ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1971/3
Karar Sayısı:1971/17
Karar Günü:11/2/1971
Resmi Gazete tarih/sayı:6.8.1971/13918
İtiraz
yoluna başvuran : Keşap Sulh Ceza Mahkemesi.
İtirazın
konusu : Mahkemece 1/11//1339 günlü, 367 sayılı (Rüyeti bir mahal mahkeme veya
daireî adliyesine ait olan deavi ve mesalihi diğer mahal mahkeme veya daireî
adliyesinde muvakkaten rü'yet ve hükkâm ve müstantıklar ve hâkim muavinleriyle
müddeiîumumîlere vazifei asliyelerine ilâveten vezaifi saireî adliyeyi dahi
kezalîk muvakkaten ifa ettirmeye Adliye Vekâletinin mezuniyetine dair Kanun) un
I. maddesi Anayasa'ya aykırı görülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 151.
maddesine dayanılarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
I.
Olay:
"Meskûn
mahalde sebepsiz yere silâh atmak" eyleminden dolayı sanık hakkında Keşap
Sulh Ceza Mahkemesinde bakılmakta olan 1970/151 esas sayılı dâvanın Yargıtay'ın
bozma kararından sonraki 11/1/1971 günlü ilk duruşmasında mahkeme, geçici yetki
ile sulh ceza işlerine Bakan sorgu hâkimine bu yetkinin verilmesine kaynaklık
eden 1/11/1339 günlü, 367 sayılı Kanunu Anayasa'ya aykırı görerek Cumhuriyet
Savcısından düşünce "İstenmesine karar vermiş; Cumhuriyet Savcısı görüşünü
aldıktan sonra da 367 sayılı Kanunun 1. maddesinin iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurulmasını ve dâvanın geri bırakılmasını 15/1/1971 gününde
karara bağlamıştır.
III.
Yasa metinleri :
1-
İtiraz konusu hüküm :
1/11/1339
günlü, 367 sayılı Kanunun itiraz konusu 1. maddesi şöyledir : (Üçüncü Tertip
Düstur - Cilt : 5 - Sayfa : 406)
"Rü'yeti
bir mahal mahkeme ve daireî adliyesine ait olan devai ve mesalihi diğer mahal
mahkeme veya daireî adliyesinde muvakkaten rü'yet ve hükkâm ve müstantıklar ve
hâkim muavinleri ile müddeiumumilere vazifei asliyelerine ilâveten vezaifi
saireî adliyeyi dahi kezalik muvakkaten ifa ettirmeye Adliye Vekili
mezundur."
(Bu
maddenin Cumhuriyet Savcılarına geçici ek adlî görev verilmesinde Adalet
Bakanına yetki tanıyan hükmü Anayasa Mahkemesinin 1969/9 - 1969/38 sayılı,
24/6/1969 günlü karariyle ve iptal hükmü 23/12/1969 da yürürlüğe girmek üzere
iptal edilmiştir.
Kararın
yayımı : 14/8/1970 günlü, 13494 sayılı Resmî Gazete
Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi : Sayı : 7; Sahife 375-384)
2-
Dayanak olarak ileri sürülen Anayasa hükümleri :
İtiraz
konusu hükmün Anayasa'nın hangi maddelerine aykırı olduğu mahkemece
açıklanmamıştır.
IV.
İlk inceleme :
İlk
inceleme raporu ve konuya ilişkin öteki kâğıtlar okunduktan Sonra önce 367
sayılı Kanunun 1. maddesinin iptalini isteyen mahkemenin itiraz yoluna
başvurmaya yetkisi bulunup bulunmadığının tartışılıp çözülmesi gerekli
görülmüştür.
Anayasa'nın
151. maddesine göre bir mahkeme ancak bakmakta olduğu dâvada uygulanacak kanun
hükümlerini, Anayasa'ya aykırılığını ileri sürerek Anayasa Mahkemesine
getirilebilir. Bu hükmün benzeri 22/4/1962 günlü 44 sayılı Yasanın 27.
maddesinde de vardır.
Keşap
Sulh Ceza Mahkemesi 1/11/1339 günlü, 367 sayılı Kanunun 1. maddesinin
Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. 367 sayılı Kanunun 1. maddesi
görülmesi bir yerin mahkemesine veya adalet dairesine ilişkin dâva ve işlerin
başka yer mahkemesinde veya adalet dairesinde gececi olarak gördürülebilmesîni
ve hâkimlere, sorgu hâkimlerine ve hâkim yardımcılarına aslî görevlerine ek
geçici olarak başkaca adlî görevlerin yaptırilabilmesini hükme bağlamaktadır.
Mahkemenin
bakmakta olduğu 1970/151 sayılı dâvanın konusu, "meskûn mahalde sebepsiz
silâh atmak" eylemidir.
367
sayılı Kanunun 1. maddesi Keşap Sulh Ceza Mahkemesinin, bakmakta olduğu dâvada
uygulayacağı hüküm değildir. Gerçi dâvaya bakan hâkim aslında sorgu hâkimidir
ve kendisine ilk soruşturmasını yapmadığı işlerde hâkime yardım etmek üzere
Yüksek Hâkimler Kurulunca 4/12/1969 günlü tel yazısı ile yetki verilmiştir.
Yetkinin kaynağı ve dayanağı 367 sayılı Kanunun 1. maddesi ise de maddeyi uygulayan
Keşap Sulh Ceza Mahkemesi değil, gececi yetkiyi vermek suretiyle işlem yapan
Yüksek Hâkimler Kurulu Birinci Bölümüdür. Zaten itiraz konusu hüküm o
niteliktedir ki ancak bu hüküm uyarınca bir işlem yapılmak yoliyle; ya geçici
yetki verilerek yahut geçici yetki kaldırılarak uygulanabilir. Onun için de
hükmün bir mahkemece uygulanması hiç bir zaman söz konusu olamaz.
Kendi
hâkimlik niteliği üzerinde içine kuşku düşen bir hâkim durumunun yasaya uygun
olup olmadığını araştırabilir; kendisine Yüksek Hâkimler Kurulunca geçici yetki
verilmesine ilişkin yazıyı ve buna kaynaklık eden hükümleri gözden geçirebilir.
Ancak şu tutum hiç bir zaman o hükümlerin bakılmakta olan dâvada hâkimce
uygulandığı veya uygulanacak olduğu anlamını taşımaz. Kaldı ki Anayasa'ya göre bakılmakta
olan dâvada uygulanmış değil, uygulanacak hükümlerin Anayasa'ya aykırılığı
ileri sürülebilir.
Tersine
bir görüş "uygulanacak" deyimini değil delâlet et+ipi hukukî
kavramdan, sözlük anlamından bile uzak düşürecek biçimde bir yorum zorlaması
olur; iptal dâvası (Anayasa - madde 149) ve itiraz (Madde 151) yolları arasında
hiç bir ayırım bırakmaz. Oysa bu iki yol arasındaki anayasal ayırım göze
batacak kesinliktedir. Aşağıda konuya kısaca değinilmesi yararlı olacaktır.
Bilindiği
gibi Anayasa, Anayasa'ya aykırı hükümlerin yürürlükten kaldırılması, başka bir
deyimle, ayıklanması için "iptal dâvası" müessesesini kurmuştur.
(Madde 149 ve geçici madde 9/2). Bu müessesenin işleyişi soyut konularda genel
nitelikte sonuçlar doğurur. İptal dâvası sonunda iptaline karar verilen hüküm
karar gününde; iptalin yürürlüğe girmesi için kararda başka bir gün
öngörülmüşse o günde kendiliğinden yürürlükten kalkar (Madde 152/2).
Anayasa'ya
aykırılık iddialarını Anayasa Mahkemesine getirebilme yolunu mahkemelere açık
tutan düzenin işleyebilmesi ise; ortada somut bir olayın; yani belli bir
dâvanın bulunması, Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun hükmünün
mahkemenin o dâvada uygulayacağı bir hüküm olması, aykırılık iddiasının ancak o
dâvadaki taraflarca ileri sürülmesi ve mahkememin iddianın ciddî olduğu
kanısına varması veya hükmü kendiliğinden Anayasa'ya aykırı görmesi gibi
koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Anayasa koyucunun bu son derece dar
çerçeveli düzenle güttüğü erek "iptal dâvası" müessesesinin varlığına
rağmen her nasılsa yürürlükte kalabilmiş bir takım Anayasa'ya aykırı hükümler
yüzünden belirli kişilerin belirli haksızlıklara uğramalarını önlemektir. Buna
bir de mahkemelerin Anayasa'ya aykırı gördükleri hükümleri uygulamaktan
kaçınmalarına böylece Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin bu alanda da korunmasına
bir yol sağlanması ereği eklenebilir. Anayasa'nın 151. maddesinin getirdiği
düzende Anayasa'ya aykırılık iddiası bir dâvada bekletici sorun olarak ortaya,
çıkar. Mahkeme Anayasa'yâ aykırı gördüğü veya Anayasa'ya aykırılığı iddiasının
ciddî olduğu kanısına vardığı kanun hükümlerini uygulamaz ve Anayasa
Mahkemesine başvurur.
İptal
dâvasını açmaya hakkı olanların bir kanunun yalnızca Anayasa'ya aykırı bulduğu
yönündeki görüşleri Anayasa'ya uygunluk denetimi düzenini işletmeye yeterken
burada böyle bir hükmün ancak belirli bir kişinin belirli haklarını etkileme
durumuna geçişi halinde düzen işleme yoluna girebilmektedir. Anayasa'nın 151.
maddesinde öngörülen yolun, 149. maddedekinin tersine Anayasa'ya aykırılık
konusunun Boyut ve genel değil somut ve özel bir açıdan ele alındığının ve
olayları ve onların taraflarını önalanda tuttuğunun bir başka kanıtı da
mahkemelerden gelen Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerine verilmiş hükümlerin
olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olmasını yahut tıpkı bir iptal
dâvası sonunda verilmiş kararlar gibi genel nitelikte etkiler yaratmasını
Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesinin taktirine bırakmış bulunmasıdır (Madde
152/4). Demek ki Anayasa'nın 151. maddesine göre verilen bir hüküm ancak
Anayasa Mahkemesince aksine karar alınmadıkça, bir iptal dâvası sonunda
verilmiş hükümlerin etki ve kapsamını edinebilir. O halde Anayasa'ya aykırı
kanunların ayıklanması 151. maddede öngörülen düzenin baş ereği ve o düzenle
doğrudan doğruya elde edilebilecek bir sonuç değildir. Bunun düzenin dolaylı
bir etkisi, bir yan sonucu gibi görülmesi daha yerinde olur.
Özetlemek
gerekirse: 1/11/1339 günlü, 367 sayılı Kanunun 1. maddesi Keşap Sulh Ceza
Mahkemesinin bakmakta olduğu dâvada uygulayacağı bir hüküm değildir. Mahkeme bu
hükmü, Anayasa'ya uygunluk denetimi için Anayasa Mahkemesine getiremez.
Anayasa'nın 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine uymayan itirazın,
itirazda bulunan mahkemenin yetkisizliği yönünden reddi gereklidir.
Nuri
Ülgenalp, muhittin Taylan, Ziya Önel, Kani Vrana, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş
ve Ahmet H. Boyacıöğlu bu görüşe katılmamışlârdır.
V.
Sonuç:
1/11/1339
günlü, 367 sayılı Kanunun 1. maddesini Keşap Sulh Ceza Mahkemesi bakmakta
olduğu dâvada uygulama durumunda bulunmadığından, Anayasa'nın 151. maddesine
uymayan itirazın, itiraz yoluna başvuran mahkemenin yetkisizliği yönünden
reddine Nuri Ülgenalp, Muhittin Taylan, Ziya Önel, Kani Vrana, Muhittin Gürün,
lûtfi Ömerbaş ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile 11/2/1971
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Celalettin
Kuralmen
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Nuri
Ülgenalp
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Şahap
Arıç
|
|
|
|
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Kâni
Vrana
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
22/4/1962 günlü ve 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri hükümlerine göre mahkemeler,
ancak bakmakta oldukları bir dâva dolayısıyla Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna
başvurabilirler. Bir dâvanın hukuken varsayılabilmesi için ise, onun kanunlara
uygun olarak .açılmış ve ayrıca mahkemenin yetkisi içine girmekte bulunmuş
olması gerekir. Bundan başka, aynı hükümler uyarınca mahkemelerin bu
başvurmaları, o dâva nedeniyle uygulanacak olan kanun hükümleri ile sınırlı
bulunmaktadır.
Olayımızda
birinci koşulun gerçekleştiğinde bir kuşku yoksa da, ikinci koşulun
gerçekleşmediği konusunda çoğunluğun görüşüne katılmağa olanak görülememiştir.
Anayasa'nın
32. maddesi "Hiç kimse tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi tabiî hâkiminden başka bir mercii önüne çıkarma sonucunu doğuran
yargı yetkisine sahip olağan üstü merciler kurulamaz." şeklindeki
hükümleriyle, olağanüstü mercilerin tabiî yargılama yeri veya hâkimi olamıyacağı
esas kuralını koymuş bulunmaktadır. Olağan bir yargılama yeri ile olağanüstü
bir yargılama yerini birbirinden ayırmağa elverişli ölçü ise, birincilerin
olaylardan önce genel olarak ve diğerlerinin ise olaylardan sonra olaya özel
olarak kurulmuş olmalarıdır. İşte, olaylardan önce genel olarak kurulmuş olup
ta somut bir olayla ilgili bulunmayan yargı yerlerine "tabiî yargı
yeri" ve böyle yerlerin hâkimlerine de "tabii hâkim"
denilmektedir.
Anayasa
"Mahkemelerin kuruluşu" başlığını taşıyan 136. maddesiyle, mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulleri konularının kanunla
düzenlenmesini öngörmüş bulunmaktadır. Bu bakımdan, Anayasa'nın yukarıda
gösterilen "tabiî yargı yolu" ilkesinin, yasama organınca öncelikle
gözönünde bulundurulması gerekir. Nitekim, Anayasa Komisyonu raporunda
(Herkesin, kanunun genel olarak koyduğu görev ve yetki esasları ile belli olan
hâkim tarafından muhakeme edilmesi, şahıs güvenliğinin baş şartıdır. Kişinin
kanunî olmayan, yani tabiî hâkiminden başka mercilerde muhakeme edilmesi, bu
alanda özel muameleye tabi tutulması hukuk devletinin asla kabul edemiyeceği
bir tutum teşkil eder.) diye yer alan gerekçeler, 32. maddede öngörülen
ilkeleri daha ziyade açığa kavuşturmakta ve böylece bu ilkelerin konulusu
amaçlarını daha belirli bir duruma getirmektedir.
Bu
hükümlerin birlikte incelenmesinden anlaşılmaktadır ki, genel olarak herkes
için olaylardan önce kurulmuş olup da kuruluşları, görev ve yetkileri, işleyiş
ve yargılama usulleri kanunla belli edilmiş bulunan mahkemeler "tabiî
mahkeme" ve bunların hâkimleri de "tabiî hâkim" dir.
Yine
Anayasa Komisyonu raporunun, 32. maddesinin 2. fıkrası hükmünün, kişileri,
genel kurallara göre belli olan tabiî yargılama yerlerinden veya tabiî
hâkimlerin elinden alıp, olağan üstü olarak kurulmuş bulunan üst mahkemelerin
veya mercilerin kararlarına terkeden kanunların çıkarılmasını önlemek amacıyla
ve ayrıca bu yoldaki sürekli gereksinmelere karşılık vermek üzere konulduğu ve
bu nitelikteki hükümlerin bir çok anayasalarda ve hatta eski Kanunî Esasimizde
bile yer aldığı belirtilmek yolu ile bir kişinin, görev ve yetkileri ancak
kanunla belli edilmiş bir yargı yerinden başka bir yargı yerine çıkarılması
olanağını yaratacak kanun hükümlerinin Anayasa'ya aykırı düşeceğine işaret
edilmek istenilmiştir. Demek ki, "tabiî yargı yolu" kavram ve ilkesi
olağanüstü yargı yerlerinden başka, yetkisiz ve görevsiz yargı yerlerini de
kapsayacak genişliğe sahiptir. Çünkü, yetki ve görevle ilgili yasa hükümleri,
gerek kişi ve gerek toplum için bir güvencedir.
O
halde, "tabiî yargı yeri ve hâkimi" temel kuralının doğal bir sonucu
olarak, bir ceza mahkemesinin, kendisine açılmış bulunan bir dâvayı görmeğe
çeşitli yönlerden yetkili veya görevli bulunup bulunmadığını saptamak ve kanunî
gereğini yapmak üzere, o dâvanın açılışı ve kendisine getirilişi ile ilgili
işlemleri incelemesi gerekmektedir. Zira, herkesin, kanunun genel olarak
koyduğu yetki ve görev esaslariyle belli olan bir yargı yeri veya hâkimi
tarafından yargılanması kişi güvenliğinin de baş koşuludur. Kişilerin kanunî,
yani doğal hâkimden başka mercilerce yargılanması ve bu alanda özel bir işleme
bağlı tutulması, hukuk devletinin asla kabul edemiyeceği bir tutum teşkil eder.
Ceza yargı yerlerinin yetki ve görevleriyle ilgili kanun hükümlerinin bu nedenlerle
kamu düzenini ilgilendirdiği öngörülmüş bulunduğundan, bunların ceza
soruşturmasının her evresinde mahkemelerce, öncelikle kendiliğinden veya bir
istek veyahut bir kanun yoluna başvurma üzerine, incelenip gözönünde
bulundurulması olanak ve zorunluğu vardır.
Yukarıdaki
açıklamalar göstermektedir ki, bir yargılama yeri kendisine getirilen bir işin
veya uyuşmazlığın çözümlenmesi sırasında, her-şeyden önce ve soruşturma veyahut
kovuşturmanın her evresinde, kendisinin bu işi veya uyuşmazlığı çözümlemeğe
yetkili veya görevli olup olmadığını belli eden kanun hükümlerini kendiliğinden
veya taraflarla ilgilerin kanun yollarına başvurmaları üzerine, inceliyerek
tabiî yargı yeri bulunup bulunmadığını saptaması ve sonucuna dayanarak, ya
yargı görevine devam etmesi veyahut yetkisizliğine veya görevsizliğine karar
vermesi gerekli ve zorunlu bulunmaktadır. Diğer bir deyimle, yargı yerleri
kendilerinin görev ve yetkilerini belli eden kanun hükümlerini kendilerine
getirilen iş veya uyuşmazlığın çözümlenmesinde herşeyden önce ve her evrede
uygulamak durumunda bulunmaktadırlar. Zira, o işin veya uyuşmazlığın
çözümlenmesi, usul kanunları veya diğer kanunların bu nitelikteki hükümleriyle
yargı yerlerinin görev ve yetkilerini belli eden hükümlerle doğrudan doğruya
ilgili olup, hatta, gerek kişi haklarını güvence altına almak ve gerek kamu
düzenini sağlamak amaçları ile konulmuş ve bu nitelikleri nedeniyle ceza
soruşturmasının veya kovuşturmasının her evresinde ve her şeyden önce
kendiliğinden dahi gözönünde bulundurulması zorunlu bulunan bu hükümlerin doğru
ve uygun bir şekilde uygulamaları ile sıkı sıkıya bağlı tutulmuştur.
Bir
yargı yeri kendisine getirilen bir işte, onu görüp çözümlemekle görevli veya
yetkili olup olmadığını saptayıp, bu konudaki kanun hükümleri o işin veya
uyuşmazlığın çözümlenmesinde uygulanır zorunluk ve durumunda bulunduğu gibi,
getiren yerin veya kişinin dahi onu getirmekle yetkili veya görevli olup
olmadıklarını dahi ayni şekilde saptamaları, yani bu konudaki kanunun
hükümlerini dahi uygulamaları zorunludur. Çünkü, ceza soruşturma ve
kovuşturmalarında iş veya uyuşmazlıkların tabiî yargı yerlerine götürülmeleri,
yani bu konudaki kanun hükümlerinin kendiliğinden dahi gözününde
bulundurulması, gerek Anayasa'nın ve gerek Anayasa'ya uygun şekilde çıkarılmış
kanunların gereği bulunmaktadır.
Demek
ki, ceza işlerinde yargı yerleri kendilerine getirilen işleri, veya
uyuşmazlıktan getiren yer veya kişilerin bunları getirmeğe yetkili veya görevli
olup olmadıklarını belli etmekte bulunan kanun hükümlerini dahi, o iş veya
uyuşmazlığın çözümlenmesi sırasında uygulama durumunda bulunmaktadır. Bu
şekilde bir kabul, Anayasa'dan gelip uygulama yerini usul kanun ve hükümlerinde
bulan "tabiî yargı yolu" ilkesinin olağan ve kaçınılmaz sonucudur.
Diğer
yönden, bir dâvaya bakmakta olan mahkemenin, herşeyden önce o dâvaya bakmağa
yalnız mahkeme bakımından değil, aynı zamanda hâkimin kişiliği bakımından dahi
yetkili olup olmadığını inceleyerek saptaması, yukarıda işaret olunan
"tabiî yargı yolu" kavrara ve ilkesinin kapsamı içinde bulunmaktadır.
Zira yargı görevine giren çalışmaları yaparak gerekli kararları verecek olan
süje hâkimdir. İşte bu nedenle, olayımızda yerinde görev yapan sorgu hâkimine
ayni yerdeki sulh ceza mahkemesine çıkma yetkisinin verilmesinde, yetkili
merciin dayandığı kanunun ilgili maddeleri hükümlerinin, o dâva nedeniyle
uygulanacak kanun hükümlerinden sayılmaları zorunluğu vardır.
Gerçekten,
ceza yargılama çalışmalarının süjelerinden biri bulunan hâkimin, yetki ve
görevi, işgal ettiği yargı yerine göre değişir. Tabiî hâkim, yukarıda dahi
gösterildiği üzere, önce olağan bir yargı yerinin hâkimidir. Böyle bir hâkimin
belli bir yargılama yerine geçip yargılama yetkisini kullanması ve yargılama
görevi yapabilmesi için, kanunlara uygun olarak ve yetkili merci tarafından
atanmış, yani belli bir yargılama yerinde görev yapma yetkisini almış olması
şarttır. Ancak, bu takdirdedir ki hâkim, belli bir yargı yerinde çalışma
yetkisini elde etmiş olur. Bu nedenle, bir hâkimin atandığı belli bir yargı
yerinden başka aynı yerdeki diğer bir yargı yerinde dahi çalışması merciince
uygun görülmüş ise, örneğin, bir yerde sorgu hâkimi olarak atanan bir hâkimin o
yerdeki mahkemelerden birisinde dahi çalışması istendiğinde, kendisine bu
yetkiyi veren bir karara, yani geniş anlamdaki bir atama işlemine de gerek ve
zorunluk vardır. Bundan başka bir hâkimin yargılama görevini yapabilmesi için,
önce atandığı yargı yerindeki görevine başlamış olması ve diğer yönden
hastalık, izin ve diğer bir eyre atanma gibi bir nedenle bu görevinden
ayrılmamış olması dahi gerekir.
Yukarıdaki
açıklamalardan çıkan sonuç, "Tabiî yargı yolu" kavram ve ilkesi içinde
sadece olağan ve olağanüstü yargı yerleri ve yargı yerlerinin görev ve
yetkileri konuları değil, aynı zamanda görevli ve yetkili yargı yerlerindeki
hâkimlerin statü ve kişilikleri dahi yer almaktadır.
O
halde, bir yargı yerinde bir iş veya uyuşmazlığın çözümlenmesi sırasında, o
yargı yerinde çalışan hâkim ve hâkimlerin kendi kişilik ve statüleri
bakımlarından dahi görevli ve yetkili olup olmadıkları, soruşturma veya
kovuşturmanın her evresinde ve her şeyden önce, her halde kendiliğinden veya
bir istek veya bir kanun yoluna baş vurma üzerine incelenerek saptanmalı ve
sonucuna göre davranmalıdır. Örneğin, kendisine gelen bir uyuşmazlığı
çözümlemeğe kanunî bir engel bulunan bir hâkim, bu yönü saptadıktan sonra
sonucuna dayanarak, kanunen gerektiğinde, o uyuşmazlığa bakmaktan çekinmelidir.
Olayımızda,
yetkili merci bulunan Yüksek Hâkimler Kurulu Birinci Bölümü tarafından
22/4/1962 günlü ve 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 25. maddesinin 6.
bendindeki kayda dayanarak sorgu hâkiminin l Kasım 1339 günlü ve 367 sayılı
Kanunun 1. maddesi uyarınca, aslî görevine ek olarak, aynı yerde sulh ceza
mahkemesindeki işlere de bakma yetkisinin verildiği ve hâkimin de, bu kanun
hükmünün Anayasa'ya aykırılığını ileri sürerek iptaline karar verilmesini
istediği görülmüştür.
İşte,
asıl görevlerine ek olarak aynı yerdeki sulh ceza mahkemesine çıkma yetkisi
verilen bir sorgu hâkiminin, sulh ceza mahkemesinde görülmekte olan dâvayı
çözümlemeğe çeşitli yönlerden yetkili ve görevli olup olmadığını inceleyerek
saptaması, yukarıdan beri yapılan açıklamalarda gösterildiği üzere, gerekli ve
zorunlu bulunduğuna göre, kendisinin yetki ve görevi hakkında bir karara
varırken bu konudaki kanun hükümlerine dayanması, yani bu kanun hükümlerini
dâvada uygulama durumunda olduğunun kabulü doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur.
Nitekim,
kaynak ve dayanağım Anayasa'nın 136. maddesinden alan ceza yargılamalarına
ilişkin usul kanunları ile diğer kanunların bu nitelikteki hükümleri uyarınca,
ceza mahkemeleri ve hâkimler, kendilerine getirilen iş ve uyuşmazlıklarda,
gerek kendilerinin ve gerek getirenlerin çeşitli yönlerden ve nedenlerle
yetkili ve görevli olup olmadıklarını, kendiliklerinden veya gerek bir istek ve
gerek bir kanun yoluna baş vurma üzerine inceleme konusu yaparak saptamaları ve
sonucuna göre bu konudaki kanun hükümlerini uygulayarak, ya işi görmeğe devam
etmeleri veya işi yetki veya görev yönünden red edip, hattâ yetkili veya
görevli yere göndermeleri veya işi görmekten çekinmeleri gerekli ve zorunlu
bulunmaktadır.
Bundan
başka, ceza mahkemeleri veya hâkimleri, yukarıda işaret olunan gerek ve
zorunluğa uymadıkları takdirde bu yönler, diğer inceleme yargı yerlerince kanun
yoluna baş vurulması üzerine ve hükmün temyizi halinde ise inceleme yeri
bulunan Yargıtay'ca, ya bir isteğe dayanarak ve herhalde öncelikle resen bozma
nedeni yapılmaktadır. Bu yon dahi göstermektedir ki, ceza mahkemeleri İle
hâkimleri yetki ve görevle ilgili kanun hükümlerini de uygulama
durumundadırlar.
Zira,
hâkimin kendisine getirilmiş bulunan bir uyuşmazlığı çözmeğe, kendi kişiliği ve
statüsü bakımından dahi yetkili ve görevli olup olmadığı konusu, bu
uyuşmazlığın usul hükümlerine uygun olarak doğru ve geçerli bir şekilde
görülmesine ve yargılama sonunda esastan verilecek hükmün geçerliğine yetki ve
görev yönünden doğrudan doğruya ve uyuşmazlığın sonucuna da bu nedenle
dolayısiyle etkili olacağında bir tereddüt öne sürülemez. Kaldı ki, bir
dâvanın, açıklandığı şekilde, doğruluk ve geçerliğine ve sonuna sözü geçen
nedenle de olsa, etkili olabilen bir kanun hükmünün, bu dâva sırasında
mahkemenin uygulama durumunda olacağı bir hüküm teşkil edeceğinde bir kuşku da
yoktur.
Ve
nihayet Kocaeli Tapulama Mahkemesinin 367 sayılı Yasanın 1. maddesinin
Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle yaptığı itirazı sonuçlandıran Mahkememizin 4/11/1969
günlü ve E. 1969/32, K. 1965/59 sayılı Kararında, aynı görüşten mülhem olunarak
"Hâkimlere geçici yetki verilmesine ilişkin itirazın esasının
incelenmesine" oybirliği ile karar verilmiş olması da, itiraz konusu
hükmün bu dâvada uygulanma durumunda olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın
açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.
Yukarıdaki
nedenlerle, çoğunluğun, itiraz konusu hükmü mahkeme bakmakta olduğu dâvada
uygulama durumunda bulunmadığından, Anayasa'nın 151. maddesine uymayan itirazın
yetki yönünden reddine ilişkin kararma karşıyız.
|
|
|
|
Üye
Nuri
Ülgenalp
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Kani
Vrana
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
1/11/1339
günlü ve 367 sayılı Kanunun itiraz konusu 1. maddesi bir hâkime, bulunduğu yer
dışında kalan bir yerdeki dâvaları gördürme veya bulunduğu yerdeki asıl
görevine ek olarak başka bir adlî görev yaptırma yetkisinin verilebileceğini
öngörmektedir. Eskiden Adalet Bakanına ait olan hâkime yetki verilmesi görevi
45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 29. maddesinin 6 sayılı bendi ile
Yüksek Hâkimler Kurulu Birinci Bölümüne verilmiştir.
Olayda
Anayasa'ya aykırılık sorunu, yukarıda belirtilen kanunlara dayanılarak Keşap
Sorgu Hâkimine, ilk soruşturmasını yapmadığı işlerde, hâkime yardım etme
yetkisinin verilmesinden doğmuştur.
Keşap
Sulh Ceza Mahkemesi de, bakmakta olduğu dâvada, Sorgu hâkimine yetki
.verilmesini sağlayan 1/11/1339 günlü ve 367 sayılı Kanunun 1. maddesini
Anayasa'ya aykırı görerek Anayasa Mahkemesine baş vurmuştur.
Anayasa'nın
151. maddesinde "bir dâvaya bakmakta olan mahkeme uygulanacak bir kanunun
hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürse..." hükmü yer almıştır. Buradaki
"uygulanacak" sözcüğüne tek yönde anlam vererek, kanunun, hâkime
yetki veren merci tarafından uygulandığını, ortada mahkemenin uygulayacağı bir
hüküm bulunmadığını, bu nedenle de işin Anayasa Mahkemesine getirilemeyeceğini
ileri sürmeye yer yoktur.
Çünkü,
Keşap Sorgu Hâkimi, asıl görevi dışında kalan Sulh Ceza dâvasına hangi nedenle
baktığını yargılama tutanağına yansıtmak, yani Yüksek Hâkimler Kurulu Birinci
Bölümünce kendisine o yolda yetki verildiğini tutanakta belirtmek, tutanakları
ve sonuçlandırdığı dâvalarda da ilâmları "dâvaya bakmaya yetkili Sorgu
Hâkimi" diye imzalamak zorunluluğundadır.
Öteyandan
hâkim, bakmakta olduğu dâvada mahkemenin kanuna uygun biçimde kurulmuş olup
olmadığını kendiliğinden aramakla da yükümlüdür. Ve bu, onun yapması gereken
ilk işidir.
Olayda
da hâkim, bu yönü araştırmış ve sorgu hâkimine sulh ceza dâvasına bakmasının
nedenini teşkil eden 1/11/1339 günlü ve 367 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırı
olduğu sonucuna varmıştır.
Kaldı
ki, hâkimler, kanunda belirtilenlerden başka, genel ve özel hiçbir görev
alamazlar (Anayasa Madde : 134). O halde hâkim, kendisine verilen görevin bir
kanuna dayanıp dayanmadığını araştırmak durumundadır. Olayda da mahkeme, sorgu
hâkiminin sulh ceza dâvasına bakıp bakamayacağım araştırarak onun dâvaya
bakmasının bir kanuna dayandığını görmüş ve böylece dâvaya bakmakla o kanunun
uygulama durumunda bulunmuştur.
Anayasa'nın
151. maddesindeki "uygulanacak bir kanunun hükümlerini" deyimi,
sadece taraflara veya sanığa uygulanacak hükümler olarak elbette
sınırlandırılamaz. Bir dâvada taraflardan biri veya sanık tarafından hâkimin,
yetkili olarak dâvaya bakmasını sağlayan kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı
olduğu ve bu nedenle yetkili hâkimin yargılamayı yapamayacağı ileri sürülürse,
sözkonusu kanunun, taraflara veya sanığa uygulanacak bir hükmü kapsamadığı ve
savın, sadece bu bakımdan ciddî olduğu kanısına varılmadığı veya Yüksek
Hâkimler Kurulu Birinci Bölümü tarafından uygulanmış olan kanunun artık
mahkemece uygulanmasına olanak bulunmadığı yollu gerekçelerle istemin reddine
karar verilmesi mümkün değildir.
Hâkim
Anayasa'ya aykırılık savını ve bu savın hedef tuttuğu kanun hükümlerini
inceleyip bir karar vermekle yükümlüdür. Anayasa'nın 151. maddesi, dâva
tarafının veya sanığın itirazları olmasa dahi. Anayasa'ya aykırılık konusunda
Anayasa Mahkemesine kendiliğinden baş vurabilme olanağını mahkemeye de
sağlamıştır. Mahkemenin, Anayasa Mahkemesine kendiliğinden baş vurması ile
taraflardan birinin veya sanığın bu yoldaki itirazı üzerine baş vurması
arasında esas yönünden bir ayrım yapılamaz.
Keşap
Sulh Ceza Mahkemesinin 1/11/1339 günlü ve 367 sayılı Kanun hükümlerini, çeşitli
yönlerden ve çeşitli nedenlerle inceleyip uygulamak durumunda bulunduğu açık
olduğundan itirazın, esas bakımından incelenip karara bağlanmasının doğru
olacağı kanısındayız.
|
|
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|