ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
E. No:1963/337
K. No:1967/31
Resmi Gazete tarih/sayı:2.5.1969/13188
Davacı:
Türkiye İşçi Partisi
Dâvanın
konusu : 15.7.1963 günlü 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt
Kanununun bir takım hükümlerinin Anayasa'ya aykırılıkları dolayısiyle İptali
istemidir.
A)
İptal isteminin gerekçeleri:
İstem
dâva konusu kanunun toplu iş sözleşmesine ilişkin birkaç hükmüne, lokavta
ilişkin bütün hükümlerine ve greve ilişkin bir takım hükümlerine yöneltilmiş
bulunduğu için iptal isteminin gerekçeleri, bu başlıklar altında özetlenmiştir.
a-
Toplu iş sözleşmesine ilişkin hükümlere yöneten iptal nedenleri:
1-
Dâva konusu Kanunun 1. maddesinin 1 sayılı bendi, toplu iş sözleşmesinin
yapılabilmesi için yalnız hizmet akdini esas tutmuştur. Borçlar Kanununda
düzenlenmiş bulunan hizmet akdi, çalıştırmaya ilişkin olan akitlerin hepsini
kapsamına alan bir âkit değildir. Yalnız Borçlar Kanununun düzenlediği konu
çerçevesi içinde kalan çalıştırma ilişiklerini kapsamaktadır. Halbuki
Anayasa'da işçi veya çalışan deyimi ile anlatılan kimseler hizmet akdinde
müstahdem diye adlandırılan kişilerle kıyaslanamayacak ölçüde çoktur. Borçlar
Kanununun hizmet akdine ilişkin hükümleri, hizmet akdi ne denli geniş
yorumlanırsa yorumlansın, Anayasa'nın 47. maddesindeki işçi kavramına ulaşamaz.
Anayasa'nın 47. maddesi nerede iş sahibine bağlı olarak çalışma durumu varsa
orada toplu sözleşme ve grev hakkını tanımıştır; başka deyimle, bir kişinin
Anayasa hükmünce işçi sayılması için bir işverene bağlı olarak bir işte
çalışması gerekli ve yeterlidir. Buna göre istem konusu hüküm, Anayasa'nın
geniş tuttuğu bir alanı daraltması bakımından Anayasa'nın 47. maddesine
aykırıdır.
2-
Dâva konusu Kanunun 12. maddesinin 1 sayılı bendinin birinci fıkrasının
"... ve Ankara, İstanbul, İzmir'de çıkan bir gazete ile yayınlamağa
mecburdur. Hükmü, işçi sendikalarına, Anayasa hükümleri ile bağdaşmayacak ağır
bir malî yük yüklemektedir. Bu hükmün, kamu düzeni bakımından bir değeri
yoktur. Durum bölge çalışma müdürlüğüne bildirildikten sonra sendikanın ayrıca
bir çok paralar ödeyerek gazete ile yayınlama yükümü altında tutulması, malî
gücü olmayan veya yetersiz bulunan sendikayı toplu sözleşme yapma yetkisinden
yoksun bırakmaktadır. Halbuki Anayasa, sendikalar arasında malî güç bakımından
bir ayırım gözetmeksizin hepsi için toplu iş sözleşmesi yapma hakkını
tanımıştır. Bu yön, 47. maddenin özünde vardır. Sendikalar arasında malî göç
bakımından bir ayırım gözetmeksizin hepsini aynı yüküm altına sokan bu fıkra
47. maddeden başka Anayasa'nın 10., 11., ve eşitlik ilkesine ilişkin 12.
maddelerine dahi aykırı bulunmaktadır.
b-
Lokavta ilişkin hükümlere yönelen iptal nedenler!:
1-
Dâva konusu Kanunun lokavtı tanımlayan 16. maddesi, Anayasa'ya aykırıdır;
aa-
Anayasa'nın başlangıç bölümüne göre demokratik hukuk devleti, bütün hukukî ve
sosyal temelleri ile kurulacaktır. Anayasa'nın 2. maddesi de, devleti, sosyal
bir hukuk devleti olarak nitelendirmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin temel
niteliklerinden başlıcası "sosyal devlet" olmasıdır. Sosyal bir
devlette ise, işçiler kendilerine zorla bir takım şartların kabul ettirilmesi
gereği ile işlerinden atılamazlar, onların işsiz ve aç bırakılmaları bir kanun
konusu olamaz.
bb-
Anayasa'nın 36. maddesinin üçüncü fıkrası hükmünce, mülkiyet hakkının
kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz. Lokavt adı ile işverenlere
işçileri toptan işten atma olanağı verilmekle mülkiyet hakkı sahibine bu hakkı
toplum yararı dışında kullanın yetkisi tanınmıştır.
cc-
Anayasa'nın 41. maddesine göre iktisadî ve sosyal hayat, adalet ve tam çalışma
yönetimine, herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış sağlamak
amacına göre düzenlenecektir. Lokavt ile İşsiz bırakılacak işçiler İçin tam
çalışma, insanlık haysiyetin yaraşır bir yaşayış sağlama amacına hiç bir zaman
erişilemiyecektir.
çç-
Anayasa'nın 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına göre çalışma, herkesin
hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların insanca ve kararlılık içinde yaşaması
İçin sosyal, İktisadî ve malî tedbirlerle onları korur ve işsizliği önler.
Lokavt ile çalışma hakkı ortadan kalktığı gibi, işçilere zorla kabul ettirilen
iş koşullan dahi çalışanların insanca ve kararlılık içinde yaşamasına engel
olur. Bu bakımdan lokavt, Anayasa'nın çalışanları koruma ve işsizliği önleme
amaçlarına kökten aykırıdır.
dd-
Anayasa'nın hiç bir hükmünde lokavt adı ile bir hak söz konusu olmamıştır. İşçi
ve işveren ilişkileri için konulan 47. maddede grev hakkı kabul edilmiş ise de,
lokavttan söz edilmemiştir. Bu da Anayasa'ca lokavtın kabul edilmediğini açıkça
göstermektedir.
2-
Dâva konusu Kanunun grev ve lokavt yetkisi başlığını taşıyan 19. maddesinin
lokavta ilişkin hükümleri de, Anayasa'ya aykırıdır. Çünkü "1" de
açıklanan nedenlerden ötürü lokavt hakkını tanıyan kanun hükmü, Anayasa'ya
aykırı oldukça, bunu düzenleyen öbür hükümler de, sonuç olarak Anayasa'ya
aykırı niteliktedir.
3-
Dâva konusu Kanunun 21. maddesinin 5 sayılı bendindeki lokavt yasağı ile eşit
olarak uygulanacağı öngörülen hüküm, hak olarak tanınmasının "1" de
açıklanan nedenlerle Anayasa'ya aykırılığı dolayısiyle, Anayasa'ya aykırı
bulunmaktadır.
4-
Dâva konusu Kanunun 23. maddesinin lokavtı düzenleyen hükümleri, 25.
maddesindeki lokavta ilişkin hüküm, 26. maddesinin birinci fıkrasının lokavta
ilişkin hükümleri 28. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının lokavta ilişkin
hükümleri, 29. maddesinin 2 sayılı bendi hükmü, 30. maddesinin lokavta ilişkin
hükmü, 32. 33. ve 34. maddelerindeki lokavta ilişkin hükümler ve son olarak 49.
maddesindeki lokavta ilişkin hüküm, yukarıda "1" ve "2" de
açıklanan nedenlerden ötürü, Anayasa'ya aykırıdır.
c-
Greve ilişkin hükümlere yönelen iptal nedenleri:
1-
Dâva konusu Kanunun 17. maddesinin ikinci fıkrasında iki ayrı durum söz
konusudur. Bunlardan birincisi, işçinin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal
şartların korunması, ikincisi de işçinin ekonomik ve sosyal durumunun
düzeltilmesidir. Gerçekleşmiş iş şartların korunması için bu koşullara saygı
göstermeyen işverene karşı işi topluca bırakma olayı dahi, sözü edilen hüküm
grev sayılmıştır. Ancak bunun grev sayılması ve yasaklara bağlanması her şeyden
önce bir hukukî bilgisizlik örneğidir, iş şartlarına saygı göstermeme halinde
işçinin işi bırakması; Borçlar Kanununda karşılıklı borçlar yükleyen akitlerde
taraflardan birisinin kendisine düşen edimi akde uygun olarak yerine
getirmesine zorlanması için öbür tarafın kendisine düşen edimden kaçınması
durumudur. Bir defin kullanılmasına bir takım yasaklara bağlanması, Anayasa'nın
ruhuna, özüne aykırıdır. Bundan başka sözü edilen 17. maddenin ikinci fıkrası
hükmü, bu kanuna uygun olarak yapılan grevleri kanunî grev ve uygun olmayan
grevleri ise kanun dışı grev saymakla da Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır; çünkü
ilerideki maddelerde açıklanacağı üzere Anayasa'nın bir temel hak olarak
tanıdığı grevin, bu iptal konusu kanun hükümlerine göre kullanılması ve bundan
isçi yararına herhangi bir sonuç elde edilmesi, olanak dışıdır, başka bir
deyimle, iptal konusu kanunda öngörülen hükümler, grevi bir hak olmaktan
çıkarmaktadır ve böylelikle 17. maddenin ikinci fıkrası hükmü, bu yönden dahi
Anayasa'nın 11. ve 47. maddelerine aykırıdır.
2-
Dâva konusu Kanunun 19. maddesinin 1 sayılı bendi hükmü, 2 sayılı bendinin
birinci, üçüncü ve sonraki fıkraları hükümleri ve 3 sayılı bendi hükmü;
Anayasa'nın 47. maddesinde yer alan grev hakkının özünü zedelemektedir ve
bundan ötürü, Anayasa'nın 11. ve 47 maddelerine aykırıdır.
aa)-
19. maddenin l sayılı bendi, sonuç olarak, grev yapmadan önce toplu sözleşme
konuşmasına gitme koşulunu koymaktadır ve bu kanunda toplu sözleşmenin
yapılması, uzun bir takım İşlemlere bağlı tutulmuştur. Halbuki, Anayasa grev
hakkını böyle koşullara bağlamış değildir. Bundan başka, 2. bendin birinci
fıkrasında İşverenin iş koşullarına saygı göstermemesi olayının grev
koşullarından sayılması dahi, Anayasa'ya aykırıdır.
Şunu
belirtmeliyiz ki Anayasa, grev yetkisi yalnızca amaç bakımından sınırlanmış ve
bu amaç sınırları içinde kalındıkça bu hakkı salt olarak tanımıştır. Bu amaç
dışında kalan bir takım yönleri grevin koşullarından sayan 19. maddenin 1
sayılı bendi, 2 sayılı bendinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları,
Anayasa'nın 47. maddesinin sözüne ve özüne aykırı bulunmaktadır.
bb)-
Grev, ancak birdenbire ve şaşırtıcı bir eylem olarak gerçekleşecek olursa,
yarar sağlayabilir, yoksa herhangi bir makamca kendi kişisel görüşlerine göre
durdurulabilecek olursa, onun işçi için bir yararı olmaz ve artık grev yapma
konusunda sübjektif bir haktan söz edilemez. Anayasalarında işçiye grev hakkı
tanıyan hükümler bulunmayan batı ülkelerinde dahi, böyle bir sınırlandırma
yoktur. Yalnız Amerika'da bir halde, o da ancak Cumhurbaşkanının isteği üzerine
mahkeme belli bir süre ile bağlı olmak üzere grevi durdurabilir. 19. maddenin
2. bendinin beşinci fıkrasında yer alan "hakkaniyet" "tehlike
veya önemli zararın doğması" halleri, grev için tedbir olarak dâva açmadan
veya açıldıktan sonra grevin durdurulmasına karar verme yolunda yeterli
nedenler değildir. Hakkaniyetin durdurmayı gerektirip gerektirmiyeceği, dâvaya
gitmeden önce belli olamaz ve hakkaniyete dayanarak grevi durdurma kararı veren
mahkeme, her şeyden önce, dâva üzerindeki görüşünü bildirmiş demektir.
"Tehlike veya önemli zararın doğması" da grevin durdurulmasına yeterli
olamaz; çünkü bir işyerinde yapılacak grevin birdenbire yapılması ve toplu
olarak işin bırakılması yüzünden, bu işyerinde önemli zararlar ortaya
çıkacaktır. Eğer grevin sonucunda kendisine zarar geleceği kaygusu işverende
yok ise; grev işçilerin sosyal ve iktisadî gelişmelerini sağlamağa elverişli
bir savaş aracı olarak değer taşımaz.
2-
Dâva konusu Kanunun 20. maddesinin 1 ve 2 sayılı bentleri ve 6 sayılı bendinin
"Türk
sularında seyir halinde bulunan gemilerle Türkiye'de harekette bulunan hava,
demir ve karayolu araçlarında" şeklindeki hükmü ile 12 ve 13 sayılı
bentleri dışında kalan hükümleri, Anayasa'nın 11., 12. ve 47. maddelerinin
sözüne, özüne aykırıdır.
aa-
Sağlık kurumlarından, can ve mal kurtarma işlerinde grevin büsbütün
yasaklanması haklı değildir. Bu yerlerde, bu kurumların yalnızca ivedi olayları
karşılayacak işçilerinin grev dışında bırakılması, yeterli olabilir. Yasak
zorunlu sınırları aşmıştır. Bu yerlerde grev hakkı, büsbütün kaldırılmakla
Anayasa'nın bütün işçiler için tanıdığı hakkın özüne dokunulmuştur.
6
sayılı bent hükmünce yabancı ülkede yolculuk etmekte olan yani yolda gezmekte
bulunan gemilerde grevin yasaklanması yeterlidir; gemi limana girince yolcular
için tehlike kalmaz, grev yasağının nedeni de ortadan kalkar; böylece bu 6
sayılı bentte, seyir hali dışındaki sınırlandırma dahi, grev hakkının özüne
dokunmaktadır.
bb-
Noterlik işlerinde eğitim ve öğretim yerlerinde, çocuk bakım yerlerinde çalışanların,
grevden yoksun bırakılmaları için hiç bir haklı neden yoktur.
cc-
Toplu sözleşme süresince grevin yasak edilmesi, grevle güdülen amaca aykırı
düşer. Toplu sözleşme süresince iktisadî bunalım nedeni ile işçilerin malî
durumları alt üst olabilir. Kazançları ve alım güçleri azalabilir. Grev,
bunların sosyal ve iktisadi durumlarının düzeltilmesi aracıdır. Bu halde bu
araca baş vurulmaması, Anayasa'ya uygun olamaz. Yine, özel hakeme baş vurulmuş
olması veya tahkimname imzalanması, grevi engelleyen haklı birer neden
sayılamaz. Mahkemenin, grevi durdurma kararı verebilmesi, anlaşılması güç,
uygulama sınırı belli olmayan, bugünkü yazılış ve kanunda yer alış bakımından
grev hakkının özünü yok eden bir hükümdür.
çç-
Millî Savunmaca, veya Jandarma Genel Komutanlığınca İsletilen İş yerlerinde
grev yapabilmek için, ücret veya çalışma koşullarının piyasada benzeri
işyerlerindeki, iş para veya başka koşullara göre işçilere karşı bir durumda
bulunulduğunu Yüksek Hakem Kurulunca saptanmasından önce grev yapılamıyacağı
yollu hüküm dahi, Anayasa'ya aykırıdır. Zira hakkın kullanılması için bir
vasilik hali öngörülmektedir. Halbuki Anayasa'nın 47. maddesi karşısında böyle
bir vasilik hükmü konulamaz.
3-
Dâva konusu Kanunun 22. maddesinin birinci fıkrası uyarınca işyerinde grev
oylamasına baş vurma yükümü, grev hakkının kullanılmasında işverene bir takım
işçilere baskı yapma yolunu açacaktır ve grev hakkının kullanılmasını
zorlaştıracaktır.
Bu
oylamanın gerekip gerekmeyeceğini, işçi kuruluşları kendi tüzükleri ile belli edebilirler.
Oylama zorunlu sayılsa bile bunun, yalnız işyerinde yapılmasını öngören kanun
hükmü, hakkın özüne dokunur niteliktedir.
4-
Dâva konusu Kanunun 24. maddesinin birinci fıkrası gereğince, grev yapan
işçilerin, işyerlerinden ayrılmaları yükümü vardır. Bu hüküm grevin özüne
dokunmaktadır; gerçekten, grevin etkili olabilmesi ve grevcilerin olumlu sonuca
ulaşabilmeleri için bir takım ek hakların tanınması dahi, vazgeçilmez bir
koşuldur. İşyerine yeni işçi alınmasını önlemek, bu haklardandır. Grevciler,
gerektiğinde işyerinde kalarak yeni işçi alınmasını engelleyebilmelidîrler,
yoksa işveren yeni işçileri alır ve grevi etkisiz bırakabilir.
5-
Dâva konusu Kanunun 25 maddesinin a, b, c, d fıkralarında bir takım İşçilerin
greve katılmasını önleyen hükümler, Anayasa'nın işçilere tanıdığı grev hakkının
özüne dokunmaktadır. Gerçekten, Anayasa'nın 47. maddesi hiç bir ayrık durum
öngörmeksizin bütün işçilere grev hakkını tanımıştır. Bu maddenin; ikinci
fıkrasındaki ayrık durumlar için konulan hüküm yalnızca grev yapılmayacak
işleri belli etmek bakımından konulmuş olup, grev yapılabilen bir işte bazı
işçilerin grev yetkisinden yoksun bırakılmalarını sağlamak için konulmuş
değildir. İstem konusu hükümler yüzünden grev yolu ile işveren üzerinde baskı
yapmak olanağı kalkacak ve grev başarısızlıkla sonuca erecektir. Demek ki bu
hükümler. Anayasanın 11. ve 47. maddelerine aykırıdır.
6-
Dâva konusu Kanunun 28. maddesinin birinci fıkrasında, bir grevin doksan günü
aşması halinde doksanıncı günden sonra grevcilerin işverence kendilerine
sağlamış olan konuttan çıkartabilmeleri hükmü, Anayasa'ya uygun değildir. Grev
süresince iş akdi sürüp gider, bu süre içinde akdin bozulması yoluna gidilemez;
zira grev yapan işçinin çalışmaması, haksız bir davranış, başka deyişle akde
aykırı bir davranış değildir, bir hakkın kullanılmasıdır. Bundan ötürü, istem
konusu hüküm, Anayasa'nın 2., 36., 41. ve 42. maddelerindeki sosyal ilkelere ve
47. maddenin özüne aykırı bulunmaktadır.
7-
Dâva konusu Kanunun 29. maddesinin 1 sayılı bendinde, kanunsuz bir greve veya
böyle bir grevin yapılması kararına katılan işçilerin iş akitlerinin ihbarsız
ve tazminatsız olarak işverence feshedilebileceği ve yine greve katılan
işçilerce işverene tazminat ödeneceği bildirilmektedir. Anayasa'nın 47.
maddesi, grevi yalnızca amaç bakımından kanuna uygun veya kanuna aykırı saymağa
elverişlidir. Buna göre amaç yönünden kanuna uygun bir grevin yalnızca usulüne
uygun olmaması dolayısiyle kanuna aykırı sayılmasının ve bunun sonucunda
işverene akdi bozma ve tazminat isteme hakları tanınmasının, Anayasa'nın
öngörmediği bir kanuna aykırılık durumunun kanun ile benimsenmiş bulunması
dolayısiyle, Anayasa'ya aykırı bir niteliği bulunmaktadır. Eğer bu hükümler,
yalnızca amaç bakımından kanuna aykırı sayılabilecek grevler için konulmuş
bulunsa idi o zaman Anayasa'ya aykırılık söz konusu olamazdı. Bir usul
yanılması yönünden grevin kanuna aykırı sayılması, grev hakkının özüne
dokunmaktadır ve Anayasa'nın 47. maddesine aykırı bulunmaktadır.
8-
Dâva konusu Kanunun 31. maddesi hükmü île grev yapılan İşyerlerine işçilerce
konacak grev gözcülerinin sayısının sınırlandırılması, grev hakkının özüne
dokunmakta olduğundan, Anayasa'nın 11. ve 47. maddelerine aykırıdır. Gerçekten,
işyerleri, değişik büyüklüktedir. Gözcülerin sayısının sınırlandırılması bir
takım büyük işyerlerindeki gözcülerin görev yapmalarını, olanak dışı bir duruma
sokacak ve böylelikle grev etkisini göstermiyecektir.
9-
Dâva konusu Kanunun 38. maddesindeki "siyasî partilerin yönetim
kurullarında görevli olanlar, işçiler ve işverenler adına hakem
seçilemezler" hükmü, Anayasa'nın eşitlik ilkesine ilişkin 12. maddesine ve
grev ve toplu iş sözleşmesi haklarına ilişkin 47. maddesine aykırıdır. Çünkü
Anayasa'mızın 56. maddesine göre yurttaşlar istedikleri siyasî partiye girebilirler
ve siyasî partiler demokratik hayatın vazgeçilmez birer varlığıdır. Bir partili
yurttaş, partisinin yönetim kurulunda dahi görev alabilir. Anayasa'nın bu denli
önem verdiği bir kurumda yönetim görevi alması, bir kimseyi bir takım haklardan
yoksun bırakmamalı, onları öbür yurttaşlardan daha aşağı bir duruma
düşürmemelidir.
10-
Dâva konusu Kanunun 54. maddesi yalnızca usule ilişkin bir yanılma yüzünden
kanuna aykırı sayılacak bir grev kararı verenleri, böyle bir karar verilmesini
teşvik eden, zorlayan ve propoganda yapanları cezalandırmaktadır, Kanunların ve
bu arada, Anayasa'nın da üstünde olan bir takım hukuk kuralları vardır. Anayasa
gibi kanunlar dahi, bu üstün kurullara aykırı olamaz, Bu kurullardan biri de,
suç işleyenin cezalandırılması için suç kastinin bulunması gereğidir. Usul
yanılmalarında suç kasti söz konusu olamaz. Yalnızca usul yönünden kanuna
aykırı ve amaç "bakımından uygun bulunan bir grevden dolayı, belli
kişilerin cezalandırılması, az önce anılan üstün hukuk kuralına ve Anayasa'nın 47.
maddesi hükmüne, bu 47. maddenin güttüğü amaç bakımından, karşıt düşer ve
Anayasa'nın 11. ve 47. maddelerine aykırı bulunur.
11-
Dâva konusu Kanunun 60. maddesinde işyerlerinden ayrılmayan grevci işçilerin
cezalandırılması öngörülmüştür. Yukarıda (4) da açıklanan nedenler ile bu
hüküm, Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır.
B)
İlk İnceleme:
Başkan
Sünuhi Arsan, Üye Osman Yeten, Rıfat Göksu, İsmail Hakkı Ulkmen, Lütfi Akadlı,
Şemsettin Akçoğlu, İbrahim Senil, İhsan Keçecioğlu Salim Başol, Celâlettin
Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Ahmet Akar, Muhittin Gürün ve Ekrem
Tüzmen'in katıldıkları toplantıda; dâvanın parti yönetim kurulunca verilen
yetkiye dayanılarak merkez yönetim kurulunun verdiği ve genel yönetim kurulunun
uygun gördüğü kararlar çevresinde açıldığı incelenen kâğıtlardaki yazılardan
anlaşıldığından baş vurmanın 44 sayılı Kanunun 25. maddesinin 1 sayılı bendine
uygun bulunduğu, üyelerden Şemsettin Akçoğlu'nun dâvanın açılmasına partinin en
yüksek organı olan büyük genel kurulca yetki verilmesi gerektiği yollu karşı
oyu ile ve oyçokluğu ile kararlaştırıldıktan sonra :
1-
Davacı partinin açıldığı 18.10.1963 gününde Yasama Meclislerinde temsilcisi
bulunduğunu gösterir belgenin bir ay içinde gönderilmesi,
2-
Dilekçenin istem bölümünde 28. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının iptali
istendiği halde gerekçe bölümünde bu maddenin ikinci fıkrasına ilişkin hiç bir
gerekçe gösterilmediği ve gösterilen gerekçenin ise dâva dışı kalan üçüncü
fıkra ile ilgili olduğu anlaşıldığından sözü edilen 28. maddenin ikinci
fıkrasına ilişkin gerekçenin aynı sûra içinde bildirilmesi;
İçin
44 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları uyarınca davacı
partiye tebligat yapılmasına 25.10.1963 gününde oybirliği ile karar
verilmiştir.
Süresi
içinde davacı partice gönderilen belgeden partiyi Büyük Millet Meclisinde
temsil eden üye adlan yazılmış ve yine süresi içinde Mahkememize gönderilen
dilekçede iptali istenen hükmün 275 sayılı Kanunun 28. maddesinin birinci ve
üçüncü fıkraları olduğu ve dilekçedeki gerekçeye aykırı olarak daktilo
yanılması sonucunda üçüncü fıkradan söz edilecekken ikinci fıkradan söz
edildiği bildirilmiştir.
Bu
yazılar üzerine Başkan Sünuhi Araş, Başkan Vekili Lütfi Akadlı, Üye Rifat
Göksu, İsmail Hakkı Ülkmen, Şemsettin Akçoğlu, İbrahim Senil, A. Şeref
Hocaoğlu, Salim Başol, Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Ekrem Korkut,
Ahmet Akar, Muhittin Gürün, Lütfi Ömerbaş ve Ekrem Tüzemen'in katıldıkları
toplantıda; 275 sayılı Kanunun 28. maddesinin ikinci fıkrasının değil, üçüncü
fıkrasının iptali istendiği, süre içinde yapılan açıklamadan ve dâva
dilekçesinde belirtilen gerekçeden anlaşılmış ve öbür eksik de tamamlanmış
olmakla işin esasının incelenmesine 4.12.1963 gününde oybirliği ile karar
verilmiştir.
C)
Esasın incelenmesi:
Esasa
ilişkin rapor ile dâvaya temel tutulan Anayasa hükümlerine ilişkin hazırlık
çalışmalarını gösteren belgeler ve dâva konusu hükümlere ilişkin hazırlık
çalışmaları belgeleri incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü :
l-
Dâvada dayanılan Anayasa hükümleri:
Davacının
dilekçesinde dayandığı Anayasa hükümleri şunlardır:
1.
Anayasa'nın başlangıç hükmünden "... Türk milleti; insan hak ve
hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve
refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik
hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleri ile kurmak için;
...
Bu Anayasa'yı kabul ve ilân ... eder."
2.
Cumhuriyetin nitelikleri - Madde 2-Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal
bir hukuk devletidir.
3.
Temel hakların niteliği ve korunması Madde 10- Herkes, kişiliğine bağlı dokunulmaz,
devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzurunu, sosyal adalet ve hukuk
devleti ilkeleri ile bağdaşamıyacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve
sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlar.
4.
Temel hakların özü - Madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve
ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz.
5.
Eşitlik-Madde 12- Herkes; dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç,
din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiç
bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
6.
"Mülkiyet hakkı" genel başlıklı 36. maddenin üçüncü fıkrası şöyledir:
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
7.
İktisadî ve sosyal hayatın düzeni-Madde 41- İktisadî ve sosyal hayat, adalete,
tam çalışma esasına ve herkes için insanlık hasiyetine yaraşır bir yaşayış
seviyesi sağlama amacına göre düzenlenir.
İktisadî,
sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla,
millî tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektiği önceliklere
yöneltmek ve kalkınma planlarını yapmak, devletin ödevidir.
8.
-Çalışma ile ilgili hükümler" başlıklı 42. maddenin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir: Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi
için, sosyal iktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı
destekler, işsizliği önleyici tedbirleri alır."
9.
Toplu sözleşme ve grev hakkı-Madde 47- İşçiler, işverenlere olan münasebetlerinde,
iktisadî ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacı ile toplu sözleşme
ve grev haklarına sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla
düzenlenir.
II-
İptal konusu hükümlerin ve kararın gerekçelerinin yazılışında benimsenen yol:
Dâva
konusu hükümler, yeri geldikçe ve gerektikçe yazılmış ve tartışılmıştır. Dâva
dilekçesinin özetinde olduğu gibi gerekçeler de, toplu İş sözleşmesine ilişkin
hükümlere yönelen iptal istemini karşılayan gerekçeler, lokavta ilişkin
hükümlere yönelen iptal istemini karşılayan gerekçeler, greve ilişkin hükümlere
yönelen iptal istemini karşılayan gerekçeler olarak 3 bölümde yazılmıştır.
III-
Toplu iş sözleşmesine ilişkin hükümlere yönelen iptal isteminin reddine ait
gerekçeler:
a)
İstem konusu 275 sayılı ve 15.7.1963 günlü Kanunun "tarif" başlıklı
birinci maddesinde şöyle denilmektedir:
"Madde
1- 1. Bu kanun anlamında toplu iş sözleşmesi, hizmet akdinin yapılması
muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere 7. maddede
gösterilen işçi teşekkülleri ile işveren teşekkülleri veya işverenler arasında
yapılan bir sözleşmedir.
2.
Toplu iş sözleşmesi işçi ve işveren münasebetlerini İlgilendiren diğer hususlar
ile tarafların karşılıklı hak ve borçları ve özellikle 1. bent ile bu bentte
gösterilen hususların uygulanması ve denetimi ile ilgili hükümleri de ihtiva
edebilir."
1-
Davacıya göre bu tanımlama, hizmet akdi kavramını temel tuttuğu için, bir
işverene bağlı olarak çalışanların tümünün yani işçilerin hepsinin işverenle
olan ilişkilerini kapsamaktadır, başka deyimle kanun, bütün işçilere değil,
bunlardan ancak bir bölüğüne toplu sözleşme yetkisi tanımıştır. Anayasa ise 47.
maddenin birinci fıkrasında bütün işçilere bu yetkiyi vermiştir.
Bu
maddenin Yasama Meclislerinde görüşülmesi sırasında söylenen sözlerden açıkça
anlaşıldığı üzere, hizmet akdi sözü, her türlü hizmet akitleri ile her türlü iş
akitlerini kapsamaktadır. Ne gibi işlerde işçi olarak çalışanların hizmet
akdinin kapsamı dışında kaldığı davacı tarafından açıklanmamış olduğu gibi,
Mahkememizce yapılan incelemeler sonunda böyle bir durum dahi bulunmuş
değildir. 12.8.1967 günlü Resmî Gazete'de yayımlanmış bulunan 931 sayılı ve
28.7.1967 günlü İş Kanunu dahi eski İş Kanunundaki "iş akdi" sözü yerine
"hizmet akdi" deyimini benimsemiştir. Öte yandan hizmet akdi kavramı,
Deniz İş Kanunu, Basın İş Kanunu gibi özel kanunlarla düzenlenen bütün işçi ve
işveren ilişiklerinin dahi temeli olmakta ve dolayısiyle toplu iş sözleşmesi
yapma yetkisi, bu alandaki bütün işçilerin kuruluşlarına kesinlikle tanınmış
bulunmaktadır. Bu açıklamalara göre, Anayasa'nın kendilerine toplu iş
sözleşmesi yapmak yetkisi tanıdığı bütün kimselerin toplu iş sözleşmesi
yapmalarını sınırlandıran bir nitelik, istem konusu hükümde yoktur ve davacının
ileri sürdüğü iptal nedeni yerinde değildir.
2-
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı
Kanunun 28. maddesi uyarınca Mahkememiz, ileri sürülen iptal nedenleri ile
bağlı olmadığından, bilim alanında ortaya atılan bir konunun tartışılıp dâva
konusu hükmün iptal nedeni olup olamayacağının karara bağlanması uygun
bulunmuştur. Bu yön, Anayasa'nın 47. maddesinin, bütün işçiler için tanınmış
bulunduğu toplu iş sözleşmesi yapma yetkisinin dâva konusu hüküm ile yalnızca
işçi teşekküllerine tanınmış olması sonunda, dâva konusu hükmün Anayasa'ya
aykırılığı bulunup bulunmayacağı sorunudur. Gerçekten, az yukarıda yazılan dâva
konusu kanun maddesinin 1 sayılı bendi hükmü ile bunun göndermede bulunduğu
aynı Kanunun 7. maddesi hükmü birlikte incelenince, toplu iş sözleşmesi ve
(Dolayısiyle grev) yapma yetkisinin yalnızca sendika biçiminde örgütlenmiş
bulunan işçi teşekküllerine tanınmış olduğu ve butlun sonucu olarak teker teker
işçilerin veya sendika biçiminde olmayan bir örgütle katılmış bulunan işçilerin
veya eylemli biçimde örgütlenmiş bulunan işçilerin toplu iş sözleşmesi
yapamayacakları anlaşılmaktadır. Yukarıda "1, 9" da yazılı bulunan
Anayasa'mızın 47. maddesinde işçi kuruluşlarından söz edilmeyip yalnızca
"işçileri" denilmesi, bu yetkilerin teker teker işçilere veya hiç
değilse sendikadan başka bir biçimde örgütlenmiş veya yalnızca eylemi nitelikte
bir topluluk meydana getirmiş işçilere tanındığı izlemini uyandırmaktadır. Eğer
Anayasa hükmünü konuluş gereğini gözönünde tutmaksızın ancak ve ancak sözüne
göre yorumlarsak, dâva konusu hükmün Anayasa'nın 47. maddesine aykırı bulunduğu
sonucuna varabiliriz. Dâva konusu maddeye ilişkin Yasama Meclisleri
görüşmelerinde Borçlar Kanunundaki, "umumî mukavele" hükümlerinin
kaldırılmadığı, bunun sonucunda hukukî bir biçim almış olmayan eylemli işçi
birliklerinin dahi toplu sözleşme değil, sadece Borçlar Kanunu uyarınca umumî
mukavele yapabilecekleri, yalnız umumî mukavele bakımından grev hakkının
öngörülmediği, bu hakkın ancak toplu iş sözleşmesi bakımından kabul edildiği,
sendikalar dışında kalan işçilerin grev yapabilmelerinin ülkede düzeni bozacak
grevlere yol açabileceği, böyle bir durumun ise benimsenemiyeceği
belirtilmiştir. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 1, Toplantı: 2, 19.4.1963-Cilt:
16, Sayfa: 429 ve sonrası). Demekki Anayasa'nın 47. maddesindeki
"işçiler" sözünün yorumu bakımından Yasama Meclislerinde de bir takım
duraksamalar uyanmış bulunmaktadır. Buna göre her şeyden önce, bu sözün
anlamının ne olduğunun belli edilmesi gerekmekte ve bunun içinde bütün
yasaların ve bu arada anayasaların yorumlanmasında gözönünde tutulması gerekli
sözü ile ve özü ile birlikte yorumlama kuralının uygulanması zorunlu
bulunmaktadır. Toplu sözleşmelerde işçiler bakımından alabildiğince yararlı ve kazançlı
hükümleri işverenlere kabul ettirebilmek için görüşme masasına oturan işçi
temsilcilerinin arkalarında güçlü bir işçi varlığının eylemli olarak bulunması
ve görüşmede bulunacakları desteklenmesi, vazgeçilmez bir koşuldur. İş
hayatındaki uygulamalardan öğrenildiğine göre bu destekleyici varlıklar, ancak
sendika biçiminde ve hem de gerçekten güçlü olan bir sendika durumunda
oldukları zaman işçiler olumlu sonuçlar alabilmektedirler. Bu bakımdan 5-10
işçinin veyahut eylemli olarak kurulmuş bir işçi birliğinin işverenler
karşısında yeterince etkili olamayacağı, Örgütlenmiş işçi topluluklarını ise
işverenlerin kolaylıkla etkileri altına alabilecekleri ve bunlara toplu
sözleşme yolu ile diledikleri koşulları kolayca kabul ettirebilecekleri
görülmektedir. Bunun bir kanıtı da, özellikle grevlerde bir sendikanın
tekbaşına destekleme gücünün yetmediği ve sendikalardan kurulu birliklerin
desteği ile uygun sonuçlara ulaşabildiğidir. Demek ki 5-10 işçiye veya eylemli
işçi topluluklarına toplu iş sözleşmesi yapma yetkilerinin tanınması
Anayasa'nın Toplu sözleşme ve grev yapma yetkilerini tanıması ile güttüğü ereğe
uygun olması şöyle dursun, karşıt bulunmaktadır. Gerçekten, toplu sözleşme
yapma yetkisi İşçilerin sosyal ve iktisadî durumlarını düzeltmek İçin onlara tanınmıştır.
Görüşmeler sırasında işveren karşısında güçlü ve desteklenmesi hemen hemen
kesinlikle beklenen bir varlık olarak bulunan işçiler, sosyal durumlarını
düzelten ve daha iyiye götüren toplu sözleşmeler elde edebilirler ve işverenle
işçiler arasındaki sosyal ve iktisadi denge böylelikle daha iyi sağlanmış olur.
Eğer işveren, kendi karşısında görüşmeye oturmuş bulunan işçilerin güçsüz
olduklarını ve desteklenmeyeceklerini bilirse, ya toplu sözleşmeye hiç yanaşmaz
veya görünüşü kurtaran birkaç koşulu kabul ederek İşçilerle toplu sözleşme
yaparki böyle bir sözleşme ile de işçilerin durumunda köklü bir düzelme
beklenemez ve bu yüzden sosyal ve iktisadî kalkınmanın temeli bulunan sosyal
denge de sağlanmış olmaz; çünkü sosyal ve iktisadî kalkınmayı sağlayacak sosyal
denge, işverenin kendini sarsmaksızın işçiye olabildiğince daha elverişli
koşullar sağlanması ile gerçekleşebilir.
Bu
gerçekler karşısında, Anayasa'nın 47. maddesindeki "işçiler"
sözünden, güçlü işçi kuruluşlarında, başka deyimle güçlü işçi sendikalarında
birleşmiş işçileri anlatmak istediği, Anayasa'nın herkesten önce işçileri
korumak ereği ile bu hükmü koymuş bulunduğu dahi gözönünde tutularak kabul
olunmalıdır.
Her
ne kadar uluslararası çalışma örgütü eylemi işçi topluluklarına da toplu
sözleşme yetkisi tanınmasını salık vermekte ise de, sendikacılığın günden güne
gelişmekte olduğu ülkemizde böyle bir yetkinin tanınmasına yer yoktur ve
böylelikle işçiler sendikalaşma yoluna dolayısiyle götürülmüş olacaklardır. Bu
durum işçileri belli bir sendikaya girmeye zorlama anlamına gelmez ve böylece
sendikaların isteğe bağlı olarak kurulmasını ve istekle sendikalara girilmesini
öngören Anayasa'mızın 46. maddesine aykırılık söz konusu edilemez. Gerçekten,
sendikacılık çok yararlı bir akımdır ve işçi ve işveren ilişkilerinin bugün
için vazgeçilmez bir koşulu niteliğindedir. O halde sendikacılığın gelişmesi
için sendikalaşmış işçilere bir takım kazançlı durumlar sağlamak, işçileri
sendika kurmağa veya sendikaya girmeğe zorlama olarak nitelendirilemez. Bu olsa
olsa bir heveslendirme yoludur ki Anayasa'nın bunu yasaklamış olması söz konusu
değildir.
Anayasa'nın
11. maddesi hükmünce yasa koyucu, temel haklan Anayasa'nın sözüne ve ruhuna
uygun olarak, düzenleyebilir. Burada az yukarı ki açıklamalardan anlaşıldığı üzere,
toplu sözleşme yapma temel hakkı, Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun olarak,
yasa koyucu tarafından düzenlenmiş bulunmaktadır.
Açıklanan
nedenler karşısında dâva konusu hükümde sendikalardan başka işçi kuruluşlarına
veya eylemli işçi topluluklarına toplu sözleşme yetkisinin tanınmamış olmasında
Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur.
b)
İstem konusu 275 sayılı Kanunun "toplu iş sözleşmesi yapma yetkisinin
tespitinde usul" başlıklı 12. maddenin 1 sayılı birinci fıkrasında :
"Belli
bir iş kolunda toplu iş sözleşmesi yapmağa kendisini yetkili gören işçi
federasyonu veya sendikası, o iş kolunda kurulu başka işçi federasyonlarının ve
sendikalarının adreslerini, toplu görüşme başlamadan en az altı iş günü önce
Çalışma Bakanlığına yazı ile baş vurarak almağa ve bu federasyon ve sendikalara
hangi, iş kolunda toplu iş sözleşmesi yapmak istediğini yazı ile bildirmeğe ve
bunu Ankara, İstanbul ve İzmir'de çıkan birer gazete ile yayımlamağa
mecburdur." hükmü bulunmaktadır.
Davacı
bu hüküm içinden Ankara, İstanbul ve İzmir'de çıkan birer gazete ile
yayınlamağa ilişkin bölümünün sendikalara yararı olmayan boş bir yük
yüklediğini ve sendikalar arasında malî durumu güçsüz olanları toplu iş
sözleşmesi yapmak yetkisinden yoksun bıraktığını ve böylece bunun Anayasa'nın
tanıdığı eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Durumun
aydınlanması için sözü edilen kanunun toplu iş sözleşmesi yapma konusundaki
yetkiyi düzenleyen 7. maddesini 1 sayılı bendinin, bir iş koluna ilişkin toplu
sözleşmeye ayrılmış bulunan hükmünün gözden geçirilmesi gereklidir. Bu hüküm :
"Bir iş kolunda çalışan işçilerin çoğunluğunu temsil eden işçi federasyonu
veya iş kolu esasına göre kurulmuş işçi sendikası, o iş kolundaki işyerlerini
kapsayan toplu iş sözleşmesi yapmağa yetkilidir." şeklindedir. Bundan
anlaşılıyor ki bu hükümde gösterilen durumda bulunmayan bir işçi sendikası,
belli iş kolundaki işyerlerini kapsayan toplu iş sözleşmesi yapma yetkisinden
yoksundur.
Hukuk
alanında bir işlemi yapma yetkisi, onun için öngörülen koşulların
başlıcalarındandır ve bu yetki özellikle buradaki gibi kamu düzeni düşüncesiyle
ön görülmüş olursa, yetki koşulunun gerçekleşmesi yolunda özel bir titizlik
gösterilmesi ve yetkisiz bir kişinin veya kuruluşun işlem yapmasının önlenmesi
için gerekli bütün tedbirlere baş vurulması, hukukî bîr zorunluktur. Çalışma
Bakanlığından edinilen bilgide bir eksiklik olabilir ve böylece yetkili sendika
yerine başka bir sendika toplu sözleşme yapma olanağını elde edebilir. Bugün
için yurdumuzdaki işyerleri ve sendikalar büyük çoğunlukla İstanbul, İzmir ve
Ankara'da toplanmış olduğu gibi bu üç yerde çıkan gazetelerin çoğu, genellikle
bütün ülkede okunmaktadır. Bu bakımdan istem konusu hüküm, yararsız ve boşuna
konulmuş bir hüküm değil, çok yerinde yararlı ve gerekli bir hükümdür. Bundan
ötürü, bu hükmün toplu sözleşme hakkının özüne dokunduğu görüşü doğru değildir.
İşverenlere
karşı yeterince güçlü olmayan bir sendikanın toplu görüşmelere girişmesinden,
çok kez, olumlu bir sonuç beklenemeyeceği için, üç yerde çıkan gazetelerin ilân
giderlerine bile katlanamayacak durumda bulunan bir sendikanın toplu
görüşmelere malî güçsüzlüğü yüzünden girişememesi, işçiler bakımından zararlı
olmak şöyle dursun, yararlı olacağından bunun sendikalar arasında kanun
karşısındaki eşitliği bozduğu ileri sürülemez; zira bu hüküm, haklı nedene
dayanmaktadır ve haklı nedenlere dayanan ayırımlar, eşitlik ilkesine ve bunu
düzenleyen Anayasa'nın 12. maddesine dahi aykırı sayılamaz; kaldı ki burada söz
konusu olan yön, sendikalar arasında bir ayırım yapmak değil, yetkisiz bir
sendikanın toplu iş sözleşmesi görüşmelerine başlayıp toplu iş sözleşmesi
yapmasından doğacak sakıncaları önlemek için alınması yerinde bir tedbir olarak
toplu sözleşme yapma yetkisini kendisine gören sendikaya bir ödev yüklemektedir
ve herhangi bir sendika, toplu sözleşme yapmak isterse, bu ödevi yerine
getirmek zorunda olduğu için, sendikalar arasında bir ayırım yapıldığı da ileri
sürülemez.
IV-
Lokavta ilişkin hükümlere yönelen iptal isteminin reddine ait gerekçeler:
Davacı,
lokavt, Anayasa'da öngörülmeyen bir hak olduğu için ve işçiyi yoksulluğa
düşürecek nitelikte bulunduğu için lokavtın tanımına ilişkin 18. maddenin ve
lokavtı düzenleyen öbür maddelerin iptalini istemiştir.
Biz
burada 275 sayılı Kanunun 18. maddesini yazmakla yetineceğiz : "Lokavtın
tarifi:
Madde
18- Bir iş kolunda veya iş yerinde faaliyetin büsbütün durmasına sebep olacak
tarzda işveren veya işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü ile veya bir
teşekkülün verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına
lokavt denir.
İş
şartlarında veya bunların tatbik tarzı ve usullerinde değişiklik yapmak veya
yeni iş şartları kabul ettirmek veya mevcut iş şartlarını korumak amacı ile ve
bu kanun hükümlerine uygun olarak yapılan lokavta, kanunî lokavt; bu amacın
dışında bu kanun hükümlerine uyulmaksızın yapılan lokavta, kanun dışı lokavt
denilir."
27.
maddenin 1 sayılı bendinin üçüncü fıkrasında (Kanunî lokavta uğramış olan
işçilerin hizmet akitlerinden doğan hak ve borçları, lokavtın sona ermesine
kadar askıda kalır) denilerek lokavt süresince işçiye iş parası veya iş parası
niteliğinde herhangi bir. şey ödenemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa'nın
47. maddesinin ikinci fıkrasında, işverenlerin haklarının özel kanun ile
düzenleneceği hükmü yer almıştır. Bu hükmün, grev hakkının kullanılması ve
bunun ayrık durumlarının özel kanun ile düzenleneceğini öngören cümle içinde
yer alması, işverenlerin greve karşılık olan haklarının düzenlenmek istendiğini
açıkça göstermektedir. Grev, işçinin kendi çıkarlarını işverene karşı korumak
için Anayasa'nın işçiye tanıdığı bir yetkidir, bir haktır. İşçinin bu haklara
karşılık, işverenin de kendi çıkarlarını korumak için bir takım haklarının
bulunması gerekir, yoksa işveren işçinin grevi karşısında hemen hemen her zaman
işçinin isteklerini kabul etmek zorunda kalır ve böylelikle sosyal denge
bozulur. Anayasa'mızın temel ilkelerinden birisi, demokratik sosyal bir düzenin
gerçekleştirilmesidir. Bu yön, Anayasa'nın başlangıç hükümlerinde belirtildiği
gibi 2. maddesinde de belirtilmiştir. Bir devletin sosyal devlet olması demek,
çalışanların İşverenlere her istediklerini yaptırabilmelerinin sağlanması demek
değildir; nitekim, işverenler de işçilere her istediklerini yaptıramazlar.
Sosyal sorunlardan en önemlisi, işçilerin çıkarları ile işverenlerin çıkarları
arasında adalete uygun bir bağdaştırma ve uzlaştırma yolunun bulunabilmesidir.
Bu ise, bir yana çıkarlarını koruması için bir takım etkili haklar tanıyıp öbür
yanı kendi çıkarlarını koruması için bu türlü haklardan yoksun bırakmakla
sağlanamaz. Sosyal ilkelere bağlı devlet, ne çalışanların çalıştıranları ne de
çalıştıranların çalışanları ezecek durumda olmasına yer bırakmayan devlet
demektir. Anayasa'nın lokavtı öngörmemiş bulunması, bu hakkın özel kanunlarla
tanınmasına engel olmaz; çünkü, grev karşısında işverenlere de bir takım haklar
tanınmasını kanun koyucunun takdirine bırakan ve bu tanınan haklar arasında
lokavtın olamayacağını bildirmeyen Anayasa koyucu, lokavtı yasaklamış sayılmaz.
47, maddenin yazılışından ve Anayasa'nın işçilerle işverenler arasında sosyal
bir denge sağlamak istemesinden anlaşılan bu gerçek, Anayasa'nın hazırlık
çalışmalarına ilişkin belgelerin incelenmesiyle de ayrıca belirmektedir.
Nitekim, Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Tasarısında 46. madde olan
Anayasa'mızın 47. maddesine ilişkin gerekçede; lokavt hakkı da mahiyetinden
doğan farklılıklar hariç, grev hakkına muzavi olarak kanunla düzenlenecektir.
Ancak bunun bir İnsan hakkı olarak Anayasa'da zikredilmesi için sebep yoktur.
Nitekim diğer anayasalarda da durum böyledir." (Temsilciler Meclisi
Tutanak Dergisi: Cilt: 2, S. Sayısı: 35. T. C. Anayasa Tasarısı ve Anayasa
Komisyonu Raporu, 5/7-Sayfa 24-25) denmektedir. Yine sözü edilen maddenin
Temsilciler Meclisindeki görüşmeler sırasında lokavtın Anayasa'da yer alması
dilekleri karşısında söz alan Anayasa Komisyonu sözcüsü : "Anayasa'da bu
hususta menfi veya müsbet bir kayıt bulunması için sebep yoktur. Grev hakkının
ise Anayasa'da bildirilmesinde zaruret vardır...) Bundan başka, Anayasa'da
temel haklar arasına giren sosyal, haklar iktisaden zayıf olanları korumak için
konan haklardandır. Lokavt böyle olunca, bir insan hakkı şeklinde ayrıca
Anayasa'da belirtilmesi gerekir. Kanun koyucu tarafından kabul edilmesi yolu
tercih edilmelidir." (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 3-46.
Birleşim 17.4.1961-Sayfa: 297-300). demiştir. Temsilciler Meclisinin 2.5.1961
günlü oturumunda görüşme sırasında lokavtın metne eklenmesi yolunda bir Önerge
verilmiş, buna karşı komisyon sözcüsünce, grev gibi lokavtın da ilerde bir
kanunla Anayasa'nın ruhuna ve zihniyetine uygun olarak düzenlenebileceği,
lokavtın tanınıp tanınmaması ve şartlarının kanun tedvin edilirken münakaşa
konusu olacağı bildirilmiş, önerge, oylama sonucunda reddedilmiştir. (Temsilciler
Meclisi Tutanak Dergisi, 58. Birleşim-2.5.1961 Sayfa: 512 Cilt: 4),
Özet
olarak denilebilir ki. Anayasa'nın 47. maddesinin yazılışından ve hazırlık
çalışmalarından çıkan sonuç, lokavtın bir temel hak olarak benimsenmediği,
ancak grevin düzenlenmesi sırasında işverenleri, işçiler karşısında savunmasız
bir durumda bırakmak için kanun koyucu tarafından işverenlere de bir takım
haklar tanınmasının öngörüldüğü, bu haklar arasında lokavtın bulunup
bulunmamasının kanun koyucunun takdirine bırakıldığıdır.
Dâva
dilekçesinde, kendilerine iş bulmakla ve insanca yaşamalarını sağlayacak
tedbirler almakla ödevli kılınmış olan Devletin, işçilerin işsiz ve aç
kalmaları sonucunu doğuracak bir hakkı işverenlere tanıması ile bu ödevlerini
yerine getiremez duruma gireceği ileri sürülmektedir. Devlet, işçi çıkarlarını
da işveren çıkarlarını da, dengeli olarak korumakla ödevli bulunmaktadır. Grev
karşısında lokavt hakkının tanınmaması ile birçok işverenlerin iş hayatından
çekilmeleri sonucunda önü alınamayacak işsizlik durumlarının ortaya çıkacağını
hesaba katarak daha büyük bir kötülüğü önlemek için belli iş yerlerinde veya
alanlarında işçilerin işsiz kalmaları sakıncasını doğuracak bir yola girme
zorunluğunu Devletin duyması halinde bu durumun, Anayasa ile kendine yüklenen
sosyal ödevleri yerine getirmekten Devletin kaçındığı anlamına geldiği artık
ileri sürülemez. Durum, aynı açıdan düşünülünce, lokavt hakkı, mülkiyet
hakkının kamu yararına aykırı olarak kullanılmasına kanun hükmü i!e izin
verilmiş olduğu yolunda dahi yorumlanamaz. Gerçekten, lokavt işverenin mülkiyet
hakkını iş yerini bir süre için işletmekten kaçınması yolunda kullanması olarak
nitelendirilebilir; ancak, bu hak sosyal dengeyi sağlamak gibi doğru ve yerinde
bir düşünceye dayanılarak kabul edilmiş olduğu için bunun, mülkiyet hakkının
kamu yararına aykırı biçimde kullanılması olarak düşünülmesi asla doğru olmaz.
Bu
gerçekler karşısında gerek lokavtın tanımına ilişkin olan 274 sayılı kanunun
18. maddesinin hükmü, gerekse bu kanunun iptal istemine konu edilmiş bulunan
19,, 21., 23., 25., 26., 28., 29., 30., 32., 33., 34 ve 49 maddelerinin lokavta
ilişkin hükümleri, Anayasa'ya aykırı bir nitelik göstermemektedirler ve bunlara
ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
V-
Greve ilişkin hükümlere yönelen İptal isteminin reddine ait gerekçeler: a) Dâva
konusu kanunun "grevin tarifi" başlıklı 17. maddesi şöyledir:
İşçilerin
işverenlerle olan münasebetlerinde iktisadî ve sosyal durumları faaliyeti
durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacı ile aralarında
anlaşarak veyahut bir teşekkülün aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği
bir karara uyarak işi bırakmalarına grev denilir.
İşçilerin
işverenlerle olan münasebetlerin de iktisadî ve sosyal durumlarını korumak veya
düzeltmek amacı ile ve bu kanun hükümlerine uygun olarak yapılan greve, kanunî
grev; bu amaç dışında veya bu kanun hükümlerine uyulmaksızın yapılan greve,
kanun dışı grev denilir.
Davacı,
bu maddenin yalnızca ikinci fıkrasına karşı iki ayrı nedenle Anayasa'ya
aykırılık ileri sürmektedir. Bu nedenlerden birincisi; işçilerin iktisadî ve
sosyal durumlarını korumak için işi bırakmaları olayının Borçlar Kanununun
kendilerine tanıdığı bir defi ileri sürmekten ibaretken bunun grev sayılarak
bir takım yasalara bağlanmasının Anayasa'nın 47. maddesine aykırı bulunması,
ikincisi ise bu yasağa aykırı olarak yapılan grevin kanun dışı grev sayılması
sonunda, bu kanunun koyduğu sınırlamalara göre yapılacak grevden işçi yararına
bir sonuç elde edilemeyeceği için grevin bir hak olmaktan çıkarılmış bulunması
yüzünden grev hakkının özüne dokunulmuş olmasıdır.
1-
Anayasa'nın 47. maddesi, işçilerin sosyal ve iktisadî durumlarını korumak üzere
grev yapabileceklerini açıkça bildirmiştir. Bir akitten doğan hakkı kullanarak,
bir veya bir kaç işçinin her birinin işverene karşı dâva açmaları yetkisinin
bulunması veya işi bırakmak için İş Kanunu ve Borçlar Kanununca öngörülen
koşullar yerine getirildikten sonra onların tek tek işi bırakma yetkisinin
bulunması, işçilerin toplu sözleşme veya hizmet akitlerine dayanan haklarına
işverence saygı gösterilmesinin sağlanması İçin ayrıca grev yetkisinin
tanınmasına engel sayılamaz. Zira bu grev yetkisi, onların her bîrinin akitten
doğan haklarının herhangi bir biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurmaz,
başka deyimle onların tek tek sahip oldukları haklar, yine vardır ve olduğu
gibi saklıdır. Bu bakımdan işçilerin sosyal ve iktisadî durumlarını korumak
amacı ile grev yapabileceklerinin hükme bağlanmasında Anayasa'ya aykırılık
görülememiştir.
Şunu
unutmamalıdır ki sözleşmelere dayanan işçi haklarının alınması ereği ile
Anayasa'nın işçilere tanıdığı ilk yetki, Anayasa'nın "hak arama
hürriyeti" başlıklı 31. maddesi uyarınca mahkemeye başvurmaktır ve bu
yetki hakların korunması yolunda başlıca bir güvencedir. Ancak yargı yolunun, sonuca
grev yolu ölçüsünde çabuk ulaştıran bir yol olmadığını ve grev yolu gibi etkili
bulunmadığını gözönünde tutan Anayasa Koyucu, işçilere sözleşmelere dayanan
hakların: elde etmek için de dâva hakkının yanında grev yetkisi vermiştir. Bu
nedenlerle işçilerin sözleşmeler hükümleri ile veya bu sözleşmelere uygulanan
kanunlar hükümleri ile sağlanmış bulunan sosyal ve iktisadî durumlarını korumak
ereği ile grev yapabileceklerinin kabulü, Anayasa'nın 47. maddesinin sözüne de,
konuluş ereğine de aykırı değildir.
2-
Kanun, grev hakkını Anayasa'nın verdiği yetkiye göre yurt gerçeklerini
gözönünde tutarak düzenlemiş bulunmaktadır. Nitekim Anayasa'mız 47. maddesinin
ikinci fıkrasında grev hakkının kullanılması ile istisnalarının ve işverenlerin
haklarının kanunla düzenlenmesini kanun koyucuya ödev olarak vermiştir. Dâva
konusu fıkrada kanun içi ve kanun dışı grevler yeterince açıklanmış ve daha
sonraki maddelerde konulan hükümlerle kanuna- uygun grevlerin koşullan iyice
belli edilmiş ve böylelikle kanuna uygun veya aykırı grevleri ayırdetmek çok
kolaylaştırılmıştır. Bundan ötürü, grev hakkının bir takım koşullara bağlanması
ile bu hakkın özüne dokunulmuş olması söz konusu olamaz.
Dâvadaki
gerekçeler arasında kanunda konulan hükümlerle grevin kullanılmasından İşçi için
yarar beklenilmeyecek bir hak durumuna sokulduğu ileri sürülmekte ise de bu
gerekçenin ereği, daha aşağıda tartışılacak öbür maddeler hükümleri olduğundan
ve bir takım maddelere ilişkin istemlerde grev hakkının özünün zedelendiği
ortaya atılmış bulunduğundan yeri geldikçe bu yöne aşağıdaki maddelere ilişkin
istemlerin incelenmesi sırasında değinilecektir.
b)
Dâva konusu kanunun "grev ve lokavt yetkisi" başlıklı 19. maddesi
şöyledir:
"1.
Taraflar, 15. maddenin son fıkrası gereğince uzlaştırma kurulunca düzenlenen
tutanağı aldıktan sonra grev ve lokavta karar verebilirler.
2.
İşçiye veya işçi teşekkülüne mevzuat veya toplu İş sözleşmesi ile sağlanmış
olan haklar, toplu iş sözleşmesi ile bağlı olan işveren veya işveren teşekkülü
tarafından veya onun teşvik veya tahriki İle bozulursa, toplu iş sözleşmesi ile
bağlı olan işçi teşekkülünün, o iş verene ait iş yerlerinde veya o işveren
teşekkülünün mensubu olan işverenlere ait iş yerlerinde greve karar verme
yetkisi vardır.
İşverene
veya işveren teşekkülüne mevzuat veya toplu iş sözleşmesi ile sağlanmış olan
haklar toplu iş sözleşmesi ile bağlı olan işçi teşekkülünce veya onun teşvik
veya tahriki ile bozulursa, toplu iş sözleşmesi ile bağlı olan işveren
teşekkülünün kendi mensubu olan işverenlere ait iş yerlerinde ve işverenin de
kendisine ait iş yerlerinde lokavta karar verme yetkisi vardır.
Bu
bendin birinci fıkrasına göre greve veya ikinci fıkrasına göre lokavta karar
verilebilmesi için, bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren tarafın, durumu
karşı tarafa veya taraflara ve Çalışma Bakanlığına yazı ile bildirmiş olması;
Çalışma Bakanlığının 15. maddede gösterilen sürelere ve usullere uyarak bir
uzlaştırma toplantısı tertiplemiş ve bu toplantının zikri geçen maddenin son
fıkrası gereğince taraflar arasında bir uzlaşmaya varılmaksızın sona ermiş
bulunması ve bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülü yahut
işveren veya işveren teşekkülünce karşı tarafa özel hakeme başvurmak için
uyuşmazlığın herhangi bir safhasında yapılmış olan teklifin altı iş günü içinde
kabul edilmemiş olması gereklidir. Çalışma Bakanlığı uygun görürse, bu fıkrada
söz konusu uzlaştırma toplantısının Bölge Çalışma Müdürlüğünce mahallinde
tertipleneceği, bahis konusu süreleri geçirmeksizin, taraflara ve Bölge Çalışma
Müdürlüğüne bildirebilir.
Bu
bendin 3. fıkrası uyarınca özel hakeme başvurulması hususunda anlaşmaya
varılmış olup da tarafların tahkimnamenin imzalanmasından itibaren altı iş günü
içinde hakem veya hakemlerin seçimini tamamlayamamaları takdirine İş dâvalarına
bakmakla görevli mahallî mahkeme veya uyuşmazlık bir iş kolu çapında ise,
Yargıtay'ın iş dâvalarına bakan dairesinin Başkanı hakem veya hakemlerin
seçimini taraflardan birinin başvurması üzerine başvurmaya ait yazının alındığı
günden başlayarak altı iş günü içinde tamamlar.
Bu
bendin birinci fıkrasına göre greve veya ikinci fıkrasına göre lokavta karar
verilmesi halinde uyuşmazlıkta taraf olanların birinin veya Çalışma
Bakanlığının esas hakkında dâva açılmadan önce veya dâva sırasında mahkemeye
başvurması üzerine mahkemece hakkaniyet gerektiriyorsa yahut grev veya lokavtın
durduramamasında uyuşmazlığın konusu olan hakların korunması bakımından
tehlikeli olan veyahut önemli bir zararın doğacağı anlaşılan hallerde grev veya
lokavtın durdurulmasına karar verilir. Bu kararın re'sen tebliği ile birlikte
grev veya lokavta son verilir.
Yetkili
mahkeme bu bent gereğince grev veya lokavtın durdurulması hakkındaki istemi
alınca derhal ve acele kaydiyle tarafları çağırır ve gelmeseler bile altı iş
günü içinde gereken kararı verir; acele hallerde taraflar çağırılmaksızın dahi
durdurma kararı verilebilir.
Bu
bent gereğince grev veya lokavtı durdurma kararı H.U.M.K. nu uyarınca ihtiyati
tedbir kararı ile birlikte veya ayrı olarak verilebilir.
Bu
bent gereğince alınması bahis konusu durdurma kararı ile ilgili evrak esas dâva
dosyasiyle birleştirilir.
3.
Birinci bende göre greve veya lokavta karar verme yetkisine sahip olan taraflar
özel hakeme başvurmakta serbesttirler.
Bu
maddede zikri geçen hallerde, greve veya lokavta karar verilmesi kanunen caiz
olmayan hallerde taraflar özel veya kanuni hakeme başvurabilirler."
Bu
hükümlere yönelen iptal nedenleri; Anayasa'nın grevi yalnızca amaç bakımından
sınırlandırmış olması karşısında amaç dışında grevi önleyen koşul ve sınırların
Anayasa'nın 47. maddesine aykırı bulunmaları dolayısiyle grev için toplu sözleşme
görüşmesinin bir ön koşul olarak benimsenmiş bulunmasının Anayasa'ya aykırı
olduğu ve yine, grevin ancak birdenbire ve şaşırtıcı olarak yapılması ve
işçilerce kaldırılmadıkça sürüp gitmesi durumlarında etkili olabileceği gerçeği
karşısında mahkemenin tedbir kararı ile gerevleri durdurabilmesinin dahi
Anayasa'ya aykırı bulunduğu yolundadır.
1-
İşçilerin iktisadî ve sosyal durumlarının düzeltilmesi amacı ile greve
gidebilmeleri için toplu sözleşme görüşmelerine başvurmak üzere girişimlerde
bulunmuş olmalarının aranmasında ve grev hakkının böyle girişimlere bağlı
tutulmasında grev hakkının özüne dokunan bîr yön yoktur; zira bu, grev hakkının
kamu yararına ve ülkenin sosyal ve iktisadî koşullarına göre yerinde bir
sınırlandırılmasıdır. Gerçekten, toplu iş sözleşmesi gibi bir tedbirle ve
sosyal barış yolu ile elde edilebilecek bir düzeltmenin, grev gibi yerine göre
çok yıkıcı etkileri bulunan bir sosyal savaş yolu ile elde edilmesi, hiç bir
zaman doğru ve kamu yararına uygun görülemez. Davacı grevin birden bire
yapılmaması sonucunda etkisinin azalacağını ileri sürüyorsa da, bu sakınca
belli düzeltmenin toplu iş sözleşmesi yolu ile elde edilmesinin sağlayacağı
önemli sosyal çıkar karşısında gözönünde tutulabilecek nitelikte bir engel
sayılamaz. Her tedbirde ve yolda hem yararlı, hem zararlı yanlar bulunabilir,
ama yararı zararına üstün olan tedbir veya yol, elbette, benimsenecek bir
tedbir veya yol sayılır.
"Anayasa'nın
47. maddesinin grevin yalnızca erek bakımından sınırlandırılmasına yol
bıraktığı, başka yönlerden grevin sınırlandırılmasını ve özellikle biçim ve
usul yönünden olan sınırlandırmaların bu Anayasa hükmüne aykırı bulunduğu
görüşü de yerinde değildir. Bir kez, sözü edilen Anayasa maddesinin ikinci
fıkrasında grev hakkının kullanılmasının kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür.
Düzenleme ise, ister istemez grev hakkının amacını ve kamu yararını gözönünde
tutarak bir takım kayıtlamaları benimseme demektir. Bundan başka birinci
fıkrada grevin bir hak olduğu ve ne gibi erekler için yapılabileceği hükme bağlanmış
ve orada anılan erekler dışında kalan erekler güden grevler yasaklanmıştır. Bu
fıkranın ne yazılışından, nede buna ilişkin hazırlık çalışmalarından grev
konusunda Anayasa'nın erek yönünden bildirildiğinden başka bir sınırlandırmanın
konulamıyacağı sonucu çıkmamaktır. Gerçekten sözü edilen 47. madde hükmünün
tümünden grev hakkının erekten başka yönlerden dahi kanun koyucu tarafından
sınırlandırılabileceği açıkça anlaşılmaktadır. Grev yapılamayacak, durumları
belli etme yetkisi ile bile, sözü edilen ikinci fıkra uyarınca, donatılan kanun
koyucu, grev için kamu yararına uygun bir takım sınırlandırmalar koymaya da
öncelikle yetkili sayılmalıdır ve nitekim bu yetki kendisine grev hakkının
kullanılmasını düzenleme yetkisinin kapsamı içinde olarak verilmiştir.
Anayasa'da
toplu sözleşme yapma yetkisi ile grev yapma yetkisinin birlikte anılmış olması
dahi, bunlar arasındaki bağlantıyı Anayasa koyucunun gözden uzak tutmadığını
göstermektedir. Bu bağlantı ise sosyal ve iktisadî durumun korunmasına ilişkin
grevlerde toplu sözleşmede taraf olan işçi sendikasının, sosyal ve iktisadî
durumunun düzeltilmesine ilişkin grevlerde ise, toplu sözleşmeler ile
sonuçlanabilecek görüşmeler için girişimde bulunmuş olan sendikanın, grev
kararı vermeğe yetkili kılınmasiyle ortaya çıkmaktadır.
2-
Gerek dâva konusu kanunun 19. maddesinin birinci bendi hükmüne, gerekse sözü
edilen maddenin ikinci bendinin birinci fıkrası hükmüne göre greve karar vermek
yetkisi, yalnız toplu sözleşme için girişimde bulunmuş olan işçi kuruluşuna
veya toplu iş sözleşmesi ile bağlı olan isçi kuruluşuna tanınmış ve böylece
bunların dışında bulunan kuruluşlar veya bir takım işçiler veyahut işçilerin
eylemli olarak ortaya çıkaracakları topluluklar, grev kararı vermek yetkisinden
yoksun bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesinin, 44 sayılı Kanunun 28. maddesi
uyarınca, ileri sürülen iptal nedenleri ile bağlı olmaması dolayısiyle, grev
kararı verme yetkisinin, az önce bildirildiği gibi, belli sendikalara sınırlı
tutulmasının, Anayasa'nın işçilere grev yetkisi tanıyan 47. maddesine aykırı
bulunup bulunmadığının tartışılması uygun görülmüştür.
İlk
önce şunu düşünmelidir ki, grev hakkı nitelikçe işçilere teker teker
tanınabilecek bir hak değildir. Çünkü grev dahî toplu sözleşme gibi işçiler
yönünden bir toplumun ortada bulunmasını zorunlu kılar. Bundan başka, grevin
amacına uygun biçimde etkili olabilmesi, bunun ancak ve ancak güçlü bir
kuruluşça kararlaştırılmış olmasına ve desteklenmesine bağlıdır; başka deyimle
bu koşul, gerçekleşmedikçe grev etkisiz kalır ve hiç bir işe yaramayan bir
davranış niteliği gösterir. Böyle grevlerden işçilerin yararına olacak bir
takım sonuçlar değil, bunun tam tersine işçinin zararına olacak bîr takım
sonuçlar doğabilir ki bu da, hiç bir zaman grevi etkili bir sosyal denge aracı
olarak kabul etmekle Anayasa koyucunun güttüğü ereğe uygun görülemez.
Unutulmamalıdır
ki Anayasa'nın 47. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kanun koyucu, grev
yapamayacak olanları veya grev yapılamayacak durumları belli etmeğe yetkili
kılınmıştır. O halde bir sendikaya bağlı olmayanları veya belli nitelikte
bulunmayan işçi sendikalarını, kanun koyucu grev hakkından yoksun bırakabilir;
bunların yoksun bırakılması grevin ereğine ulaşmasını gerçekten sağlama ve
düzensiz grevler yüzünden yurdu iktisadî sarsıntılardan, ağır bulanımlardan
korumak bakımından elverişli ve yerinde bir araç niteliğinde olunca, artık
sınırlandırmanın grev hakkının özüne dokunduğundan söz edilemez.
Toplu
sözleşme ve grev yapacak sendikaların içlerinde işçilerin çoğunluğunu toplayan
sendikalar olması koşulu, demokratik esaslara uygundur; çünkü ancak bu türlü
sendikalar, başka deyimle, çoğunluk adına işlem yapan sendikalar, işçilerin
iradelerinin demokratik kurallara göre temsilcisi ve çıkarlarının gerçek
koruyucusu sayılabilirler.
Anayasa'mızın
başlangıç hükümleri ile 2. maddesi hükümlerine göre Türkiye Devleti, demokratik
bir devlet olduğu için hukuk düzeninin her alanında demokrasi kurallarının
gözönünde tutulması, hukukî bir zorunluktur ve grev yetkisinin
sınırlandırılmasında dahi bu zorunluğa uyulması sözü edilen Anayasa hükümleri
gereğidir. Bundan başka bu koşul, yukarıda toplu sözleşme konusunda
belirtildiği gibi, işçileri bu türlü sendikalara girmeğe heveslendirir ve
böylece bu sendikaların güçlenmesi gibi is hayatında çok önemli bir sonuç doğurur
ve bu, zorlama sayılamaz ve Anayasa'nın sendika hürriyetine ilişkin 46.
maddesine aykırı değildir. Çünkü bu koşul, işçileri sendikacılığın amacına
uygun bir davranışa yöneltmeyi amaç tutmaktadır ve böyle bir sendikaya
girmeyenlere karşı kanun koyucu herhangi bir ceza yaptırımı veya hukukî
nitelikte başka bir yaptırım öngörmüş değildir.
Güçsüz
sendikaların veya işçi kuruluşlarının belki sık sık yapacakları ve hemen hemen
işçiler bakımından hiç bir olumlu sonuca ulaştırmayacak olan grevler, ulusal
ekonomiyi zamanla sarsacak ve hem işçilerin, işverenlerin istedikleri
koşullarla çalıştırılmalarına elverişli bir ortam hazırlıyacak, hem de bir
takım iş yerlerinin iktisadî bunalım yüzünden kapanması sonucunda birçok
işçilerin işsiz kalması gibi çok ağır durumlar doğurabilecektir. Kanun koyucu,
tartışma konusu sınırlandırma ile bu türlü ağır sakıncaları önleyecek bir yola
gitmiş bulunmaktadır.
3-
İnceleme konumuz olan 19. maddenin 2 sayılı bendinin beşinci fıkrası hükmü,
16.7.1964 günlü ve 503 sayılı Kanunun 3. maddesiyle dâvanın açılmasından sonra
değiştirilmiş olduğundan, bu fıkraya ilişkin dâvanın konusu kalmamıştır. Bundan
ötürü, bu fıkraya ilişkin dâva üzerinde karar vermeğe yer yoktur.
4-
Grevi durdurma kararının koşullarını bildiren fıkra hükmünün yukarıda yazıldığı
üzere inceleme konusu dışında kalması üzerine grevi durdurmayı düzenleyen öbür
hükümler usule ilişkin olup bunların Anayasa'nın grevi öngören 47. maddesine
veya başka bir hükmüne aykırı bir yanı yoktur.
5-
19. maddenin 2 sayılı bendinin üçüncü fıkrasında greve karar verilebilmesi için
iki koşul ileri sürülmektedir. Bunlardan birisi, bir hakkın çiğnendiğini ileri
süren işçi kuruluşunun, durumu karşı tarafa veya taraflara ve ayrıca Çalışma
Bakanlığına yazı ile bildirilmiş olması ve Bakanlığın bîr uzlaştırma toplantısı
düzenlemiş ve bu toplantının uzlaşmaya varılmaksızın sona ermiş bulunması,
başka deyimle bir uzlaştırma denemesi yapılmış bulunması, ikincisi ise, işçi
kuruluşunun özel hakeme gitme yolunda yapacağı teklifin altı iş günü içinde
kabul edilmemiş olmasıdır.
Davacı
bu durumlar gerçekleşmeden önce grev kararı verilememesinin ancak birden bire
yapılması halinde işçiler yararına etkili olabilecek bir araç niteliğinde
bulunan grevin yapılmasını ağırlaştırdığı için grevi etkisiz kıldığını ileri sürerek
bu sınırlandırmaların grev hakkının özünü zedelediğini ve bundan dolayı
Anayasa'ya aykırı olduğunu özellikle bildirmektedir.
aa)
Burada ilk önce hakeme gidilmesi hükmünün işçi kuruluşunun dileğine
bakılmaksızın yerine getirilmesi gereken bir ödevi kapsayıp kapsamadığının
tartışılması zorunlu bulunmuştur; çünkü inceleme konusu fıkradaki "... ve
bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülü yahut işveren veya
işveren teşekkülünce karşı tarafa özel hakeme başvurmak için uyuşmazlığın herhangi
bir safhasında yapılmış olan teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş
olması" yolundaki hükmün yazılışı, onun niteliği üzerinde tereddütlere yol
açmakta ve bu hükmün işçi kuruluşuna ödev yükleyen bir hüküm olup olmaması yönü
de Anayasa'ya aykırılığı bakımından başka başka görüşlerin benimsene-bilmesine
yer vermektedir.
Bu
hükmün yazılışı ve kanuna konulusu ile sonuçlanan yasama çalışmaları gözönünde
tutulunca, kanunda bu konuya ilişkin olarak konulan öbür hükümlerle bunun
arasında bir çatışma bulunduğu izlenimi uyanmakta ise de, gerçekten böyle bir
çatışma, söz konusu değildir; çünkü yorumda kanun hükümlerinin tüm olarak
yazılışı ve anlam verilmek istenilen hükmün kanun hükümlerinin tümü içindeki
yeri ve metinlerin yazılışından anlaşılan hükmün konuluş ereği, temel tutulur.
Kanunun hazırlık çalışmaları, ancak ve ancak, bu ereğin aydınlanmasına yardımcı
oldukları ölçüde hesaba katılabilir, yoksa yalnızca hazırlık çalışmalarına ve
tek bir metnin yazılışına dayanan ve kanunun tümü içinde yadırganan sonuçlar doğuran
bir anlam, geçerli sayılamaz ve böyle bir yorum hukuka uygun olamaz.
Bu
19. maddenin 3 sayılı bendinin birinci fıkrasında (1 inci bende göre greve veya
lokavta karar verme yetkisine sahip olan taraflar özel hakeme başvurmakta
serbesttirler) ve bu kanunun (Özel hakeme başvurma) başlıklı 43. maddesinin
birinci fıkrasında (Taraflar anlaşarak uyuşmazlığın her safhasında özel hakeme
başvurabilirler. Toplu iş sözleşmesinde taraflardan birinin başvurması üzerine
özel hakeme gidileceğine dair hükümler saklıdır.) diye yazılı hükümle, özel
hakeme gitmenin, ancak her iki yanın İsteği İle olabileceği kesinlikle
bildirmektedir. Tartışma konusu hükmü bu hükümlerle birlikte bir tüm olarak
İncelersek, özel hakeme başvurma teklifinde bulunmuş olmanın grevin koşullarından
bulunmadığı anlaşılır. Kanun koyucu iş akdine veya o iş akdini düzenleyen bir
kanuna dayanan bir hakkın çiğnenmesi için dâva yolu yanında grev yolunu kabul
etmekle hakkın tezelden ve dâvadan daha etkili olarak yerine getirilmesini
sağlamak ereğini gütmüştür, ve grev gibi ağır bir yola gidilmezden önce
uzlaştırma denemesi yapılması koşulunu öngörmüştür. Bundan ayrı olarak, bir de
özel hakeme başvurma teklifinin yapılmış olmasını zorunlu bir koşul olarak
aramış bulunması, onun az önce anılan ereğine uygun düşmez. Bu hükmün konulması
ile güdülen erek, hakkın çiğnenmiş olması nedeniyle grev yapmak isteyen ve
böylece gitmek zorunda bulunduğu uzlaştırma yolundan ayrı olarak kendi
dileğiyle özel hakem teklifinde bulunan işçi kuruluşunun barış yolundaki bir
denemesinden yararlanmak için karşısındaki İşveren veya işveren kuruluşuna
yeterince olanak sağlamaktır, daha kısası işçi kuruluşu kendi isteği ile bir
kez barışçı bir yola girmeyi göze aldıktan sonra belli bir süre -kî altı
gündür- karşılık bekleyecek ve grev karan veremeyecektir.
Başkan
Vekili Lütfi Ömerbaş ile Üyelerden Salim Başol, Feyzullah Uslu, Şeref Hocaoğlu,
Halit Zarbun, Ziya Önel ve Muhittin Gürün karşı oyda bulunmuşlardır.
Özel
hakeme başvurmanın grev için aranan zorunlu bir koşul olmaması karşısında, bu
hükmün zorunlu bir koşul öngördüğü temeline dayanan Anayasa'ya aykırılık
istemi, yersizdir.
Üyelerden
Şeref Hocaoğlu ile Muhittin Gürün bu görüşe katılmamışlardır.
Her
ne kadar az önceki açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Başkan Vekili Lütfİ
Ömerbaş ile Üyelerden Salim Başol, Feyzullah Uslu, Halit Zarbun ve Ziya Önel,
tartışma konusu hükmün kesin ve buyurucu bir hüküm olduğu oyunda bulunmuşlarsa
da Kurulun çoğunluğunun bu görüşü kabul etmemesi üzerine çoğunluğun verdiği
karar ile, usul hukukunun bu yoldaki genel kuralı gereğince, kendilerini bağlı
saydıklarından sonuca ilişkin oylarında çoğunluğa katılmışlardır.
bb)
Yukarıda da belirtildiği üzere grev, ağır ve yerine göre yıkıcı sonuçları
bulunan bir yoldur. Böyle bir yola gidilmezden önce tarafların uzlaştırılması
için Çalışma Bakanlığının işe karışmasıyla bir deneme yapılmasında kamu yararı
vardır; zira uzlaştırma yolu, grevle varılmak istenilen sonuca daha az zararla
ve daha kolaylıkla uzlaştırmaya elverişli bir yoldur ve bunda grevin
yapılmasını önleyen veya kamu yararına dayanmaksızın zorlaştıran bir nitelik
yoktur. Bu nedenlerle, uzlaştırma denemesine ilişkin sınırlandırma, grev
hakkının özüne dokunmamaktadır. Ve Anayasa'ya aykırı değildir.
ç)
Dâva konusu Kanunun "Grev ve lokavt yasakları" başlıklı 20. maddesi
şöyledir:
"1-
Savaş halinde;
2--
Genel ve kısmî seferberlikte;
3-
İlâç imal eden iş yerleri hariç olmak üzere hastane, klinik, sanatoryum,
prevantoryum, dispanser, eczane, aşı ve serum imal eden müesseseler gibi
sağlıkla ilgili iş yerlerinde;
4-
Can ve mal kurtarma işlerinde;
5-
Kamu tüzel kişilerince veya kamu iktisadî teşebbüslerince yerine getirilen su,
elektrik, havagazı istihsal ve dağıtımı işlerinde;
6-
Yabancı memleketlere yapmakta olduğu yolculuğu bitirmemiş deniz, hava ve kara
ulaştırma araçlarında; Türk sularında seyir halinde olan gemilerle Türkiye'de
hareket halinde bulunan hava, demir ve karayolu ulaştırma araçlarında;
7-
Noterlik hizmetlerinde;
8-
Eğitim ve öğretim kurumlarında, çocuk bakım yerlerinde;
9-
19. maddenin ikinci bendi gereğince özel hakeme başvurulması hususunda anlaşma
olmuşsa, tahkimnamenin imzalanmasından veya eğer aynı madde gereğince mahkeme
grev veya lokavtı durdurma kararı almamışsa esas hakkındaki hükmün tebliğinden
sonra;
10-
19. maddenin 2 sayılı bendi hükümleri saklı kalmak kaydiyle, toplu iş
sözleşmesi süresi içinde;
Grev
ve lokavt yapılamaz.
11-
Millî Savunma Bakanlığınca ve İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığınca
doğrudan doğruya, işletilen iş yerlerindeki işçilerin ücret veya sair çalışma
şartlarının, piyasada benzeri İş yerlerindeki ücret veya sair çalışma
şartlarına nazaran işçilerin aleyhinde olduğunun yetkisi işçi sendikası veya
federasyonun başvurması üzerine Yüksek Hakem Kurulunca tesbit edilmesi halinde,
bu iş yerlerinde greve karar verilebilir.
Yukarıdaki
fıkrada söz konusu iş yerlerinde uygulanan ücretlerin veya sair çalışma
şartlarının aynı şekilde iş verenin aleyhinde olduğunun tesbit edilmesi halinde
de, bu iş yerlerinde lokavta karar verilebilir.
Bu
bente söz konusu iş yerlerinde bu bent hükümleri dışında grev ve lokavt
yapılamaz.
12-
Yangın, su baskını, toprak veya çığ kayması veya depremlerin sebebiyet verdiği
ve genel hayatı felce uğratan felâket hallerinde, Bakanlar Kurulu, bu hallerin
vuku bulduğu yerlere ve bu hallerin devamı süresince yürürlükte kalmak üzere
gerekli gördüğü iş yerleri veya iş kollarında grev ve lokavtın yasak edildiğine
dair karar alabilir.
13-
Sıkıyönetim uygulandığı bölgelerde, Sıkıyönetim Komutanlığı grev ve lokavt
yetkilerinin kullanılmasını süreli veya süresiz olarak askıda bırakabilir veya
izne bağlayabilir."
Davacı
bu madde hükümlerinin, 1 ve 2 sayılı bentler hükümleriyle 6 sayılı bentteki "...
Türk sularında giden gemilerle Türkiye'de gitmekte olan hava ,deniz,
karayolu ulaştırma araçlarında" hükmü ve yine 12 ve 13 sayılı bentler
hükümleri ayrık olmak üzere Anayasa'nın 11., 12. ve 47. maddelerinin sözüne ve
özüne aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Davacı
özellikle sağlık kurumlarında, can ve mal kurtarma işlerinde bu kurumların
ivedi işlerini karşılayacak işçileri dahi grev dışında bırakmanın yeterli
olabileceği, bu yerlerdeki bütün işçiler için öngörülen grev, yasağının
zorunluk sınırlarını aşmış olduğu ve yine yabancı ülkede yolculuk eden
gemilerde gemi limana girince yolcular için tehlike kalmayacağı için grev
yasağının kaldırılması gerektiği görüşündedir.
Bu
maddede öngörülen ve dâva konusu olan ayrık durumlar, bu günkü anlayışa ve
ihtiyaçlara göre yerindedir, Anayasa'ya uygundur. Gerçekten, Anayasa'nın 47.
maddesinin ikinci fıkrasında kanun koyucuya grev yapılamayacak durumları ve
işleri belli etmek yetkisi açıkça tanınmıştır.
1-
Sağlık işlerinde ivedi durumların ve işler için yeterli olacak işçilerin
hangilerinin olacağının kestirilmesi çoğu kez olanaksızdır. Sağlık işlerini
grev yüzünden aksatma, kamu için bu yerlerde çalışan işçilere grev hakkı
tanımamaktan doğacak zararlardan daha büyük zararlar doğurabilecek
niteliktedir. Bu bakımdan hüküm Anayasa'ya uygundur.
2-
Yabancı ülkelerdeki yolculuğu bitirmemiş bulunan ulaştırma araçlarının
limanlara veya iskelelere girdikleri zamanda dahi grev yapmak, yolcular ve
mallar için yerine göre çok büyük zararlara yol açabileceğinden, yabancı
ülkelerde yolculuk etmekte bulunan taşıtların işçilerinin grev yapmasının
yasaklanması Anayasa'ya uygundur ve bu yasağın benimsenmesi kamu yararının
gereklerindendir ve zorunluk sınırları içindedir.
3-
Noter çalışmaları yurt için önemli kamu hizmetlerinden bulunan adlî hizmetin
önemli bir bölümüdür ve buradaki aksamalar kamu için büyük zararlara yol
açabilir; bu sınırlandırma dahi, Anayasa'ya uygundur.
4-
Eğitim ve öğretim işlerindeki durum da az yukarıda numara 1 de açıklanan sağlık
işlerindeki durum gibidir.
5-
Özel hakeme başvurmanın kabul edilmesi, uyuşmazlığın çözümlenmesinde barışçı
bir yolun seçilmesidir. Bir yandan barışçı bir yolun seçilmesi, öte yandan
sosyal zorlama aracı olan greve başvurma, birbiriyle bağdaşabilir tutumlar
değildir.
Hakem
kararı beklenerek elde edilmesi umulan bir sonuç için, grev gibi ağır zararlar
doğurabilecek bir yola başvurmak, kamu yararına aykırı düşer. Bundan ötürü,
hakeme başvurma durumunda grevin yasak edilmiş bulunması doğrudur ve bunda
Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur.
Esasa
ilişkin mahkeme karan ile grevin sona ermesi de yerindedir. Dâva reddedilmişse
işçilerin haksızlığı meydana çıkmıştır. Haksız istek için grev söz konusu
olamaz. Dâva kabul edilmişse işçilerin halkan ilâma bağlanmış ve böylece
korunmuş bulunmaktadır. Hakkın işverene tanıtılması yapılan grevin amacı
bulunmasına ve bu hak, ilâm ile tanıtılmış olmasına göre artık grevin sürüp gitmesi
için bîr neden kalmamıştır. Bu açıklamalara göre esasa ilişkin hükmün tebliği
ile birlikte grevin yasaklanmasında bu hakkın özüne dokunan bir yön yoktur.
6-
Toplu sözleşme süresince taraflar barış içinde olmak yükümünü benimsemişlerdir.
Grev ise buna aykırı düşer; bu yolda sınırlandırma yerindedir. Toplu sözleşme
içinde meydana gelen iktisadî bunalımlar yüzünden toplu sözleşme ile sağlanan
çıkarların baltalanmış olması, düşünülebilir. Ancak burada toplu sözleşmenin
sona ermesine değin barış sağlanması düşüncesi, bu barışın bozulması ile
işçilerin çıkarlarının daha iyi korunması düşüncesine göre sosyal bakımdan
bugün için daha değerlidir.
Bu
nedenlerle 20. maddenin 10 sayılı bendi hükmünde Anayasa'ya aykırı bir yön
yoktur. Üyelerden Avni Givda bu görüşe katılmamıştır.
7-
Yurdun iç ve dış düşmanlara karşı savunması ile ilgili iş yerlerinde greve
gidilmesi için Yüksek Hakem Kurulunun o yerlerdeki iş koşullarının özel
kesimdeki benzeri iş yerlerindeki iş koşullarına eşit olmadığını tespit
etmesinin aranması, yurdun çıkarları, başka deyimle, kamu çıkarları bakımından
yerinde bir tedbirdir, bu tedbir bir vasilik de sayılamaz. Çünkü bunun amacı
bir vasilik kurmak değildir. Gerçekten iş koşullarında bir eşitlik var ise,
grev gibi sonuçları ağır bir yola gidilerek yurt savunmasının yerine göre büyük
tehlikelere düşürülmesi, hiç bir zaman, doğru görülemez. Ulusun tüm olarak
çıkarlarının ağır bastığı durumlarda, işçilerin veya işverenlerin çıkan artık
korunmağa değer sayılamaz. O halde bu hükümde de Anayasa'ya aykırılık yoktur.
d)
Dâva konusu kanunun "grev oylaması" başlıklı 22. maddesi hükmü
şöyledir:
Madde
22- Bir grevin belli bir iş yerinde uygulanabilmesi için oylama yapılmasını o
iş yerinde çalışan işçilerin üçte biri 23. maddenin 3. bendinde söz konusu
ilânın o iş yerinde yapılmasından başlayarak altı iş günü içinde yazılı olarak
isterse, o iş yerinde grev oylaması yapılır.
Grev
oylamasında işçilerin salt çoğunluğu grevin uygulanmamasına karar verirse o iş
yerinde grev uygulanmaz.
Grev
oylaması bu konudaki istemin mahallin en büyük mülkiye amirliğine yapılmasından
başlayarak altı iş günü içinde ve iş saatleri dışında en büyük mülkiye amirinin
tespit edeceği gün ve zamanda ve onun veya görevlendireceği memurun gözetimi
altında olur. Oylamaya itirazlar, oylama gününden başlayarak üç iş günü içinde
iş dâvalarına bakan mahalli mahkemeye yapılır. Bu itirazlar, üç iş günü içinde
kesin olarak karara bağlanır.
Grev
oylamasının sonucu dört nüsha olarak düzenlenecek bir tutanakla gösterilir. Bu
tutanağın bir nüshası iş verene, bir nüshası greve karar vermiş olan işçi
teşekkülüne, bir nüshası Bölge Çalışma Müdürlüğüne gönderilir. Dördüncü nüshası
da mahallin en büyük mülkiye amirliğinde saklanır."
Davacı
bu maddenin temeli olan birinci fıkrasının, grev hakkının kullanılmasında iş
verenin işçilere bir takım baskılar yapmasına yol açacağı ve hakkın
kullanılmasını zorlaştıracağı için Anayasa'nın 11. ve 47 maddelerine aykırı
olduğunu ortaya atmaktadır.
Grev
oylaması, sendikanın işçilerin çoğunluğunun isteğine aykırı bir kararın
uygulanmasını önlemek üzere öngörülen bir tedbirdir. Bu tedbirin demokratik
nitelikte olduğu açıktır. Böylelikle sendika yöneticilerinin durumu yanlış
takdir ederek işçiler için istenilmeyen bir davranışa geçmesine fırsat
verilmemiş olur. Bu oylamanın ancak ve ancak iş yerinde yapılabileceği anlamı,
hükmün yazılışından kesin olarak anlaşılmamakla birlikte, bunun ancak iş yeri
içinde yapılabileceği kabul edilse dahi, oylamayı gözetleyecek olan memurun
uygulayacağı ve en büyük mülkiye amirinin belli edeceği tedbirler alınarak,
işverenin işçiler üzerinde olumsuz etkide bulunması olanağı ortadan kaldırılabilir.
Bu bakımdan bu hükmün, sendikaların tüzüklerine bırakılmayıp kanunda yer
almasının grevin kullanılmasını zorlaştıracağı ve işçilere baskı yapılmasına
yol açacağı ve bundan ötürü Anayasa'ya aykırı olduğu kabul edilemez.
e)
Dâva konusu Kanunun "Grev ve lokavt halinde iş yerinden ayrılma
zorunluğu" başlıklı 24. maddesinin istem konusu birinci fıkrası şöyledir:
"Madde
24- Bir iş yerinde grev veya lokavtın uygulanmaya başlanması ile birlikte
işçiler, iş yerinden ayrılmak zorundadırlar. Ancak greve katılmayan veya
katılmaktan vazgeçen işçileri çalıştırıp çalıştırmamakta işveren
serbesttir."
Davacı,
grevcilerin iş yerinde kalarak yeni işçi alınmasını önleyebilmesine engel
olduğu için bu hükmün grevi etkisiz bir duruma düşürdüğünü ileri sürüp
Anayasa'nın 47. ve 11. maddelerine aykırı olduğunu ortaya atmaktadır.
Grevci
işçilerin iş yerinde kalmaları, kaba güç gösterilerine ve belki de zorbaca
davranışlara yol açabilecek tehlikeli bir durumdur. Bizim hukukumuzda grevci
işçi yerine işverenin başka işçi alması, 275 sayılı Kanunun suç saydığı bir
eylemdir; gerçekten, 275 sayılı Kanunun 27. maddesinin 2 sayılı bendinde
"İşveren kanunî bir grev veya lokavtın süresi içinde, yukarıdaki bent
gereğince hizmet akitlerinden doğan hak ve borçlan askıda kalmış olan işçilerin
yerine, hiç bir suretle, daimî veya geçici olarak başka işçi alamaz veya
başkalarını çalıştıramaz" ve 62. maddesinin birinci fıkrasında "27.
maddenin 2. bendi hükmüne aykırı hareket eden işveren veyahut işvereni söz
konusu hükme aykırı hareket etmeğe zorlayan veya teşvik eden veya bu yolda
propagandada bulunanlar söz konusu hükme aykırı olarak aldıkları veya
alınmasına âmil oldukları her işçi basma 500 liradan az olmamak üzere ağır para
cezasına mahkûm edilirler. Tekerrürü halinde, bu cezanın üç katına
hükmolunur." hükümleri yer almıştır. Buna göre işverenin yeni işçi
almasını önleme devlete düşen ödevlerdendir. İşçilerin bu konuda alabilecekleri
tedbir, işlenen suçun kolluğa veya savcılığa haber verilmesini sağlamak üzere
grev gözcüleri koymaktan başka bir şey değildir. Bu durum karşısında
grevcilerin iş yerinde kalmaları gerekmez. Bu bakımdan hükmün grev hakkının
özüne dokunan ve Anayasa'ya aykırı bulunan bir yönü yoktur.
f)
Dâva konusu Kanunun "grev ve lokavta katılamayacak işçiler" başlıklı
25. maddesinde şöyle denilmektedir;
"Madde
25- Hiçbir suretle istihsal veya satışa matuf olmamak kaydiyle:
a)
Niteliği bakımından sürekli olmasında teknik zaruret bulunan işlerde faaliyetin
devamlılığını;
b)
İşyerinin güvenliğinin makine ve demirbaşlarının, gereçlerinin, hammadde, yarı
mamul ve mamul maddelerinin bozulmamasını sağlayacak sayıda işçi, greve
katılamaz veya lokavt dolayısiyle işten uzaklaştırılamaz.
c)
(a) ve (b) bentlerine göre grev veya lokavtın dışında kalacak işçilerin
niteliği ve sayısı, toplu iş sözleşmesinde gösterilmemişse, işveren veya
işveren vekili toplu görüşmenin açılışından başlayarak altı iş günü içinde iş
yerinde yazı ile ilân eder ve bu ilânın birer örneğini toplu görüşmede taraf
olan İşçi teşekküllerine gönderir. Bu ilânın aleyhinde altı iş günü içinde il
hakem kuruluna toplu görüşmede taraf olan işçi teşekküllerinden biri yazı ile
itirazda bulunmazsa, ilân hükümleri kesinleşir, itiraz halinde, il hakem kurulu
altı iş günü içinde karar verir. Bu karar kesindir.
ç)
Grev veya lokavtın bir iş yerinde uygulanması halinde hangi işçilerin
yukarıdaki bentler hükümlerine göre iş yerinde çalışmağa devam edecekleri Bölge
Çalışma Müdürlüğünce 23. maddenin bir ve ikinci bentlerinin ikinci fıkralarında
söz konusu süre içinde tespit edilerek ilgili işverene ve işçilere yazı ile
bildirilir. O iş yerinde çalışıp da toplu görüşmede veya toplu iş sözleşmesinde
taraf olan işçi teşekkülünün veya o teşekkül mensubu olan alt kademedeki bir
diğer İşçi teşekkülünün Başkan ve Yönetim Kurulu üyeleri bu hükme tabi tutulamazlar.
Kesin zorunluk halinde işveren, Bölge Çalışma Müdürlüğünün yazılı izni ile,
yukarıdaki bentlerde sözü edilen işlerin yerine getirilebilmesi için yeni işçi
alabilir."
1-
Bu 25. maddenin c bendinin birinci fıkrası, 16.7.1964 günlü ve 503 sayılı
Kanunun 5. maddesiyle dâvanın açılmasından sonra değiştirilmiş olduğundan bu
fıkraya ilişkin istemin konusu kalmadığı için, bu İstem üzerinde karar vermeğe
yer kalmamış ve aşağıda (2) deki inceleme, bu fıkra dışında kalan hükümler
üzerinde yapılmıştır.
2-
Davacı, Anayasa'nın ancak grev yapılamayacak işler bakımından ayrık durumlar
öngörülmesini kabul ettiğini, grev yapılabilecek bir işte bir takım işçilerin
grev hakkından yoksun bırakılmasının bütün işçilere grev hakkı tanıyan
Anayasa'nın 47. maddesine aykırı olduğunu ortaya atmaktadır.
Dâva
konusu hükümler, ulusal mal varlığını gereksiz zararlardan korumak ve grev
bitince işçilerin hemen çalışmalarını sağlayarak zarara girmelerini önlemek
ereği ile konulmuştur; bu bakımdan kamu yaran düşüncesine dayanmaktadır.
Anayasa'nın 47. maddesinin ikinci fıkrasında özel kanun ile öngörülebileceği
anılan istisnalarla Anayasa koyucu, yalnızca grev yapılamayacak iş yerlerini
erek edinmiş olamaz. Bu ayrık durumlar arasına grev yapılan bir iş yerinde bir
takını işçilerin grev dışı bırakılmaları dahi girer. İşin özüne bakılırsa, bir
takım iş yerlerinde, kamu yararı düşüncesiyle grevi, tüm olarak yasaklama
yetkisine sahip olan kanun koyucunun, grev yapılan bir yerde, yine kamu yararı
düşüncesiyle bir takım işçileri grev dışında bırakmağa öncelikle yetkili
sayılması hukuk mantığı gereğidir. Grev yapılan bir iş yerinde olağan çalışma
ve bunun sonucunda, üretim veya satış durduğu İçin, bu hükmün grevin etkisini
hiçe indirdiği veya azalttığı düşüncesi gerçeğe uygun düşmemektedir. Bu
nedenlerle ortada grev hakkının özüne dokunan bir durum yoktur,
g)
Dâva konusu Kanunun "kanuni grev veya lokavtın konut haklarına
etkisi" başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrasında :
"Madde
28- İşveren hiçbir halde kanunî bir grev veya lokavt süresince, greve katılan
veya lokavta uğrayan işçilerin oturdukları ve işveren tarafından sağlanmış
konutlardan çıkmalarını isteyemez. Bu fıkrada yer alan yasak, grev veya
lokavtın iş yerinde ilânından başlayarak fiilen aralıklı da olsa doksan gün
devam etmesinden sonra uygulanmaz," denilmektedir.
Davacı
grev yapan işçinin çalışmaması haksız bir davranış olmayıp bir hakkın
kullanılması niteliğinde bulunduğu için konuttan çıkarma hükmünün, Anayasanın
47. maddesinin özüne ve dilekçede andığı öbür hükümlerine aykırılığını ileri
sürmektedir.
Grev
yapan işçinin çalışmaması, akde veya kanuna aykırı bir durum değildir. Ancak
konutta oturma hakkı, işçiye iş yerinde çalışması temel alınarak tanınmış bir
hak olduğu için, bu hakkın grev hakkına dayanarak işçinin çalışmadığı durumlarda
doksan günle sınırlandırılmasında, grev hakkının özüne dokunan bir yön
bulunmadığı gibi, mülkiyet hakkının kamu yararına aykırı olarak kullanılması
niteliği veya sosyal devlet ilkelerine aykırı bir yönü dahi yoktur. Bu hüküm
ile işçilerin ve işverenlerin birbirlerine karşıt olan çıkarları, yerinde
olarak, bağdaştırılmıştır ve böylece hakkaniyet uygun bir yol tutulmuştur.
Nitekim
işverenin kira ile de olsa işçiye konut sağlaması, kendi için olduğu gibi
kuşkusuz, işçi içinde küçümsenmeyecek bir yarardır.
Konut
sağlayarak işçisini kazançlı duruma sokmuş olan bir işveren, grev dolayısiyle
işçisine konut sağlamamış bulunan bir işverene göre daha çok zarara uğramakta,
iyiliğinin karşılığı bir bakıma ceza çekmiş gibi olmakta, işverenler arasında
bir eşitsizlik doğmaktadır. Doksan gün sonra konuttan çıkarma yasağının
kalkmasiyle işverenler arasında eşitlik sağlanmaktadır ve bu bakımlardan hüküm,
hakkaniyete uygundur. Grev yapan işçilerin uzun süre sürecek grevleri sırasında
konuttan çıkarılmaması kabul edilirse, bu hüküm, işverenlerin işçilere konut
sağlamaktan çekinmelerine yol açabilir ki bu da işçiler yararına olmaz.
Grevin
uzun süreceğinin anlaşılması halinde işçiler, kendilerine oturacak yeni bir yer
bularak doksan günün sonunda konutlardan çıkarıldıklarında sokak ortasında
kalmak gibi kötülüklerden kendilerini koruyabilirler.
h)
Dâva konusu Kanunun "kanun dışı grev ve lokavtın sonuçları" başlıklı
29. maddesinin 1 sayılı bendinde aşağıdaki hüküm yer almıştır.
"Madde
29- 1. Kanun dışı grev yapılması halinde işveren, böyle bir grevin yapılması
kararma katılan, böyle bir grevin yapılmasını teşvik eden, böyle bir greve
katılan veyahut devam eden veya böyle bir greve katılmaya veyahut devama teşvik
eden işçilerin hizmet akitlerini, feshin ihbarına lüzum olmaksızın ve herhangi
bir tazminat ödemeye mecbur bulunmaksızın feshedebilir.
Kanun
dışı bir grev yapılması halinde, bu grev veya bu grevin yönetim ve yürütme
yüzünden işverenin uğradığı zararlar, greve karar veren işçi teşekkülü veya
kanun dışı grev herhangi bir işçi teşekkülünce kararlaştırılmaksızın
yapılmışsa, bu greve katılan İşçiler tarafından karşılanır."
Davacı,
Anayasa'nın 47. maddesi, grevi yalnızca erek bakımından kanuna uygun veya
aykırı saymağa elverişli iken, bu kanunun koyduğu usul hükümlerine aykırı bir
grevin dahi kanuna aykırı grev sayılması, Anayasa'nın 47. maddesinin güttüğü
amaca aykırı bulunmakta olduğu için, bir usul yanılması yüzünden grevin kanun
dışı grev sayılması sonucunda İş akdinin tazminatsızca bozulmasına ve işçilerin
tazminatla yükümlü tutulmalarının, hakkın özünü zedelediğini ortaya atmaktadır.
Yukarıda
(b 1) açıklandığı üzere, Anayasa'nın 47. maddesi orada belli edilen erekler
için grev yapılabileceğini ve bunların dışında kalan erekler için grevin yasak
olduğunu hükme bağlamak üzere kaleme alınmıştır. Bu hükümden, erekten başka
nedenlerden ötürü bir grevin kanun dışı grev sayılamıyacağı anlamı çıkarılamaz.
Bunun tersine olarak, ikinci fıkra hükmü ile kanun koyucuya grevin
sınırlandırılması ve istisnalarının belli edilmesi yolunda yüklenen ödev ile
erekten başka yönlerden ötürü bîr grevin kanun dışı grev olabileceği kabul
edilmiş bulunmaktadır. Kanun içi ve kanun dışı grevleri ayırt eden hükümler,
yeterince kesindirler ve yanılmaya kolay kolay yer bırakmamaktadırlar. Buna
göre 275 sayılı Kanunun öngördüğü usule ilişkin hükümlerden birisine aykırılık
dolayısiyle kanun dışı sayılan bir grevin dahi, kanun dışı yapılan öbür
grevlerle aynı hukukî sonuçları doğurmasında grev hakkının özüne dokunan bir
yön bulunmamaktadır.
i)
Dâva konusu Kanunun "grev gözcüleri" başlıklı 31. maddesinde şöyle
denilmektedir.
"Madde
31- Kanunî bir grev kararına uyulmasını sağlamak için, cebir ve şiddet
kullanmaksızın ve tehditte bulunmaksızın propaganda yapmak ve kendi üyelerinin
grev kararına uyup uymadıklarını denetlemek amacı ile, işyerinde grev ilân
etmiş olan işçi teşekkülü, iş yerinin giriş ve çıkış yerlerine, kendi
mensupları arasında en çok ikişer grev gözcüsü koymaya yetkilidir. Çalışma
serbestliği her halde saklıdır.
Davacı,
grev gözcülerinin sayısının sınırlandırılmış olmasının, yerine göre, grevi
etkisiz kılabileceğinden ötürü, grev hakkının özüne dokunduğunu ve Anayasa'nın
47. maddesinin özüne aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Yukarıda
(e) de açıklandığı gibi, grev gözcüleri yalnızca greve aykırı olarak işverenin
işçi almış olduğunu kolluğa veya savcılığa haber vermek için ve greve aykırı
davranan işçileri de ilgili yerlere yine haber vermek için konulmaktadır.
Bundan başka, greve katılanların sayısını artırmak üzere propaganda yapmak da
bunların göreceği işlerdendir. Bundan dolayı iş yerinin her bir giriş çıkış
yerine en çok ikişer gözcü konması yeterlidir ve bu sınırlandırmada grevi
etkisiz kılan bir nitelik yoktur. Böyle bir sınırlandırma konulmaması, birçok
işçilerin iş yeri kapılarında birikmeleri ve yersiz, kanuna aykırı bir takım
davranışlara girişmeleri tehlikesini doğurabilir. Bu nedenlerle istem konusu
hüküm, Anayasa'ya aykırı değildir.
i)
Dâva konusu Kanunun "hakem kurullarına katılacak hakemlerin
nitelikleri" başlıklı 38. maddesinin üçüncü fıkrasında şu hüküm vardır:
"Siyasi
partilerin yönetim kurullarında görevli olanlar, işçiler veya işverenler adına
hakem seçilemezler."
Davacı,
Anayasa'mız hükmünce demokratik hayatın vazgeçilmez bir kurumu bulunan bir
siyasî partiye bağlı bir yurttaşın, partinin yönetim kurulunda da görev alması,
kendisinin tabiî bir hakkı olduğu için bu kimsenin bu kanunun öngördüğü hakem
kurullarında görev alamamasının eşitlik ilkelerine ve grev hakkının özüne
aykırılığını ortaya atmaktadır.
İl
Hakem Kurulu ile Yüksek Hakem Kurulunun temel görevi, bir takım işçilerle
işverenler arasında çıkan ve grev yasağı nedeniyle greve başvurularak
çözümlenemeyen toplu iş uyuşmazlıklarını, toplu iş sözleşmesi niteliğinde olmak
üzere, karara bağlamaktadır. Bu yön 275 sayılı Kanunun 36. ve 37. maddelerinden
anlaşılmaktadır. Kanunun bu hakemlerde aradığı niteliklerden en önemlisi, bunların
herhangi bir yanı tutmayan kimseler olmalıdır. Bir siyasî partinin yönetim
kurulunda üye olan bir kimsenin oylarında yansız olamıyacağı kuşkusu,
genellikle, uyanabilir ve böyle bir kuşku, kamu oyunda haklı görülebilir.
Toplulukla iş uyuşmazlıkları gibi önemi büyük olan işlerde verilecek
kararların, her şeyden önce, manevî yönden doyurucu nitelikte olmaları, sosyal
tedirginliği önleme bakımından gereklidir. Bunun içinde kurullara katılan
kişilerin yan tutmayan kişilerden bulunmasını, kanun koyucu, haklı olarak,
sağlamak istemiştir. Gerçekten, bu kurullar, 275 sayılı Kanunun 35 ve 36.
maddeleri hükmünce, hâkimlerin başkanlığı altın da kanunda gösterilen devlet
memurları ile işçiler ve işverenler temsilcilerinden mey dana gelir. Yüksek
Hakem Kurulunda ayrıca Danıştay Genel Kurulunun seçeceği bir dâva dairesi
başkanı ile üniversitelerin kanunda gösterilen fakülteleri öğretim üyelerince
seçilecek iktisat veya iş hukuku öğretim üyesi dahi vardır. Üniversite öğretim
üyesinin herhangi bir siyasî partinin üyesi olmaması dahi, kanunda öngörülmüş
koşullardandır. Kurula işçi ve işveren temsilcilerinin katılması, olayın
işçiler ve işverenler yönünden değerlendirilmesinde yanılmaları önlemek içindir
yoksa kurul kararlarının tarafsız kişilerce verilmesinin önemsenmediğini göstermek
için değildir. Bundan ötürü, kanun hükmü ile konulan yasak, doğru ve
yerindedir. Bir işin gerekdiği nitelikler, hiçbir zaman, Anayasa'nın 12.
maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık doğurmaz; çünkü böyle
niteliklerin öngörülmesi ile gözetilen ayırım, haklı nedene dayanmaktadır ve
haklı bir ne denin söz konusu olduğu yerde de ayırım gözetilmesi tabiîdir.
Unutulmamalıdır ki Anayasa'nın 12. maddesi, yalnızca haklı bir neden
bulunmaksızın, gözetilen hüküm ayırımlarını yasaklamayı erek edinmiştir.
Hakem
kurulları grev yapılması veya yapılmaması konusunda herhangi bir kararın
verilmesi ile görevli kurullar olmadıkları için, bunların üyelerinin
niteliklerine ilişkin kanun hükümleri, grev hakkının özü ile ilgili sayılamaz.
Demek ki ileri sürülen aykırılık iddiası, yerinde değildir.
j)
Dâva konusu Kanunun "Kanun dışı grev ve lokavt" başlıklı
54.maddesinde şöyle denilmektedir:
Madde
54- Vuku bulan kanun dışı greve veya lokavta karar verenler, böyle bir lokavta
katılanlar veya devam edenler, böyle bir greve veya lokavta karar verilmesine
veya bunlara katılmaya veya devama zorlayan veya teşvik edenler veya bu yolda
propaganda yapanlar, bir aydan üç aya kadar hapis ve yüz liradan bin liraya
kadar ağır para cezasına mahkûm edilirler. Tekerrür halinde üç aydan altı aya
kadar hapis ve beşyüz liradan beşbinliraya kadar ağır para cezasına hükmolunur.
Kanun
dışı greve katılanlar veya devam edenler, beşyüz liraya kadar ağır para
cezasına mahkûm edilirler. Tekerrür halinde bir aya kadar hapis ve ikiyüz
liradan ikibin liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur."
Davacı,
bu ceza hükümlerinde usule ilişkin yanılma nedeniyle kanun dışı sayılan bir
grev yüzünden grevcilerin ve öbür ilgililerin cezalandırılmalarının
öngörülmesinin Anayasa'nın üstünde bulunan ve kasıtsız ceza verilmiyeceğini
bildirine hukuk kuralına aykırı olduğu için, bu ceza hükümlerinin Anayasa'nın
47. maddesine aykırılığını öne sürmektedir.
Dâva
konusu maddede yazılı cezaların ağır para cezası ve hapis cezası olmaları, bu
madde ile cezalandırılan eylemlerin Türk Ceza Kanununun 11. maddesi uyarınca
ceza hukuku bakımından kabahat değil, birer sürüm olduklarını göstermektedir. O
halde Ceza Kanununun 45. maddesinin birinci fıkrası hükmünce kastin
bulunmaması, cezayı kaldıracaktır; daha açıkçası, usul yönündeki yanılma
sonucunda olayda kastin bulunmadığı anlaşılırsa istem konusu 54. maddenin
uygulanması söz konusu edilemiyecektir. Burada hatırlatalım ki, 275 sayılı
Kanunun koyduğu usule ilişkin hükümler, genellikle yanılmalara yer bırakmıyacak
açıklık ve kesinliktedir. Bu nedenlerle burada Anayasa'ya aykırılık söz konusu
olamaz.
Daha
önce (Yukarıda b/1 de) açıklanan gerekçeler karşısında, davacının, Anayasa'nın
grevin yalnızca ereğine göre kanun dışı sayılabilmesini öngörmüş olduğu yollu
görüşü dahi, Anayasa'nın 47. maddesine uygun bulunmamaktadır.
k)
Dâva konusu Kanunun "grev veya lokavt halinde iş yerinden ayrılmamak"
başlıklı 60. maddesi şöyledir:
Madde
60- 24. maddenin birinci fıkrası gereğince işyerinden ayrılmayan işçiler ile
bunları işyerinden ayrılmamaya zorlayan veya teşvik edenler veya bu yolda
propaganda yapanlar, ikiyüz liradan az olmamak üzere ağır para cezasına mahkûm
edilirler."
Davacı,
işyerine isçi alınmasını önlemek için işçilerin işyerinden ayrılmama yetkisi
bulunması gerektiğinden, işyerinden ayrılma yükümünün ve bunun yaptırımı olan
bu maddedeki ceza hükmünün Anayasa'ya aykırılığını ortaya atmaktadır. Bu hüküm,
Kanunun 24. maddesi hükmünün yaptırımıdır, yukarıda (e) bendinde açıklandığı
üzere, 24 madde ile konulan hükümde Anayasa'ya aykırılık olmadığına göre
buradaki hükümde de böyle bir aykırılık söz konusu değildir.
Suçun
önemi karşısında verilecek cezada adalete aykırı bir nitelik ve bu yönden dahi
Anayasa'ya aykırılık görülmemiştir.
SONUÇ
:
15.7.1963
günlü ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun :
a)
1. maddesinin 1 numaralı bendi hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile;
b)
12. maddesinin 1 numaralı bendinin birinci fıkrasında yer alan "... ve
bunu, Ankara, İstanbul ve İzmir'de çıkan birer gazete ile yayımlamağa
mecburdur." Şeklindeki hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
c)
17. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına esasta
oybirliği ile; gerekçe de ise üyelerden Feyzulllah Uslu'nun karşı oyu ile ve
oyçokluğu ile;
ç)
18. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
d)
1-19. maddesinin 2 numaralı bendinin besince fıkrası, 16.7.1964 günlü ve 503
sayılı Kanunun 3. maddesiyle, dâvanın açılmasından sonra, değiştirilmiş
olduğundan konusu kalmayan bu fıkraya ilişkin dâva hakkında karar verilmesine
yer olmadığına oybirliği ile;
2-
Aynı maddenin lokavta ilişkin hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile;
3-
Aynı maddenin greve ilişkin hükümlerine gelince:
Maddenin
2 numaralı bendinin üçüncü fıkrasında yer alan ve (... ve bir hakkın ihlâl
edildiğini ileri süren işçi teşekkülü yahut işveren veya işveren teşekkülünce
karşı tarafa özel hakeme başvurmak için uyuşmazlığın herhangi bir safhasında
yapılmış olan teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş olması."
şeklindeki hükmün, özel hakeme başvurmayı zorunlu kılan nitelikte olmadığı
üyelerden Salim Başol, Feyzullah Uslu, Şeref Hocaoğlu, Halit Zarbun, Ziya önel,
Muhittin Gürün ve Lütfi Ömerbaş'ın karşı oylarıyla kararlaştırıldıktan sonra;
Maddenin
greve ilişkin hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına; yukarıda belirtilen ve
"..." içine alınan hükümden gayrisinde oybirliği ile "..."
içine alınan bükümde Şeref Hocaoğlu ve Muhittin Gürün'ün karşı oyları ile ve
oyçokluğu ile;
e)
20. maddesinin 1., 2., 12. ve 13. numaralı bentleri hükümleri ile 6 numaralı
bendinin, "Türk sularında seyir halinde olan gemilerle Türkiye'de hareket
halinde bulunan, hava, deniz ve kara yolu ulaştırma araçlarında"
şeklindeki hükmü dışında kalıp dâvaya konu yapılan öteki hükümlerinin
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına, üyelerden Avni Givda'nın maddenin yalnız 10
numaralı bendinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki karşı oyu ile ve oyçokluğu
ile;
f)
21. maddesinin 5 numaralı bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
g)
22. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
h)
23. maddesinin lokavtla ilgili hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile;
j)
24. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
j)
25. maddesinin (c) bendinin birinci fıkra", 16.7.1964 günlü ve 503 sayılı
Kanunun 5. maddesi ile dâvanın açılmasından sonra, değiştirilmiş olduğundan
konusu kalmayan bu fıkraya ilişkin dâva hakkında karar verilmesine yer olmadığına
oybirliği ile;
Maddenin
(c) bendinin birinci fıkrası dışında kalan öteki hükümlerinin ; Anayasa'ya
aykırı olmadığına oybirliği ile;
k)
26. maddesinde ve 28 maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında yer alan lokavta
ilişkin hükümlerle birinci fıkrasında yer alan ve işçilerin doksan gün
geçtikten sonra konutlarından çıkarılabileceklerine ilişkin bulunan hükümlerin,
29., 30., 31., 32., 33., 34 maddeleri hükümleri ile 38. maddesinin son fıkrası
hükmünün ve 49. maddesinin lokavta ve 54. ve 60. maddelerinin greve ilişkin
hükümlerinin; Anayasa'ya aykırı olmadıklarına oybirliği ile; 19-20.10.1967
günlerinde yapılan toplantılarda karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
İbrahim
Senil
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
Salim
Başol
|
|
|
|
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
Üye
Fazlı
Öztan
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
|
|
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Recai
seçkin
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞI
DÜŞÜNCE AÇIKLAMASI
275
sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasasının greve ilişkin 19.
maddesinin 2 sayılı bendinin 3 üncü fıkrası greve karar verilmesini bazı
koşullara bağlı tutmuştur. Bu koşullardan birisi şöyledir: (ve bir hakkın ihlâl
edildiğini ileri süren işçi teşekküllerince karşı tarafa özel hakeme baş vurmak
için uyuşmazlığın herhangi bir safhasında yapılmış olan teklifin altı iş günü
içinde kabul edilmemiş olması gereklidir.)
Bu
ibarenin açık hükmü, bir işçi teşekkülünü greve karar vermeden önce, işveren
tarafa özel hakeme baş vurma teklifinde bulunmağa zorunlu kılmakta ve altı iş
günü içinde bu teklifin kabul edilmesi halinde de greve gitme olanağı ortadan
kaldırmaktadır. Metnin yazılışından böyle anlaşıldığı gibi bu hükmün kanuna giriş
şekli ve Millet Meclisi ile Cumhuriyet Senatosunda geçirdiği devreler de bu
görüşe hak vermektedir.
19.
maddenin 3 sayılı bendindeki özel hakeme baş vurma serbestliğinin, bu 2 sayılı
bendin 3 üncü fıkrasına bir şümulü yoktur.
Bu
kanunun 43. maddesinde tarafların her safhada anlaşarak özel hakeme baş
vurabileceklerini belirten hükmü de konunun dışındadır. Anayasa'nın 47.
maddesinde ise (işçiler, işverenle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal
durumlarını korumak veya düzeltmek amaciyle toplu sözleşme ve grev haklarına
sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin haklan kanunla
düzenlenir.) denilmiştir.
Anayasa'nın
bu hükmüne göre grev hakkı kişinin sosyal ve iktisadî temel haklarındandır.
Halbuki işçi teşekküllerini karşı tarafa özel hakeme baş vurma teklifinde
bulunmağa zorunlu kılan hüküm, grev hakkının kullanılmasını düzenleyen veya bu
hakka istisna koyan bir hüküm olmayıp işçi teşekküllerinin yapmağa zorunlu
oldukları tekliflerinin kabulü halinde grev hakkını ortadan kaldıran bir
nitelik taşımaktadır.
Bu
durum, söz konusu hükmün grev hakkına ilişkin kısmının Anayasaya aykırı
olduğunu açık olarak göstermektedir. İptali gerekmektedir.
Bu
nedenlerle "Sonucun" 3 numara altında yazılı konuyu ilişkin kısmına
katılmamaktayım.
MUHALEFET
ŞERHİ
1-
275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun 17 nci maddesinin 2 nci
fıkrası kanun içi ve kanun dışı grevleri sadece tanımlamak amacı ile konulmuş
koşullan ve yetki alanı yine dâva konusu edilen 19 uncu maddede belirtilmiş
bulunduğuna göre menfaat ve hak uyuşmazlıklarının niteliği, şekli, koşullarıyla
sonuçlarının 17. maddede değil 19 uncu maddenin konuşulması sırasında münakaşa
edilmesi ve bu hususların işbu madde gerekçesinde belirtilmesinin kanunun söz
ve ruhuna daha uygun düşeceği kanısındayım.
2-
275 sayılı Kanunun "Grev ve lokavt yetkisi" başlıklı 19 uncu
maddesinin bir numaralı bendi menfaat ihtilâflarından doğan grev yetkisinden 2
numaralı bendinin l inci fıkrası hak ihtilâfından doğan, yani mevzuat veya
toplu iş sözleşmesi ile sağlanmış olan haklar, toplu iş sözleşmesi ile bağlı
olan işveren veya işveren teşekkülü tarafından veya onun teşvik veya tahriki
ile bozulmasından doğan grev yetkisinden ve 3 üncü fıkrası da grev karan alma
koşullarından söz etmektedir. İşbu 3 üncü fıkraya göre toplu iş sözleşmesi ile
bağlı olan işçi teşekkülünün, o iş verene ait iş yerlerinde veya işveren
teşekkülünce karşı tarafa özel hâkeme baş vurmak için uyuş karar verebilmesi
için olayda 3 koşulun bulunması gereklidir.
a)
Bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren tarafın, durumu karşı tarafa veya
taraflara ve Çalışma Bakanlığına yazı ile bildirilmiş olması;
b)
Çalışma Bakanlığının 15 inci maddesinde gösterilen sürelere ve usullere uyarak
bir uzlaştırma toplantısı tertiplemiş ve bu toplantının zikri geçen maddenin
son fıkrası gereğince taraflar arasında bir uzlaşmaya varılmaksızın sona ermiş
bulunması;
c)
Ve nihayet bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren İşçi teşekkülünce karşı
tarafa özel hakeme baş vurmak için uyuşmazlığın herhangi bir safhasında
yapılmış olan teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş olmasıdır.
Hükümleri
kamu düzeni ile ilgili olan 275 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin 3 üncü
fıkrasında belirtilen koşullara riayet zorunludur. Bunlar grev hakkının
kullanılmasının muteberiyet, kanunilik koşullardır.
Çoğunluk,
anılan 3 üncü koşulun grev kararı almak koşullarından bulunmadığı görüşündedir,
Halbuki aşağıda açıklanacağı üzere bu dahi yetkili İşçi teşekkülünün greve
karar verebilmesi için yerine getirilmesi zorunlu koşullardan biridir.
A)
Bir kere dil yönünden anılan ibare başka türlü yoruma elverişli değildir,
ihtilâf konusu ibare aynen şöyledir:
(...
Bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülü yahut işveren veya
işveren teşekkülünce karşı tarafa özel hâkeme baş vurmak için uyuşmazlığın herhangi
bir safhasında yapılmış olan teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş
olması gereklidir.)
Görülüyor
ki anılan ibareye, yazılış biçimi ve dil kuralları yönünden başka anlam
vermeye, diğer deyimle bu ibareyi grev kararı almanın koşullarından saymamaya
asla müsait değildir.
Açıkça
görülüyorki yetkili işçi teşekkülünün grev kararı alabilmesi için olayda diğer
iki koşuldan başka işçi teşekkülünün karşı tarafa özel hâkeme baş vurmak
teklifinde bulunması ve bu teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş olması
gereklidir, lüzumlu ve zorunludur.
B]
Herhangi bir kanun maddesinin yorumu zorunluğu karşısında o kanunun topyekûn
amacı, yönü ve meclis çalışmalarının gözönünde tutulması gereklidir.
Kanun
koyucunun o hükmü koymasındaki neden ve amaç böylece tespit edilebilir.
Kanun
tasarısı ve Meclis konuşmalarına söz attığımız zaman görüyoruz ki tasanda ve
tasarıyı inceleyen Millet Meclisi Geçici Komisyon raporunda böyle bir hüküm
bulunmamakta ve ancak tasarının 19 uncu maddesinin Millet Meclisindeki
konuşmaları sırasında geçici komisyon tarafından bu hüküm metne konulmuş ve
meclisçe kabul edilmiş bulunmaktadır.
Geçici
Komisyon sözcüsü bu hükmün kanun metnine konuluş nedenini şöyle açıklamaktadır.
(Ayrıca
komisyonumuz verdiği takrirle bir yenilik daha getiriyor o da şudur:
Mademki
maksat hakkın bir an evvel meydana çıkmasıdır. Grev ve lokavta hak
ihtilâflarında gidilebilmesi için bir munzam şartın daha eklenmesi uygun
görülmüştür. O da şudur: Bir hak ihtilâfında grev ilân edecek olan taraf şu
metinde yazılı şartları yerine getirdikten sonra, ayrıca, İşverene özel tahkime
çok kısa bîr süre içerisinde gitmek hususunda bir teklifte bulunacak ve iş
veren eğer bu teklifi reddederse, işte o zaman grev hakkı doğacaktır. Lokavt
için de mutekabilen aynı husus varittir. Çünkü bu takdirde işçi tarafından.
Özel tahkime gidilip tahkim yolu ile hakkın meydana çıkarılması talep
edilmesine rağmen işverenin bunu reddetmesi halinde işverenin haksızlığı efkârı
umumiyede dahi bütün azametiyle tebarüz etmiş olacaktır. Bu bakımdan bu sistemin
çok daha müessir bir şekilde işlemesi ve her şeye rağmen, büyük efkârı umumiye
hareketleri, büyük topluluk hareketleri neticesinde hâkimlerin de lüzumsuz
derecede baskı ve tesir altında kalmamaları için bu unsurun da buraya ilâve
edilmesini, komisyonumuz zaruri görmektedir.
(Millet
Meclisi Cilt 16, Dönem 1, Toplantı 2, 77 nci Birleşim Sahife 461)
Tartışma
konusu ibarenin kanun metnine girişi böylece ve bu açık gerekçe ile olmuştur.
Cumhuriyet Senatosunda da, müddet dışında, bu hükme karşı getirilmemiştir.
19
uncu maddenin 3 numaralı bendinin konumuzla hiç bir ilgisi yoktur.
275
sayılı Kanunun 43 üncü maddesi ise tamamen konumuz dışında ve grev ve lokavtın
millî İktisatda yapacağı tahribatı önleme amacı ile konulmuş genel bir hükmü
kapsamaktadır.
Uygulamalara
dayanılarak ibareye verdiğimiz bu anlama göre özel hakeme başvurmak teklifinde
bulunmak zorunda olan işçi teşekkülü, teklifinin kabulü halinde, greve
gidemiyecektir. Bu sonuç ise Anayasa'nın 47 nci maddesiyle işçilerin temel
hakkı olarak tesbit edilmiş grev hakkını menfaat ihtilâflarında, kaldırıcı
nitelik taşımaktadır. Sözü geçen ibare bu anlamı ile Anayasa'ya aykırıdır.
Fakat
çoğunluğun vardığı sonuca göre Anayasa'ya aykırılık söz konusu değildir. Usul
hukukunun genel kuralı gereğince çoğunluğun vardığı sonuçla kendimi bağlı
bulduğumdan anılan ibarenin, bu anlamıyla, Anayasa'ya aykırı olmadığı yolundaki
çoğunluk görüşüne katildim.
KARŞI
OY YAZISI
Anayasa
işçilere işverenlerle olan ilişkilerinde iktisadî ve sosyal durumlarını
düzeltmek gereğiyle de greve gitmek hakkını tanımıştır. (Anayasa - Madde :
47/1) Buna karşılık 275 sayılı ve 15.7.1963 günlü Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Kanununun dâva konusu hükümlerinden biri olan 20. maddesinin 10 sayılı
bendinde toplu iş sözleşmesi süresi içinde grev yapılması yasaklanmaktadır.
Gerçi
Anayasa, grev hakkının istisnalarına ilişkin düzenlemeleri kanuna bırakmıştır;
(Madde 47/2) ancak yine Anayasa kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal
adalet ve millî güvenlik gibi nedenlerle de olsa bir temel hakkın özüne
dokunulmasına asla müsaade etmemektedir. (Madde 11/2)
Süresi
belirli toplu is sözleşmeleri bir yıldan üç yıla kadar süreli olabilir. (275
sayılı Kanun-Madde: 4/1) Bir toplu iş sözleşmesi süresi içinde-hele sözleşme üç
yıllık ise-ağır, dayanılmaz iktisadî bunalımların patlak vermesi ihtimali her
zaman için vardır. Böyle bir halde işçilerin iktisadî ve sosyal durumları
katlanılamayacak, insan haysiyetiyle bağdaştırılmayacak bir seviyeye düşebilir.
Bu takdirde durumu düzeltmek için greve gidebilmelidir. Şu koşullar altında da
grev yolunun kapatılması bu temel hakkın özüne dokunur ağırlık ve kapsamda bir
nitelik taşır. Kararda açıklandığı üzere "toplu sözleşme ile taraflar
arasında sağlanan barışın sözleşme sonuna kadar sürdürülmesi düşüncesinin
sosyal bakımdan bugün için daha değerli olduğu" görüşü, hiçbir temel
hakkın özüne hiç bir nedenle dokunulamıyacağı bir yana, öze dokunmayan
sınırlamaları bile haklı görecek güçte değildir.
Özetlenecek
olursa:
275
sayılı Kanunun 20. maddesinin 10 sayılı bendi Anayasa'ya aykırıdır ve iptal
edilmesi gerekir.
KARŞI
OY YAZISI
19
uncu maddenin 2 numaralı bendinin üçüncü fıkrasında yer alan "... ve bir
hakkın İhlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülü yahut İşveren veya işveren
teşekkülünce karşı tarafa, özel hakeme başvurmak İçin uyuşmazlığın herhangi bir
safhasında yapılmış olan teklifin 6 iş günü içinde kabul edilmemiş olması"
şeklindeki hüküm, pek açık ve emredici nitelikte olup, yoruma müsait değildir.
Yorumun söz konusu olması halinde de, yetkili mercilerin ne şekilde yorum
yaptığını ve uygulamaların ne yolda olduğunu araştırıp tespit etmek ve buna
göre Anayasa'ya aykırı olup olmadığını incelemek gerekir. Anayasa Mahkemesinin
Anayasa dışındaki kanunları yorumlamağa yetkisi yoktur. Bu nedenlerle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
MUHALEFET
ŞERHİ
275
sayılı Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun grev ve lokavt yetkisini
düzenliyen 19. maddesinin 2 sayılı bendinin üçüncü fıkrası, grev ve lokavta
karar verilebilmesini bazı kayıt ve şartlara bağlı tutmuş bulunmaktadır. Bu
şartlardan birisi de bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülünün,
fıkradaki diğer şartları yerine getirdikten başkaca, karşı tarafa özel hakeme
başvurmak için teklif yapmış olması ve bu teklifin altı iş günü içinde kabul
edilmemiş bulunmasıdır.
Mahkememiz
yukarıki kararında, (Kararın, "C) esasın incelenmesi" bölümünün
"V. greve ilişkin hükümlere yönelen iptal isteminin reddine ait
gerekçeler" başlıklı kesiminin (b) bendinin 5 No. lu fıkrasının
"aa" paragrafı), söz konusu fıkra hükmünün, özel hakeme başvurma
teklifi yapmayı zorunlu kılmadığı, zira aynı maddenin 3 sayılı bendi hükmü ile
kanunun 43. maddesi hükmünün bir arada incelenmesi halinde, özel hakeme
başvurma işinin arzuya bağlı bir işlem olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle söz
konusu hükümde Anayasa'ya aykırı bir cihet bulunmadığı sonucuna varmaktadır.
Halbuki
gerçek bu görüşün tersinedir. Şöyle ki:
Sözü
edilen hükümde aynen:
(...
ve bir hakkın ihlâl edildiğini ileri süren işçi teşekkülünce karşı tarafa öze!
hakeme başvurmak için uyuşmazlığın herhangi bir safhasında yapılmış olan
teklifin altı iş günü içinde kabul edilmemiş olması gereklidir.) denilmektedir.
Görüldüğü
gibi bu hüküm bir işçi teşekkülünü, grev kararı vermeden önce, karşı tarafa,
özel hakeme başvurma teklifinde bulunmağa mecbur tutmakta ve altı iş günü
içinde bu teklifin kabul edilmesi halinde artık greve gitme imkânı da
kalmamaktadır.
Fıkra
metninden bu sonuç açıkça anlaşıldığı gibi hükmün, kanun metnine giriş sebebi
ve Büyük Millet Meclisindeki müzakere safhası da bu sonucu doğrulamaktadır.
Zira Hükümetçe Büyük Millet Meclisine sunulan tasarının ilk şeklinde böyle bir
hüküm mevcut bulunmamakta idi. Tasarıyı inceliyen Millet Meclisi geçici
komisyonunun raporunda da böyle bir hükmün metne ilâvesinden söz
edilmemektedir. Ancak tasarının 19. maddesinin Millet Meclisindeki müzakereleri
sırasında geçici komisyon tarafından, su gerekçe ile bu hükmün kanun metnine
eklenmesi teklif edilmiştir.
(...
Ayrıca komisyon verdiği takrirle bir yenilik daha getiriyor. O da şudur:
Mademki
maksat hakkın bir an evvel meydana çıkmasıdır. Grev ve lokavta hak
ihtilâflarında gidilebilmesi için bir munzam şartın daha eklenmesi uygun
görülmüştür. O da şudur: Bir hak ihtilâfında grev ilân edecek olan taraf şu
metinde yazılı şartları yerine getirdikten sonra, ayrıca işverene özel tahkime
çok kısa bir süre içerisinde gitmek hususunda bir teklifte bulunacak ve işveren
eğer bu teklifi reddederse, işte o zaman grev hakkı doğacaktır. Lokavt içinde
mütekabilen aynı husus varittir. Çünkü bu takdirde işçi tarafından, öze!
tahkime gidilip tahkim yolu ile hakkın meydana çıkarılması talep edilmesine
rağmen İşverenin bunu reddetmesi halinde işverenin haksızlığı efkârı umumiyede
dahi bütün azametiyle tebarüz etmiş olacaktır. Bu bakımdan bu sistemin çok daha
müessir bir şekilde işlemesi ve her şeye rağmen, büyük efkârı umumiye
hareketleri, büyük topluluk hareketleri neticesinde hâkimlerin de lüzumsuz
derecede baskı ve tesir altında kalmamaları için bu unsurun da buraya ilâve
edilmesini, komisyonunuz zaruri görmektedir...) (Millet Meclis! Tutanak Dergisi,
Cilt: 16. Dönem: 1, Toplantı: 2, Birleşim: 77, Sahife : 461).
Görüldüğü
gibi geçici komisyon, söz konusu hükmü bir grev ve lokavt şartı, uyulması
zorunlu bir usul kademesi olarak, yani yukarıki kararda öne sürüldüğü gibi
ihtiyarî değil, mecburi bir işlem olarak teklif etmiş ve 19. maddenin 3 sayılı
bendinde bu maksat-la bir değişikliği öngören önergesi Millet Meclisince de, bu
açıklamanın ışığı altında oylanarak, kabul edilmiştir,
Maddenin
Cumhuriyet Senatosundaki müzakeresinde, özel hakeme başvurma teklifinin
kabulünü belli bir müddete (Altı gün) bağlama ve maddedeki bend sayısını
dörtten üçe indirme dışında, söz konusu hükümde prensip yönünden bir
değişiklik yapılmamış ve Millet Meclisince de Cumhuriyet Senatosunun yaptığı
değişiklik kabul edilmek suretiyle hüküm kanunlaşmıştır.
Konunun,
sözü geçen 19. maddenin 3 sayılı bendi ve 43. madde hükmü ile birlikte incelenmesi
de aynı sonucu doğrulamaktadır. Zira 275 sayılı Kanunun 19. maddesinin 3 sayılı
bendinde yer alan hüküm, bu kanuna ait tasarının 19. maddesinin 4 sayılı
bendinde:
(1.,
2. ve 3 üncü bendlere göre greve veya lokavta karar verme yetkisine sahip olan
taraflar, özel tahkime başvurmakta serbesttirler) şeklinde yer almakta ve
maddenin diğer fıkralarındaki hükümleriyle de tam bir uygunluk idi. Zira Tasarı
maddesinde, işçi teşekkülünü özel hakeme başvurma teklifi yapmaya mecbur tutan
herhangi bir hüküm yoktu.
Fakat
yukarıda açıklandığı üzere, Millet Meclisinde, tasarıdaki maddenin 3 sayılı
bendinin üçüncü fıkrasında, özel hakeme başvurma teklifinin mecburî olarak
yapılması usulünün konularak bend hükmünün yeni şekliyle oylanıp kabul edilmesi
üzerine Geçici Komisyon sözcüsü tarafından, maddenin 4 sayılı bendindeki, 3
sayılı bende yapılan göndermeyi kaldıran bir önerge verilmiş ve gerekçe olarak
da (3 üncü bendde kabul edilen değişik önergesinin bir neticesi) olduğu
açıklanmış önerge oya konularak Millet Meclisince kabul edilmiştir. Bunun
neticesinde 19. maddenin 4 sayılı bendinde; geriye,
(1
ve 2 nci bendlere göre greve veya lokavta karar verme yetkisine sahip olan
taraflar özel tahkime başvurmakta serbesttirler.) hükmü kalmış ve bu suretle
dışarıda bırakılmış olan 3 sayılı bendde yer alan ve dâva konusu bulunan (Özel
hakeme başvurma teklifinin) "mecburi" olan niteliği saklı
tutulmuştur. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi Cilt: 16, Dönem: 1, Toplantı: 2,
Birleşim: 77, Sahife : 469)
19.
maddenin Cumhuriyet Senatosundaki müzakeresi sırasında ise, 1 ve 2 No. lu
bendlerin kısaltılarak bir bend haline getirilmesinin ve bu suretle maddenin 4
bendden 3 e indirilmesinin bir üye tarafından teklif edilmesi, tasarıyı
inceleyen C. Senatosu Geçici Komisyonunca da bu teklifin uygun görülmesi
üzerine bu konudaki önergenin dikkate alınması C. Senatosu Genel Kurulunda
oylanarak kabul edildiğinden, madde metni, Geçici Komisyonca bu karara uygun
olarak 3 bent halinde yeniden düzenlenip C. Senatosu Genel Kuruluna
sunulmuştur. Bu yeni madde metninin 3 sayılı bendinde, 1 ve 2 sayılı bendlere
yapılan gönderme, 1 sayılı bent olarak düzeltilmiş ve C. Senatosu Genel Kurul
Başkanı da bu düzeltmenin madde de yapılan yukarıki düzeltmelerin bir sonucu
olduğu yolunda açıklamada bulunmuş ve madde bu yeni şekliyle oylanarak kabul
edilmiştir. (C. Senatosu Tutanak Dergisi Cilt: 13, Dönem: 1, Toplantı: 2,
Birleşim: 89, 90. Sahife: 43-44, 51, 53, 111-113).
Böylece,
19. maddenin 3 sayılı bendinde yer alan özel hakeme başvurma serbestliğinin,
sadece maddenin 1 sayılı bendine hasredilerek, bu dâvaya konu olan 2 sayılı
bent hükmünün bu serbestliğin dışında bırakılmış olduğu gerçeği hiç bir kuşkuya
yer vermiyecek derecede ortaya çıkmış olmaktadır.
Maddenin
yasama meclislerinde geçirmiş bulunduğu bu evreler dahi, 2 sayılı bendde yer
alan özel hakeme başvurma teklifinin, "mecburi" nitelikte bir işlem
bulunduğunun ayrı birer delilini teşkil ederler.
275
sayılı Kanunun, tarafların her safhada anlaşarak özel hakeme
başvurabileceklerini belirten 43. maddesi hükmü îse konunun tamamen dışındadır
ve uzlaşma yolu ile ihtilâfların giderilmesi için genel nitelikte olmak üzere
bırakılmış bir açık kapı olup şüphesiz çok da yerindedir. Ancak bu hükmün,
kanunun diğer bir maddesine konulmuş olan (Özel hakeme başvurma teklifinde
bulunma) usulündeki (Mecburilik) niteliğini bertaraf edecek bir yönü olmadığı
da meydandadır.
Özetlemek
gerekirse, 19. maddenin 2. ve 3. bentlerinin açık ifadesi ve hükmün konuluş
sebebi; işçi teşekkülünce, greve başvurma kararı verilmeden önce özel hakeme
başvurmak için karşı tarafa teklifte bulunulmasının zorunlu olduğu, bu işlem
yapılmadan önce verilen grev kararının kanunsuz sayılmasının gerektiği
gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bunun
sonucu olmak üzere özel hakeme başvurma teklifini alan işverenin bu teklifi
kabul etmesi halinde, işçi teşekkülünün artık grev kararı vermesi yetkisi de elinden
alınmış olmakta, ancak karşı tarafın özel hakeme başvurma teklifini altı iş
günü içinde kabul etmemesi halinde grev kararı verebilmek hakkı doğmaktadır.
Halbuki
Anayasa'nın 47. maddesinde:
(İşçiler,
işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını korumak veya
düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla
düzenlenir.) denilmek suretiyle grev hakkı, mutlak olarak, kişinin sosyal ve
iktisadî temel hakları arasına alınmış, ancak kullanılmasını ve istisnalarının
belirtilmesinin düzenlenmesi işleri yasa koyucuya bırakılmıştır. Yasa koyucu bu
düzenleme sırasında, Anayasa'nın, 11. maddesi hükmünü gözönünde bulundurmak,
başka bir deyimle, grev hakkının kullanılmasının düzenlendiği veya
istisnalarının gösterildiği ileri sürülerek grev hakkının özüne dokunamamak
zorunluğundadır.
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşıldığı gibi söz konusu hükmün, grev hakkının
kullanılmasını düzenliyen veya bu hakka istisna koyan bir hüküm olmayıp, grev
hakkını, genel olarak ve daha başlangıcında, işçi teşekküllerini işverene özel
hakeme başvurma teklifinde bulunmağa mecbur tutmak suretiyle, engellemekte ve
karşı tarafın teklifi kabul etmesi halinde de büsbütün yasaklamak suretiyle
grev hakkının kendisini ortadan kaldırmaktadır
Bu
haliyle söz konusu hükmün grev hakkına ilişkin olan kısmının Anayasa'ya
aykırılığı ortadadır ve iptali gerekir.
Bu
nedenle yukarıki kararın konuya ilişkin bulunan kısmına katılmamaktayız.
|
|
|
Üye
Şeref
Hocaoğlu
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Muhittin
Gürün
|