ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1970/45
Karar sayısı:1970/44
Karar günü:26/11/1970
Resmi Gazete tarih/sayı:1.6.1971/13852
İtiraz
yoluna başvuran : Ödemiş Asliye Ceza Mahkemesi.
İtirazın
konusu : Mahkemece, Memurin Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinin
Anayasanın 12., 16., 30., 32., 117. ve 118. maddelerine aykırı olduğu yolunda
Cumhuriyet Savcısı tarafından ileri sürülen iddianın ciddî olduğu kanısına
varılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 151. maddesine dayanılarak
Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
I.
OLAY :
Sanık
öğretmen hakkında üç öğrencisini dövmek eyleminden Ödemiş ilçesi idare
kurulunca Türk Ceza Kanununun 251. ve 456/4. maddesi uyarınca lüzumu
muhakemesine dair verilen 12/5/1970 günlü, 1970/57 sayılı karar üzerine Ödemiş
Asliye Ceza Mahkemesinin 1970/-266, 267, 268 esas sayılarını alan ve
birleştirilerek görülen üç dâvanın duruşması sırasında Cumhuriyet Savcısı
4/2/1329 günlü Memurin Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinin ilçe idare
kurullarına yargı yetkisi verdiğini ve şu duruma göre de Anayasa'nın 12., 16.,
30., 32., 117. ve 118. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüş; bu iddianın
ciddîliği kanısına varan mahkeme dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine ve
duruşmanın başka güne bırakılmasına 10/7/1970 gününde karar vermiştir.
III-
YASA METİNLERİ:
1.
İtiraz konusu hüküm :
Memurin
Muhakematı hakkındaki Kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen 4. maddesi
şöyledir :
(Madde
4- Kazalarda kaza kaymakamı ile şuabatı idarei kaza rüesayi memurininden ve
meclisi idarei kaza azasından maada bilcümle memurin ve müstahdemin ile nahiye
müdür ve müstahdemini hakkındaki evrakı tahkikiye kaza meclisi idaresine ve
sancaklarda mutasarrıf ile şuabatı idareî liva rüesayi memurininden ve meclisi
idareî liva âzasından maada bilumum memurin ve müstahdemini liva ve mülhak
kazalar kaymakamlariyle şuabatı idareî kaza rüesayi memurini ve mecalisi idarei
kaza âzası hakkındaki evrakı tahkikiye meclisi idarei livaya ve vilâyet
merkezlerinde vali ile ba iradei seniye mansup memurini merkeziyeyi vilâyetten
ve meclisi idarei vilâyet azasından maada bilcümle memurini merkeziyei vilâyet
ve, mülhak liva mutasarrıflariyle şuabatı idarei liva rüesayi memurini ve
mecalisi idarei liva azası ve merkezi vilâyete mülhak kazalar kaymakamlariyle
şuabatı idarei kaza rüesayı memurini ve mecalisi idarei kaza azası hakkındaki
evrakı tahkikiye meclisi idarei vilâyete bir vilâyetin ba iradesi seniye mansup
memurini merkeziyesiyle meclisi idaresi azası hakkındaki evrakı tahkikiye dahi
Şurayı Devlet Mülkiye Dairesine tevdi edilerek işbu meclislerce mevadı âtiye
veçhile memuru maznunun lüzum veya men'i muhakemesine karar verilir.)
2-
Dayanak olarak ileri sürülen Anayasa hükümleri:
İtiraz
konusu hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu görüşünü desteklemek üzere ileri sürülen
Anayasa maddelerine burada yer verilmesi, ilk inceleme sonunda varılan ve
aşağıda açıklanacak olan sonuca göre, gerekli görülememiştir.
IV-
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 26/11/1970 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında aşağıda belirtilen iki sorun ele alınmıştır.
1.
Anayasa'ya aykırılık iddiasının daha önceki itirazlar dolayısiyle incelenmiş
bulunması durumu :
Memurin
Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki
iddia daha önce 1967/14 ve 1968/14 esas sayılı işler dolayısiyle incelenmiş;
hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığı ve itirazın reddi 14/11/1967 ve 26/9/1968
günlerinde 1967/36 ve 1968/35 sayılarla karara bağlanmıştı.
Görüşmelerin
başında Muhittin Gürün şu duruma ve Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesi kararlarının
kesinliğini ve bağlayıcılığını saptayan 152. maddesi hükmüne göre konunun
yeniden incelenemiyeceğini ileri sürmüştür.
Anayasa'nın
152. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararlan kesindir. Kesin yargı karan,
karan veren mahkemece veya başka bir yargı yerince yeniden incelenip
değiştirilmesi olanağı bulunmayan karar demektir. Anayasa Mahkemesinin
Anayasa'ya aykırılık iddialarına ilişkin kararlan Anayasa'nın 149. veya 151.
maddelerine dayanılarak yapılmış belli istemler üzerine verilebileceğinden her
kararın kesinliği de o kararın verilmesini gerektiren belli dâva veya itiraz
açısından söz konusu olabilir. Bu durumun sonucu olarak belirli bir dâva veya
itirazın karara bağlanması aynı konuda bir başka dâva veya itirazın Anayasa
Mahkemesine gelmesine veya incelenmesine engellik edemez.
İptal
kararlariyle dâva veya itirazın reddine ilişkin kararlar arasında açık bir
ayının vardır, iptal kararları karar gününde ve ayrıca yürürlükte günü
belirtilmişse o günde iptal konusu hükümleri yürürlükten kaldırır. İptal
dolayısiyle yürürlükte bulunmayan bir kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülemiyeceğine göre böylece çözümlenmiş konuların bir daha mahkemeye gelmesi
düşünülemez. Gelse de yeniden incelenmesinin gereği ve konusu olmaz ve iş karar
verilmesine yer olmadığı yolunda bir sonuçla kapanır. Davanın veya itirazın
reddi ile sonuçlanmış kararlara konu olan hükümler ise yürürlükte kalmış ve kararlar
belirli durumlara ve koşullara dayanmakta bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da
bu kapsam içinde, belirli bir dava ve itiraz bakımındandır. Durumların ve
koşulların değişmesi halinde sonucun da değişik olması gerekir. Böyle bir
değişmenin bulunup bulunmadığı ise ancak yeni dava veya itirazın incelenmesi
sonunda anlaşılabilir.
Bir
dava veya itiraz redle sonuçlanırsa aynı konuda gelecek başka davaların ve
itirazların incelenemiyeceği yolunda bir görüş kimi hükümlere dokunulmazlık
tanımak, bu hükümler hakkında özellikle yargı mercilerinin yetkilerini
kullanmalarım önlemek, hukukî görüşleri dondurup kalıplaştırmak olur. Türkiye
Cumhuriyeti Anayasa'sının böyle bir ereği bulunduğu düşüncesini destekliyecek,
doyurucu bir kanıtın ileri sürülmesi olanaksızdır.
Şu
duruma göre itiraz konusu hükmün daha önceki itirazlar dolayısiyle incelenmiş
ve Anayasa'ya aykırı görülmüyerek itirazların reddine karar verilmiş
bulunmasının konunun 1970/45 esas sayılı dosyada yeniden incelenmesine engellik
edemiyeceğine Muhittin Gürün'ün karşı oyu ile ve oyçokluğu ile karar verilerek
ikinci sorunun görüşülmesine geçildi.
2-
İtiraz yoluna başvuran mahkeme yönünden yetki sorunu :
Anayasa'nın
151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine göre bir mahkemenin
Anayasa'ya uygunluk denetimi için Anayasa Mahkeme'sine getirebileceği hükümler
ancak bakmakta bulunduğu davada uygulanacak olanlarla sınırlıdır. Bir başka
deyimle itiraz yoluna başvuran mahkemenin elinde bakmakta olduğu bir dava
bulunmalı ve Anayasa Mahkemesine getirdiği hükümleri o davada doğrudan doğruya
uygulama durumunda olmalıdır.
Ödemiş
Asliye Ceza Mahkemesinin elinde bakmakta olduğu bir dava bulunduğunda kuşku
yoktur. Bu, öğrencilerini görev sırasında dövmekten sanık bir öğretmene karşı
Memurin Muhakemetı hakkındaki Katma uyarınca açılmış ceza davasıdır. Demek ki
olayda, Anayasa Mahkemesine itiraz yoliyle başvurulabilmesi için Anayasa'nın
151. maddesinde öngörülen koşullardan birincisi vardır.
İkinci
koşulun var olup olmadığına gelince : Mahkeme bu dava dolayısiyle Memurin
Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinin Anayasa'ya uygunluk denetiminin
yapılmasını istemektedir. İtiraz konusu maddenin sözü geçen davada uygulanacak
bir hüküm olup olmadığının saptanabilmesi için bu madde üzerinde durulması
gerekecektir.
Görüleceği
üzere Memurin Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinde ilgili memurun
durumuna ve kimliğine göre ilk soruşturma kâğıtlarını inceleyerek "Lüzumu
muhakeme" veya "Men'i muhakeme" kararı verecek kurullar
sayılmaktadır. Bu madde uyarınca ilçelerde kaymakam, ilçe idare şubeleri
başkanları ve ilçe idare kurulu üyeleri dışında kalan tüm ilçe memurlarına
ilişkin soruşturma kâğıtları ilçe idare kuruluna verilecek ve kurul sanık hakkındaki
soruşturmayı lüzum veya men'i muhakeme kararına bağlıyarak sonuçlandıracaktır.
Olayda sanık öğretmen, memurluk durumu yönünden, ilçe idare kurulunun karar
verme yetkisi içine girmektedir. İlçe idare kurulu sanık öğretmen hakkında
lüzumu muhakeme kararı vermiş ve ancak bunun üzerine iş asliye ceza mahkemesine
gelebilmiştir.
Mahkemenin
elkoyduğu evre son soruşturma evresidir. İtiraz konusu hüküm uyarınca yapılan
işlemin yer aldığı evre ise bu evrenin dışında ve bu evreden öncedir. Bir başka
deyimle Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 4. maddesi iş mahkemeye gelmeden
önce mahkeme dışındaki yetkililerce, yani ilçe idare kurulunca uygulanmıştır.
Uygulanmamış olsa işe mahkemenin elkoymasına olanak yoktur. Mahkeme yalnızca
son soruşturma ile uğraşacağına göre bu evreye varılabilmesi için mahkeme
dışındaki belirli mercilerce önceden uygulanması zorunlu bir hükmün son
soruşturma sırasında o mahkemece uygulanması elbette ki söz konusu olamaz.
Sanık
memur olduğuna ve suç görevile ilgili bulunduğuna göre mahkemenin sanık
hakkında usulünce verilmiş bir lüzumu muhakeme kararı bulunup bulunmadığını
araştırması tabiîdir. Ancak bu araştırma yalnız ilçe idare kurulunca
uygulanabilecek ve uygulanmış bir hükmün mahkemece de uygulanması niteliğini
taşımaz. Böyle bir araştırmada mahkeme olsa olsa Memurin Muhakematı Hakkındaki
Kanunun "memurların memurluk görevinden dolayı yahut görevin yerine
getirilmesi sırasında oluşan suçlardan lüzumu muhakemelerine karar verilip
mahkemeye sevkedilmek üzere evrakı ve lüzumu muhakeme mazbatası savcılara
verilmedikçe bunların memur hakkında doğrudan doğruya kovuşturma yapmalarını
yasaklayan" 13. maddesi hükmünü uygulamış duruma geçer. Mahkemenin Anayasa
Mahkemesine getirdiği hüküm ise 13. değil 4. maddedir.
Özetlenecek
olursa Ödemiş Asliye Ceza Mahkemesi bakmakta olduğu davada Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanunun 4. maddesini uygulama durumunda bulunmamaktadır. Anayasa'nın
151. maddesinde öngörülen ikinci koşul gerçekleşmemiştir. İtirazın, itiraz
yoluna başvuran mahkemenin yetkisizliği yönünden reddi gerekir.
Celâlettin
Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Recai Seçkin, Kani Vrana, Şevket Müftügil ve Ahmet
H. Boyacıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
V-
SONUÇ :
Memurin
Muhakematı Hakkındaki Kanunun 4. maddesini Ödemiş Asliye Ceza Mahkemesinin
bakmakta olduğu davada uygulama durumunda bulunmadığına ve bu nedenle itirazın
itiraz yoluna başvuran mahkemenin yetkisizliği yönünden reddine Celâlettin
Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Recai Seçkin, Kani Vrana, Şevket Müftügil ve Ahmet
H. Boyacıoğlu'nun karşı oylariyle ve oyçokluğu ile 26/11/1970 gününde karar
verildi.
|
|
|
|
Başkanvekili
Lütfü
Ömerbaş
|
Üye
Celalettin
Kuralmen
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
|
|
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
|
|
|
|
Üye
Recai
Seçkin
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Kani
Vrana
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Şevket
Müftügül
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
1)
Bir davaya bakan asliye ceza hâkimi, her işten önce, davanın kendisine hukuka
uygun biçimde getirilmiş olup olmadığını araştırmakla ödevlidir. Mahkememizce
incelenen işi bize getiren Ödemiş Asliye Ceza Mahkemesi, Ödemiş İlçe Yönetim
Kurulunca verilen son soruşturmanın açılması kararı üzerine ceza davasına
elkoymuştur. Hâkim bu davanın hukuka uygun olarak açılmış olup olmadığını
incelerken, çoğunluk gerekçesinde yazıldığı gibi, yalnızca son soruşturmanın
açılması kararının bulunup bulunmadığım incelemekle yetinecek değildir;
mahkeme, yerine göre bu kararı vermiş bulunan kurulun kuruluşunun hukuka uygun
olup olmadığını dahi incelemekle ödevlidir. Örneğin kararı veren kurulda
toplantı yeter sayısının veya kararda karar verme yeter sayısının gerçekleşmiş
olup olmadığını dahi bu konular üzerinde kuşku uyandıran bir durum varsa
incelemekle yükümlüdür. Usulünce toplanmamış bir kurulun kararı veya yeter
sayıda üyenin katılmış olmadığı bir kurul kararı geçerli sayılamaz ve hiç bir
hukuk sonucu doğuramaz. Bunun gibi mahkeme, bu karan veren kurula son
soruşturma açma kararı verme yetkisinin tanınmasında Anayasa'ya aykırılık
kuşkusu varsa bu konu üzerinde dahi öncelikle durmak zorundadır; zira mahkemece
incelenilen bir hukukî işte Anayasa'ya aykırılık sorunu, mahkemeler Anayasa'nın
132. maddesinin 1. fıkrası gereğince, ilk önce Anayasa'yı uygulamakla ödevli
bulunduklarından, bütün öbür sorunlardan önce gelen bir sorundur.
2)
Olayda ilçe yönetim kuruluna memur suçlarında son soruşturma açma kararı
yetkisini tanıyan yasa kuralı, 1329 tarihli memurlar yargılama yasasının 4.
maddesi kuralıdır. Demekki bu kural, bu davada Asliye Ceza Mahkemesinin
uygulamakla ödevli bulunduğu bir kuraldır. Ve Anayasa'nın 151. maddesi
gereğince mahkeme bu kural konusunda Mahkememize başvurmağa yetkilidir.
SONUÇ:
Asliye Ceza Mahkemesinin Memurları Yargılama Yasasının 4. maddesinin Anayasa'ya
aykırılığı sorununun incelenmesini mahkememizden istemeğe yetkili bulunduğu
gözönünde tutulmaksızın istemin mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddedilmiş
bulunmasına karşıyız.
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Recai
Seçkin
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
151. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
22/4/1962 günlü ve 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri hükümlerine göre mahkemeler,
ancak bakmakta oldukları bir dava dolayısiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna
başvurabilir. Bir davanın hukuken var sayılabilmesi için ise, onun kanunlara
uygun olarak açılmış ve ayrıca mahkemenin yetkisi içine girmekte bulunmuş
olması gerekir. Bundan başka aynı hükümler uyarınca mahkemelerin bu
başvurmaları, o dava nedeniyle uygulanacak olan kanun hükümleri ile dahi
sınırlı bulunmaktadır.
Olayımızda
birinci koşulun gerçekleştiğinde bir kuşku yoksa da, ikinci koşulun
gerçekleşmediği konusunda çoğunluğun görüşüne katılmaya olanak görülememiştir.
Anayasa'nın
32. maddesi "hiç kimse tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran
yargı yetkisine sahip olağan üstü merciler kurulamaz" şeklindeki
hükümleriyle, olağanüstü mercilerin tabiî yargılama yeri veya hâkimi
olamayacağı esas kuralını koymuş bulunmaktadır. Olağan bir yargılama yeri ile
olağanüstü bir yargılama yerini birbirinden ayırmaya elverişli ölçü ise,
birincilerin olaylardan önce ve genel olarak ve diğerlerinin ise olaylardan
sonra ve olaya özel olarak kurulmuş olmalarıdır. İşte, olaylardan önce genel
olarak kurulmuş olup da somut bir olayla ilgili bulunmayan yargı yerlerine
"tabiî yargı yeri" ve böyle yerlerin hâkimlerine de tabiî hâkim
denilmektedir.
Anayasa,
"mahkemelerin kuruluşu" başlığını taşıyan 136. maddesiyle,
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulleri
konularının kanunla düzenlenmesini öngörmüş bulunmaktadır. Bu bakımdan,
Anayasa'nın yukarıda gösterilen "tabiî yargı yolu" ilkesinin, yasama
organınca öncelikle gözönünde bulundurulması gerekir. Nitekim Anayasa
Komisyonunun raporunda (Herkesin, kanunun genel olarak koyduğu görev ve yetki
esasları ile belli olan hâkim tarafından muhakeme edilmesi, şahsi güvenliğinin
baş şartıdır. Kişinin kanunî olmayan, yani tabiî hâkiminden başka mercilerde
muhakeme edilmesi, bu alanda özel muameleye tabi tutulması hukuk devletinin
asla kabul edemiyeceği bir tutum teşkil eder.) diye yer alan gerekçeler, 32.
maddede öngörülen ilkeleri daha ziyade açığa vurmakta ve böylece bu ilkelerin
konulusu amaçlarım daha belirli bir duruma getirmektedir.
Bu
hükümlerin birlikte incelenmesinden anlaşılmaktadır ki, genel olarak herkes
için ve olaylardan önce kurulmuş olup da kuruluşlar, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla belli edilmiş bulunan mahkemeler tabiî
mahkeme ve bunların hâkimleri de tabiî hâkimdir.
Yine
Anayasa Komisyonu raporunun, 32. maddenin 2. fıkrası hükmünün, kişileri, genel
kurallara göre belli olan tabiî yargılama yerlerinden veya tabiî hâkimlerin
elinden alıp, olağan üstü olarak kurulmuş bulunan üst mahkemelerin veya mercilerin
kararlarına terk eden kanunların çıkarılmasını önlemek amacıyla ve ayrıca bu
yoldaki sürekli gereksinmelere karşılık vermek üzere konulduğu ve bu
nitelikteki hükümlerin bir çok anayasalarda ve hattâ eski Kanunî Esasimizde
bile yer aldığı belirtilmek yoliyle, bir kişinin, görev ve yetkileri ancak
kanunla belli edilmiş bir yargı yerinden başka bir yargı yerine çıkarılması
olanağını yaratacak kanun hükümlerinin Anayasa'ya aykırı düşeceğine işaret
edilmek istenilmiştir. Demek ki, "tabiî yargı yolu" kavram ve ilkesi,
olağanüstü yargı yerlerinden başka yetkisiz veya görevsiz yargı yerlerini de
kapsayacak genişliğe sahiptir. Çünkü, yetki ve görevle ilgili yasa hükümleri,
gerek kişi ve gerek toplum için birer güvencedir.
O
halde, "tabiî yargı yeri" ve "kâkimi" kuralının doğal bir
sonucu olarak, bir ceza mahkemesini, kendisine açılmış bir davayı görmeye
çeşitli yönlerden yetkili veya görevli bulunup bulunmadığının saptamak ve
kanunî gereğini yapmak üzere, o davanın açılışı ve kendisine getirilişi ile ilgili
işlemleri incelemesi gerekmektedir. Zira, herkesin, kanunun genel olarak
koyduğu yetki ve görev esasları ile belli olan bir yargı yeri veya hâkimi
tarafından yargılanması, kişi güvenliğinin baş koşuludur. Kişilerin kanunî
,yani doğal hâkiminden başka mercilerce muhakeme edilmesi ve bu alanda özel bir
işleme bağlı tutulması, hukuk devletinin asla kabul edemiyeceği bir tutum
teşkil eder. Ceza mahkemelerinin yetki ve görevleri ile ilgili kanun
hükümlerinin bu nedenlerle kamu düzenini ilgilendirdiği öngörülmüş bulunduğundan,
bunların ceza soruşturma ve kovuşturmasının her evresinde mahkemelerce,
öncelikle kendiliğinden veya bir istek veyahut bir kanun yoluna başvurma
üzerine, incelenip gözönünde bulundurulması olanak ve zorunluğu vardır.
Yukarıdaki
açıklamalar göstermektedir ki, bir yargılama yeri kendisine getirilen bir işin
veya uyuşmazlığın çözümlenmesi sırasında, her şeyden önce ve soruşturma veya
koğuşturmanın her evresinde, kendisinin bu işi veya uyuşmazlığı çözümlemeye
yetkili veya görevli olup olmadığını belli eden kanun hükümlerini kendiliğinden
veya taraflarla ilgililerin kanun yollarına başvurmaları üzerine, inceleyerek
tabiî yargı yeri bulunup bulunmadığını saptaması ve sonucuna dayanarak, ya
yargı görevine devam etmesi veyahut yetkisizliğine veya görevsizliğine karar
vermesi gerekli ve zorunlu bulunmaktadır. Diğer bir deyimle, yargı yerleri
kendilerinin görev ve yetkilerini belli eden kanun hükümlerini kendilerine
getirilen iş veya uyuşmazlıkta herşeyden önce ve her evrede uygulamak durumunda
bulunmaktadırlar. Zira, o iş veya uyuşmazlığın çözümlenmesi, usul kanunları
veya diğer kanunların bu nitelikteki hükümleri yargı yerlerinin görev ve
yetkilerini belli eden hükümlerle doğrudan doğruya ilgili olup, hattâ, gerek
kişi haklarını güvence altına almak ve gerek kamu düzenini sağlamak amaçlariyle
konulmuş ve bu nitelikleri nedeniyle ceza soruşturma veya kovuşturmasının her
evresinde ve herşeyden önce kendiliğinden dahi gözönünde bulundurulması zorunlu
bulunan bu hükümlerin doğru ve uygun bir şekilde uygulanmalariyle sıkı sıkıya
bağlı tutulmuştur.
Bir
yargı yeri kendisine getirilen bir işte, onu görüp çözümlemeğe görevli ve
yetkili olup olmadığını saptayıp, bu konudaki kanun hükümlerini o işin veya
uyuşmazlığın çözümlenmesinde uygulama zorunluk ve durumunda bulunduğu gibi,
getiren yerin veya kişinin dahi onu getirmekle yetkili veya görevli olup
olmadıklarını aynı şekilde saptamaları, yani bu konudaki kanun hükümlerini de
uygulamaları zorunludur. Çünkü, ceza soruşturma veya soruşturmalarında iş veya
uyuşmazlıkların tabiî yargı yerlerine götürülmeleri, yani bu konudaki kanun
hükümlerinin kendiliğinden dahi gözönünde bulundurulması, gerek Anayasanın ve
gerek Anayasa'ya uygun şekilde çıkarılmış kanunların gereği bulunmaktadır.
O
halde ceza işlerinde yargı yerleri kendilerine getirilen işi veya
uyuşmazlıkları getiren yer veya kişilerin bunları getirmeye yetkili veya
görevli olup olmadıklarını belli etmekte bulunan kanun hükümlerini dahi, o iş
veya uyuşmazlığın çözümlenmesi sırasında uygulama durumunda bulunmaktadırlar.
Bu şekildeki bir kabul, Anayasa'dan gelip uygulama yerini usul kanun ve
hükümlerinde bulan "tabiî yargı yolu" ilkesinin olağan ve kaçınılmaz
bir sonucudur.
Böylece,
olayımızda itiraz konusu yapılan işi itiraz yoluna başvuran mahkemeye getiren
yerin, bu işi bu mahkemeye getirmeye yetkili ve görevli olup olmadığını belli
eden kanun hükmünü mahkemenin uygulama durumunda bulunduğu açıkça ortaya
çıkmaktadır.
İşte
itiraz yoluna başvuran mahkeme, kendisine idare kurulunun lüzumu muhakeme
kararıyla getirilen bir ceza dâvasında Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 4.
maddesinin Anayasa'ya uygunluk denetiminin yapılmasını istemektedir. Görüleceği
üzere, sözü geçen madde, ilgili memurun durumuna ve kimliğine göre ilgili
soruşturma kağıtlarını inceleyerek lüzumu muhakeme veya men'i muhakeme karan
vermekle yetkili kılınan kurumları saymaktadır. Bu madde uyarınca ilçelerde
kaymakam, ilçe idare kurulları başkanları ve ilçe idare kurulu üyeleri dışında
kalan tüm ilçe memurlarına ilişkin soruşturma kağıtları ilçe idare kuruluna
verilecek ve kurul, sanık hakkındaki soruşturmayı lüzum veya men'i muhakeme
kararma bağlıyarak işi sonuçlandıracaktır. Olayımızda, sanık öğretmen memurluk
durumu yönünden, ilçe idare kurulunun karar verme yetkisi içine girmektedir.
İlçe idare kurulu kendisini yetkili görerek sanık öğretmen hakkında lüzumu
muhakeme kararı vermiş ve bunun üzerine iş itiraz yoluna başvuran mahkemeye
gelmiştir. İşte mahkeme işi kendisine getiren ilçe idare kurulunun karar
verirken dayandığı Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 4. maddesinin
Anayasa'ya aykırı olduğu itirazında bulunmuştur. İlçe İdare Kurulunun bu hükme
dayanarak karar vermiş olması, yukarıda açıklandığı üzere, mahkemenin idare
kurulunun bu içi kendisine getirmeye yetkili olup olmadığını incelemesine engel
sayılamaz. Çünkü, ceza kovuşturmalarında mahkemeler kendilerine gelen işleri
getirenlerin yetkili veya görevli olup olmadıklarım incelemek ve dolayısiyle bu
konudaki kanun hükümlerini soruşturmanın her evresinde ve bu itibarla, kararda
çoğunluğun kabulüne aykırı olarak, işin son soruşturma evresinde bile uygulama
durumunda bulunmaktadırlar.
Nitekim,
kaynak ve dayanağını Anayasa'nın 136. maddesinden alan ceza yargılamalarına
ilişkin usul kanunları ile diğer kanunların bu nitelikteki hükümleri uyarınca,
ceza mahkemeleri kendilerine getirilen işlerde, gerek kendilerinin ve gerek
getirenlerin yetkili veya görevli olup olmadıklarını, kendiliklerinden veya
gerek bir istek ve gerek bir kanun yoluna başvurulma üzerine inceleme konusu
yaparak saptamaları ve sonucuna göre bu konudaki kanun hükümlerini uygulayarak,
ya işi görmeye devam etmeleri veya işi yetki veya görev yönünden red edip,
hatta yetkili veya görevli yere göndermeleri gerekli ve zorunlu bulunmaktadır.
Bundan
başka, ceza mahkemeleri bu kanunî gerek ve zorunluğa uymadıkları takdirde, bu
yön, diğer inceleme yargı yerlerince, kanun yollarına başvurulması üzerine ve
hükmün temyizi halinde ise son inceleme yeri bulunan Yargıtay'ca, ya bir isteğe
dayanarak ve herhalde öncelikle re'sen bozma nedeni yapılmaktadır. İşte bu dahi
göstermektedir ki, ceza mahkemeleri kendilerine gelen iş veya uyuşmazlıkları
çözümlerken, bunları getiren kişi veya yerlerin yetkili veya görevli olup
olmadıklarını inceleyip bu konudaki usul hükümlerini de uygulama durumunda
bulunmaktadırlar.
Çoğunluğun
kararında, ceza soruşturmasının hazırlık ve ilk soruşturma evrelerinde
uygulanan kanunlar, dâva nedeniyle uygulanacak kanunlar olarak sayılmamaktadır.
Buna göre, mahkemeler, ancak son soruşturma evresinde uygulanabilen kanunlar
hakkında Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvurabilirler demektir.
Çoğunluğun
bu görüşüne dahi katılma olanağı yoktur. Zira, Anayasa'ya aykırılık itirazı,
mahkemelerde yapılan bir ön itiraz olmadığından, ceza dâvasının her evresinde
ileri sürülebilir. Hele, ilk soruşturmaya bağlı olan veya tutulan işlerde kamu
dâvası, bu soruşturmanın yapılmasını isteyen C. Savcılığı talepnamesinin sorgu
hâkimliğine tevdii ile beraber başlamakta olduğuna göre, bu evrede uygulanan
kanunlar hakkında ceza mahkemelerince Anayasa'ya aykırılık itirazının
yapılmasına kanunî bir engel düşünülemez Aksine olan bir kabul, gerek hazırlık
ve gerek ilk soruşturma evrelerinde uygulanan kanun hükümlerinin Anayasa
denetimi dışında kalması sonucunu doğurur. Bu itibarla, ceza soruşturmasının
hazırlık ve ilk soruşturma evrelerinde uygulanmış bulunan kanun hükümlerinin
Anayasa'ya aykırılığı, gerek dâvanın esasına ve gerek Anayasa'nın kişi için
koyduğu temel hak ve güvencelere etkili olduğu takdirde, bu hükümler hakkındaki
itirazların incelenmesi zorunludur. Aslında, dâvada uygulanacak kanun
hükmünden, dâvanın doğruluğu ve geçerliliği ile ilgili ve o dâva nedeniyle
uygulanmış veya uygulanması gereken veyahut uygulanması istenen hükümlerin
anlaşılması daha doğru bir kabul olur. Bu bakımdan ceza soruşturmasının hazırlık
ve ilk soruşturma evrelerinde uygulanan bir kanun hükmü, yukarıda işaret
edildiği üzere, Anayasa'da gerek kişi ve gerek toplum için konulmuş hak ve
güvencelere veya dâvanın esasına etkili, veyahut dâvanın doğruluğu ve
geçerliliği ile ilgili olduğu takdirde mahkemece itiraz konusu yapılması
gerektiğinden, ceza soruşturmasının bu evrelerinde uyulması zorunlu bulunan
yetki ve görevle ilgili kanun hükümlerinin uygulanacak kanun hükmü olarak
sayılmaları olağan bir sonuç teşkil eylemektedir.
Yukarıdaki
nedenlerle, çoğunluğun, itiraz yoluna başvuran mahkemenin, Memurin Muhakematı
hakkındaki Kanunun 4. maddesini görmekte olduğu dâvada uygulama durumunda
bulunmadığından itirazın yetki yönünden reddine ilişkin kararına karşıyız.
|
|
|
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Kani
Vrana
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Memurin
Muhakematı hakkındaki Kanunun 4. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolunda
değişik mahkemeler tarafından 1967 ve 1968 yıllarında yapılmış olan itirazlar
sonucunda söz konusu maddenin Anayasa'ya aykırı olmadığına üç kez karar
verilmiş ve bu kararlar da Resmî Gazetelerde ilân edilmiştir. (Bak: Anayasa
Mahkemesi Kararları: Gün, 14/11/1967, 26/9/1968, sayı: 1967/14 - 1967/36,
1967/16 - 1967/37, 1968/14 - 1968/35.
Resmî
Gazeteler : Gün : 29/4/1968, 2/5/1968, 18/4/1970, sayı : 12886, 12888, 13475)
Yukarıki
kararla, söz konusu 4. madde hükmü bir kere de bu dosya ile yapılmış bulunan
itiraz vesilesiyle dördüncü kez inceleme konusu yapılarak yeniden karar
verilmesi yolu tutulmuştur.
Halbuki
Anayasa'nın 152. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
hakkındaki 44 sayılı Kanunun 50. ve 51. maddelerinde, Anayasa Mahkemesi
kararlarının, hiçbir ayırım yapılmaksızın, kesin; yasama, yürütme, yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı olduğu,
herhangi bir duraksamaya yer vermiyecek açıklıkla belirtilmiş bulunduğuna göre,
hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa'ya uygunluk kararı verilmiş
bulunan hükümlerin, bir başka dâva veya itiraz vesilesiyle tekrar incelenerek
yeni bir karara, esas bakımından, konu yapılması mümkün değildir. Bu gibi
hallerde, önceki karardan bahisle (Yeni bir karar verilmesine yer olmadığı)
yolunda karar verilmesi yeterlidir.
Bu
konuya ilişkin ayrıntılı düşüncelerim, 28/6/1966, 14/2/1967, 30/9/1969 günlü ve
1963/132 - 1969/29, 1963/144 - 1967/6, 1969/17 - 1969 /49 sayılı Anayasa
Mahkemesi kararlarına ait karşıoy yazılarında geniş olarak açıklanmış
bulunmaktadır. (Bak = Resmî Gazete : 27 Haziran 1967, Sayı : 12632, Sahife : 8
- 9 ve 14; 18 Mayıs 1970, Sayı : 13497, Sahife :9)
Tekrarını
gerekli görmediğim aynı düşüncelerle yukarıki kararda uygulanan usule karşıyım.