda kayıtlamasını kapsayan 37. maddesinin
birinci fıkrasında (önseçimlere katılan adaylar için propaganda yapmak amacı
ile açık hava toplantıları ve - örf ve âdete göre sohbet toplantısı sayılanlar
hariç - kapalı salon toplantıları düzenlenmesi; duvar ilânı, el ilânı ve öteki
çeşit matbualarla propaganda yapılması) yasaklanmakta; 122. madde ile de bu
yasak eylemler için (bir aydan üç aya kadar hapis ve yüz liradan beşyüz liraya
kadar ağır para cezası) konulmaktadır.
İtiraz
yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu kamu davasının sanığı hakkında,
27/3/1970 günü Çerkezköy Kasabası içindeki bir kahvenin bahçesinde kalabalığın
bulunduğu bir sırada, 7/6/1970 gününde İstanbul ilinde yapılacak Cumhuriyet
Senatosu üyeleri yenileme seçiminde o ilden önseçim adayı oldukları anlaşılan
kişilerden yana propagandaya varan konuşmalarda bulunmak eyleminden dolayı
kovuşturma açılmıştır.
Anayasa'nın
151. maddesine göre bir dâvaya bakmakta olan mahkeme ancak o dâvada
uygulayacağı kanunun hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürse veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğunu kanısına varırsa
Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Kovuşturma konusu olayın bir ceza yaptırımı
hükmünün dayandığı koşul ve öğelerin tüm dışında kaldığının, başka deyimle
hükmün olayla ilişkisi bulunmadığının önceden kesin ve açık olarak belli
bulunması halinde o hükmün mahkemece uygulanacak bir hüküm olarak kabul
edilmesine olanak yoktur.
Olayda
durum şudur: Seçim İstanbul ilinde yapılacaktır. Kovuşturulan eylem bu ilin
dışında, Çerkezköyde geçmiştir. Önseçimde propaganda yasağının işlemesi ve
yasağa aykırı işlemin suç sayılması ancak önseçim adayının ilişkisi bulunduğu
seçim çevresi içinde söz konusu olabilir. İstanbul önseçim adaylarından yana
Çerkezköyde yapılan bir konuşma dolayısiyle 648 sayılı Yasanın 37. maddesinin
birinci fıkrasının ve 122. maddesinin uygulanmasının hiç bir zaman
düşünülemiyeceği ortadadır. Kaldı ki olayda eylemin geçtiği ve seçimlerin
yapılacağı günlere göre 304 sayılı Yasanın değişik 4. maddesi uyarınca seçimin
başlangıç günü henüz gelmediği gibi önseçim adayları bile belli olmuş değildir.
Özetlemek
gerekirse; itiraz yoluna başvuran mahkeme, bakmakta olduğu dâvada 648 sayılı
Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasını ve J 22. maddesini uygulama durumunda
bulunmadığından Anayasa'nın 151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27.
maddelerine uymayan başvurmanın itirazda bulunan mahkemenin yetkisizliği
yönünden reddedilmesi gerekir. 1970/22 esas sayılı işte 28/4/1970 gününde işin
esasının söz konusu hükümlerle sınırlı" olarak incelenmesi yolunda verilen
karara yukarıda açıklanan nedenlerle karşıyız.
II-
648 sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasının ve 122. maddesinin
Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
l-
Yukarıda da değinildiği üzere itiraz yoluna başvuran mahkeme 648 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun önseçim konusunda il yoklamaları ile ilgili 30., önseçimde
uygulanacak kurallarla ilgili 32. maddelerinin, önseçimde propaganda
kayıtlaması ile ilgili 37. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının. Önseçimin
ve tutanağın iptali ile ilgili 50. maddesinin, ilk önseçimlerde başka deyimle
29. maddede sözü edilen kanun hükümleri yürürlüğe girinceye kadar uygulanacak
kurallarla ilgili geçici 1. maddesinin de Anayasa'ya aykırılığı görüşünü ileri
sürmüş; ancak bu hükümleri mahkemenin bakmakta olduğu dâvada uygulama durumunda
bulunmadığı sonucuna varan Anayasa Mahkemesi önseçim konusuna ilişkin
hükümlerin inceleme dışında bırakılmasını kararlaştırmıştır.
İlk
inceleme sonunda verilen 28/4/1970 günlü karâr uyarınca işin yalnızca 648
sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrası ve 122. maddesi hükümlerinin
başka deyimle önseçimde propaganda yasağının ve yasağın yaptırıma bağlanmasının
Anayasa ile çelişip çelişmediği açısından ele alınması gerekir. Çoğunluk gerekçesinde
görüldüğü gibi incelemenin sınırlama kararı dışına taşırılmaması; özellikle
"önseçim" kurumunun Anayasa ölçücüne vurulup tartışılmaması
zorunludur. Konu aşağıda sınırlama kararına bağlı kalınarak incelenecektir.
2-
648 sayılı Kânunun 37. maddesinin itiraz ve inceleme konusu birinci fıkrası
genel ve mutlak ifadeli, geniş kapsamlı bir hükümdür, önseçimlere katılan
adayların yalnız partililere özgü kapalı salon toplantıları düzenleyerek
partili arkadaşlarına kendilerini ve yapacakları işleri tanıtmalarını, başka
deyimle parti içi propagandayı dahi yasaklamakta ve 122. maddesiyle de bu
eylemleri ceza tehdidi altına koymaktadır. Bu kapsamda bir hükmü demokrasi
esaslarına uygun saymağa olanak yoktur. İncelenen iki hükümde demokrasi
esaslarından uzaklaşılmış olduğu açık ve ortadadır.
Anayasa'nın
57. maddesi (ünçüncü fıkra) siyasî partilerin iç çalışmalarının ve
faaliyetlerinin demokrasi esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenmesini
buyurmuştur. Önseçim işlerinin bir parti faaliyetleri, parti iç çalışmaları
türü olduğunda kuşku yoktur. Önseçim alanında propaganda faaliyetleri, yukarıda
açıklandığı üzere, kanunla, ancak demokrasi esaslarına uygun olmayan bir
biçimde düzenlenmiştir. Şu duruma göre 648 sayılı Kanunun 37. maddesinin
birinci fıkrası ve 122. maddesi Anayasa'nın 57. maddesine aykırıdır; bu
hükümlerin iptal edilmesi gerekir.
1970/22
esas sayılı işte 648 sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasının ve 122.
maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığı ve itirazın reddi yolunda verilen
18/2/1971 günlü, 1971/20 sayılı karara yukarıda yazılı nedenlerle karşıyız.
KARŞIOY
YAZISI
İptal
konusu 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 37/1 ve 122. maddeleri hükümlerinin
dâvaya bakmakta olan mahkemece uygulanacak hükümler olup olmadığı sorunu :
Ceza
müeyyidesini ihtiva eden bir kanun hükmünün uygulanması demek o müeyyidenin
tatbik edilmesi demektir. Bu itibarla bir kanun hükmünün bir hadiseye koşullan
bakımından esasen uygulanacak durumda olmadı|p açıkça belli ise, o kanunun
hükmünün mahkemece uygulanacak bir hüküm olarak kabulü mümkün değildir.
Hadisede
suç Konusu olan propagandanın Çerkezköyde yapıldığı iddia edilmektedir. 648
sayılı Kanunun 29 ve 32. maddelerinin atıfta bulunduğu 293 sayılı Kanunun 3.
maddesine göre, özel kanunlardaki çevre ayrımları saklı kalmak şartı ile,
seçimlerde her il bir seçim çevresidir. Bu durumda 37. madde hükmüne göre
propagandanın, önseçim adayının seçim çevresinde, yapılması halinde suç
teşekkül edecektir. Söz konusu seçim (c) bölgesi kısmî senato seçimi olup seçim
yeri İstanbul olduğuna göre, İstanbul hudutları dışında bulunan Çerkezköyde,
İstanbul önseçim adayları lehinde yapılan bir konuşma hadisesinde, iptal konusu
37/1/ ve 122. maddelerin uygulanmasının esasen mümkün olmadığı açıkça bellidir.
Diğer
taraftan suç tarihi 27/3/1970 olup seçim tarihi ise 7/6/1970 dir. Önseçimde
propaganda yasağı hakkındaki hükümlerin uygulanabilmesi, önseçim adaylarının
tespit ve ilânından sonra mümkün olacaktır. Henüz bu adaylar ilân edilmeden ve
304 sayılı Cumhuriyet Senatosu Üyelerinin seçimi hakkındaki Kanunun 4.
maddesinde bildirilen seçimin başlangıç tarihi henüz gelmeden Siyasî Partiler
Kanununun 37. maddesini ihlal ve 122. maddesinin uygulanmasını gerektiren bir
suçun meydana çıkması düşünülemez.
Bu
yönlerden iptal konusu 37/1 ve 122. maddeler hükümlerinin mahkemece uygulanacak
bir hüküm olarak kabulü mümkün olmadığından 28/4/1970, günlü ilk inceleme
kararında kabul edilen işin esasının 648 sayılı Kanunun 37/1 ve 122. maddesi
ile sınırlı olarak incelenmesi görüşüne karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
l-
Çerkesköy Asliye Ceza Mahkemesi bu dosyaya konu olan dâvada, 648 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun hiç bir hükmünü ve bu arada 37/1. maddesiyle 122. maddesini
uygulama durumunda olmadığından bu hükümler hakkında Anayasa'nın 151. maddesine
dayanarak itirazda bulunmağa yetkili değildir. Bu nedenle esasın incelemesine
geçilmeden istemin reddine karar verilmelidir.
Bu
konuya ilişkin gerekçem, Sayın Üye Şahap Arıç'ın karsıoy yazısında açıklanan
düşüncelerin tıpkısıdır.
2-
Sınırlama karan ile saptanan inceleme konusu, 648 sayılı Kanunun, siyasî
partiler adaylarının belli edilmesine, ilişkin olan "önseçim"
hükümlerinin Anayasa'ya uygun olup almadığı değildir.
Çözümü
gereken mesele sadece 648 sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan ve önseçim adayları için propaganda yapılmasını yasaklıyan hüküm ile bu
hükmün yaptırımını teşkil eden 122. maddenin Anayasa'ya uygun bulunup
bulunmadığıdır.
Bu
nedenle incelemenin bu sınır dışına taşırılmaması, özellikle
"önseçim" müessesesinin Anayasa açısından tartışılmaması zorunludur.
Konu, aşağıda bu sınır içinde kalınmak, suretiyle incelenmiştir :
648
sayılı Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasında yer alan propaganda yasağı
şudur:
Önseçimlere
katılan adaylar için 648 sayılı Kanunun bu konudaki esas açık hava toplantıları
ve (Örf ve âdete göre sohbet toplantısı sayılanlar hariç) kapalı salon
toplantıları tertiplenemez.)
Önseçimlere
katılan adaylar için 648 sayılı Kanunun bu konudaki esas hükmü olup henüz
uygulanmasına başlanmamış bulunan 29. maddesine göre, tüm partili üyelerden ve
geçici 1. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 30. maddesine göre de,
partili delegelerden seçilmelerini istemekte ve dolayısiyle onların değer
yargılarına kendilerini sunmuş bulunmaktadırlar. Bu konuda olumlu bir sonuca
ulaşabilmek için kendilerim onlara gereğince tanıtmak ve oylarını toplamak
durumundadırlar.
Bu
nedenle seçmenleri olan partililere, sahip olduklarını var saydıkları bütün
değerlerini tanıtıcı her türlü meşru çaba ve çalışmalarda bulunmak, yani
propaganda yapmak zorundadırlar. Şüphesiz bu çalışmalarını, partinin ve
partililerin sınırlan dışına taşırarak genel seçim ortamı yaratacak niteliğe
dönüştüremezler. Ama bu sınır içinde kalmak şartiyle meşru her türlü
propagandaya başvurmaları da en doğal hakları sayılmalıdır.
Bu
olanağın yasaklanması, veya daraltılması, gizli ve gayrı meşru yollara sapmayı
teşvik eder, kendilerini bu yollara uydurabilenlere seçim mücadelesinde
üstünlük sağlar ve kazanma yollarını açar.
Bu
sonucun, demokratik hayatın gelişmesini olumsuz yönden etkileyeceğinde kuşku
yoktur. Bu nedenle de böyle bir sonuca ortam hazırlayan bir kanun hükmünün,
demokratik hayata ve onun düstürlük ye açıklık içinde oluşmasına önem veren
Anayasa ilkeleri ile bağdaştırılması mümkün değildir.
Yukarıda
da belirtildiği gibi 648 sayılı Kanunun söz konusu 37. maddesi hükmü gerekli
açıklıkta değildir. Sadece partiler ve partililer dışına taşacak propagandayı
değil, sırf partilere ve parti içi teşkilâta yapılacak propagandayı da
yasaklıyacak biçimde geniş kapsamlıdır.
Nitekim
yukarıki kararın I. işaretli "olay" bölümündeki açıklamada da
görüldüğü gibi iki önseçim adayına ilişkin broşür ile mektubun (bir partinin bu
ilçedeki kuruluşlarına bağlı delegelere) gösterilmesi de söz konusu 37.
maddenin birinci fıkrasındaki yasağa dahil bir eylem savılarak kovuşturma
konusu yapılmış bulunmaktadır. Halbuki bu hareketin önseçimde kullanılacak en
doğal ve demokratik bir hak niteliğinde olduğu açıktır.
Anayasa'nın
57. maddesinde :
(Siyasî
partilerin tüzükleri, programları ve faaliyetleri, insan hak ve hürriyetlerine
dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmezliği temel hükmüne uygun olmak zorundadır...
Partilerin
iç çalışmaları, faaliyetleri,... demokrasi esaslarına uygun olarak kanunla
düzenlenir......)
denilmektedir.
"Önseçim"
işlemleri, (parti faaliyetleri ve parti iç çalışmaları konusuna giren b,ir
faaliyet türüdür. Bu nedenle bu konudaki çalışmaların da, Anayasa'nın 57.
maddesinde belirtilen öteki koşullardan başkaca demokratik esaslara uygun
olması ve o yolda düzenlenmesi zorunludur.
Halbuki
648 sayılı Siyasî Partiler Kanunun 37. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
propaganda yasağına ilişkin hüküm, genel ve mutlak ifadesi ile parti içi
propagandayı da önleyici ve aynı kanunun 122. maddesi de bu yoldaki bir faaliyeti
cezalandırıcı nitelikte olduğundan demokratik esaslara ve dolayısiyle
Anayasa'nın 57. maddesine aykırıdır. Bu yüzden iptallerine karar verilmelidir.
Açkılanan
nedenlerle yukarıki kararın tümüne karşıyım.
Sayın
Muhittin Gürün'ün karşıoy yazısının (2) sayılı bölümüne katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Olayda,
Cumhuriyet Senatosu Üyelerinin 1/3 nün yenilenmesi dolayısiyle İstanbul ilinde
yapılacak Senato Üyeleri seçiminde bir partiden aday gösterilmek isteyen
önseçim adayları yararına Çerkezköydeki bir kahve bahçesinde propagandaya
girişilerek Siyasî Partiler Kanunun 37. maddesine aykırı davranışta bulunulduğu
ileri sürülmüş ve Çerkezköy Asliye Ceza Mahkemesine açılan kamu dâvasında
sanıkların aynı kanunun 122. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istenmiştir.
Suç
olarak nitelendirilen eylemin işlendiği Çerkezköy ilçesi, Cumhuriyet Senatosu
seçimlerinin yapılacağı İstanbul İlinin sınırları dışındadır. Bu bakımdan
Çerkezköydeki bir kahve bahçesinde geçen konuşmaları veya dağıtılan broşürleri,
başlı başına bir seçim çevresi olan İstanbul ilinde yapılacak Cumhuriyet
Senatosu seçimleri için propaganda saymaya ve böylece konuşanları veya broşür
dağıtanları, 648 sayılı Partiler Kanununun 37. maddesinin öngördüğü yasaklara
uymamışçasına suçlayıp hâkim önüne çıkarmaya hukuk yönünden olanak bulunmadığı
açıkça ortadadır. Mahkeme, herhangi bir ceza yaptırımının uygulanmasına olanak
vermeyen bir eylemden dolayı, iddianamede gösterilen kanun maddesini
uygulayacakmış gibi, o madde çevresinde ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık
savını ciddi gördüğü gerekçesi ile, Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkili
değildir. Çünkü, Anayasa'nın 151. maddesine göre bir dâvaya bakmakta olan
mahkeme, o dâva dolayısıyla uygulanacak kanun hükümlerini Anayasa'ya aykırı
görürse veya taraflardan birine ileri sürdüğü Anayasa'ya aykırılık savını ciddî
olduğu kanısına varırsa Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Halbuki
olayda işlendiği ileri sürülen eylemin suç teşkil etmediği, hiçbir araştırma ve
inceleme yapılmasını gerektirmeyecek derecede kesin ve açıktır. Eylem, suç
teşkil etmediğine göre onu işleyene bir ceza yaptırımının uygulanmasından da
söz edilemez, O halde, 648 sayılı Kanunun 37. ve dolayısiyle 122. maddeleri
dâvada uygulanamıyacağından mahkeme, bu madde hükümlerinin iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurmaya yetkili değildir. Kararın bu bölümüne bu nedenlerle
karşıyım.
Sayın
Lütfi Ömerbaş'ın karşıoy yazısına katılıyorum.